SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Kış alerjileri hakkında bilinmesi gerekenler

Kış alerjileri denince aslında akla ilk gelen artan hava kirliliğine bağlı olarak havada oluşan parçacıkların, bununla birlikte ev içinde artan sıcaklık ve nemle birlikte kendileri için çok daha uygun bir ortam bularak artan ev tozu akarlarının neden olduğu alerjik tepkimelerdir. Nitekim soğuk havanın kendisi de alerjik tepkimeleri tetikleyebilmektedir. Bununla birlikte kış mevsimiyle birlikte artış gösteren grip, nezle, farenjit gibi viral enfeksiyonlar da başta astım hastaları olmak üzere alerjik bünyeye sahip kişileri bağışıklık sistemlerini zaafiyete uğratarak yine daha zor durumda bırakmaktadır.

Alerji dünya çapında en yayın görülen kronik durumlardan biridir. Bununla başa çıkmak için elbette temiz havada kalmaya çalışmak, soğuktan korunmak gibi hastaların kendilerinin alabileceği önlemler önemlidir, ancak yeterli değildir. Alerji geçiştirilmeye gelmez ve muhakkak tedavi edilmesi gerekir. Alerji tedavisinde etkili seçeneklerin başında biorezonans metodu gelmektedir.

Kış alerjisine neler neden olur?

Kış alerjenlerinin çoğu iç mekanlardadır. İnsanlar, özellikle yetersiz havalandırılmış alanlarda, içeride daha fazla zaman geçirdiklerinde kış alerjilerine bağlı semptomlarla karşılaşma olasılıkları daha yüksektir. Kış alerjilerinin en yaygın nedenleri küf sporları, ev tozları, toz akarları, böcek dışkıları ve kabuklarıdır. Ayrıca sıcak iklimlerde bitkiler kış aylarında da baharda olduğu gibi alerjen üretmeye devam edebilir.

Kış alerjileri oldukça yaygındır. Özellikle sanayileşmiş bölgelerde her dört kişiden birinin toz akarlarına alerjisi olduğu bilinmektedir.

Kış alerjileri ve soğuk algınlığı

Soğuk algınlığı ve kış alerjilerinin semptomları çok benzer olup bu durum birini diğerinden ayırt etmeyi zorlaştırır. Herhangi bir yaşta alerji geliştirmek, hatta yıllarca reaksiyon göstermeden aynı evde aynı maddelere alerjik olmak bile mümkündür. Bir kişinin daha önce alerjisi olmaması, semptomlarının mutlaka soğuk algınlığı olduğu anlamına gelmez.

Birkaç haftadan uzun süren semptomlar genellikle alerjilerin sonucudur. Aynı evde haftalar veya aylar sonra aniden ortaya çıkan semptomlar, özellikle bir kişinin alerji öyküsü yoksa, soğuk algınlığı olabilir.

Alerjileri soğuk algınlığından ayırt etmek için bazı belirtiler şöyledir:

-Soğuk algınlığında ateş olur; alerjenler ise kişinin vücut ısısını değiştirmez.

-Soğuk algınlığında görülen ağrı şikayeti alerjide tipik olarak görülmemektedir.

-Boğaz ağrısı soğuk algınlığında daha sık görülürken alerjide daha az rastlanır.

-Soğuk algınlığında hasta göğsünde baskı hissedebilir. Astımı olanlar da bunu hissedecektir. Ancak astım dışı sadece alerjisi olanlarda tipik olarak göğüs ağrısı öne çıkan bir semptom değildir.

-Soğuk algınlığı kendi kendine geçer, alerjiler geçmez ancak alerjene maruziyet azaldığında sadece semptomlar geçer.

-Alerjide kaşıntılı döküntüler de semptomlar arasında yer alırken soğuk algınlığında bu durum yaşanmaz.

Kış alerjilerinin tedavisinde çoğunlukta antihistaminikler ve nazal steroidler kullanılır. Ancak bunlar sadece semptomları baskılamaya yaramakta; alerjiyi tedavi etmemektedir. Alerji tedavisinde biorezonans metodunun başarı oranı ise yüzde 85’tir.

Yazının devamı...

Kanser lenf bezlerine yayıldığında ne olur?

Bazı kanser türleri kişinin lenfatik sistemi yoluyla lenf düğümlerine yayılabilir. Metastaz olarak adlandırılan kanserin vücudun yeni bir bölgesine yayılması durumunu lenfatik sistem açısından inceleyelim.

Kanserin lenf düğümlerine yayılması ne anlama geliyor?

Lenfatik sistemimiz, bağışıklık sistemimizin bir parçasıdır. Lenfatik sistem, bir dizi bağlantılı düğüm ve damara işaret eder. Lenf damarları, vücudumuzda lenf sıvısı adı verilen bir maddeyi taşır. Lenf sıvısı, enfeksiyonlarla savaşmamıza yardımcı olan beyaz kan hücrelerini içerir. Lenf düğümleri ise, kanser hücreleri veya enfeksiyonlar gibi yabancı maddeleri lenf sıvısından filtreleyen küçük yapılardır. Lenf düğümleri ayrıca lenf sıvısındaki istilacı organizmalara saldıran beyaz kan hücreleri içerir.

Bir kişinin lenf düğümlerinde kanser hücreleri görüldüğünde bu durum hücrelerin orijinal tümörden ayrıldığı ve lenf damarları yoluyla bir lenf düğümüne geçtiği anlamına gelir.

Lenf düğümü içindeki kanser hücrelerinin varlığı, kanserin yayıldığını gösterir. Lenf düğümünde hayatta kalan kanser hücreleri daha sonra vücudun diğer bölgelerine gidebilir.

Kanser lenf bezlerine ne zaman yayılır?

Kanserin lenf bezlerine yayılma hızı, kişinin yaşadığı kanser hastalığının türüne bağlı olarak değişmektedir. Bazı kanserler lenf bezlerine daha hızlı yayılabilirken bazı kanserlerin gelişmesi yavaştır ve de daha yavaş yayılabilir. Bazı kanserler nadir durumlarda sadece lenf düğümlerine yayılabilir. Kanser insanları farklı şekillerde etkileyebilir, bu nedenle nasıl yayılacağını tahmin etmek kolay değildir. Kanserin evreleri, orijinal konumundan ne kadar uzağa yayıldığını gösterir.

-Evre 0: Anormal hücrelerin mevcut olduğu ancak yayılmadığı zamandır.

-Evre 1, 2 ve 3:1 ila 3. evreler, kanserin mevcut olduğunu gösterir. Aşama ne kadar yüksek olursa, kanser o kadar büyük ve daha fazla yayılmıştır. Çoğu kez kanser 3. aşamada lenf bezlerine yayılmış olabilir.

-Evre 4: 4. evre kanser, kanserin orijinal tümörden uzak bölgelere yayıldığı zamandır.

Hastanın kanserinin ne kadar geliştiğini derecelendirmenin bir diğer yolu da TNM evreleme sistemidir. TNM sisteminde her harf kanserin farklı bir özelliğini ifade eder:

-T, orijinal tümörün boyutunu belirtir.

-N, kanser hücrelerine sahip yakındaki lenf düğümlerinin miktarını belirtir.

-M, kanserin metastaz yapıp yapmadığını belirtir.

Lenf bezlerine yayılmış kanseri tedavi etmek için çeşitli tedaviler vardır. Bunlardan biri kişinin birincil kanserini ve etkilenen lenf düğümlerini çıkarmak için ameliyat edilmesidir. Lenf düğümlerine yayılmış kanser için diğer tedaviler arasında kemoterapi, radyoterapi ve belirli kanser hücrelerini tanımlamak ve onlara saldırmak için kullanılan ilaçlar bulunur. Tüm bu tedavilerle eş anlı olarak biorezonans metodundan faydalanmak tedavi başarısını artıran, ayrıca kemoterapi ve radyoterapinin yan etkilerini azaltmaya yarayan destekleyici bir yaklaşım olacak.

Yazının devamı...

Prostat kanserinde genetik miras neden önemli?

Genetik miras alerjilerden romatizmal hastalıklara, kilo probleminden psikiyatrik bozukluklara pek çok rahatsızlıkta etkili bir unsur. Prostat kanseri de genetik mirasın riski artırdığı hastalıklardan biridir. Prostat kanseri riskini artırabilecek faktörler listesinde başı çeken maddelerden biri, ailede prostat kanseri öyküsü bulunmasıdır.

Prostat, erkeklerde mesanenin hemen altında bulunan küçük bir bezdir. Prostat kanseri yavaş büyüyebilir ve herhangi bir semptoma neden olmayabilir. Bazı vakalarda görülen semptomlar ise şunlardır: İdrar yapmada zorluk, idrar yaparken ağrı, sık idrara çıkma, idrar ya da menide kan, boşalma sırasında ağrı, ereksiyon sorunu. Prostat kanseri ilerleyip vücuda yayıldığında anemi, bağırsak sorunları, lenf düğümlerinin şişmesi, kemik kırıkları gibi sorunlar da ortaya çıkabilir.

Ailesinde tek bir kişide prostat kanseri bulunan birinin bu kansere yakalanma riski üç kat artar. Aynı zamanda kardeşi ve babasında prostat kanseri öyküsü bulunan erkekler için risk beş kata çıkmaktadır. Çeşitli genetik etkenlere bağlı olarak prostatta kanserli hücrelerin gelişme riski 23 kata kadar artabilmektedir.

Genetik testler, kanser riski hakkında önemli ipuçları sağlar. Ancak çoğu prostat kanseri vakası, test yoluyla tespit edilebilen bir genetik mutasyonun sonucu değildir. Dolayısıyla pozitif bir test sonucu, prostat kanseri riskinde ancak hafif bir artışa işaret edebilir. Bununla birlikte biorezonansa özel kan testi ile de prostat kanserini test edebilmek mümkündür.

Ailesinde prostat kanseri ya da herhangi başka bir kanser öyküsü bulunan tüm erkeklerin prostat kanseri açısından bir testten geçmesi faydalı olacaktır. Nitekim bilindiği gibi erken tanı hayat kurtarır.

Prostat kanseri için klasik tıpta cerrahi, kemoterapi, radyoterapi gibi tedavi seçenekleri vardır. Bunun yanı sıra diğer kanser hastalıklarında olduğu gibi prostat kanserinde de biorezonans, ozon tedavisi, yüksek doz C vitamini gibi tamamlayıcı tedaviler de mevcut tedavilerin etkinliğini artırmaya ve aynı zamanda özellikle kemoterapi ve radyoterapinin yan etkilerini azaltmaya yardımcıdır.

Yazının devamı...

Meme kanseri genç kadınları farklı etkiler mi?

Öncelikle risk faktörlerine bakalım. Yaşlı kadınlarda meme kanseri için risk faktörlerinin çoğu genç kadınlar için de geçerlidir. Ancak daha genç yaşta meme kanseri için riskler şunlardır:

-45 yaşından önce meme kanseri veya herhangi bir yaşta yumurtalık kanseri geçirmiş yakın akrabalara sahip olmak.

-Meme kanseri genlerinde ( ve ) değişiklik olması veya bu gen değişiklikleri bulunan yakın akrabaların olması.

-Çocukluk veya ergenlik döneminde meme veya göğüs bölgesine radyasyon tedavisi almak.

-Daha önce meme kanseri veya diğer meme hastalıklarını geçirmiş olmak.

-Mamogramda tanımlanan yoğun meme dokusuna sahip olmak.

Öte yandan obezitenin menopoz öncesi kadınlarda daha düşük östrojen ile daha yüksek meme kanseri riski ile ilişkili olduğu bilinmektedir.

Bir başka risk faktörü tamamen önlenebilir bir faktördür. O da genel olarak meme kanserinin daha ileri yaşlarda ortaya çıktığı yanlış inancı ile genç kadınların meme kanseri taramalarını geciktirmeleridir. Ayrıca, genç kadınlarda meme dokusu daha yoğun olabilir, bu da kendi kendine meme muayeneleri ve mamogramlar sırasında tümör bulmayı zorlaştırır.

Meme kanserini önlemek de tedavi etmek de mümkündür

Meme kanserini genç yaşta önlemek, durumun doğası gereği zor olabilir. Bununla birlikte, kişinin risk faktörlerini bilmesi ve önleyici tıbbi destek alması çok önemlidir. Genetik testler bu konuda önemli destektir. Ayrıca sağlıklı bir kiloyu korumak, düzenli egzersiz yapmak ve alkol tüketimini sınırlamak gibi belirli yaşam tarzı değişiklikleri yapmanın meme kanseri riskini azaltabileceğini bilmelisiniz. Bunlara ek olarak genç kadınların göğüslerinin farkında olmaları ve yeni yumrular, meme başı değişiklikleri veya akıntıları, cilt değişiklikleri veya diğer değişiklikleri doktorlarına bildirmeleri son derece önemlidir.

Meme kanseri olan genç kadınların tedavisi, daha ileri yaşta tanı alan kadınların tedavisine benzer.

Doğurganlık ve meme kanseri tedavisi

Meme kanseri için bazı ilaçlar ve tedaviler, yumurtalıkların yumurta üretimini durdurmasına veya gelişmekte olan bir embriyonun olumsuz etkilenmesine neden olabilir. Bu nedenle meme kanseri olan genç kadınlar, tedavi planı oluşturulurken doğurganlığın korunmasını isteyebilir ve bu mümkündür.

Öte yandan genç kadınların meme kanseri teşhisi aldıklarında daha ileri yaşlardaki hemcinslerine oranla daha fazla endişe, depresyon, izolasyon hissi, vücut görünümü ile ilgili endişeler, iş ve özel ilişkilerinde zorluklar yaşadığı bilinmektedir. Tüm bunlar bütünsel bir tıp yaklaşımıyla çözümlenebilir.

Yazının devamı...

Fibromiyaljide göğüs ağrısı normal mi?

Fibromiyalji hastalarında kas, bağ dokusu, kemik ve eklemde ağrı, hassasiyet ve sertlik gibi semptomlar daha yaygın olarak bilinse de bazı vakalarda göğüste ve göğüs kafesinde yoğun, keskin ve bıçak saplanıyormuşçasına bir ağrı da görülebilmektedir. Bunun bir nedeni fibromiyaljinin üst kaburgaları göğüs kemiğine bağlayan kıkırdağın iltihaplanmasına neden olduğunda ortaya çıkan kostokondrit adı verilen bir durumdur. Hastanın yaşadığı göğüs ağrısı, kalp sıkışması ya da kalpteki bir problemle karıştırılabilir. Her zaman olduğu gibi doğru teşhis önemlidir. Fibromiyalji ayrıca göğsün herhangi bir yerinde iltihaplanma, ağrı, sertlik ve kas spazmlarına da neden olabilir. Olası bir başka neden ise fibromiyaljinin bölgedeki kasları, tendonları veya bağları etkilediğinde göğüs ağrısına neden olabileceğidir.

Semptomların şiddeti genellikle inflamasyonun derecesine bağlı olacaktır. Hareket, derin nefes alma veya basınçla kötüleşeceğinden hastanın atak anında sabit durup sabit nefes alıp vererek dinlenmesi önerilir.

Fibromiyalji, kaburgaları sternuma bağlayan kıkırdağı etkilediğinde, kostokondrite neden olabilir. Kıkırdak, eklemlerde bulunan esnek bir bağ dokusudur. Kaburgaları göğüs kafesine bağlayan kıkırdak, nefes alırken göğüs kafesinin genişlemesini sağlar. Bu nedenle, şiddetli kostokondriti olan kişiler derin nefes alırken zorluk çekebilir veya ağrı yaşayabilir.

Göğüs ağrısı şiddetli, uzun süreli, engelleyici veya sık olduğunda kapsamlı tedavi gerekli olabilir. Fibromiyalji tedavisinde fizyoterapi, egzersiz, psikolojik destek ve biorezonans metodu önemli bir yer tutar.

Yazının devamı...

Alkol, ülseratif koliti kötüleştiriyor

Ülseratif kolit, kalın bağırsağın ve rektumun astarının iltihaplanmasına neden olabilen inflamatuar bir bağırsak hastalığıdır. Ülseratif kolit ile alkol arasında bağırsağı da etkileyen bir bağlantı bulunur.

Son çalışmalar ülseratif kolit hastaları için alkolün zararlı etkilerini göstermektedir. Alkol, ülseratif kolite benzer şekilde sindirim sistemini tahriş eder ve hastalığın üzerine bir de bu etkinin gelmesi semptomları daha da kötüleştirebilir.

Alkol, ülseratif kolit hastaları için neden sakıncalıdır? Çünkü alkol iltihaplanmaya neden olur ve bağırsak bariyeri işlevine doğrudan zararlıdır. Bu faktörler ülseratif kolitli insanlar için ayrıca önemlidir, nitekim hastalık da iltihaplanmaya neden olur ve vücudun besinleri ne kadar iyi emebileceğini etkiler. Alkol tüketimi iltihaplı bağırsak hastalığı olan bir kişide semptomlara veya nükse neden olabilir.

Hem alkol hem de ülseratif kolit, sindirim sisteminde benzer etkilere sahip olduğundan, bu etkiler birbirini daha da kötüleştirebilir ve semptomları daha da kötüleştirebilir.

Birikmiş iltihaplanma ve artan bağırsak geçirgenliği, bazı kişilerin ani bir atak yaşamasına veya semptomlarının nüksetmesine neden olabilir. Uzun vadede, kişi karaciğeri ile ilgili sorunlar için daha fazla risk altında olabilir.

Hem ülseratif kolit, hem de alkol bırakma tedavisinde biorezonans metodundan etkin şekilde yararlanılabilmektedir.

Yazının devamı...

Migrende doğru bilinen yanlışlar

Migren dünya çapında binlerce kişinin ortak sorunu. Migren hastalarının yaklaşık yüzde 80’i zonklayıcı ağrı ile birlikte mide bulantısı, yüzde 30’u kusma problemi de yaşıyor. Vakaların yüzde 60'ında ağrı tek taraflı. Ayrıca migreni olan hemen hemen herkesin ışığa (yüzde 90) ve sese (yüzde 80) karşı hassasiyeti yüksek. Şimdi migrenle ilgili doğru bilinen yanlışları inceleyelim.

1- Migren ciddi bir rahatsızlık değildir.

Migrenin ciddi bir rahatsızlık olmadığını düşünenler çoğunlukla migren hastaları değil onların yakınlarıdır. Çünkü migren hastaları için migren iş ve sosyal yaşamlarını kısıtlayan, güçten düşüren ve yaşam kalitelerini ciddi ölçüde azaltan bir durumdur. Bu durum başlı başına migrenin ciddi bir rahatsızlık olduğunu kanıtlamakla birlikte örneğin hemiplejik migrende felç riski de bulunur.

2- Migren sadece bir baş ağrısıdır.

Migren temelde bir baş ağrısı bozukluğu olmakla birlikte sadece baş ağrısından ibaret değildir. Baş ağrıları migrenin sadece bir belirtisidir. Başın tamamını kaplıyormuş veya başın bir tarafından diğerine kayıyormuş gibi hissedilen orta ila şiddetli zonklayıcı baş ağrısına şunlar da eşlik edebilir:

-Seslere, kokulara, ışığa karşı aşırı hassasiyet.

-Bulanık, parlak / yanıp sönen noktalar ya da dalgalı / pürüzlü çizgiler gibi görme bozuklukları.

-İştahsızlık, mide bulantısı, kusma.

-Boyun tutulması.

-Sinirlilik, depresyon.

3- Kafein migrene neden olur.

Kafein migrene neden olmaz ama bazı kişilerde tetikleyici olabilir. Aşırı kafein kullanımı migren kronizasyonuna yol açabileceği gibi aşırı kafein tüketen kişinin aniden kafein tüketimini bırakması da migren ataklarını tetikleyebilir. 

4- Ağrı kesiciler migreni tedavi eder.

Ağrı kesiciler semptomları hafifletebilir ya da giderebilir, ancak migreni tedavi edemez.  

5. Migreni MR, EEG gibi tıbbi görüntülemeler olmadan teşhis etmek mümkün değil.

Bu da yanlış. Migren klinik bir tanıdır ve doğrulamak için herhangi bir görüntülemeye ihtiyaç duyulmaz. Görüntüleme yalnızca semptomlar net değilse veya nörolojik semptomlar veya uyarı işaretleri varsa endikedir. Ancak olası bir patolojiyi ekarte etmek için tıbbi görüntülemeye ihtiyaç duyulur.  

6- Hamilelikte migren tedavisi yapılamaz.

Özellikle ilk üç aylık dönemden sonra migren ilaçlarının pek çoğu alınabilmektedir. Bununla birlikte biorezonans tedavisi gibi herhangi bir yan etkisi olmayan tedavi yöntemleri de hamilelik döneminde rahatlıkla uygulanabilir.   

7- Vitamin, mineral takviyesi migreni tedavi edebilir.

Takviyeler migren baş ağrısı ataklarının tetiklenmesini önleyebilir, ancak tedavi etmez. Özellikle magnezyum, B2 ve D vitaminleri gibi takviyeler migren hastalarında önemli katkılar olmakla birlikte tek başlarına migreni tedavi etmekte yetersizdirler. 

Yazının devamı...

MS hakkında doğru bilinen yanlışlar

Multipl skleroz (MS), beyni ve omuriliği etkileyen kronik bir hastalıktır. Otoimmun hastalıklar grubunda yer alan MS, ömür boyu çeşitli semptomlarla kendini gösterir. Bu semptomlar arasında kas spazmları ve kas güçsüzlüğü, ağrı, uyuşma ve karıncalanma, hareket kısıtlılığı, konuşma ve yutma zorluğu, görme sorunlarını sayabiliriz. Ayrıca tükenmişlik sendromu, anksiyete ve depresyon gibi psikiyatrik çıktıları da olabilir.

Bazı durumlarda, hastalık zamanla yavaş yavaş kötüleşirken, bazı MS hastaları için semptomların kötüleştiği veya yeni semptomların ortaya çıktığı alevlenmeler söz konusu olur. MS ile yaşam zordur ancak doğru tedavi ve desteklerle hastanın yaşam kalitesi ve konforu artırılabilir.

Şimdi gelelim bu yazımızın konusu olan MS hakkında doğru bilinen yanlışlara…

1. MS'li herkes eninde sonunda tekerlekli sandalye kullanacaktır

Pek çok MS hastası tekerlekli sandalye kullanmaz. Hatta araştırmalar MS teşhisinden 15 yıl sonra, hastaların sadece yüzde 20’sinin yürümek için tekerlekli sandalyeye, koltuk değneği veya bastona ihtiyacı olduğunu göstermektedir.

2. MS hastası çalışamaz

MS hastaları bedenen kendilerini yormayan işlerde rahatlıkla çalışabilirler. Nitekim MS ile yaşayan insanlar genellikle teşhis edildikten sonra uzun süre çalışmaya devam etmektedir.

3. MS, ileri yaşlarda olur

Aslında MS'li çoğu insan ilk semptomlarını 20 ila 40 yaşları arasında yaşar. Her yaşta ortaya çıkabilmesine rağmen, 50 yaşından sonra MS gelişmesi nispeten nadir olarak kabul edilir.

4. MS hastaları egzersiz yapmamalı

Bu tamamen yanlış. Aksine egzersiz kas güçsüzlüğü, denge problemleri ve ağrı başta olmak üzere semptomları hafifletmeye yardımcı olacaktır. MS hastalarında egzersiz, güvenli ve etkili bir rehabilitasyon yöntemi olarak düşünülmelidir.

5. MS'li kişiler hamile kalmamalı

Annede MS olduğu için hamilelik otomatik olarak yüksek riskli değildir. MS hastası anne adaylarının bebeğinde, MS olmayan bir kadından daha fazla düşük veya doğumsal anomali riski yoktur.

6. MS ölümcüldür

MS yaşam boyu süren bir durum olmasına rağmen ölümcül değildir.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.