SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Alerji yorgunluk yapar mı?

Alerjiler bağışıklık sistemimizi yormakla kalmaz, vücudumuzu da yorabilir.Alerjik hastaların pek çoğunda kronik yorgunluk görülebilmektedir. Alerjilerin insanlara yorgun hissettirmesinin birkaç sebebi vardır.

Öncelikle kimyasal düzeyde baktığımızda, vücut bir alerjenle temas ettiğinde, bağışıklık sisteminin kimyasallar ve antikorlar salarak vücudu savunmaya çalışması yorgunluğa yol açabilir. Alerjenle temas sonucunda kişinin bağışıklık sisteminde aktive olan antikorlar, immünoglobulin E adı verilen bir tiptir ve vücuttaki mast hücrelerinde bulunurlar. Mast hücreleri, cilt, bağırsak ve solunum yolları gibi bölgelerde bulunur. Bu hücreler histamin adı verilen bir kimyasal depolar ve alerjik reaksiyona yol açan bir alerjenle temas karşısında histamin salgılarlar. Histamin ve immünoglobulin E antikorlarının salınmasının yanı sıra enflamatuar bir tepki, kaşıntı, şişme, solunum yolları tıkanıklığı ve yorgunluğa neden olabilir. Yani alerjik reaksiyonlar vücutta enflamatuar bir yanıta da neden olabilmekte, bu durum da kişiyi yorgun ve halsiz hissettirebilmektedir.

Alerjik reaksiyonların kimyasal düzeyde yol açtığı bu yorgunluğun yanı sıra, tıkanıklık, öksürme ve hapşırma gibi alerji semptomları kişinin uyku düzenini bozarak yorgunluk hissinin daha da artması sonucunu doğurabilir. Örneğin alerji kaynaklı burun tıkanıklığı nedeniyle uykusuzluk yaşanabilir.

Yorgunluğun üçüncü bir olası nedeni alerji ilaçlarıdır. Psödoefedrin ve antihistaminikler gibi dekonjestanlar uyuşukluğa neden olabilir ya da uyku düzenini olumsuz etkileyebilir. Bu da kişinin ertesi gün yorgun hissetmesine neden olabilir.

Alerji yorgunluğu ile mücadele etmek içinöncelikle alerjilerin tedavisine yönelmek gerekmektedir. Alerji tedavisinde ortalama 10-12 haftada sonuç verebilen etkili yöntemlerden bir tanesi biorezonanstır. Biorezonans yönteminin alerji tedavisine biofiziksel açıdan yaklaşır. Biorezonansın temeli olan hastalıklı hücrelere yaydıklarının tam aksi yönde frekans yollayarak nötrleştirme yaklaşımı alerjenler için de geçerlidir. Bu yolla alerjenlerin vücuttaki frekans izleri silinerek tedavi sağlanabilir. Biorezonans ile alerji tedavisinde başarı oranı yüzde 90’lardadır. Biorezonans tedavisinde herhangi bir kimyasal takviyesi kullanılmadığından risksiz ve yan etkisizdir. Ayrıca biorezonans terapileri elektrotlar aracılığıyla uygulandığından herhangi bir rahatsızlık, acı da hissedilmeyecektir.

Alerjilere bağlı olarak ortaya çıkabilen kronik yorgunluk, huzursuzluk, odaklanma güçlüğü gibi durumlar iş kaybına, çocuklarda ise dikkat eksikliğine bağlı olarak öğrenme güçlüğü ve okulda devamsızlığa yol açabilmektedir. Alerjilerin yaşam kalitemizi kısıtlaması, bağışıklığımızı ve bedenimizi yormasına göz yummamalıyız. Zira bu durum bağışıklık sistemimizi güçsüz düşürerek ortaya çıkan kanserden depresyona kadar pek çok hastalığa zemin hazırlayabilir.

Yazının devamı...

Reflüde erken tedavi şart

Aramızdaki pek çok kişi yemek yedikten sonra mide ekşimesi, mide yanması diye tabir edilen bir acı çekiyor. Bu acı, gastrik asidin yemek borusuna yukarı doğru akması ve mukoza zarını tahriş etmesinden ileri gelmektedir. Özellikle zor sindirilen, ağır, yağlı, baharatlı, kızartma türü yiyeceklerden sonra ara sıra oluşan yanma hissi sağlıklı beslenme ile kontrol altına alınabilirken, mide ekşimesi / mide yanması şikayetinin kronikleşmesi durumunda reflüden söz edilir. Bu durumda mide ile yemek borusu arasındaki kasın görevini yapmaması nedeniyle gastrik asit yemek borusuna ve gırtlağa kadar çıkarak bu bölgede yanma hissi oluşturmaktadır. Yanma / ekşime şikayetine geğirme, hıçkırık, bulantı, sternumun arkasındaki basınç hissi gibi semptomlar da eşlik edebilir. Bazı insanlarda reflü, sabah ses kısıklığı, boğaz temizleme ihtiyacı veya öksürük ile de kendini gösterebilir. Bunun nedeni yükselen mide suyunun ses tellerini ve faringeal mukozayı tahriş etmesidir.

Reflünün nedenleri ve risk faktörleri arasında stres, sağlıksız beslenme, aşırı kilo, hamilelik, alkol ve sigara kullanımının yanında mide girişindeki sfinkterin zayıflığı veya disfonksiyonu, bazı ilaçlar, diyafram rüptürü, helikobarter pylori başta olmak üzere çeşitli hastalıklar da yer alır. Doktorun hastanın fiziki muayenesinin yanı sıra endoskopi, PH testi, manometri ile araştırma yapması da gerekebilir. Mide yanması ara sıra başınıza geldiğinde zararsız olabilirken, bunun kronik bir hal aldığı reflü şikayeti mutlaka tedavi gerektirmektedir. Zira reflü ilerlerse gastrite, gastrit ise ülser oluşmasına neden olabilir. Ayrıca enflamatuar süreçler yemek borusunda skar benzeri darlıklara ve yutma güçlüğüne de yol açabilir. Haftada iki ve daha sık şekilde mide yanması / mide ekşimesi şikayeti yaşıyorsanız mutlaka doktora gidiniz.

Mide yanması / mide ekşimesi şikayeti olan pek çok kişi anti-asit ilaçlara sıklıkla başvurmaktadır. Bu ilaçların bilinçsiz bir şekilde aşırı kullanımı da başta ishal ve kabızlık olmak üzere demans, böbrek yetmezliği, bağırsak enfeksiyonu, kanser gibi hastalıklara zemin hazırlar. Bu ilaçlarla mide asidini tamamen ortadan kaldırmak bir çözüm değildir. İlaçların mutlaka hekim denetiminde kullanılması gerekir. Ayrıca aslolan asidi bloke etmek değil, reflüyü tedavi etmektir.

Reflünün tedavisinde ilaçlı ve cerrahi tedavilerin yanında biorezonans metodundan da tamamlayıcı bir tedavi metodu olarak yararlanmak mümkündür. Cerrahi seçenek daha çok hem reflü, hem de mide fıtığı olan hastalara önerilmektedir. Biorezonans metodu mide fıtığı için de destekleyici bir tedavi yaklaşımı sunar. Elbette tüm tedavilerin yanında hastanın sağlıksız beslenme alışkanlığının da giderilmesi gerekmektedir.

Yazının devamı...

Kansere bütüncül yaklaşım

4 Şubat Dünya Kanser Günü. Kanser ile ilgili toplumsal bilinci artırmak amacıyla belirlenmiş bir tarih. Hem aile bireylerinde kanser vakası yaşamış bir insan, hem de bir hekim olarak bu 4 Şubat Dünya Kanser Günü’nde benim farkındalık mesajım şu: Kanser önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalıktır ve bunun için ihtiyacımız olan hızlı, uyumlu ve entegratif bir mücadeledir.

Öncelikle kanser teşhisi konulduğunda, bu ölümle sonuçlanacak bir yolculuğa çıktığımız anlamına gelmez. Toplumun bu yöndeki karamsar ve yanlış bakış açısı aşılması gereken ilk bariyerdir. Kanser hastaları için ikinci aşamada çoğunlukla kabulleniş gelir ve ardından kanserle nasıl savaşabileceği yönünde sorgulama ve arayış başlar. İşte umut ancak bu noktada doğar. Hasta ve yakınlarının tüm olumsuz yorumlara kulaklarını tıkayıp mümkün olduğunca pozitif düşünmeleri ve yaşamlarının olağan akışını sürdürmeleri önemlidir. Burada tek fark, hepimizin her an başına gelebileceği gibi bir herhangi bir hastalık hayatlarına girmiştir ve sonunda hastalık bittiğinde hayat yine devam edecektir.

Kanser hastalığının tedavisine ne kadar erken başlanırsa o kadar iyi netice alınması mümkün olmakla birlikte her seviyede modern ve tamamlayıcı tıbbın sunduğu tedavi yaklaşımları vardır. Kanser tedavisinde modern tıbbın sunduğu ameliyat, kemoterapi, radyoterapi, ilaç gibi tedavi şekillerinin yanı sıra biorezonans tedavisi, ozon tedavisi, serum takviyesi, yüksek doz C vitamini takviyesi gibi birçok destek vardır. Beslenme, hemen her hastalıkta olduğu gibi kanser hastalığının tedavisinde de kritik bir role sahiptir. Kanser hastalarına özel beslenme planları tedaviye büyük ölçüde destek vermektedir. Çoğu vakada hastanın ve yakınlarının psikolojik açıdan destek alması önemlidir. Tüm bunların doğru bir kombinasyonu, kanseri tedavi edilebilir bir hastalık kılar.

2008 yılında önce o an için 32 haftalık hamile olan kız kardeşim meme kanserine, hemen ardından da annem karın zarı kanserine yakalanmışlardı. Her ikisi de kanserin en kötü özelliklerini taşıyorlardı ve hatta annemin ömrünün birkaç ayla sınırlı olması bekleniyordu. Bu süreci öncelikle bir hasta yakını olarak deneyimledim. Kız kardeşim ve annemin tedavileri modern tıbbın uygun gördüğü şekilde önce ameliyat, ardından kemoterapi ile sürerken bir yandan da o dönem yeni tanıştığım biorezonans metodu ile tedavilerine destek vermiş, bu doğrultuda o zaman tahmin bile edemeyeceğim “biorezonans ile kanser tedavisi” alanında yeni ve uzun bir yolculuğa çıkmıştım.

Kanser tedavisinde biorezonans

Bu yolculuk yaklaşık 12 yılda yüzlerce kanser hastası ile yaptığımız biorezonans ve ozon tedavileri ve uluslararası konferanslarda konuşmacı olarak uygulamalarımızı tüm dünya hekimleri ile paylaşmamla bugüne dek ulaştı. Bu arada kız kardeşim ve annemin durumlarını merak ediyorsanız hemen söyleyeyim ki ikisi de çok şükür iyiler. Kendilerine uygulanan altı aylık tedavi sonucunda tek bir kanser hücresi bile kalmadı. Kız kardeşim, geride bıraktığımız yıllarda üçüncü kez anneliği tattı.

Son 12 yılda tedavisine destek verdiğimiz yüzlerce kanser hastamız oldu. Her birinin kendisine özel psikolojik ve fiziksel durumlarına, hastalığın yapısı ve boyutuna göre değişmek üzere farklı seviyelerde faydalar sağlandı.

Elbette hiçbir yöntemden tek başına mucize beklememeliyiz. Biorezonans yöntemi, ne tek başına mucizenin adıdır, ne de kemoterapi, radyoterapi gibi modern tıbbın sunduğu önerilerin bir alternatifidir. Biorezonans yöntemi, kanser tedavisinde etkin bir tamamlayıcı tedavi yaklaşımı sunar. Bunu en önemli rolü olan bağışıklık sistemini güçlendirebilmesi, toksik yükü azaltabilmesi, kanser hücrelerinin frekanslarını tespit edip ters frekanslarının verilmesi yoluyla nötrleştirebilmesi maharetine dayandırır. Ayrıca kanser oluşumunda büyük rol oynayan kronik enfeksiyonların giderilmesi, asit baz dengesini destekleyen tedavi protokolleri, matrix arınma ve çeşitli detoks terapi programları ile kanserden korunma amaçlı terapi sistematiği de sunmaktadır. Bilindiği gibi, her hücrenin kendine özgü bir titreşimi, yani frekansı vardır. Kanser hücreleri de bir frekansa sahiptir. Biorezonans tekniği, kanser hücrelerinin kişiye özel olarak yaydıkları frekansları tespit etme ve ters frekansları yoluyla nötrleştirme imkanı verir. Her bireyin her doku ve hücresinin frekansları tıpkı parmak izinde olduğu gibi kendisine özgü olduğundan doğrudan hastalıklı bölgeye özel bir tedavi yapılabilmektedir.

Kanser hastaları için biorezonans, ameliyat öncesi ya da sonrasında, kemoterapi, radyoterapi gibi diğer uygulamalarla eş anlı olarak da uygulanabilir. Bırakın kemoterapi, radyoterapi ile negatif etki oluşturmayı, aksine kemoterapinin etkinliğini arttırırken, bulantı, kusma, halsizlik gibi yan etkilerini azaltabilmektedir. Biorezonans metodunun hiçbir yan etkisi yoktur.

Yazının devamı...

Alzheimer’a meydan “okuyun”

Her unutkanlığı Alzheimer ya da demans tanısıyla değerlendiremeyiz. Ancak unutkanlık sorununa hesap yapmada, plan yapmada, sorun çözmede, sorumluluk almada, kendini ifade etmede, mantıklı düşünmede, sosyalleşmede zorluklar, eşyaları yanlış yere koyma (terliği buzdolabına gibi) gibi sorunlar da eşlik ediyorsa doktora başvurmanız gerekiyor demektir. Özellikle 60 yaş üzerindeki yakınlarınızda bu gibi tablolarla karşılaşıyorsanız onlara kızmak ya da yaşları gereği normal olduğunu düşünerek ihmal etmek yerine doktora götürün. Çünkü bu durumlar, beyindeki bazı değişikliklerden kaynaklanıyor. Aslında 60 yaş üzerinde yaşanan tüm unutkanlıkların mutlaka bir doktor tarafından değerlendirilmesi gerekiyor.

Alzheimer ve demans hastalıklarında tedaviye ne kadar erken başlanırsa o kadar etkili sonuç alınabileceği göz ardı edilmemelidir. Oysa bu hastaların yakınları hastalığı konduramadıkları ya da yaş almanın olağan bir göstergesi saydıkları için çoğunlukla doktorlarına geç başvurmaktadır. Unutulmamalıdır ki Alzheimer da, demans da ilerleyici hastalıklardır.

Alzheimer tedavisinde biorezonans

Biorezonans tedavisi, Alzheimer ve demans hastalığının tedavisinde izlenebilecek tamamlayıcı tedavi metodlarından biridir. Modern tıp uygulamalarının yanında biorezonans tedavisi, Alzheimer ve demans başta olmak üzere birçok nörolojik hastalığın tedavisine yönelik bir yaklaşımı sunar. Bu yaklaşımın temeli, hastalığı tetikleyen çevresel faktörler ve patolojik etkenlerin test edilmesi ve nötrleştirilmesine dayanır. Böylelikle hastaya daha konforlu bir yaşam sağlamak, hastalığın ilerleyişini yavaşlatmak ve hatta bazen önlemek mümkün olabilmektedir. Ayrıca hastanın vücudundaki elektromanyetik alan bozuklukları veya blokajların ortadan kaldırılması yoluyla biofiziksel dengesi de düzene sokulabilmektedir.

Bağışıklık sistemi güçlü olmayan kişilerde hastalık daha hızlı ilerleyeceğinden sinir ve beyin hücreleri kaybı daha hızlı yaşanacaktır. Bu anlamda da biorezonans tedavisi ile bu süreci yavaşlatmak ve durdurmak mümkündür.

Alzheimer ve demansta gözden kaçan risk unsuru: Eğitim

Kişinin eğitim ve entelektüel seviyesinin düşük olması, bu hastalıklara yakalanması adına bir risk taşıyan ve çoğunlukla gözden kaçırılan unsurlardır. Eğitim ve entelektüel merak arttıkça insanın bellek rezervi de genişler ve böylelikle hastalığa karşı koyma direnci artar. Bu nedenle okumak, bulmaca çözmek gibi zihin geliştirici aktivitelerde bulunmak, gündemi takip etmek, merak ve sürekli öğrenme hastalıktan korunmanın yanı sıra tedaviye de destek sağlayacak uygun bakım koşullarının bir parçasıdır.Ayrıca obezite, yüksek tansiyon ve kolesterol gibi şikayetler de hastalığın tablosunu kötüleştirebilen ve dolayısıyla eş zamanlı olarak tedavi edilmesi gereken durumlardır.

Her hastalıkta olduğu gibi Alzheimer ve demansta da sağlıklı beslenme büyük önem taşır. Bu hastaların doktor kontrolunda ginkgobloba cinsinden takviyeler alması, yumurta, süt ve süt ürünleri gibi B12 vitamini açısından zengin gıdaları tüketmesi faydalı olacaktır.

Yazının devamı...

Alerjilerle Mücadele Yolları

Çevrenizde şimdiye dek hiç olmadığı kadar sıklıkla alerji şikayeti olan kişilerle karşılaşıyor olabilirsiniz. Gerçekten de sanayileşmiş, şehirleşmiş ve doğal yaşamdan giderek uzaklaşmış dünyamızda özellikle son 50 ila 100 yıllık sürede alerjik hastalıkların görülme sıklığı ciddi oranda arttı ve artmaya devam ediyor. Örneğin Amerika Alerji, Astım ve İmünoloji Kurumu’nun verilerine göre, dünya çapında okul çağındaki çocukların yarısı, bir ya da daha fazla yaygın alerjene karşı duyarlılığa sahip durumda. Yine Amerika’da bulunan Alerji, Astım ve İmünoloji Cemiyeti’nin 2018 yılında açıkladığı verilere göre, Amerika’ya maliyeti yıllık 18 milyar doları aşan alerji şikayeti, her yıl 50 milyondan fazla yeni kişiyi etkisi altına almayı sürdürüyor.

Ülkemizde de durum pek yüz güldürücü değil. Türkiye Ulusal Alerji ve Klinik İmmünoloji Derneği’nden yapılan açıklamaya göre, her dört vatandaşımızdan birisi, herhangi bir alerjik hastalığa sahip.

Peki nasıl oluyor da zararsız olarak görülen süt, çim, çiçek, fıstık, balık gibi masum maddeler birer alerjen haline geliyor? Çünkü giderek sanayileştiğimiz için alerjik maddelerin içine bir de çevresel toksinler eklendi; çevre gittikçe bozulmaya başladı. Doğal beslenmeden uzaklaşıp rafine, kimyasal katkılı, paketli ürünler ağırlıklı beslenmeye yöneldik. Özellikle besin alerjileri ya da gıda intoleransları büyük oranda doğal beslenmemekten kaynaklanıyor. Ayrıca bağışıklık sistemimiz yorgun olduğundan daha çok alerjiye yakalanıyoruz. Doğaldan uzaklaştık. Özellikle de bebek ve çocuklardaki alerji vakalarının artışı bu yüzden.

Alerjiler yalnızca kaşıntı, hapşırık, kızarıklık, nefes darlığı, kusma gibi sonuçlarla kalmaz; alerjilerin en korkutucu boyutu anaflaktik şoktur ki bu da ani olan ve hastanın yaşamını tehlikeye sokabilen bir durumdur. Bu nedenle alerji şikayeti hafife alınmaya gelmez.

Alerjilerden nasıl korunmalıyız?

Peki çizdiğimiz bu karamsar tablodan kendimizi kurtarmak için neler yapacağız? Öncelikle yöremize ait doğal yiyecekleri tüketecek, başlıca alerjenlerden olan buğday ve inek sütü tüketimimizi mümkün olduğunca kısıtlayacak, doğal doğuma ve ilk altı ay mutlaka anne sütüne yöneleceğiz örneğin. Boyalı yiyecek tüketmediğimiz gibi temizlikten kişisel bakıma hayatımızın her alanında doğala yöneleceğiz. Evimizin güzel kokması için kimyasal solumayacağız. Isıtma ve havalandırma filtrelerimizi düzenli temizleyecek, yaz kış her gün evimizi de ciğerlerimizi de mutlaka temiz havayla buluşturacağız. Hafta sonlarımızı kapalı AVM’lerde değil, açık havada geçireceğiz. Tek tip diyetlere paye vermeyecek, mümkün olduğunca çeşitli ve tabii ki doğal besleneceğiz. Şeker tüketmeyeceğiz. C vitamini kullanımı ile bağışıklığımızı destekleyeceğiz. Bağışıklık sistemimizi yoran tüm unsurlardan uzak duracağız. Bu unsurlar arasında aşırı elektromanyetik yüklenime ya da strese maruz kalmaktan tutun da sigaradan bilinçsiz ilaç kullanımına kadar pek çok madde var. Ancak bunları hayata geçirmek sandığınız kadar zor değil. Yeter ki karar verelim.

Eğer alerjiler çoktan kapımızı çalmış ise “Modern tıptan başka tıp yoktur” demeyip Rusya’dan Çin’e, Almanya’dan Hindistan’a vatandaşlarını bambaşka yöntemlerle iyileştiren ülkelerin bilimsel çalışmalarından, geliştirdikleri yöntemlerden de yararlanacağız. Ev akarına karşı alerjimiz olduğu tespit edilmişse altında buğday intoleransını da araştıracağız. Alerjiyi vücudumuzu yoran bir yük olarak görüp geçiştirmek ya da baskılamak yerine tedavi etmeyi yeğleyeceğiz.

Alerji ve biorezonans

Alerji tanı ve tedavisinde kullanılan etkili yöntemlerden biridir biorezonans. Hastanın parmağından alınan birkaç damla kanda aralarında türlü alerjenlerin de bulunduğu 6 bini aşkın patojeni test etmek mümkündür. Üstelik hastaya alerji yaptığından şüphelenilen herhangi bir madde yüklemesi de olmadığından risk teşkil etmez. Hastanın verileri kapsamlı şekilde incelenir, sınırlı sayıda alerjen taraması yapılmaz, son derece kapsamlı bir inceleme yapılır. Burası önemlidir. Çünkü bazen şikayetçi olunan alerjinin altında hastanın henüz farkında olmadığı başka alerjiler de tespit edebiliyoruz. Ardından kişiye özel olarak biorezonans terapi programı oluşturulur. Ortalama vermek gerekirse alerji için biorezonans terapileri haftada bir uygulanan seanslarla üç ayda sonuçlanabilmektedir.

Biorezonansın herhangi bir yan etkisi yoktur. Bu yönüyle süt alerjisi olan bebeklerden eş zamanlı olarak farklı tedaviler gören hastalara kadar herkese uygulanabilir.

 

Yazının devamı...

Hacamat: Yanlış bilinenler

Yüzyıllardır bir tedavi yöntemi olarak uygulana gelen, günümüzde de tamamlayıcı tıbbın önemli bir üyesi olan hacamat (diğer adıyla kupa tedavisi), vücudumuzdaki ağır metal ve toksinlerden kurtulmanın ve böylelikle bağışıklığımızı güçlendirmenin en doğal ve etkili yollarından biri. Günümüzde Sağlık Bakanlığı'mızın "Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları" kapsamında yasal zemin bulan hacamat, yalnızca doktorlar tarafından uygulanabilmekte olup böylelikle gerek hijyen gerekse kişinin sağlık koşullarına uygunluk açısından çok daha sağlam bir zemin kazanmıştır.

Başta migren, hipertansiyon, kronik yorgunluk, fibromiyalji, MS, karaciğer yağlanması, adet düzensizlikleri, depresyon, romatizma, diyabet, hormonal dengesizlikler, cinsel fonksiyon bozuklukları, kısırlık, unutkanlık, dikkat eksikliği, kolesterol, fıtık, tükenmişlik sendromu olmak üzere pek çok hastalığın tedavisinde hacamattan destekleyici yöntem olarak yararlanılabilir. Sağlıklı bireyler de sağlıklarını korumak için detoks, ödem atılımı, bağışıklık güçlendirme, kan üretimini uyarma, beyin fonksiyonlarını canlandırma gibi amaçlarla hacamat yaptırabilirler. Hacamat uygulamasının sağlık açısından faydaları saymakla bitmeyecek kadar çokken herkesin her zaman hacamat yaptırması da doğru değildir. Bu nedenle mutlaka bu konuda eğitimli ve deneyimli bir hekime danışmak gerekir.

Frekanslı hacamat nedir?

Kliniğimizde hacamat uygulamasını, ileri teknolojiye dayalı bir tamamlayıcı tedavi metodu olan biorezonans ile bir arada uygulamaktayız. “Frekanslı hacamat” diye anılmaya başlanan bu yaklaşım, kansız bir tedavi şeklidir. Bu da hacamatın pek bilinmeyen bir versiyonudur. Hacamatta kullanılan kupalar, kan çekmek yerine insan vücudunun yaydığı çok düşük ölçekli frekanslara en yakın seviyede frekanslar kullanarak hastalanmış dokular ya da hastalığa yol açan virüs, mantar, parazit gibi patojenler anti-frekanslarının verilmesi suretiyle nötrleştirilebilmektedir. Geleneksel olarak hacamatta, kılcal damarlarda dolaşan kirli kanın vücuttan atılımı ve detoks mantığı öne çıkarken “frekanslı hacamat”ta kirli kandaki patolojik bilgilerin ters frekansını vererek nötrleştirme mantığını benimsiyoruz. Böylelikle genel, sistemik düzeyde kan ve lenf dolaşımını artırabiliyor ve otonom sinir sisteminin işleyişini iyileştirebiliyoruz. Düzenli olarak frekanslı hacamat uygulanan bireyler, toksinler ve metabolik atıklardan arınıyorlar ve kanserden migrene pek çok hastalığın tedavisine destek sağlanabiliyor.

Hacamat hakkında doğru bilinen yanlışlar

Gelelim hacamat hakkında doğru bilinen yanlışlara. Zira sağlıkla ilgili pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da gerek internette gerekse çevrenizde spekülatif ya da yanlış birtakım bilgilere rastlamış olabilirsiniz.

Yanlış:Kansızlık (anemi) şikayeti olanlar hacamat yaptıramaz.
Doğru: Hafif anemi durumlarında hacamat uygulanabilir ancak ileri düzeydeki anemi durumlarında uygulama yapılması sakıncalı olabilir. Bu konuda ileri seviyede bilgi ve deneyime sahip hekiminize güvenmelisiniz. Hacamat aynı zamanda kan yapımını uyarıp kansızlık (anemi) tedavisine de destek olabilir. Hacamatın önemli bir işlevi de karaciğer, dalak, kemik iliği gibi kan üretiminden sorumlu organları uyarmaktır.

Yanlış:Hacamat, kan kaybına neden olduğu için halsizliğe yol açar.
Doğru: Aksine hacamat vücudu ağır metal ve toksinlerden arındırarak yükünü hafifletir, kişinin kendini daha dinç hissetmesini sağlar. Uygun kişilere yapılan hacamatın hiçbir yan etkisi yoktur.

Yanlış:Hacamat herkes için uygun bir destekleyici tedavi yöntemidir.
Doğru: Hayır, hacamatın uygulanamayacağı durumlar vardır: Kalp pili taşıyan hastalar, panik atak geçirenler, organ nakli olanlar, regl ya da hamilelik dönemindeki hanımlar, kan pıhtılaşma oranı düşük kimseler, hemofili hastaları, böbrek yetmezliği olan hastalar, kemoterapi görenler. Bunun yanı sıra literatürde 2 yaş altı çocuklarda uygulanmaması gerektiği yer alır. Ayrıca hacamat, yara, yanık, ben, egzama, varis olan bölgelere yapılmaz.

Yanlış:Hacamat sonrası ciltte yaralar, morluklar ve acı oluşur. Hacamat, ciltte kalıcı iz bırakır.
Doğru: Hacamat bu alanda eğitim almış uzman bir hekim tarafından uygulandığında ve dolayısıyla uygun hijyen koşulları sağlandığında yara, morluk, acı gibi şikayetlere yol açmaz. Uygulama sonrası istirahat gerektirmez ve doğru yapılan hacamat, ciltte kalıcı iz bırakmaz.

Yanlış: Hacamat için doğru zaman hicri ayın ikinci yarısıdır.
Doğru: Sağlığın korunması ve bazı hastalıkların tedavisine destek olunması amacıyla yapılan hacamat uygulaması için özel bir tarih söz konusu değildir. Ancak İslami geleneğe göre hicri ayın 15. gününden başlamak üzere ay sonuna dek takip eden tekli günlerde (17, 19, 21, 23…) uygulanması uygun görülmektedir. Bazı inanışlara göre pazartesi geceleri yapılması uygundur. Ancak tedavi açısından bakıldığında gerekli görüldüğü her zaman hacamat yapılabilir.

Yanlış: Hacamat aç karnına yapılır.
Doğru: Uzun süre aç kalanlarda ve tansiyonu düşük olanlarda bayılma görülebilir. Buna dikkat etmek gerekir. Uygulama sonrasında birkaç saat süreyle hafif gıdalar alınabilir.

Yanlış: Hacamattan bir gün önce / bir gün sonra cinsel ilişkiye girilmemelidir.
Doğru: Literatürde böyle bir geçerlilik yoktur.

Yanlış: Hacamattan sonra 24 saat duş alınmamalıdır.
Doğru: Uygulama bölgesindeki kesiklerin kapanması için birkaç saat duş alınmayabilir. Ancak doğru uygulama yapılmış ise zaten birkaç saat içinde kesiler kapanmaya başlar.

Yanlış: Hacamattan sonra birkaç saat uyunmamalıdır.
Doğru: Uykunun hacamat açısından herhangi bir sakıncası yoktur.

Yazının devamı...

Sigarayı biorezonansla bırakın

Günde yaklaşık yarım paket sigara içen bir insan her gün beynine 300 nikotin vuruşu gönderiyor. Dünyada her yıl 6 milyon kişi sigara sebebiyle hayatını kaybediyor; bu sayı her 10 saniyede bir kişinin sigaradan ölmesi demek. Sigara dünyada ve ülkemizde önemli bir halk sağlığı sorunudur ve aynı zamanda önlenebilir ölüm nedenlerinden en önemlisidir.

Sigarayı bırakmaya karar verdiyseniz tebrikler, en önemli aşamayı geçtiniz demektir. Çünkü sigarayı bırakmak, onu bırakmaya karar vermekten, kendini buna hazır ve kararlı hissetmekten çok daha kolay olacak. Pek çok insan sigaranın zararlarını bilse de bırakamayacağını, gerçekten bırakmak istemediğini söylüyor. Bunun altında bıraktığında yaşayacağı yoksunluk hissi korkusu yatıyor. İyi haber şu ki; sigara bağımlılığından kurtulmayı gerçekten istiyor, fakat bir yardıma ihtiyaç duyuyorsanız, biorezonans metodu ile tek seansta sigarayı bırakabilirsiniz. Üstelik biorezonans metodu ile sigarayı bırakma başarısı tek seansta yüzde 85’tir!

Sigarayı bırakma isteğiyle bize başvuran hastalarımızda aradığımız tek koşul ise bağımlılıklarından kurtulmayı gerçekten istemeleri. Çünkü sigara bağımlılığının iki yönü var: Psikolojik ve fiziksel. Eğer psikolojik anlamda buna hazır değilseniz, öncelikle psikolojik olarak ek uygulamalarda bulunulması gerekebilir. Eğer bırakmayı istiyor ve kendinizi buna hazır hissediyor, ancak yine de bir desteğe gereksinim duyuyorsanız, sadece biorezonans terapisi ile tek seansta bu illetten kurtulabilirsiniz.

Biorezonans metodu ile sigara bıraktırma süreci, hastanın kararlılığı ve bağımlılığının psikolojik ve fiziksel yönlerinin değerlendirilmesiyle başlar. Gerektiğinde psikolojik ek uygulamalar verilir. Biorezonans, enerji tıbbının bir üyesidir, temeli kuantum fiziğine dayanmaktadır. Sigara bırakma seansı da vücudun enerji dengesi sağlanması, elektromanyetik kirliliğin yarattığı hücresel stresin temizlenmesi ile başlar.

Sigaranın içinde bilinen ve bilinmeyen 4 bini aşkın zehirli madde bulunur. Bunlar arasında bağımlılıktan sorumlu ana madde ise nikotindir. Tütünün sigara şeklinde içimi, nikotini beyindeki reseptörlere hızlı ulaştırmanın ve azami haz almanın en kolay yoludur. Nikotini bu şekilde almak, beyindeki ödül sistemi üzerindeki etkileri dolayısıyla nikotin bağımlılığına yol açmaktadır. Ve alınan nikotin, beyinde dopamin salınımına neden olmaktadır. Bu da sigara içiminin ödül sistemini ve tekrarlanma ihtiyacını yaratır. Sigarayı içtikten bir süre sonra dopamin miktarı azalınca kişide stres ve nikotin açlığı başlar.

Bir pakette neden 20 adet sigara vardır?
Bir tane sigara içildiğinde alınan nikotin miktarı, beynin ödül sistemindeki bütün nikotin reseptörlerini doldurmak için yeterlidir ve daha fazla içilmesi keyif vermez. Sigaranın boyutunun buna göre hazırlandığı bilinmektedir. Kişinin sigaradan tekrar haz alabilmesi için belirli bir zaman geçmesi gerekiyor. Nikotin reseptörleri ortalama 45 dakikada duyarlı hale gelir. Günde bir paket sigara kullanan kişi, ortalama 16 saat uyanık kaldığı var sayıldığında 45 dakikada bir dal sigara kullanırsa toplam 20 adet sigaraya ihtiyaç duyacaktır. Muhtemelen sigara paketlerinde 20 tane sigara olmasının nedeni de budur.Ancak kronik sigara kullanımı devam ettikçe beyindeki nikotin reseptör sayısında artış olur ve sigara kullanıcısı aşerme yaşamamak için doz arttırma ihtiyacı duymaya başlar.

Biorezonans, vücuttaki nikotin kaydını siliyor
Biorezonans metodu ile vücudun sigarayı hangi titreşimle tanıdığı tespit edilir ve biofiziksel olarak bu titreşim frekansının tam tersi üretilerek vücuda yollanır. Böylelikle vücuttaki alıcıların nikotin bilgisini sıfırlaması sağlanır. Bu yolla fiziksel bağımlılık giderilir. Bu aşamada hastaların tek seansta sigarayı bırakma istatistiği yüzde 85’tir. Çok nadiren destek programlarıyla yaşanan herhangi bir zorluk çözülebilir. Seans sonrasında çoğunlukla hastada yoksunluk belirtileri gözlenmez.

Psikolojik bağımlılık açısından baktığımızda, günlük rutine ilişkin alışkanlıkların değiştirilmesi önemlidir. Kimi hastalarda el alışkanlığı öne çıkmaktadır. Bu durumda sigara yerine tespih çekmek, kalem çevirmek, stres topu ile oynamak gibi alternatifler konabilir. Kimileri sigarayı sohbetin ayrılmaz bir parçası olarak görmektedir. Bu durumda sigara içmenin yasak olduğu ortamlarda bir araya gelinmesi, en azından bir süreliğine sigara içmeyen kişilerle görüşülmesi, aile üyeleri ve yakın çevreden bu dönemde anlayış ve destek istenmesi gerekecektir. Ayrıca sigarayı bırakan kişi kendisine ödüller verebilir. Sigaraya ayırdığı bütçe ile kendine hediyeler alabilir, en sevdiği restorana gidebilir, kısa bir geziye çıkabilir. Kişi sigara içmenin en sevmediği yönlerini sürekli hatırlayarak da psikolojik açıdan kendini destekleyebilir.

Özet olarak;

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.