SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Diyabette 9 tıbbi efsane

Diyabet, yani şeker hastalığı oldukça sık rastlanan bir hastalık olmasına karşın semptomları kişiden kişiye farklılık göstermekte ve diyabet hakkında pek çok mit ortada dolaşmaktadır. Özellikle diyabet hastalarının yaşamını ve psikolojisini gereksiz yere olumsuz etkiledikleri için “tıbbi birer efsane” olarak niteleyebileceğimiz bu mitlere, diğer bir deyişle diyabet hakkında doğru bilinen yanlışlara açıklık getirmek gerekiyor.

1. Şeker yemek şeker hastalığına neden olur

Şeker yemek doğrudan şeker hastalığına neden olmaz. Ancak şekerli bir beslenme tarzını benimsemek, tip 2 diyabet için risk faktörleri olan aşırı kilo ve obeziteye yol açabilir. Kan şekeri seviyeleri diyabette önemli bir rol oynar. Ancak şekerin kendisi nedensel bir faktör değildir. Oysa şeker yemek şeker hastalığına neden olur, diye bilinir. Fakat hiç akla gelmeyecek bir risk faktörünün çok fazla soda içmek olduğu bilinmez. Örneğin 2013 yılında yayınlanan bir araştırmada, sürekli olarak soda içmenin tip 2 diyabet riski ile bağlantısı olabileceği bulunmuştur.

2. Diyabet ciddi bir hastalık değildir

Belki de diyabet çok yaygın olduğu için pek çok kişi diyabetin ciddi bir hastalık olmadığına inanır. Fakat bu yanlıştır. Diyabet ciddiye alınıp etkili bir tedavi uygulanmazsa kardiyovasküler hastalıklar, sinir hasarı, böbrek hasarı, körlük, cilt rahatsızlıkları ve işitme bozukluğu gibi risklere yol açabilen ciddi bir hastalıktır.

3. Diyabet yalnızca obezitesi olanları etkiler

Aşırı kilo ve obezitenin, tip 2 diyabet ve gebelik diyabeti için risk faktörleri olduğu doğrudur. Ancak aşırı kilolu ya da obez olmayan bir kişi de diyabete yakalanabilir. Tüm diyabet hastaları aşırı kilolu olmadığı gibi, tip 1 diyabetin vücut ağırlığı ile hiçbir ilişkisi yoktur.

4. Obezite her zaman diyabete yol açar

Obezite diyabet riskini artırsa da kaçınılmaz olarak hastalığa yol açmamaktadır.

5. Diyabet körlüğe ve amputasyona yol açar

Diyabetin nihai sonucunun körlük ve özellikle bacağın kesilmesi gibi ampütasyon olduğu söylenegelir. Neyse ki bu da bir efsanedir. Diyabetin bazı durumlarda körlüğe ve ampütasyona yol açabileceği doğru olsa da bu kaçınılmaz bir son değildir. Ve tedavilerini dikkatli bir biçimde takip eden hastalar bu gibi sonuçlarla çok nadir karşılaşmaktadır.

6. Diyabetli kişiler araç kullanmamalıdır

Diyabet teşhisi, hastanın araba kullanmayı otomatik olarak bırakması gerektiği anlamına gelmez. Ancak ciddi derecede düşük kan şekeri seviyeleri veya görme problemleri gibi diyabetle ilgili komplikasyonlar yaşayan kişilerin araba kullanma becerilerinin etkilenip etkilenmediğini öğrenmeleri için doktora başvurmaları gerekir.

7. Diyabetli kişiler aktif olamaz

Tam tersine, aslında egzersiz diyabetin yönetiminde önemli bir bileşendir. Aktif ve hareketli bir yaşamın yanı sıra programlı bir şekilde bir uzman gözetiminde egzersiz yapmak, diyabette risk faktörleri olan aşırı kiloların önlenmesine ve kan basıncını düşürmeye yardımcı olur. Ayrıca vücudun insülini daha iyi kullanmasına da yardımcı olabilir.

8. Diyabet bulaşıcıdır

Patojenler şeker hastalığına neden olmaz, dolayısıyla diyabet hastasının bir başkasına taşıyabileceği bulaşıcı bir materyal de yoktur.

9. Bazı doğal ürünler diyabeti iyileştirir

Herhangi bir ürünün diyabeti tedavi edebileceğine dair tüm iddialar yanlıştır. Şifalı bitkiler de birer ilaçtır ve kan şekerini tehlikeli seviyelere indirecek şekilde etkileşime girmeleri olasıdır. Bu nedenle doktorunuza danışmadan doğal da olsa hiçbir ürünü kullanmamalısınız.

Yazının devamı...

Yumurtalık kanseri ve kilo

Yumurtalık kanseri ve kilo alma arasında nasıl bir bağlantı var?

Yumurtalık kanseri, yumurtalıklardaki veya fallop tüplerindeki hücrelerin kontrolsüz bir şekilde büyümeye başlaması ve sonunda vücudun diğer bölgelerine yayılmasıyla oluşur. Ne yazık ki, insanlar genellikle hastalığı yalnızca ileri evrelerde, yayıldığında ve tedavisi daha zor olduğunda tespit ederler.

Yumurtalık kanseri olan kişiler neden kilo alır ve bu normal midir?

Yumurtalık kanserinin semptomları arasında, insanların kilo alımıyla ilişkilendirebileceği karnın şişmesi ve şişkinlik hissi yer alır. Yumurtalık kanseri olan bazı kişiler kanser tedavileri nedeniyle kilo alabilir. Kilo alımına neden olabilecek kanser tedavileri arasında hormon tedavisi veya kemoterapi bulunur. Bazı kanser ilaçları vücudun aşırı miktarda su tutmasına neden olur ve dolayısıyla kilo alımına yol açar. Yumurtalık kanseri olan hastalar, daha fazla yemek yemenin ve daha az egzersiz yapmanın bir sonucu olarak kilo alabilir. Fazla yemek yemenin nedeni bazı hastalar için psikolojiktir, endişeli ya da stresli hissettikleri için fazla yemek yerler. Bazıları ise tok mideyle gördükleri tedaviye ilişkin daha az mide bulantısı hissettikleri için fazla yemek yerler. Yumurtalık kanseriyle ilişkili kilo alımı sadece bu kanser türüne özgü değildir. Benzer nedenlerle kilo alımı, meme kanseri ve prostat kanseri gibi diğer hastalık formlarında da ortaya çıkabilir.

Yumurtalık kanseri belirtileri

Erken evrede yumurtalık kanseri olan kişilerde hiçbir belirti görülmeyebilir. Kanser ileri bir aşamadayken semptomların ortaya çıkması daha olasıdır. Bununla birlikte, semptomlar spesifik olmayabilir ve farklı rahatsızlıkların neden olduğu semptomlarla karıştırılabilir.

Yumurtalık kanserinin yaygın belirtileri ve semptomları arasında şunları sayabiliriz: Karnın şişmesi, şişkinlik, yemek yerken çabuk tok hissetmek, karın veya pelvik tabanda ağrı, sık ve acil idrara çıkma ihtiyacı. Yumurtalık kanserinin diğer belirti ve semptomları ise, kabızlık, açıklanamayan yorgunluk, mide bulantısı, daha ağır ve düzensiz regl.

Yumurtalık kanserininkilere benzer belirti veya semptomlara sahip olduğunuzda, başka hiçbir belirgin neden oluşmasını beklemeden bir doktora görünmelisiniz. Ayrıca eğer yumurtalık veya meme kanseri olan yakın akrabalarınız varsa yine bir doktora görünmeleri gerekir, çünkü bu, bu kanserleri geliştirme riskinizin daha yüksek olduğunu gösterebilir.

Yumurtalık kanseri tedavisi

Lokal tedaviler: Lokal tedaviler tümörü vücudun geri kalanını etkilemeden belirli bölgelerde hedef alır. Cerrahi ve radyasyon tedavisi, yumurtalık kanseri için iki ana lokal tedavi türüdür.

Ameliyat: Çoğu yumurtalık kanseri türü için ana tedavi cerrahidir.

Radyasyon tedavisi: Bu tür tedavi, kanser hücrelerini öldürmek için yüksek enerjili X ışınları veya diğer enerji türlerini kullanır.

Sistemik tedavi: Sistemik tedaviler, vücudun neresinde olurlarsa olsunlar kanser hücrelerini tedavi etmek için kan dolaşımından geçen ilaçlardır. Doktorunuz bu ilaçları ağızdan verebilir veya doğrudan kan dolaşımına verebilir. Kemoterapi, hormon tedavisi ve hedefe yönelik tedavi, genellikle yumurtalık kanserini tedavi etmek için kullanılan sistemik tedavilerdir.

Kemoterapi: Bu tedavi, kanser hücrelerinin büyümesini ya öldürerek ya da bölünmelerini engelleyerek durdurmak için ilaçların kullanılmasını içerir. Doktorlar ameliyattan önce kemoterapiyi büyük tümörleri küçültmek ve ameliyatı kolaylaştırmak için veya ameliyattan sonra kalan kanser hücrelerini öldürmek için kullanabilirler.

Hormonal tedavi: Bu terapi, kanserle savaşmak için hormonları veya hormon bloke edici ilaçları içerir. Bazı kanserler büyümelerini hızlandırmak için hormonlara güvendiklerinden, bu eylemi engelleyen veya durduran ilaçlar potansiyel olarak onlarla savaşmaya yardımcı olabilir.

Biorezonans tedavisi: Kanser hücrelerinin ters frekanslarının verilmesi suretiyle nötrleştirilmesini, yani kanser hücrelerin vücuttan elemine edilmesini sağlayabilmektedir. Ayrıca bağışıklığı güçlendirici etkisinden de faydalanılabilir.

Yumurtalık kanserine bağlı kilo alımıyla nasıl mücadele edilebilir?

Yiyecek porsiyon boyutlarını kısıtlamak kilo alımıyla mücadeleye yardımcı olabilir. Ayrıca bir uzmana danışarak düşük kalorili bir diyet benimsemek, su tutulmasına neden olabileceğinden yiyeceklerdeki tuz miktarını sınırlamak, şeker tüketmemek de gerekir. Izgara ve buharda pişirme gibi az yağlı, düşük kalorili pişirme tekniklerini kullanabilirsiniz. Ayrıca kırmızı et yerine tavuk veya balık tercih edebilirsiniz. Düzenli olarak yürümek ve egzersiz yapmak gibi stresi azaltmaya yardımcı olan aktiviteler yapabilirsiniz.

Yazının devamı...

Karaciğer yetmezliği

Karaciğer yetmezliği, karaciğerin işlevini yitirdiği ve acil tedavi gerektiren, yaşamı tehdit eden bir durumdur. Karaciğerin birçok işlevi vardır. Bunların en önemlileri safra üretmek, glikojen depolamak ve kan dolaşımından toksinleri uzaklaştırmaktır. Karaciğer yetmezliği kronik veya akut olabilir. Akut karaciğer yetmezliği olan kişilerde karaciğer hızla işlevini kaybeder. Kronik karaciğer yetmezliği olanlarda ise, karaciğer daha uzun süre işlevini kaybeder.

Bu yazıda, karaciğer hastalığının evreleri ve nedenleri, semptomları, tedavisi ve önlenmesi dahil olmak üzere hem akut hem de kronik karaciğer yetmezliğine daha ayrıntılı olarak bakıyoruz.

Karaciğer hastalıkları ve aşamaları

Karaciğer hastalığı ile karaciğer yetmezliği arasındaki farkı anlamak önemlidir. Karaciğer hastalığı, karaciğere zarar veren ve işlevini etkileyebilecek herhangi bir durumu ifade eder. Karaciğer yetmezliği ise, karaciğerin işlevselliğin bir kısmını veya tamamını kaybetmesi anlamına gelir. Karaciğer hastalığı sıklıkla karaciğer yetmezliğine neden olabilir.

İltihap: Karaciğer hastalığının erken aşamalarında karaciğerde iltihaplanma oluşabilir. Bu durum fark edilmeyebilir ancak tedavi edilmezse iltihap karaciğerde kalıcı hasara neden olmaya başlayabilir.

Fibroz: İltihaplı karaciğer tedavi edilmezse yara izi gelişmeye başlayabilir. Karaciğerde aşırı yara dokusu birikmesine karaciğer fibrozu denir. Zamanla fazla skar dokusu sağlıklı karaciğer dokusunun yerini alır. Yara dokusu oluşmaya başladığında, karaciğer eskisi kadar iyi çalışmayabilir. Yara dokusu ayrıca kanın karaciğerden akmasını durdurabilir.

Siroz: Bu aşamada sert skar dokusu, karaciğerin yumuşak, sağlıklı dokusunun yerini alır. Bu aşamada insanlar tipik olarak semptomları fark etmeye başlar. Siroz, karaciğer kanseri de dahil olmak üzere potansiyel olarak komplikasyonlara yol açabilir. Tedavi edilmezse karaciğer düzgün çalışmayabilir ya da hiç çalışmayabilir. Tedavi ile karaciğer hasarını durdurmak ve geciktirmek mümkündür.

Son dönem karaciğer hastalığı (ESLD): Kronik karaciğer yetmezliği olarak da adlandırılır. Bu noktada, hastanın karaciğer fonksiyonu o kadar bozulmuştur ki, karaciğer nakli yapılması gerekmektedir.

Karaciğer yetmezliğinin nedenleri

Akut ve kronik karaciğer yetmezliğinin nedenleri farklılık gösterir. Bazı durumlarda, karaciğer yetmezliğinin nedeni bilinmeyebilir.

Akut karaciğer yetmezliğinin olası nedenleri arasında aşırı dozda ilaç kullanımı, Wilson hastalığı, Reye sendromu, Budd-Chiari sendromu sayılabilir. Kronik karaciğer yetmezliğinde ise, yaygın bir neden uzun süre aşırı miktarda alkol alınmasıdır. Ayrıca obezite, yüksek kolesterol veya tip 2 diyabet de tetikleyici etkenler arasındadır. Öte yandan bazı toksik kimyasallara maruz kalmak da akut veya kronik karaciğer yetmezliğine neden olabilir.

Karaciğer hastalıklarının semptomları

İshal, mide bulantısı, vücudun sağ tarafında, kaburgaların hemen altında rahatsızlık, bilinç bulanıklığı, karın içinde sıvı birikmesi, kan kusma gibi semptomlar olduğunda acil olarak doktora başvurmak gerekmektedir.

Karaciğer hastalıklarının daha ileri aşamalarını yaşayan kişilerde şu belirtiler olabilir: Sarılık, kolay morarma veya kanama, şişmiş bacaklar veya karın, koyu idrar, kaşıntılı cilt, kan kusma.

Karaciğer hastalıklarının tedavisi

Karaciğer hastalığının tedavisi, hastalığın evresine ve altında yatan nedene bağlı olarak değişkenlik gösterir. Bir kişi iltihaplanma veya fibroz aşamasında tedavi görürse, karaciğerdeki hasarı tersine çevirme olasılığı oldukça yüksektir.

Antiviral ilaçlar: Karaciğer hastalığının nedeni viral hepatit ise, kişi antiviral ilaçlara ihtiyaç duyabilir.

Bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar: Bu tür ilaçlar, bağışıklık hepatiti yaşayan kişilerde kullanılır.

Yaşam tarzı değişiklikleri: Karaciğer hastalığının nedeni alkol veya obezite ile ilgiliyse bu yönde yaşam tarzı değişikliğine gidilmesi gerekecektir.

Biorezonans tedavisi: Hastanın toksik yükünü hafifletmeye, bağışıklığı düzenlemeye, virüslerle savaşmaya ve karaciğer fonksiyonlarını desteklemeye önemli ölçüde yardımcı olur.

Karaciğer diyalizi: Karaciğer hastalığının sonraki aşamalarında olan bir kişi karaciğer diyalizi gerektirebilir. Bu işlem, karaciğerin yapamadığı toksinleri kan dolaşımından çıkarmaya çalışır.

Karaciğer nakli: ESLD vakalarında, bir kişi karaciğer nakli gerektirebilir. Bu prosedür son derece karmaşıktır ve uygun bir donörün mevcudiyetine dayanır.

Yazının devamı...

Akciğer kanserlerinin hangisi daha iyidir?

Akciğer kanserleri iki ana gruba ayrılır: Küçük hücreli akciğer kanseri ve küçük hücreli olmayan akciğer kanseri. Farklı hücre yapılarına sahip bu türlerin ilerleme hızları, yayılma yolları ve görünümleri farklıdır. İsminden de anlaşıldığı gibi, küçük hücreli akciğer kanseri hücreleri mikroskop altında küçük ve yuvarlak görünür. Küçük hücreli olmayan akciğer kanserinin hücreleri daha büyüktür.

Akciğer kanseri hastalarının en sık sorduğu soruların başında “akciğer kanserlerinin hangisi daha iyidir” gelir. Bu soruya yanıt vermek için öncelikle akciğer kanseri türlerini inceleyelim.

Hem küçük hücreli, hem de küçük hücreli olmayan akciğer kanserinin birkaç alt tipi vardır. Küçük hücreli olmayan akciğer kanserleri arasında epidermoid (squamöz hücreli) akciğer kanseri, adenokarsinom (bronkoalveoler karsinom da), büyük hücreli karsinom, pleomorfik karsinom, karsinoid tümör ve sınıflandırılamayanlar sayılmaktadır. Küçük hücre kanserleri , belirli genlerin ekspresyonuna bağlı olarak değişir. Bazı türler diğerlerinden daha agresiftir, ancak genellikle küçük hücreli kanser, küçük hücreli olmayan akciğer kanserinden daha agresiftir.

Küçük ve küçük hücreli olmayan akciğer kanserleri benzer semptomlara neden olur. Bazen kanser daha sonraki aşamalara gelene kadar semptomlar ortaya çıkmaz. Küçük hücreli veya küçük hücreli olmayan akciğer kanseri olan bir kişi, kalıcı bir öksürük yaşayabilir. Akciğer kanserinin belirtileri arasında ayrıca nefes darlığı, hırıltılı solunum, yutma güçlüğü, boğuk bir ses, yorgunluk, iştahsızlık, göğüs ağrısı, yüzde ve boyun damarlarında şişme sayılabilir. Küçük ve küçük hücreli olmayan kanserlerin semptomları benzerdir, ancak küçük hücreli kanser daha hızlı yayılır.

Küçük ve küçük hücreli olmayan kanserin nedenleri ve risk faktörleri de benzer olma eğilimindedir. Her iki tip akciğer kanseri için de ana risk unsurlarının başında sigara gelmektedir. Özellikle küçük hücreli akciğer kanseri olan hastaların neredeyse tamamı sigara geçmişine sahiptir. Diğer risk unsurları arasında dumana maruz kalma, hava kirliliği, yaşlılık, arsenik ve diğer kimyasallara maruz kalma, radyasyona geçmişte maruz kalma, asbest, nikel, krom, is veya katrana maruz kalma, ailede akciğer kanseri öyküsü ve HIV yer almaktadır.

Kanserin evresi, vücutta ne kadar yayıldığını tanımlar. Evreleri tanımlamak için temelde şu yaklaşım benimsenir:

Lokalize: Bu, kanserin yalnızca bir yerde olduğu anlamına gelir.
Bölgesel : Kanser yakın dokulara yayılmıştır.
Uzak: Kanser vücudun diğer bölgelerine, örneğin karaciğere yayılmıştır.

Evre 0 veya "in situ karsinom" da vardır. Bu aşamada prekanseröz hücreler olabilir. Bunlar henüz kanser değildir, ancak zamanla kötü huylu hale gelebilirler.

Akciğer kanserinin 0 evresi, bir doktorun kanserli hücreleri geleneksel görüntüleme yöntemleriyle tespit edemediği anlamına gelir, ancak testler mukusta veya vücudun başka yerlerinde kanser öncesi hücreleri ortaya çıkarır.

Akciğer kanseri evrelerini küçük hücreli ve küçük hücreli olmayan gruplar bazında özel olarak ele alacak olursak:

Küçük hücreli olmayan akciğer kanseri evreleri:

Evre 1
: Kanser sadece akciğerlerdedir.
Evre 2: Kanser yakındaki lenf düğümlerine ulaşmıştır.
Evre 3: Kanser göğüsteki diğer lenf düğümlerine, muhtemelen göğsün ortasındakilere veya diğer tarafına yayılmıştır.
Evre 4: Kanser her iki akciğere ya da vücudun diğer bölgelerine yayılmıştır.

Küçük hücreli akciğer kanserinin evreleri:

Sınırlı evre: Bu, kanserin göğsün bir tarafında olduğu anlamına gelir. Bir akciğerde ve muhtemelen yakındaki lenf düğümlerinde olabilir.
Geniş aşama: Kanser göğsün diğer kısımlarına ve diğer organlara yayılmıştır.

Sonuç olarak küçük hücreli akciğer kanseri nispeten daha hızlı büyüme ve yayılma eğilimi gösterirken, yine küçük hücreli akciğer kanseri kemoterapiye daha iyi ve hızlı yanıt vermektedir. Akciğer kanserinin tedavisinde en iyi sonuç alınabilen grubun tipik karsinoid tümörler olduğu bilinmektedir. Akciğer kanserlerinin biorezonans metodu ile tedavisinde ise her aşamadaki hasta için tedavi uygulanabilmekte ve farklı seviyelerde faydalar sağlanabilmektedir. Tıpkı kanser tedavisinde etkin bir tamamlayıcı tedavi metodu olan biorezonans alanında son 12 yılda tedavisine destek verdiğimiz yüzlerce kanser hastamızın her birinin kendisine özel psikolojik ve fiziksel durumlarına, hastalığın yapısı ve boyutuna göre değişmek üzere farklı seviyelerde faydalar sağlandığı gibi…

Yazının devamı...

Ozon tedavisi nedir?

Hücrelerin oksijenlenmesini artırma açısından ozon tedavisi, inanılmaz bir gençleştirme (anti-aging) aracı olmasının yanı sıra çeşitli kronik hastalıklar için bir tedavi yöntemidir. Ozon tedavisi bağışıklık sistemi üzerindeki etkilerinden dolayı kanserin yanı sıra akut veya kronik viral, fungal veya bakteriyel enfeksiyonları hedefleyen tedavi planlarının bir bileşeni olarak da kullanılabilir. Dolayısıyla ozon tedavisi Covid-19 pandemisine karşı bağışıklık sistemimizi güçlendirerek kendimizi korumanın etkin yollarından biridir.

Ozon, karşılaştığı mikropların yüzde 99’unu öldürür

T hücreleri, B hücreleri ve NK (veya doğal öldürücü) hücreleri gibi tek çekirdekli kan hücreleri bağışıklık sistemimizde önemli bir rol oynar. Kanser ya da enfeksiyonel rahatsızlıklar karşısında mononükleer kan hücreleri, diğer hücrelerle iletişim kuran moleküler haberciler olan sitokinleri üretir. Çeşitli işlevlere sahip birçok sitokin kategorisi vardır. Bazı sitokinlerin anti-viral etkileri vardır; diğerleri, virüsler, bakteriler veya mantarlar gibi yabancı istilacılara karşı koruyucu bir yanıt olarak iltihabı tetikler. Diğerleri T hücrelerini düzenler; ayrıca anti-tümör etkilerinden sorumludur. Bağışıklık sistemimiz sitokinlerin etkisiyle mikropları öldürebilir, viral replikasyonu kontrol edebilir ve kanser hücrelerini öldürebilir. Sağlıklı bir bağışıklık sistemine sahip olmak için sitokinlere ihtiyacımız var. Sitokinlerin işleyiş sistemini anlamamız, spesifik sitokinlerin kanser, enfeksiyonlar ve otoimmün rahatsızlıkları tedavi etmek için kullanılmasına yol açmıştır.

Ozon aynı zamanda doğrudan mikrop öldürücüdür, maruz kaldığı virüs ve bakterilerin yüzde 99'unu öldürür. Bu nedenle su ve hava için endüstriyel sterilizasyon yöntemi olarak yaygın olarak kullanılmaktadır. İnsanlarda medikal ozon şeklinde doktor kontrolünde kullanılabilmektedir.

Ozon ve enfeksiyonlar

Araştırmalar, ozon tedavisinin Ebola dahil olmak üzere çeşitli şiddetli enfeksiyonların tedavisinde etkili olduğunu göstermiştir. Ozonun doğrudan cidal kapasitesi ve sitokin modülasyonu üzerindeki etkisinden dolayı enfeksiyonların tedavisinde etkili olduğu, ayrıca ozon tedavisinin uygulanmasının ardından artan oksijen kullanımı ve geliştirilmiş mitokondriyal fonksiyona sahip olduğu teorileştirilmiştir.

Ozon tedavisi nasıl uygulanır

Medikal ozon tedavisi, tıpta majör ve minör tedavi olarak uygulanır. Ozon tedavisi almanın birçok farklı yolu vardır. Doktorunuz sizin ve tedaviniz için en iyi seçeneği önerecektir. Ozon gazının solunması akciğerlerde tahrişe sebep olduğundan sakıncalıdır. En sık kullanılan majör ozon terapi uygulaması hastadan kan alınarak tedavinin yapılması şeklindedir. Hastadan alınan 50 ila 100 ml kan, ozonla karıştırıldıktan sonra hastaya geri verilir. Minör yöntemde ise aynı prensiple ozonlanmış 3-5 ml kan intramusküler yolla hastaya geri verilir. Kan görmeye dayanamayan kişilerde kliniğimizde ozonlanmış serum da damar yolu ile hastaya verilebilmektedir. Ozon tedavisinin rektal yolla uygulanması da mümkündür. Kulağa hoş gelmese de rahatsızlık verici değildir, kişi herhangi bir rahatsızlık hissetmez.

Siz de gerek koronaya karşı bağışıklığınızı güçlendirmek, gerek vücudunuzdaki mevcut bağışıklığınızı yoran patojenlerle savaşmak, gerekse kendinizi daha iyi ve zinde hissetmek için ozon tedavisi almaya uygun olup olmadığını merak ediyorsanız bizimle iletişime geçmekten çekinmeyin.

Yazının devamı...

Prostat kanseri evreleri

Prostat kanseri evreleri

Prostat kanseri yaygın bir kanserdir. Meni üreten ve spermin işlevini koruyan prostat bezini etkiler. Prostat kanseri özellikle erken evrelerde tedavi edilebilir.

Prostat kanseri de dahil olmak üzere kanserleri evrelemenin farklı yolları vardır. Doktorunuz kanser hücrelerinin ne kadar ilerlediğine ve ne kadar yayılmış olabileceğine bakarak evreye karar verecektir.

Genel olarak kanseri evrelemenin en basit yolu, orijinal bölgesinden ne kadar uzağa yayıldığına bakmaktır.

Lokalize kanser: Kanser hücreleri başladıkları bölgede kalır. Prostat kanseri için prostat bezi içinde kalır.

Bölgesel kanser: Kanser yakındaki dokulara ve muhtemelen yakındaki lenf bezlerine yayılmıştır, ancak vücudun diğer bölgelerine yayılmamıştır.

Uzak kanser: Kanser vücuda yayılmıştır ve akciğer, karaciğer gibi diğer organları etkilemiştir.

Prostat kanserinde doktorlarınkanser hücrelerini değerlendirmek için kullandıkları diğer iki önemli faktör, prostata özgü antijen (PSA) ve Gleason skorudur.

PSA seviyeleri: PSA, prostat ile ilgili bir problem olduğunda daha yüksek seviyelerde çıkar. Normalde kandaki PSA seviyeleri çok düşüktür, hatta testle tespit edilemeyecek kadar düşüktür. Ancak prostat kanseri gibi bazı durumlarda PSA seviyeleri yükselmeye başlar. PSA seviyeleri yüksekse bu doğrudan prostat kanserine yorumlanmaz, ancak şüphe uyandırır. Çünkü PSA’nın yükselişinden sorumlu olabilecek enfeksiyon ya da cinsel uyarılma gibi durumlar da söz konusu olabilir. Dolayısıyla doktorunuz prostat kanseri olup olmadığınızı anlamak için daha fazla test isteyecektir.

Gleason skoru: Farklı türdeki kanser hücreleri farklı türde davranır. Bazı türler daha agresiftir ve daha kolay yayılabilir. Gleason skoru, tümörün büyümesi ile ilgili bilgi verir. Gleason skorunda 3, yavaş büyüme anlamına gelir (göreceli iyi huylu tümör). 9 ise, hızlı büyüme anlamına gelir (saldırgan tümör).Prostat dokularında bulunan kanser hücrelerinin türü ise biyopsi ve ameliyatla belirlenebilir.

Prostat kanseri evrelerini tanımlamada özetle şunlar dikkate alınmaktadır:

Prostat kanseri evre 1: Kanserli hücreler vardır, ancak tümör küçüktür ve yalnızca bir bölgeyi etkilemektedir. Gleason skoru ve PSA seviyeleri düşüktür. PSA 10'un altındadır. Sınıf grubu 1'dir ve Gleason skoru 6 veya daha altındadır. Bu aşamada gözle görülür hiçbir belirti olmayabilir. Tümör, rektal muayene ya da ultrasonda görünmeyebilir. Rutin tarama, kanserin bu aşamada tespiti ve erken tedavi açısından önem taşımaktadır.

Prostat kanseri evre 2: Tıbbi testler halen bir tümörün varlığına ışık tutmayabilir. Ancak bu aşama ilerledikçe rektal muayene ve ultrasonda değişiklikler tespit edilebilir. Kanser henüz prostat bezinin ötesine yayılmamıştır. PSA puanı 10–20 arasındadır. Erken evre 2 tümörü evre 1'dir ve evre 2'nin sonraki aşamalarında 3'e yükselir. Gleason skoru 6 – 8 aralığındadır.

Prostat kanseri evre 3: Kanser prostat bezinin ötesine yayılmıştır. Meni oluşturmaya yardımcı sıvı salgılayan bezler olan seminal veziküllere ulaşmış olabilir. Ancak mesaneye veya rektuma ulaşmamıştır. PSA değeri 20 veya üzerinde seyredebilir. Sınıf grubu 3. evrenin başında 1-4; daha sonra 3. evrenin sonunda 9-10’a kadar yükselir.

Prostat kanseri evre 4: Kanser, mesane, rektum veya lenf düğümleri gibi yakındaki organlar da dahil olmak üzere diğer bölgelere yayılmıştır. Kemikler ve karaciğer gibi uzak organlara da yayılmış olabilir. Prostat kanseri vücudun diğer bölgelerine yayıldığında buna metastatik prostat kanseri denir. Sınıf grubu, Gleason skoru ve PSA seviyeleri değişken olabilir.

Özellikle erken evrelerde prostat kanserinin etkin tedavisi mümkündür. Kanserin evresi, derecesi, kişinin yaşı ve genel sağlık durumu ile kişinin tercihleri tedavinin seyrini belirleyen etkenler olacaktır. Kimi vakalarda düzenli sağlık kontrolleri ile temkinli bir bekleme süreci, kimi vakalarda prostat bezinin çıkarılmasına yönelik cerrahi müdahale, kimilerinde kemoterapi, radyoterapi, hormon tedavisi, immunoterapi, fotodinamik terapi, proton ışını radyasyon tedavisi gibi seçenekler önerilebilir. Prostat kanserinin tanı ve tedavisinde etkin yollardan biri de biorezonans metodudur. Biorezonans metodu ile kişinin vücudu biofiziksel açıdan baştan aşağı kapsamlı bir şekilde tarandığında ve parmaktan alınan birkaç damla kan yine biofiziksel açıdan test edildiğinde kanser şüphesi ile ilgili önemli ipucu yakalanması mümkündür. Erkekleri etkileyen yaygın bir kanser türü olan prostat kanserinin tedavisinde de biorezonans metodundan destek almak mümkündür. Ameliyat, kemoterapi, radyoterapi gibi modern tıbbın öngördüğü diğer yaklaşımlarla eş zamanlı olarak, bunların öncesinde ya da sonrasında biorezonans terapisi alınabilir.

Yazının devamı...

Sedef hastalığı akciğere etki

Sedef hastalığı akciğerleri nasıl etkiler?

Sedef hastalığının kronik inflamatuar etkileri akciğerler başta olmak üzere iç organlara kadar uzanabilir. Dolayısıyla sedef hastalığı olanlar genel olarak sistemik komplikasyonlar açısından risk taşımaktadır. Riski azaltmak için sigarayı bırakmak, tedavi planını ve risk unsurlarını doktorunuzla yakından takip etmek faydalı olacaktır. Sedef hastalığı olan herkes akciğer komplikasyonu geliştirmez ancak artan risk nedeniyle önleyici tedbirler almak yararlıdır.

Sedef hastalığı yaygın inflamasyona neden olan otoimmün bir rahatsızlıktır. Sedef hastalığı, cilt ve akciğerler de dahil olmak üzere vücudun diğer kısımlarını etkileyebilir. Kişiyi akciğer hastalığı, kalp hastalığı, kanser ve artrit gibi birçok komplikasyon için risk altına sokar. Sedef hastalığı olan kişilerde KOAH gelişme riski daha yüksektir.

Sedef hastalığı, bir otoimmun sistem hastalığıdır. Beyaz kan hücrelerinin aşırı aktif hale gelmesine ve ciltteki iltihaplanmayı tetikleyen kimyasallar üretmesine neden olur. Bu iltihaplanma, akciğerler de dahil olmak üzere vücudun diğer kısımlarını da etkileyebilir. Ayrıca bağışıklık sistemini baskılayan sedef hastalığı ilaçları, akciğer hastalığı geliştirme riskini artırabilir. Sedef hastalığının en belirgin semptomu kırmızı, iltihaplı cilt ve beyaz pullu döküntülerdir. Sedef hastalarından insülin direncinin de tetkik edilmesi önem taşır.

Sedef hastalığının çeşitli akciğer bağlantılı hastalıklarla ilişkisine baktığımızda karşımıza çıkanları şöyle özetlemek mümkün:

- Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), akciğerlere hava akışını bozan ve nefes almayı zorlaştıran bir hastalıktır. Sedef hastalığı ile KOAH arasındaki bağlantıyı incelendiğinde, sedef hastalığı olan kişilerin genel popülasyona göre KOAH gelişme riskinin daha yüksek olduğu, özellikle şiddetli sedef hastalığı olan kişilerde riskin daha yüksek seyrettiği bilinmektedir.

- Sedef hastalığı gibi sarkoidoz da akciğeri ve diğer organları etkileyen enflamatuar bir hastalıktır. Sarkoidoz, organlarda granülom adı verilen anormal iltihaplı doku kitlelerinin oluşmasına neden olur. Araştırmalar, sedef hastalığı olan kişilerin sarkoidoz geliştirme olasılığının daha yüksek olduğunu, yine özellikle şiddetli sedef hastalığı olan kişilerde sarkoidoz gelişme olasılığının daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur.

- İnterstisyel akciğer hastalığı, akciğer dokusunda ilerleyici ve kalıcı skarlaşmaya neden olan pulmoner fibroz ve asbest dahil bir grup bozukluğu tanımlar. 2017 yılında yapılan bir çalışmada, araştırmacılar sedef hastalığı olan kişilerin, en sık idiyopatik pulmoner fibroz olan interstisyel akciğer hastalığı geliştirme riskinde artış olabileceğini bulmuştur.

Akciğer hastalığının erken uyarı semptomları ise şunlar olabilir: Nefes almada zorluk, nefes darlığı göğüs ağrısı, kanlı ve sekiz haftadan uzun seyreden öksürük, hırıltılı solunum, kronik mukus üretimi. Burada saydığımız tüm durumlar zaman yitirmeden doktora başvurmanızı gerektirir.

Sigara içmek bir kişinin KOAH, pnömoni ve akciğer kanseri gibi bir dizi akciğer hastalığı geliştirme riskini artırır. Sedef hastalığı olan kişilerin sigara içmesi daha şiddetli semptomlara sahip olabilir. Sigarayı bırakmak için, sedef hastalığının ya da burada adı geçen akciğer hastalıklarının tedavisinde biorezonans metodundan etkin şekilde yararlanabilmek mümkündür.

Yazının devamı...

Polimiyalji ve fibromiyalji

Polimiyalji ile fibromiyalji arasındaki farklar nelerdir?

Miyalji terimi kas ağrısı anlamına gelir. Hem fibromiyalji hem de polimiyalji kaslarda ağrı ve gerginliğe neden olur. Fakat diğer semptomları, nedenleri ve tedavileri açısından gösterirler. Doğru tedavi için doğru tanı koymak önemlidir.

Polimiyalji ve fibromiyalji hem isim benzerliklerinden, hem de her ikisi de vücutta kas ağrısına neden olduğu için karıştırılabilmektedir. Aslında farklı nedenlere dayanan rahatsızlıklardır. Hatta bir kişi hem polimiyalji hem de fibromiyalji hastası da olabilir.

Polimiyalji romatizması, iltihaplı bir artrit şeklidir. Fibromiyalji geleneksel iltihap belirtileri göstermez, ancak bazı araştırmalar iltihabı da içerebileceğini düşündürmektedir.

Polimiyalji ve fibromiyalji birer otoimmün hastalık olarak kabul edilir. Otoimmün bozukluklar vücudun yanlışlıkla sağlıklı dokuya saldırmasına neden olur. Fibromiyalji ağrısının ayrıca, bedensel bir yaralanma olmamasına rağmen vücudun ağrıyı algılamasını sağlayan aşırı aktif sinirlerden kaynaklandığı da düşünülmektedir. Bu, fibromiyaljinin beyin ve sinirlerin hissi algılama biçimi nedeniyle ortaya çıkabileceği anlamına gelir.

Hem polimiyalji hem de fibromiyalji erkeklere oranla kadınlarda daha sık görülür. Polimiyalji genellikle 55 yaşın üzerindeki kişilerde, fibromiyalji ise genç ve orta yaşlılarda yaygındır.

Fibromiyaljili insanlar genellikle vücudun her iki tarafında, genellikle 18 kilit noktada ağrı yaşarlar. Polimiyaljisi olan insanlar ise genellikle omuzlarında, sırtlarında ve kalça kemerinde sertlik ve ağrı hissederler.

Hem polimiyalji hem de fibromiyalji, kronik ağrı şikayetine bağlı olarak depresyona neden olabilir. Fibromiyaljisi olan insanlar ayrıca zaman zaman odaklanma güçlüğü ve zihinlerinde bulanıklık hissedebilirler.

Her iki hastalık da kasların ve eklemlerin sertleşmesine neden olabilir. Polimiyalji genellikle bir saatten az süren sabah sertliğine neden olur.

Fibromiyaljisi olan birçok insan uyumakta zorlanır.

Bir kan testinin sonuçları polimiyaljiyi gösterebilir. Fibromiyaljide ise bir kişinin vücutta yaygın kronik ağrısı olduğunda ve doktor başka bir neden bulamadığında fibromiyalji teşhisi konulabilmektedir. Bir kişinin fibromiyaljisi olup olmadığını tek bir test belirleyemez. Ancak, belirli kilit noktalarını arayan bir fizik muayene yardımcı olabilir. Doktorunuz ayrıca romatoid artrit ve polimiyalji gibi enflamatuar durumları ekarte etmek için kan testi isteyebilir.

Kan testleri genellikle polimiyaljiyi teşhis edebilir. Polimiyaljili çoğu insanın kanında yüksek seviyelerde inflamatuar proteinler bulunur. Kırmızı kan hücreleri de iltihaplanma özelliği olan değişiklikler gösterebilir.

Doktorunuz ayırca romatoid faktör için biyopsi veya kan testi de isteyebilir. Bu testler polimiyaljisi olan kişiler için standarttır, ancak diğerleri için standart değildir.

Polimiyalji tedavisinde çoğunlukla kortikosteroidler tercih edilir. Fibromiyaljide ise semptomları azaltmaya yönelik olarak antidepresanlar, merkezi duyarlılığı hedefleyen fibromiyaljiye özgü ilaçlar ve çeşitli ağrı kesiciler kullanılabilmektedir. Polimiyaljiden farklı olarak, fibromiyaljiyi tedavi etmek için doğru ilacı bulmak çoğunlukla bir deneme yanılma süreci gerektirir.

Fibromiyaljide de, polimiyaljide de biorezonans tedavisinin yaklaşımı ortaktır: Otoimmun hastalıklara yönelik tedavi yaklaşımı kullanılır. Bağışıklık başta güçlendirilmez, vücudun patojen yükleri temizlenir, daha sonra ağrıların giderilmesine yönelik tedavi uygulanır. Fibromiyalji için gerek ilaç tedavisi, gerekse tamamlayıcı olarak yararlanılabilen biorezonans tedavisinin yanında programlı bir egzersiz çalışması sürdürülmesi de tedaviyi güçlendirir.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.