SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Leke Tedavisinde Peeling Zamanı

Kimyasal peeling, konusunda uzman hekimler tarafından, ciltte görülen sorunu giderebilecek özellikteki kimyasal asitlerle cildin soyulması işlemidir.

Peeling’in kelime anlamı soyma demektir. Mekanik, kimyasal ve lazer ile yapılan peeling’lere yeri geldikçe değinmeye çalışacağım.

Peeling’ler soyma derecesine göre çeşitlendirilir. En hafif olanlar cildi derinlemesine temizleme etkisine sahiptir ve düzenli uygulanırsa, hatta ev ürünleri ile desteklenirse etkileri artacaktır. Bu amaçla ülkemizde de kullanıma giren antioksidan özelliği yüksek “fitik asit” uygulanmaktadır. Glikolik asitlerle veya salisilik asitlerle yapılan kimyasal peeling’lerin bir yandan cildi arındırırken bir yandan da yüzeyel lekeleri gidererek cilde ışıltı kazandırdığı görülebilmektedir.

Lekelerin tedavisindeki yaklaşım; doktorun öncelikle ayrıntılı bir analiz yaparak, lekenin diğer oluş nedenlerini ve derinliğini belirlemesidir. Buna göre kişisel bir program hazırlanarak, lekenin derinliğine göre kimyasal veya mekanik peeling’ler ve ışık tedavileri planlanır. Türkiye günümüzde kozmetik ürünler ve dermokozmetik ilaçlar açısından o kadar hızlı ilerliyor ki bu durum doktorların uygulama çeşitliliğini de arttırmaktadır.

Glikolik asit peeling uygulamalarından faydalanan hastalarımız azımsanmayacak kadar çoktur. Ancak bazen lekelerde biraz daha etkili, daha derin soyma etkisine sahip peelinglere ihtiyaç duyulabilir. Bu durumlarda % 15’lik triklor asetik asit peeling tercih edilebilir. Bu peeling, dirençli lekelerde daha iyi soyarak aynı zamanda yan etkisi düşük olan bir peeling türüdür.

Glikolik Asit Peelingler, uygulanması son derece pratik olup hastalarımızın günlük hayatında fazla değişikliğe yol açmamaktadır. Seans aralıklarını lekelerin, sivilce izlerinin veya kırışıklıkların derinliğine göre belirlemek uygundur. Genellikle yumuşak ve düşük yüzdeli olan triklor asetik asit peelingler için haftada bir olmak üzere 4-6 seans uygulama önerilir.

Leke tedavisinde IPL ışık terapisini okumak için tıklayınız.

Yazının devamı...

Cildinizi Kışa Hazırlayın

"Yaz sonunda cildimiz için atılması gereken ilk adım; iyi bir cilt temizliğidir. Ölü deriden arınmak ve cildi daha savunmalı bir hale getirmek için haftada bir evde uygun bir ürünle mekanik (pütürlü) peeling yapılabilir."

Cildimizi sonbahar, kış ve daha ışıksız – soğuk günlere hazırlamak için adım adım yapılması önerilebilecek temel işlemlerden cildi ölü deriden arındırmak en önemlisi olacaktır. Hem yüz, hem de vücut için geçerli olan peelinglerin sadece çeşidini iyi belirlemek gerekir. Vücut için kahverengi şekerden oluşan hafif yağlı ama arındırıcı mekanik peelingler, yanı sıra sırttaki siyah noktaların temizliği yapılabilir. Yüz için ise fitik asit, glikolik asit, laktik asit peelingler ile yumuşak bir arınma yapılabilir, ancak lekeler varsa daha ileri peelingler uygulanabilir.

Cilt hastalıkları uzmanı tarafından, peeling sonrası arınmış ve temizlenmiş cilde reçete edilen ev bakım ürünleri ile bu etkinin uzun solukluluğu sağlanabilir. Bu ürünler arasında özellikle akşamları retinoik asit içerikli ürünler ve beraberinde leke önleyici ürünler, gündüzleri ise C vitamini içerikli ürünler ve güneş koruyucular olmazsa olmazlardır.

Sırada ise cildin dolaşımını düzenlemek ve canlandırmak olabilir. Bunun için IPL, Led terapi önerilebilir. Vitamin ve hyaluronik asit enjeksiyonları ile cilt derinlemesine nemlendirilir ve beslenir. Kurumuş, güneşin etkisiyle gerçek rengini kaybetmiş ciltlerde her yaşa uygun farklı kokteyller kullanılmaktadır. Günümüzde her zaman genç ve canlı ciltlere sahip olmak için kendimiz de daha fazla bilinçlenmeli ve cildimizi dinlemeliyiz.

Estetik dermatolojide yüzün bölgesine göre ve sorununa göre uygulama yapmak prensiptir. Örneğin bütün yaz kaşlarını çatmış veya göz çevresini kırıştırmış olan kişilere kadın veya erkek kas gevşetici bir ilaç olan botulinum toksin enjeksiyonu uygun olacaktır veya yüzün orta hattında çökmeler veya derin nem kayıpları varsa hyaluronik asit dolgular ve vitamin enjeksiyonları uygundur. Yüzün alt bölümünün düzeltilmesi çoğunlukla estetik cerrahların uyguladığı germe işlemlerine ihtiyaç duyar ancak cildi sarkmadan yakalamışsak o zaman bir umudumuz bu bölgenin ışıklarla uyarılıp vitamin ve büyüme faktörlü ürünlerle hücrelerini tetiklemek mümkün.

Elbette ağızdan alınacak olan gıdaların kalitesi ve içerdiği besin durumu cildin sağlığı için çok önemli, benim önerim sabah-akşamüstü C vitamini almak, kış aylarında A,E, selenyumu birlikte tüketmek, karaciğeri koruyan gıdalardan enginar, kereviz tüketmek, bol bol nar, portakal yemek daha doğrusu mevsiminde sebze ve meyve tüketmek.

Özetle;

Cildinizi mutlaka düzenli olarak temizleyin, makyajla uyumayın

Cildinizi düzenli olarak uyarın, her gün günde 3 defa parmak darbeleri (mikrodolaşım için), gerektiği ölçüde haftalık peeling ile ölü deriden arındırma

Her gün güneş koruyucu ürün kullanımına dikkat (nemlendirici özellikli, makyaj altına sürülebilen) makyaj ürünlerinin doğal, mineral bazlı olmasına özen göstermek.

Fondöten ve pudra kulanımını en aza indirmek (gözenekler nefes alsın)

Bronzlaşmak eşittir yaşlanmak bu nedenle koruyucusuz güneşlenmemek, mümkünse solaryum yerine otobronzan sistemleri tercih etmek

Belli zamanlarda (regl dönemleri, ateşli hastalıklar, spor yapma ile ilişkili, zayıflama programaları sırasında) cilt hastalıkları ve kozmetik dermatoloji uzman görüşü almak.

Detoks ve şok zayıflama programlarını yaparken cildin de şok olabileceğini yani sarkma ve bağ dokusunda bozulma olabileceğini unutmamak gerekir.

Yazının devamı...

Her makyaj cilde zararlı mı?

Makyaj, eski çağlardan beri insanların uyguladığı bir işlemdir. Milattan önce eski Mısırlılar döneminde çeşitli bitki ve kök boyaları ile gözler ve dudaklar boyanmakta idi. Bu işlemin kimi zaman otorite göstergesi, kimi zaman tanımlayıcı bir simge (Kızılderililerde kabilelere göre) veya kamuflaj (savaşlar sırasında) günümüzde ise daha güzel ve bakımlı görünmek için uygulandığı söylenebilir.

Günlük yaşam dışında sahne ve televizyon için kullanılan makyaj, kozmetik dünyasının da vazgeçilmezlerinden olmuştur. Cildin makyaj ile ilişkisinde makyaj malzemelerinin seçimi, uygulama sıklığı ve ciltten temizlenmesi belirleyicidir. Şayet uygun bir seçim yapmadıysak cildimizde kuruluktan egzamaya veya isilik benzeri döküntüden kozmetik akneye kadar değişen istenmeyen sonuçlara yol açabilir.

Son yıllarda makyaj ürünlerinin içeriğinde kozmetik kremlerin etkilerine destek olabilecek şekilde düzenlemeler yapılmıştır. Bu şekilde üretilen mineral bazlı makyaj ürünlerinin amacı, cildi aynı zamanda tedavi etmektir. Bu ürünlerin içeriğindeki çinko oksit gibi mineraller ciltteki bazı sivilce türlerini iyileştirme özelliğine sahiptir. Ayrıca bu ürünlerin çoğu güneş koruma faktörü de içermektedir. Genellikle paraben içermedikleri için allerji riskleri de azdır. Ancak kuru ciltlerde daha fazla kuruluğa da neden olabileceği için dikkatli olmakta fayda vardır. Genç ve yağlı ciltlerin tercih edebileceği ürünler olabilir. Menopoz dönemindeki olgun ciltlerde veya genç ama kuru ciltlerde ise kozmetik olarak kalitesini ispatlamış ürünler tercih edilebilir.

Yazının devamı...

Stres sadece hayatımızı değil, cildimizi de karartıyor

Stres altındaki insanların ciltlerinin lekelenmeye daha yatkın olduğunu biliyor muydunuz? Stres cildimizin bağışıklık sisteminin zayıflamasına ve böylece pek çok cilt sorununa yol açar.

Ayrıca son zamanlarda 30-45 yaş arasındaki her iki kadından birinde görülen Hashimoto tiroiditi isimli
hastalık ile ciltte hem kuruluk hem de akneler birlikte görülebilirken, bazen de melasma isimli hormonal lekeler de gözlenebilmektedir. Hashimoto tiroiditi hastalığındaki bu artış belki de 30-45 yaş grubunun daha çok çalışan ve giderek sorumluluğu artan (evlilik, annelik, iş, şehir hayatı) kadınları seçmesi ile de açıklanabilir.

Stres hayatımızın her anında yanımızda artık. Belki de onunla mücadele ederken stresin vücudumuza neler yapabileceğini bilerek önlemler de almak yerinde olacaktır. Stres akut veya kronik bir sorun olarak vücutta da benzer şekilde ya kısa süreli sorunlara yol açmaktadır, ya da uzun vadeli problemleri ardı sıra getirmektedir. Psikolojik bir sorun cilt sağlığı üzerinde doğrudan hastalıkların tetikçisi olmuştur. Sadece cilt değil endokrin hastalıklar içinde konusu sürekli geçmektedir. Stresten “asabi ekzema olmuş, ya da üzüntüden şeker hastası veya kanser olmuş” sıkça duymuş olduğumuz söylemlerdir. Örneğin uçuk virüsü dudaklarda sıklıkla gözlenen bir virüstür. Genellikle ya bir kabus görmenin ertesi sabah, ya da ani bir stresle ortaya çıkar. Oysa sedef hastalığı veya alopesi areata dediğimiz özel saç dökülme türü daha kronik stres hallerinde sıklıkla gözlenmektedir. Cilt hastalıkları başta olmak üzere tüm hastalıklarda vücudun savunma sistemi stres yüzünden olumsuz etkilenmekte ve hem vücudun hem de cildin bağışıklığı azalmaktadır. Bu nedenle başta virüsler olmak üzere hücresel hasar yaratan tüm hastalıklar tetiklenebilmektedir. Akut veya kronik hastalıkların başlangıcı buysa eğer tamamen sağlıklı olabilmek için iyi bir plan yapmanın başında stresi tanımak gelmeli ve tam tersi sevginin veya mutluluğun yol açabileceği olumlu etkileri de stresin sonuçlarıyla kıyaslayarak planımızı netleştirmeliyiz. Stresin vücudumuza yol açtığı durumlara “bilimsel” olarak bir açıklama getirecek olursak;

Stres ile vücudumuzda ne gibi değişiklikler oluyor?

Öncelikle merkezi sinir sisteminin stresi ilk algılayışı ile yani görmek, duymak, hissetmek ve düşünmek ile gelişen duruma beyin nörolojik ve hormonal yollardan cevap verir. Ya refleks olarak ya da düşünülmüş olarak bir vücut dili oluşur, eş zamanlı olarak ilk adrenalin (heyecan hormonu denebilir-salgılandığı an koşabilecek enerji ve güç oluşur)- asetil kolin ( kas-sinir ilişkisi, aynı zamanda salgıların da düzenlenmesinde etkilidir) daha sonra kortizon seviyeleri değişir. Bu durumda kan basıncı ve kan şekeri değişikliğe uğrar, tüm vücut salgıları tepki verir, ağız kuruması daha sonra el, kol altı vs terleme, hatta belki barsaklarda çalışma artışı gibi birbirini takip eden belirtiler.
Belli bir yaştan sonra stresle gelişen bu hormonal değişiklere karşı, vücut savunmasını azaltabilir veya ne yazık ki tepkisizlik geliştirebilir bile. Otoimmun hastalıklar dediğimiz vücudun kendi kendisine antikorlar ile savaş açması da stres ile tetiklenen durumlar arasında sayılmaktadır. Son zamanlarda ne yazık ki neredeyse 30-45 yaş arasındaki her iki kadından birinde görülen Hashimoto tiroiditi isimli hastalıktaki artış, belki de bu yaş grubunun daha çok çalışan ve giderek sorumluluğu artan (evlilik, annelik, iş, şehir hayatı) kadınları seçmesi ile de açıklanabilir. Bu hastalık ile ciltte hem kuruluk hem de akneler birlikte görülebilirken, bazen de melasma isimli hormonal lekeler de gözlenebilmektedir. Çok bilinen akne hastalığı sadece ergenlik döneminde değil genç erişkin ve orta yaş kadınlarda da görülebilmektedir. Yapılan bir çalışmada stres ile sadece kortizol üzerinden değil “prolaktin” isimli bir hormonun artışı ile de lekelerde ve aknelerde artış olabileceği bildirilmiştir¹.
Bu durumda özetleyecek olursak stresle, vücudumuzun bağışıklığı bozulmakta, bu da bizi basit veya komplike bir çok hastalığa karşı savunmasız bırakabilmektedir. Ayrıca bazı genetik yatkınlığı da olan kişilerde çeşitli otoimmun ve endokrin problemlere karşı da daha hızlı yakalanma şansızlığına sebep olabilmektedir. Erişkin akneden, hormonal lekelere kadar çeşitli cilt hastalıklarında da olumsuz etkileri bulunmaktadır. Aynı zamanda bir Hashimoto tiroidititli hasta olarak da önerim, daha fazla spor yapmak, yediklerine ve içtiklerine dikkat etmek, sevdiklerinizle daha fazla vakit geçirmek olacaktır.

Yazının devamı...

Yerçekimine Meydan Okuyun

Cildimiz temelde hücresel döngünün hızıyla doğru orantılı olarak yaşlanır. Gerçek şu ki doğduğumuz zaman cildimiz yaşlanmaya başlar. Bir yaşında bile bir yıllık güneş görmüşlük, çevresel hasarlara maruziyet, beslenme ve uyku düzenine uyum çabası söz konusudur. Cildimiz elbette kendini yeniler, ancak bu yenilenme hızı 25-30 yaşlarından itibaren azalmaya başlar ve yaşlılık belirtileri görülür.

Yüzümüzün üst bölgesi mimik kaslarının kullanımıyla doğru orantılı olarak yaşlanır.

Hangi yaşta olursak olalım göz çevresinde veya alında ya da kaş arasında kırışıklıklarımız olabilir. Ancak bu çizgiler yaş ilerledikçe yerleşmeye ve derinleşmeye başlar. Bu nedenle bu kırışıklıkların olmasını mimiklerimizi kontrol ederek veya botulinum toksin yaptırarak engellemeye çalışmak doğru bir yaklaşımdır.

Yüzümüzün orta bölgesi doku çökmesi ve yumuşamasıyla ilişkili olarak yaşlanmaktadır. Bu bölgede bağdokusunun sıkılığını belirleyen ana madde hyaluronik asit içerikli jölemsi sıvı ve yağ dokumuzdur. Bu kayıpları azaltmak için fazla değişken bir kilo durumunun olmaması gerekir. Kaldı ki

kadınların aylık periodları veya hamilelik dönemleri, daha sonra da premenapoz ve menapoz, bu kayıpların en fazla yaşandığı dönemler olmaktadır. Bu bölgenin gençliğini korumada veya iyileştirmede yerine koyma tedavileri tercih edilebilir. Dolgu malzemeleri veya kendi yağımız ya da hücrelerimiz (kök hücre) bu amaçla kullanılabilir.

Yüzümüzün alt bölgesi ve boyun, kolajen ve elastik liflerimizin gerginliğinin ve sayılarının azaldığı 40’lı yaşlarda yerçekiminin etkisine yenik düşer. Bu bölgenin tedavisi için hücreleri ışık ve lazerlerle uyarmak ve vitamin enjeksiyonları yaptırmak yeterli olabilir. Daha ileri yaşlarda ise cerrahi olarak germe işlemi

uygun görülmektedir.

Yazının devamı...

Kadınlar En Çok Nasıl Gençleşmek İstiyor?

Kadınlar kesinlikle kendi tipinin değişmemesi şartıyla gençleşmek istiyor. Onun güzellik anlayışı aslında benim felsefemle de uyuşuyor. Yani kadınlar gençleşirken kendisi gibi görünmek istiyor ve daha çok yüz ovalindeki sarkmalarla ilgileniyor. Otuz beş yaş üstünde yüz ovalinde yumuşama, sarkma ya da burunla yanak arasında kendisini yorgun gösteren bir çöküntünün başladığını söylüyor. Bazen de gözlerinin altında çukurlaşmaların ortaya çıkmasıyla bize başvuruyor.

Dolayısıyla yüzünde yapılmasını istediği alanlar; genellikle kendisini daha yorgun gösterdiğini düşündüğü sarkmalar ve çöküntülerdir. Bunlara ait değişiklik talepleri oluyor. Her Türk kadının vücudundaki değişiklik talebi ise; daha az basenli, daha kalkık bir kalça ve bacak içlerindeki sarkmaların ve yumuşamaların giderilmesi, sıkılaştırılmasıdır. Yine Türk kadınının en önemli problemlerinden biri, bacaklarındaki selülitli görünümdür.

Biz bunlara nasıl yaklaşıyoruz? Yüzdeki değişiklikleri ortaya koyarken sarkmaya, yorgun ifadeyi gidermeye ya da bir doku boşalması varsa ona yönelik tedaviler uyguluyoruz. Yorgun ifadeyi doku boşalması ile düzeltmek için, yüzdeki çukurlukların derinliğine ve sarkmanın oranına göre kök hücre tedavileriyle desteklediğimiz yağ dolgusu uyguluyoruz.

Biraz daha muayenehane şartlarında gerçekleştirilebilen bir yöntem istiyorlarsa hyaluronik asit gibi dolgu malzemeleri ile yüzdeki çöküntüleri tedavi ediyoruz. Danışanımız yüzdeki sarkma için neştersiz bir uygulama talep ediyorsa, örümcek ağı ya da altın ipler dediğimiz iplik teknolojilerinden faydalanıyoruz.

Neştersiz tarafta iğneli işlemler istemeyen kişilere ise radyofrekans, lazer gibi yöntemleri uygulayabiliyoruz. Kök hücre tedavileri cildin geneline yayılan bir canlılık veriyor. Dolayısı ile kök hücre, hücresel anlamda bir yatırım, kişinin kendi hücresini kendisine verme tekniğidir. Kök hücreyi tüm yüze enjeksiyon şeklinde yaptığımızda boşlukları doldurmak için yağ enjeksiyonu ya da hyaluronik asit dolgu malzemesi kullanıyoruz. Kök hücreyi sarkma tedavisinde iplikler ya da cihazlarla birlikte kombine edebiliyoruz. Yoksa sarkma için tek başına kök hücre uygularsak kişi beklemekten yorulabilir. Aslında kök hücre kırk yaş üstü her kadının mutlaka yaptırmasını önerdiğimiz bir tedavi yöntemidir. Çünkü kendinden kendine gençlik aşısı aslında kök hücredir.

Yazının devamı...

Tırnaklarımızın Sağlığına Ne Kadar Dikkat Ediyoruz?

Tırnaklar saç ve cilt gibi aynı kök hücreden üretilir. Daha sonra hücreler farklılaşarak ilgili bölümleri oluşturur. Mucizevi bir kodlama sonrası mükemmel bir disiplinle tüm hücrelerimiz bir araya gelerek organlarımızı oluşturur. Tırnaklar kemik ve kıkırdaktan sonra vücudumuzda en sert olan yapılarımızdır.

Beslenmeleri parmakların tırnak diplerinde bulunan, cilt altında “tırnak matriksi” denilen bölümden

olmaktadır. Bu alana zengin bir damarın uç bölgesi olarak da bakılabilir. Tırnak matriksinin bütünlüğü bozulacak olursa (örneğin parmağın kapıya sıkışması veya manikür-pedikür sırasında bu bölgenin zedelenmesi gibi) tırnağımız aylarca, bazen yıllarca bozuk şekilli olarak uzayacak veya uzayamayıp cilde yapışık kalacaktır.

Tırnaklar saç ve cilt gibi cilt hastalıkları uzmanı tarafından rutin olarak değerlendirilmesi gereken bölümlerimizdir. Tırnaklara bakılarak demir eksikliği anemisinin, bazı saç ve cilt hastalıklarının tırnak tutulumu olanlarının, doğumsal bazı durumların, bazı otoimmun (vücudun kendi kendine saldırısıyla olan) hastalıkların, bazı romatizmal hastalıkların tanısı konulabilir. Tırnağın iyileşmesi hastalığa neden olan durumun tedavisiyle mümkündür. Tırnak üzerine sürülen kozmetiklerin (dermokozmetik ve ilaçlar hariç) dıştan emilimi çok zordur. Bu nedenle ağızdan verilen vitamin ve ilaçlarla tedavi edilir.

Yazının devamı...

D Vitaminini Güneşten mi Almalıyız Yoksa İlaçlardan mı?

Güneş elbette sağlıktır. Yüz, boyun, dekolte ve elleri koruyarak belirli sürelerle güneşlenmek vücut için gereklidir. Kısa süreli güneş koruyucusuz güneşlenmek fikrine kontrollü olmak kaydıyla katılıyorum.Ancak her seferinde en azından yukarıda saydığım bölgeleri koruyarak sağlık ve anti-aging açılarından da daha iyi.

D vitamini sadece UV (ultraviyole) güneş ışınları sayesinde deride sentezlendikten sonra karaciğer ve böbreklerde işlenerek vücutta ilgili organlara gönderilir. Üstelik D vitaminin en iyi şekilde üretilebilmesi için vücudun hafifçe pembeleşerek ısınması halinde olduğu bilinmektedir. Bu nedenle vücudun büyük bölümlerinin güneş koruyucusuz ve kontrollü olarak 10 - 15 dakika güneş görmesi gerekmektedir.

D vitamini eksikliği nelere yol açar?

Öncelikle kemiklerdeki ana mineral kalsiyumun, kemiğin yapısına katılmasında D vitamini önemli role sahiptir. D vitamini eksikliğinde kemik sağlığının, saç, tırnak sağlığının bozulması dışında cildin sağlığında özellikle savunmasında problemler görülebiliyor, bozulabiliyor. Öyle ki atopik dermatit sedef hastalığı gibi bazı özel cilt hastalıklarında alevlenmeler özellikle güneş görülmeyen ve D vitamini düzeylerinin en aza indiği kış aylarında olabiliyor.

Ayrıca bilindiği gibi günümüzde obezite gibi çok yaygın bir sorun da vardır ki; bu kişilerde de D vitamini eksikliğine sık rastlanmaktadır. Sebebi ise D vitaminin yağ dokusunda saklanıyor yani depolanıyor olması ve ihtiyaç halinde ise obezlerde, bu yağ dokusundan kana verilmesinde aksama olmasıdır. Yağ dokusunun bir hormon ve vitamin merkezi olduğunu düşünerek ara ara bu dokunun azaltılmasında yani kilo kaybedilmesinde fayda vardır. Obezlerde yağ dokusu uzun bir süre hiç harcanmadığı zaman D vitamini kana karışamamakta ve bu da kilolu insanların hastalıklara daha da yatkın olmalarına neden olmaktadır. Demek ki D vitamini, vücut direnci ve özellikle viral hastalıklardan korunmak için de önemli bir vitamindir.

Doğal yani güneşlenmek yerine, ilaç olarak tablet ya da damla kullanmayı elbette tercih etmemeliyiz. Ancak coğrafi koşulları uymayan, senenin 10 ayı güneş görmeyen büyük gelişmiş sanayileşmiş şehirlerde yaşayan insanların, sıcak ve güneşli yerlere seyahat edemeyen ve kapalı büyük kurumsal işyerlerinde çalışan insanların ve ailelerinin yılda bir defa kan testi yaptırarak D vitamini damla ve kapsüllerini takviye olarak almalarında fayda vardır.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.