SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Güzel Kardeşim Yüklenme Bize!

Geçtiğimiz 2 ay isyan bayraklarını çektiğim bir dönem oldu. Ay tutulmasıydı, Güneş tutulmasıydı, Merkür retrosuydu, Satürn daha da retrosuydu, sıcaklardı, hormonlardı, işlerdi vs, son 2 ayım kişisel olarak bayağı zor geçti. Biraz daha içime kapandığım, biraz daha sağlık sorunları ile baş etmeye çalıştığım, biraz daha az konuştuğum, biraz daha düşüncelerle boğuştuğum, biraz daha mutluluğa ihtiyaç duyduğum, biraz daha kırılgan olduğum bir dönemdi…

Şimdi suyun yüzeyi gözükmüş olsa da, henüz orada değilim.

Şüphesiz insanlar hassas dönemlerindeyken daha alıngan ve tepkisel olurlar. Bir şekilde sinyalleri veriyorlardır aslında ama işte çevredekiler kendi hayat kaoslarından burunlarını kaldıramadıkları için pek ilgi göstermezler. Diğerleri -ve aslında çoğu- ilgilenmemeyi tercih ederler. Çünkü hayatlarında negatif bir şey olsun istemezler. Çoğu insan da zor zamanlarda nasıl destek olunur bilemez, empati eksikliği çekenler de azımsanacak sayıda değil. Hepsine elbette ki kabul.

Hayatınızın zor bir döneminde olsanız da olmasanız da, bir yoga eğitmeni olarak yargılayıcı işaret parmağı daima üzerinizde. 2 x 2 = 4 kadar aşikâr. Söylediğiniz sözler en ince gramına kadar tartılıyor, hoşa gitmeyenlere karşı eleştiri bombardımanına tutuluyorsunuz, işin aslı astarı nedir öğrenme zahmetine girmeden kolayca kötücül sözler sarf edilebiliyor ve başkalarına yapılan eleştirilerden çok daha gaddar bir kıyıma uğrayabiliyorsunuz. Neden? Çünkü siz yoga hocasısınız. Herhangi bir şekilde tepkisel olmaya, insanların hoşuna gitmeyecek sözler sarf etmeye hakkınız yok. Kızmaya, alınmaya, kırılmaya zinhar hakkınız yok. Hele yapıcı olmayan sözler söylemeye, eleştirmeye ve tepkinizi ortaya koymaya asla! Çünkü siz, yoga hocasısınız.

Öncelikle elmalarla armutları ayıralım, tamam mı? Yoga hocası dediğin güzel kardeşim, öncelikle insan, insan! Daha doğrusu insan olmaya gayret eden ölümlü küçücük bir şey.

Yoga hocası ne değildir biliyor musun güzel kardeşim, mesela:
- Peygamber
- Aydınlanmış kişi
- Hayatın gizemini çözmüş zat
- Doğru ile yanlışı her zaman ayırt edebilen
- Ruhsuz hissiz bir insan
- Sinirleri alınmış
- Tepkilerini sürekli kontrol edebilen veya etmek isteyen
- Her daim gönül dili ile konuşan
- Her gün çiçek böcek Namaste ile yaşayan
- Asla kırılmayan
biri DEĞİL!

Yoga eğitmeni de tıpkı senin gibi güzel kardeşim, zihni ve kalbi arasında gidip gelen bir insandır. Zaman zaman kalbi ona doğru yolu gösterir, zaman zaman zihni yanıltır. Yoga camiasındakini neden daha fazla ayıplama hakkına sahip olasın ki? Neden “” diyerek başkalarına göre daha acımasızca yargılayasın ki? Bak sana bir haber güzel kardeşim, yoga eğitmeni de hata yapabilir, sana göre kötü düşünebilir, sana göre kötü konuşabilir veya davranabilir. Bu kesin bir bilgi. Ama söyleyeceklerim bitmedi, henüz dağılmayalım.

Yoga ile haşır neşir olan insanlara yapılan bu yersiz yakıştırmadan biraz sıkıldığım bir dönem oldu anlayacağınız üzere. Okumakta olduğunuz yazı da bu zamanın bende yarattığı düşünceler sonucunda yazıldı. Eminim birçok yoga eğitmeni de benzer süreçlerden, yoga eğitmenleri ile ilgisi olmayan etiketlerden, yargılamalardan ve orantısız tepkilerden payını almıştır. İşte tüm bu sebeplerden dolayı diyorum ki güzel kardeşim, yüklenmeyin bu kadar çok yogacılara.

Son bir not.

Evren’de her şeyin bir sebebi olduğuna inanıyorum. Ve her şeyin de bir gidişatının… İnsan denen ruh, kısacık yaşamı süresince bir üst versiyona çıkmak üzere programlanmıştır. Yani yıllar geçtikçe, daha olgun, daha anlayışlı, daha toleranslı, daha sevgi dolu, daha güzel kalpli, daha iyi bir insan olmak üzere yeryüzündeki yolculuğumuz devam eder. Taa ki bir sonraki yaşamımıza kadar. Bana göre tabi… Bu kural şüphesiz yoga hocaları için de geçerli. Şuna gönülden inanıyorum, biri yoga eğitmeni olmuşsa, muhtemelen onun başka insanlara göre daha fazla kusuru vardır, “düzeltilecek” yanı, geliştirilecek tarafları, iyiye doğru daha çok evrilmesi gereken bir ruhu ve mutluluğa daha çok ihtiyacı. Bu sebeple başkası değil, o kişi yoga eğitmeni olmuştur. Çünkü bu yolda “iyi bir insan” olma hedefine daha çabuk gidilebilir. Kendi potansiyelini süratli bir şekilde geliştirirken etrafına iyilik, neşe ve sevgi yayma konusunda daha hızlı ilerlemeyi sağlayabilir yoga. Hani o yüklendiğin yoga eğitmeni var ya güzel kardeşim, işte Evren güzel bir ayarlama yaparak onu seçmiştir ve yoga yolunu onun önüne bir lütuf olarak sermiştir. Kendini düzeltme fırsatını yakalasın diye. Daha mutlu olsun, daha mutlu etsin diye. O senin yargılayarak olmasını beklediğin sinirlerinden arınmış iyilik meleğine dönüşsün diye.

Şimdi daha az uğraşacaksın değil mi yogacılarla güzel kardeşim?

Yüklenme.

Bu kadar yüklenme yoga eğitmenlerine.

Sana da NAMASTE güzel kardeşim.

ARYA Esra E. Karaosmanoğlu

“Acemi Yogi”

Ağustos 2019

Instagram: acemiyogi

Yazının devamı...

Yeni Nesil Yoga

Son 15-20 yılda yoga tarzları mantar gibi çoğaldı. Onlarca yeni nesil yoga türedi. Kimileri sırf “element uydurmak” için, kimileri ise gerçek bir ihtiyaca cevap vermeyi amaçlıyor. Yoga’nın kendini yenilemesi, gözden geçirmesi, ve hatta düzeltilmesi olmayacak şeyler değil. 20 yıl önce Yoga eğitiminde öğrendiğim bazı “gerçekler” bugün tıp dünyası tarafından afaroz edildi. Bunlar elbette işin çok detayında olan değişiklikler ancak tıbbî bakış açısının değişkenliği ne derece Yoga’da bir arayış içinde olunmasını gerektiriyor çok emin değilim.

Yeni tıbbi yönlendirmeler çerçevesinde mevcut Yoga pratiğimizi şekillendirebiliriz ama bunun haricindeki uğraşlar bana “Yoga” gibi gelmiyor. Belki bu icatlara “yeni nesil kültür fizik” veya “Yoga’dan esinlenen fiziksel hareketler” diyebiliriz.

Bir gün oturdum üşenmedim, internetten bulabildiğim tüm yeni nesil Yoga tarzlarını listeledim. Eminim unuttuklarım çok vardır, ancak bulduğu başlıca çiçeği burnunda Yoga tarzlarını paylaşmak istiyorum:

Tavana asılı bir kumaştan destek alarak ve havada bazı yoga pozları gerçekleştirmeye yönelik Areal Yoga;

Bir ashtanga-vinyasa karışımı olan ve kişiyi hedefe daha hızlı getirmeyi amaçlayan Roket Yoga ;

Çoğu akrobatik hareketlerden oluşan ve bir çalışma eşi ile uygulanan Akro Yoga;

Durgun sularda özel bir sörf tahtasının üzerinde yapılan pozlardan oluşan Sup (Stand Up Puddleboard) Yoga;

Suda yapılan ritmik jimnastik hareketlerine çok benzer pozlar içeren Su Yogası (Water Yoga);

1970’lerde Batı’da yaygınlaşan, 40 derecede ve belirli bir nem oranında ısıtılmış bir odada gerçekleştirilen Bikram Yoga’nın benzeri olarak Sıcak Yoga;

Kabile dansları ve yoga pozlarını harmanlayan kişinin kendini daha serbest bırakmasını amaçlayan Buti Yoga;

Yasal olan yerlerde marihuana alımı ile kişinin kendini daha özgür hissetmesini amaçlayan Ot Yogası (Weed Yoga) veya Yüksek Yoga (High Yoga) ();

Dört ayaklı dostlarımızla birlikte ve onlarla daha derin bir iletişimde gerçekleştirebileceğimiz yoga pozlarından oluşan Doğa Yoga(Nature Yoga);

At sırtında yapılan pozlardan oluşan Binicilik Yogası (Horseback Yoga);

Sadece erkeklerin katıldıkları Broga Yoga ();

Çocukluğumuzdan hatırlayacağımız hula hoop (çember) ile yoga pozlarının karışımı olan Hoop Yoga;

İki ağaç gibi, birbirinden uzak iki sabit desteğe bağlanan bir ipin üzerinde yoga hareketleri yapmayı amaçlayan Slackline Yoga;

Batı’ya ilk gelişi 1960’larda olan fakat uzunca bir süre unutulduktan sonra tekrar canlanan, katılımcıların çıplak yoga yaptıkları Nü Yoga (Nude Yoga);

İnsanların birlikte doyasıya gülebildikleri bir ortam yaratmaya çalışan Kahkaha Yogası (Laughter Yoga).

Muhtemelen benim tespit edemediğim daha onlarca başka Yoga tarzı vardır. Bazılarının geleneksel Yoga prensiplerine aykırı olduğunu (öneğin Weed Yoga ve Nude Yoga gibi), bazılarının ise Yoga’dan çok, bir ihtiyaca cevap verdiğini düşünüyorum (örneğin Laughter Yoga gibi). Bir başka grup da geleneksel Yoga pozlarının farklı bir ortamda uygulanması olarak görülebilir (örneğin Sup Yoga gibi), ancak burada da temel öğretilerde bize aktarılan denge noktaları, kaldırma güçleri değiştiğinden, sakatlanma risklerinin de artabileceğini varsaymak gerekir.

Tüm dünyada olan yeni nesil Yoga tarzı geliştirme çabalarını görmezden gelemeyiz ancak bunların insan sağlığı üzerindeki güvenilirliği, sakatlanma risklerindeki değişimler, kemik-kas ve bağ dokusu üzerindeki etkileri ve sempatik/parasempatik sinir sistemimiz üzerindeki yansımalarını hata payı olmaksızın tespit edebileceğimiz bir tarihçe ve deneyim mevcut değil. Bir tarafta deneysel ve insan sağlığı açısından etkileri bilinmeyen oluşumlar, diğer taraftan 5000 yıldır test edilmiş bir Yoga öğretisi var. Siz hangisini seçerdiniz?

Yeni nesil Yoga tarzlarını “Yoga yapıyorum” diye değil, belki de “eğleniyorum, stresimi atıyorum, aynı zamanda hareket ediyorum” olarak tanımlamak bana daha doğru geliyor. Elbette bunları da deneyelim ama adına “Yoga” demeyelim, ne dersiniz?

NAMASTE.

ARYA Esra E. Karaosmanoğlu

“Acemi Yogi”

Haziran 2019

Yazının devamı...

Hindistan'ın Karanlık Yüzü

Uzun süredir bu blogda Hindistan’la ilgili yazıyorum. Çok sevdiğimden sürekli övüyorum oraları. Şöyle güzel, böyle güzel…. Sonra fark ettim ki belki biraz fazla toz pembe bir resim çizmişim. Hindistan’daki deneyimlerimi aktarırken, aslında yaşadığım zorluklardan hiç mi hiç bahsetmemişim. Ve onlardan öyle çok var ki!

Bu yazımda Hindistan’ın daha karanlık yüzünü paylaşmak istiyorum. Elbette kendi penceremden. Gerçekten de her gidişimde beni çok zorlayan durumlar oldu. Geri dönmeme ramak kaldı demeyeceğim, hiçbir zaman biletimi erkene almadım, ama fena yıldığım zamanlar olmadı desem yalan olur. Çünkü Hindistan, her şeyiyle çok zorlayıcı bir ülke.

İletişim: Hintlilerle anlaşmak mümkün değil. Hiç uğraşmayın, kesin bilgi. MÜM-KÜN DE-ĞİL! En ufak bir şeyi anlatmak, küçücük bir bilgiyi edinmek için inanılmaz çaba sarf ediyorsunuz. Sorunun yarısı, sokaktaki Hintlinin ingilizcesinin iyi olmamasından kaynaklanıyor. Esnaf, turizm acentesi, otobüs terminali, gar, havaalanı ve postanelerdeki personel de buna dahil. Sorunun diğer yarısı ise çok farklı bir zihin yapısına sahip olmaları. Son derece basit bir sorununuzu çözecek “zihindaş” bulamayabilirsiniz. Dilinizde tüy biter anlatmaktan, ama başarısız olursunuz. Hele yolculuğa çıkmadan Türkiye’den Hindistan’daki bazı organizasyonları yapmaya soyunursanız -ör: araba kiralama, yerel uçak bileti satın alma gibi- seyahate ayırdığınız tüm bütçenizi telefonda derdinizi anlatarak harcayabilirsiniz. Hindistan’da anlaşmak, zor, çok çok zor.

Bürokrasi: Bizim ülkemizde bürokrasinin fazla olduğunu düşünüyorsanız, henüz Hindistan’ı görmediniz demektir. Akıl almaz bir bürokrasileri var. Her şey kağıt, kürek, belge. Resmi bir evrak almanız gerekiyorsa, bir damga için birine, başka bir damga için başkasına, kağıt anteti için ötekine, kaşe için ise dördüncü bir kişiye yönlendirilebiliyorsunuz! Ve tabi ki tüm işleriniz karşınızdaki memurun takdirine bağlı. Hiçbir şekilde uygulamalarda standart yok. Aynı işi bir memur filanca şekilde yaptırtabilir, bir diğeri ise falanca şekilde. Hindistan’ın bürokrasisi, insanı feci yaşlandırır.

Ulaşım: Ülke devasa ve altyapı çok eksik. Dolayısı ile seyahat ederken mesafeler oldukça uzun. Uzun olmayan mesafelerse, yolların berbatlığından dolayı saatler sürebiliyor. Hindistan’da bir yerden bir yere gitmek genelde çok uzun zaman alıyor ve son derece zahmetli. Ulaşım araçlarınız kısıtlı, gideceğiniz yere doğrudan ve vakitlice gidebilmeniz büyük şans. Genelde oradan oraya, oradan oraya bavulunuzla sürükleniyorsunuz. Ulaşım araçları da alışık olduğumuz standartlarda değil. Otobüsle veya trenle seyahat etmek tam bir macera. İç hat uçuşları sürekli son dakika iptal ediliyor ve kimse zahmet edip size haber vermiyor. Sabah erken olan uçağınızın gece geç vakte veya başka bir güne ötelendiğini havaalanına gittiğinizde öğrenebiliyorsunuz.

Aşram hayatı: Benim gibi aşramlarda kalıyorsanız, yani dergâhlarda -ki bunlar spiritüel yolcuların sıklıkla konakladıkları yerler- o zaman hayatınız tüm bu saydıklarımın ötesinde biraz daha zorlaşıyor. Kendi içinize dönmenizi ve yoga pratiğinizi derinleştirmenizi amaçlayan aşramlarda odalar son derece mütevazı. Sadece bir yatak, bir dolap ve bir masadan oluşan 8-10 metrekarelik taştan bir odaya sığmanız gerekiyor. Genelde pencereleriniz daracık olduğundan, odanız sürekli karanlık. Yatağınız pigmeler için yapılmış ve şilteler tahta kadar sert. Alışana kadar bedeninizin her yeri ağrıyor. Demir kapı ve pencerelerden giren rüzgâra rağmen uyumanız pek kolay olmuyor. Aşramlarda genelde ısıtma olmadığından, kış aylarında neredeyse hiç ısınamıyorsunuz. Yazın giderseniz sıcaktan baygınlık geçiriyorsunuz. Neyse ki bazı lüks (!) aşram odalarında geçen yüzyıldan kalma vantilatörler var. Şanslıysanız tuvalet ve duşunuz size özel olabiliyor ancak sıcak su, her aşramda maalesef mevcut değil. Odamda sıcak su olmadığında, öğlenin en sıcak saatini bekleyip buz gibi sularda yıkandıktan sonra ısınabilmek için kendimi güneşin altına attığım çok oldu. Ve odaların temizliği elbette ki bizim standartlarımızın çok altında. Siz ne kadar kendi temizliğinizi yapsanız da o oda bir türlü asgarî hijyen standartlarına erişemiyor. Uzun süre böyle bir ortamda yaşamak oldukça zorlayıcı.

Gündelik Kaos: Hindistan’da günler hep keşmekeş içinde geçiyor. Sürekli bir şeylere dikkat etmeniz gerekiyor. Yolda yürürken sağa sola bakamıyorsunuz çünkü son süratle gelen arabalar, rikshaw’lar ve motorlar var. Tüm araçlar aynı anda ve durmaksızın korna çaldıklarından, inanılmaz bir gürültü işkencesine tâbi oluyorsunuz. Kaldırımların olmadığını düşünürseniz, sürekli kendinizi kollamak zorundasınız. Yolda yürüdüğünüzde bir yandan araçların altında kalmamaya çalışırken, diğer yandan ineklerin serbest dolaştığı şehirlerde inek dışkılarına basmamak için oradan oraya zıplamanız gerekiyor. Araç egzosundan zaman zaman nefes almak çok zorlaşıyor, toz duman içinde kalıyorsunuz, ağzınızı burnunuzu kapatarak dolaşmanız tek çare. Sevimsiz deneyimler yaşamak istemiyorsanız, yediklerinize ve içtiklerinize hep dikkat etmeniz gerek. En ufak bir ihmal 3 gününüzü tuvalette geçirmenize neden olabilir. Şehirde yürürken sizi 10 metrede bir fotoğraf için durduruyorlar. Hintlilerin fotoğrafa karşı inanılmaz bir düşkünlüğü var. Tanımadıkları kişilerle fotoğraf çektirmeye bayılıyorlar. Ünlülerin hayatına özenmiyorsanız, bu kadar sık yolda durdurulmak fazla can sıkıcı. Yani sürekli bir bilgisayar oyununun içindeymişsiniz gibi, yolunuza çıkan engellerden can vermeden kurtulmanız gerekiyor.

Kazıklanma: Kazıklanmak, turist olmanın bence olmazsa olmazı. Az gelişmiş hangi ülkeye giderseniz gidin, turistseniz mutlaka kazıklanırsınız. Ama Hindistan’da durum biraz çığırından çıkmış durumda. Aynı malı bir yerde 10 rupee’ye bir başka yerde ise 100 rupee’ye görebiliyorsunuz. Aradaki uçurum çok fazla. Dolayısı ile bir şeyi fahiş bir fiyata alıp almadığınızı, ancak birçok yere sorduktan sonra anlayabiliyorsunuz. Ve tahmin edebileceğiniz üzere her yerde pazarlık yapılıyor. Bir örnek vermek gerekirse, 1000 rupee isteyen bir rikshaw şoförüyle 200 rupee’ye anlaşmışlığım var! Pazarlık yapmaktan yılmasam, sanırım fiyatı daha da indirebilirdim.

Taciz: Hindistan genelde güvenli bir ülke. Birçok yabancı kolaylıkla ülkenin bir ucundan diğer ucuna seyahat edebiliyor. Tek başına ülkeyi dolaşan çok fazla yabancı kadın turist var. Hintliler genelde sakin, güler yüzlü ve barışçıl olmalarına rağmen, son senelerde taciz ve hatta tecavüz vakaları artmaya başladı. Özellikle kadınsanız, bir yerden bir yere giderken ulaşımınızı güvenli bir şekilde ayarlamanız, şehirde dolaşırken tenha yerlere gitmemeniz gerekiyor. Hint erkekleri oldukça flörtöz tipler. Beyaz tenli kadın onlar için her zaman ilgi odağı. Üstelik Batı’dan gelen kadınların liberal oldukları ve her şeye “ay evet şekerim neden olmasın” diyeceklerine dair genel bir kanı var. Bu yüzden kafedeki garsondan tutun, araç şoförünüze kadar, çoğu erkek size yemek yeme, bir şeyler içme, Ganj kenarında dolaşma veya herhangi bir etkinliğe gitme teklifinde sıklıkla bulunabilir. Sizi ikna etmeye çalıştıklarından, durum zaman zaman çok can sıkıcı bir hal alabiliyor. Tecrübeyle sabit!

Zaman: “Hint saati” diye bir şey var biliyor musunuz? Yani birisi ile belirli bir saatte buluşacaksanız, o saati Hint zamanına çevirmeniz lazım. Yani bu genelde 45 dakika – 1 saatlik bir gecikme anlamına geliyor. Ve genelde kimse bunda bir sorun görmüyor, özür mözür dilemiyor. Olur da siz, saygılı bir insan olarak tam buluşma saatinde gittiyseniz, “Senin derdin ne arkadaş, burası Hindistan!” denebiliyor rahatlıkla!

Çok iradeli bir insan olmasanız veya belirli bir amaç için gitmiş değilseniz, uzun süre Hindistan’da kalmak, bizim standartlarımıza alışmış insanlar için çok zor. Benim de yukarıda saydığım zorluklara katlanma sebebim oraya eğitim için gitmiş olmam. Yoga’da derinleşmek, spiritüel gelişmemi teşvik edecek pratikleri deneyimlemek ve meditasyon teknikleri üzerinde yoğunlaşmak için gidiyorum. Bana kattığı zenginlikler sebebiyle Hindistan’a gitmek benim için her seferinde büyük mutluluk.

Yani ezcümle, ucunda “sevgili” varsa, yolun kötü taraflarını görmemeye çalışırsınız.

NAMASTE.

ARYA Esra E. Karaosmanoğlu

“Acemi Yogi”

Mayıs 2019

Instagram: acemiyogi

Yazının devamı...

Yogada Ezber Bozmak

Yoganın beş bin yıldır var olan bir öğreti olması ister istemez bu yaşam bilimine geleneksel bir perspektifle bakmamızı gerektiriyor. Klasik yaklaşıma göre yoga uygulayıcısı, binlerce yıldır orijnaline olabildiği kadar yakın bir yoga tarzı benimsemek zorunda. Temel duruşlar sayılıdır ve yapılış şekilleri milimetresine kadar belirlenmiştir. Klasik yogayı takip eden biri, yeni yoga tarzlarına mesafeli duracaktır. Bunun bir sebebi binlerce yıldır etkileri ıspatlanmış duruşlardan uzaklaşmanın anlamlı olmayacağı düşüncesidir. Sahiden, Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek var mı?

Oldukça geleneksel eğitimden geçmiş biri olarak yeni yoga tarzlarına itiraz etmem beklenebilir belki, ama öyle değil. Yeniliklerin, sürekli bildik ve güvenli sularda dolanan zihinlerimiz için şahane birer beyin jimnastiği olduğuna inanıyorum. Konfor alanından çıkma cesaretini gösteren zihin gelişebilir ancak. Ayrıca, herhangi bir tarzda uzun süre kaldığınızda ve başka hiçbir pratiğiniz yoksa, illa ki körelirsiniz ve git gide zihninizle birlikte bedeniniz de geriler. Bu kaçınılmazdır. Zihni ve bedeni ara sıra şaşırtmak iyidir.

Yeni yoga tarzlarının yanı sıra, yoganın uygulandığı yerler de fazlasıyla çeşitlendi. Artık yoga sadece kapalı stüdyolarda veya parklarda değil, suda (SUP Yoga), karda (Snowga), gece kulüplerinde (Glow Flow Yoga), hatta şişme stüdyolarda (HotPod Yoga) bile, hayalimizi zorlayan zeminlerde artık mümkün.

Alışveriş merkezlerinde Yoga yaptırıldığını ilk duyduğumda çok şaşırmıştım. Bana göre yoga ya kapalı bir mekânda, ya da yeşil bir alanda yapılmalıydı. Bir süre yadırgadıktan sonra fikrimi 180 derece değiştirdim. Yoga, aslında tam da AVM’lerde yapılmalıydı. Alışveriş merkezi gibi tüketime yönelik, insan nüfusunun yoğun olduğu ve gürültülü denebilecek bir ortamın kalbinde, yoga insanlara ihtiyaç duydukları oksijeni sağlayabilirdi. Tıpkı stüdyodaki veya parktaki gibi, bir AVM’nin içinde de yoga insanlara ulaşabilmeli ve dış etkenlerden bağımsız bir sükûnetin mümkün olabileceğinin capcanlı kanıtı olmalıydı. Artık yoga sadece sakin mekânlarda değil, fazlasıyla hareketli olarak görülebilecek yerlerde de dinginlik sunabimeli.

Birkaç senedir gerekliliğine tam inandığım bu yeni mekânlarda yoga yaptırıyorum. Bir AVM’nin çatısında, veya bodrum katında, veya avlusunda, oraya gelen herkesi yoga ile tanıştırmak ve birlikte yoga yapmak kadar anlamlı bir şey olamaz. Bu çerçevede birçok alışveriş merkezinde yoga dersleri verdim, teyzelerle, amcalarla, çocuklarla, gençlerle, istisnasız herkesle bilgilerimi paylaşma şansına sahip oldum.

İşte tam da bu sebeplerle, bu ayın sonunda Antalya’da bir alışveriş merkezinde yapılacak olan “Green City Sağlıklı Yaşam ve Mutluluk Festivali”nden davet aldığımda hiç tereddüt etmeden kabul ettim. Terracity’de 27 ve 28 Nisan tarihinde gerçekleşecek olan festivalde ben de “Hareketli Meditasyon” uygulaması yaptırtacağım. Bu festival sadece bir AVM’de gerçekleşmesi açısından ezber bozmuyor. Aynı zamanda tüm program tematik bir akış etrafında hazırlanmış: “Hareket”. Hareket aracılığıyla ve harekete rağmen, sağlık, mutluluk ve iyilik hali, hem konuşmalarla hem de pratik uygulamalarla anlatılacak. Festivalde, son dönemin gözde egzersizi Budokon (Animal Mouvement)’tan tutun farklı yoga tarzlarına kadar, canlı konserlerden mutfakta sağlığa kadar, bilişim dünyasındaki ruhumuza iyi gelen ilham kaynaklarından meditatif danslara kadar, pek çok atölye ve uygulamada “sürekli hareket halindeyken yogik bir duruş sergilemek mümkün mü?” sorusuna cevap aranacak. Terracity alışveriş merkezi de bu festivale ev sahipliği sunarak, hareketin eksik olmadığı bir mekânda dinginliği bulabilmenin yollarını birlikte araştırmamızı sağlayacak.

Ben de festivalde, mekâna ve konsepte uygun olarak, ezber bozan bir yoga yaptırma niyetindeyim. Meditasyonun sadece klasik anlamda oturarak değil, hareket ve dansın etrafında da gerçekleştirilebileceğini göstermeye çalışacağım. Özellikle sevgili Antalya’lılar, selamlaşmak, tanışmak, sohbet etmek, yeni uygulamalar deneyimlemek ve birlikte öğrenmek isterseniz 27 Nisan Cumartesi günü saat 13:30’da Terra City’deki “Hareketli Meditasyon” dersimde buluşalım.


NAMASTE.

ARYA Esra E. Karaosmanoğlu

“Acemi Yogi”

Instagram: acemiyogi


23 Nisan 2019

Yazının devamı...

Neden Hep Hindistan?

Annem neden her sene Hindistan’a gittiğimi anlamıyor. “Dünyada o kadar görülecek yer varken, neden durup durup yine Hindistan’a gidiyorsun kızım?” diye soruyor.

Haklı.

Zaman ve maddi kaynaklar kısıtlıyken, insan neden her seferinde farklı bir yer keşfetmesin ki? Dünyada yüzlerce muhteşem yer ve toplum varken…

Hindistan’a bu seferki seyahatimde, 20 (yazıyla yirmi!) keredir bu topraklara gelen İsviçre’li bir çiftle tanıştım. Tam 20! Hiç de sıkılmışa benzemiyorlardı. Sanırım Hindistan bir aşk veya nefret hikâyesi. Benimkisi ilk görüşte aşk olmuştu. Vallahi kesin bilgi.

Yogayı özellikle eğitmen seviyesinde uygulayan herkesin, Hindistan uğrak kapısı oluyor ister istemez. Senede illa ki bir defa gidiliyor, tek başına veya öğrencilerle. Hindistan’da mesafeler öyle büyük ve ulaşım o denli zahmetli ki, her gidişte mecburen uzun kalınıyor. En az on beş gün kalmadan Hindistan’la ilgili gerçek bir tat almak mümkün değil.

Yoga sevdalıları olarak, kimimiz hijyen eksikliğinden biraz olsun uzaklaşmak için beş yıldızlı otellerde konaklarken, kimimiz son derece mütevazı aşramlarda, yani oranın dergâhlarında kalıyoruz (ilginizi çekiyorsa, aşram hayatını anlattığım eski yazıma göz atabilirsiniz). Ancak hepimizin genel gerekçesi sanırım aynı: Esinlenmek. Yoga ile ilgilenen herkes Hindistan’da gerek fiziksel çalışmalarını gerekse ruhsal pratiklerini besleyecek bir ortam buluyor. Bu etkileşim öyle yoğun ki en derin hücrelerinize kadar işliyor. Uçaktan indiğinizde sizi sersemleten baharat kokusundan başlayan, keşmekeş sokaklarda attığınız her adıma, gittiğiniz her tapınağa kadar, bu beslenme çok zengin bir şekilde sizi etkiliyor, zaman zaman da tüm doğru bildiklerinizi altüst edip darmadağın hale getiriyor. Hindistan, yoga yapanın biraz da vazgeçilmez gıdası.

Bu sene de bu muhteşem ülkeye gidişimi Uluslararası Yoga Festivali dönemine denk getirdim. Şubat ortasından Mart ortasına kadar geçen festival süresince Rişikeş gibi küçücük bir şehirde, dünyanın her tarafından gelen yoga eğitmenlerini görme, tanışma, derslerine katılma fırsatını kaçırmamaya çalışıyorum (ilginizi çekiyorsa, Rişikeş’te Yoga Festivalini anlattığım eski yazıma bakabilirsiniz). Türkiye’de mevcut olmayan yoga tarzlarını deneyimleme, yoga ile bütünleşen meditasyon, dans, müzik, ayurveda ve bir sürü disiplini deneme şansına sahip oluyorum. Her birinden kalbimde ve aklımda kalanları hem kişisel pratiğime, hem de verdiğim derslere serpiştiriyorum.

Birkaç yıldır Hindistan’a her sene gidiyorum ve işlerimin izin verdiği ölçüde kalmaya çalışıyorum. Çoğu zaman yalnız, bazen de öğrencilerimle ve dostlarımla gidiyorum. Bugüne kadar sıkıldığım hiç, ama hiç olmadı. Her seferinde farklı bir eğitimle, farklı bir donanımla geri döndüm. Kişisel pratiğime -sadhana diyoruz buna Yoga dilinde- her gidişim çok katkıda bulundu. Bu anlamda Hindistan, bilgilerinizi taze tutmak için, zaman zaman tekrarladığınız bir ilk yardım eğitimi gibi. Başkalarına öğrendiklerimi aktarabilmek ve kendi gelişimimi ilerletebilmek için, Hindistan halâ en çok esinlendiğim yer.

Muhtemelen gelecekte bir gün, pratiğimi geliştirmek için Hindistan’a gitmem gerekmeyecek. Kaldığım aşramdaki gurunun bana sık sık tekrarladığı gibi, aslında “her yerin evim olduğu” gerçeğini kavrayabileceğim bir gün gelecek (inşallah!). Her yerden beslenebildiğim, coğrafyadan tamamen bağımsız olarak, geliştirmek istediğim ne varsa geliştirebildiğim bir an olur belki, kim bilir?

Ancak henüz orada değilim. Hindistan halâ en çok esinlendiğim yer.

İşte her sene uzun uzun gidişlerim bu yüzden…

ARYA Esra E. Karaosmanoğlu

“Acemi Yogi”

Mart 2019

Yazının devamı...

Bali'de Bir Yoga Kampı

Bali deyince aklınıza ne geliyor bilmiyorum ama benim aklıma balayı gibi şeyler geliyor…du on gün öncesine kadar! Balayı konsepti artık fazla klişeleşmiş olsa dahi bana göre Bali’ye ancak sevgiliyle gidilirdi. Başka türlü olamazdı, ııı-ıııh mümkün değildi. Ama oraları bugüne kadar bana sevgiliyle hiç kısmet olmadı. Ötelememeye karar verdiğim birçok şey gibi, Bali’yi keşfetmeyi de bilinmez bir geleceğe bırakmayacaktım. İşte tam da o dönemde tesadüfen – ama hiçbir şey tesadüf değil bunu biliyoruz artık değil mi- Faruk Kurtuluş’un Bali’de düzenlediği yoga kampı çıktı karşıma. Fazlaca düşünmeden uçak biletimi aldım.

Uzun ve yorucu sayılabilecek bir yolculuktan sonra nihayet Bali’ye vardım. İstanbul’un soğuk Şubat ayından Bali’nin sıcak iklimine geçerken, üzerimdeki kışlık deriyi yol boyunca teker teker soydum. Denpasar havaalanına indiğimde T-shirt ve parmak arası terlikleydim. Dönüşüm, dışta başlamıştı bile.

Faruk Kurtuluş’un Bali’de gerçekleştirdiği yoga kampı özelinde, benzer etkinliklerden neler bekleyebileceğinizi bu yazıda paylaşmaya çalışacağım.

Yoga Kampına Kimler Katılabilir?

Eğitmen Faruk Kurtuluş ve eskiden derslerime gelen bir öğrencim haricinde, Bali Yoga kampında tanıdığım kimse yoktu. Katılımcıların bir kısmı Türkiye’den, bir kısmı Almanya’dan, biri ise Çin’den gelmişti. Çoğu, yogayı hiç veya çok az deneyimlemişlerdi. Birçoğunun düzenli yoga pratiği mevcut değildi. Yani oldukça farklı profillerdeki katılımcılar söz konusuydu. Yaş ortalaması 30-60 arası değişen kadın ve erkeklerden oluşuyordu kamp.

Yaygın kanının aksine, yoga kamplarının büyük çoğunluğunda deneyim aranmaz. Bir minderin üzerine hiç çıkmamış olsanız bile eğitmen, pratiği mutlaka seviyenize göre şekillendirecektir. Faruk Kuruluş’un kampında da aynen öyle oldu.

Yoga Kampları Nerede Yapılmalıdır?

Bu sorunun tek bir cevabı yok. Her yer aslında yoga yapmaya elverişlidir. Yoganın pratik olarak her an uygulanabilir olmasının sebebi işte tam da bu. Ancak elbette, enerjinizi daha iyi toplayabilmeniz ve kullanabilmeniz, zihninizi dinlendirebilmeniz, daha kolay içinize dönebilmeniz için yoga kampının gerçekleştiği yerin çalışmanızı desteklemesi beklenir. Doğanın içinde, temiz havada, doğadan gelen seslerin merkezinde pratiğinizi yapmanın kolaylaştırıcı etkisi yadsınamaz. Bizim kampımız da Bali’nin kuzeyine doğru, yemyeşil pirinç tarlalarının içinde ve tahta oymalı, cibinlikli odalarda gerçekleşti. Şehrin göbeğinde olsaydı eminim çalışma bu denli etkili olmazdı.

Kampın Günlük Programı Nedir?

Her kampta içerik elbette farklılıklar gösterir. Faruk Kurtuluş’un kampından örnekleyerek biraz anlatayım. Sabah 07:30 ve akşam 06:00 olmak üzere iki kere bir buçuk saat kadar süren yoga derslerine katıldık. Yukarıda söylediğim gibi bu dersler temel seviyeye yönelik; dolayısı ile en deneyimsiz öğrencinin uygulayabileceği, en tecrübeli katılımcının da sıkılmayacağı şekilde oluşturulmuştu. Zaman zaman klasik yoga uygulamasının biraz dışına, doğaçlama dans çalışmalarıyla çıktık. Bu ders öğrencilerin bedenleri ile daha derinden ve farkındalıkla temas kurabilmelerine olanak tanıyordu. Gerçekten alışılmışın dışındaki çalışmalar, zaman zaman tekdüze olarak hissedilebilecek yoga derslerine renk katıyor. Özünde tam da yoga olarak nitelendirebileceğimiz bu doğaçlama dans hareketlerinin, kişileri rahatlatıcı ve özgürleştirici bir etkisi var. Bu derslerde biz çok terledik, ama çocuklar gibi de eğlendik.

Gündüzleri yogadan sonra mutlaka bir plaja gidildi, veya bir tapınak ziyaret edildi, veya yerel kültüre dair bir mekân gezildi. Tüm bunlara ulaşımlar özel araçlarla gerçekleştirildi. Keyfimiz yerindeydi yani. Boş zamanlarda ara ara ortaya sohbet konuları atıldı, herkes önce belki biraz çekinerek, sonra da kendinden daha emin bir şekilde söz aldı. Kamp süreci ilerledikçe, insanların özgüvenlerinin bariz bir şekilde arttığını gözlemlemek de değişik bir tecrübeydi benim için.

Vejetaryen Beslenmek Şart mı?

Türkiye’deki hiçbir yoga kampında vejetaryen beslenme zorunlu değildir. Yurt dışında da, özel nitelikli bir çalışmaya katılmıyorsanız, genelde et ve hayvansal gıdalar menüye dahil edilir. Bali kampımızda da bu böyleydi. Ayrıca Bali mutfağı öyle lezzetli, öyle lezzetli ki, bundan vazgeçmek, haz ve keyfi de içinde barındıran yogaya hakaret sayılır!

Bence.

Yoga Kamplarının Amacı Nedir?

Zihinsel ve bedensel rahatlamanın yanı sıra, yoga kamplarının amaçlarından biri henüz yogayı deneyimlememiş olanlara bu disiplini kapsamlı bir şekilde tanıtmak. Şehir efsanelerini dağıtıp, hurafeleri bertaraf edip, yoganın herkes için ulaşılabilir bir pratik olduğunu göstermek. Deneyimli katılımcılar için ise kamplar derinleşmek, bilgileri tazelemek için eşsiz birer fırsat. Eğitmen ile geçirilen sürede ince ayarlar üzerinde çalışılıyor, akla takılan konular, soru-cevap şeklinde açıklığa kavuşturuluyor. Yoga kampları “kişiye özel uyarlamalar” sunarak, öğrencinin gelişimine kısa sürede önemli bir ivme kazandırıyor. Beden yapınıza, gündelik meşguliyetinize ve hayat tarzınıza uyan bir yoga pratiği üzerinde çalışma fırsatı buluyorsunuz. Yani kamplarda aslında, yoganız şekilleniyor. Son olarak, yoga kampları, kişiyi “kamp sonrası” döneme de hazırlama görevini üstlenir. Korunaklı, yoğunlaştırılmış bir pratikten çıktıktan sonra katılımcıların çoğu, edinmiş oldukları bu pratiği düzenli bir biçimde sürdürüp sürdüremeyeceklerini merak ederler. İyi bir yoga eğitmeninin görevi de kamp süresince, katılımcıyı “kamp sonrası” döneme hazırlamak, kişisel pratiğinde destekleyici alışkanlıklar edinmesini sağlamaktır.

Genelde içeriği daha az turistik yurt dışı yoga kamplarına yönelmeye eğilimimim olsa da, bu sefer bir istisna yapıp Faruk Kurtuluş’un kampına katıldığım için çok mutluyum. Bu kamp bana ancak bu kadar iyi gelebilirdi. Hem harika bir eğitmenle doğru yoga tarzında çalışma, hem de çok keyifli turistik bir tatil geçirme fırsatım oldu. Kampta tanıdığım güzel insanlar ise, benim Bali’deki kabilem olarak belleğimde şimdiden yer aldılar.

ARYA Esra E. Karaosmanoğlu

“Acemi Yogi”

Şubat 2019

Yazının devamı...

Ayurveda da Ne Kuzum?

Gelin yamacıma, anlatayım.

Ayurveda’nın kök anlamı, hayat (Ayu) ve bilim/bigelik (Veda) sözcüklerinin bileşimidir. Yani, hayat bilimi, hayat bilgeliği diyebiliriz.

Ayurveda bir hayat felsefesidir. Sadece hangi otu yediğiniz, hangi baharatı kullandığınızla değil, hayatınızı nasıl şekillendirdiğinizle ve mutluluğunuzla ilgilenir.

Ayurveda’ya göre “sağlıklı insan” tanımı şöyle: “Doshaları dengede olan, iştahı (sindirimi) iyi olan, dokuları normal biçimde işleyen, atıkları dengeli olan ve bilinci, zihni ve duyuları mutluluk/coşkunluk (vecd) içinde olan; ve kendini tanıyan ve merkezinde olan kişiye, sağlıklı insan denir.” (Sushruta Samhita 15.38)

Gördüğünüz gibi Ayurveda’ya göre sağlıklı olmak, sadece hastalıksız yaşamaktan çok daha ötedir.

Örnek vermek gerekirse, Ayurveda’nın odak noktaları arasında aşağıdaki konuları sayabiliriz:

Ne yiyip ne içtiğimiz;

Hangi aralıklarla ve ne kadar besin ve sıvı tükettiğimiz;

Yararlı ve zararlı besin bileşimleri;

Uygun baharat kullanımı, yağ ve gıda seçimi;

İdeal kilomuza nasıl gelebileceğimiz ve koruyabileceğimiz;

Dışkımızın şekli şemaili (evet bu da var!);

Sabah kaçta kalkıp kaçta yattığımız;

Rüyalarımızın hareketli mi yoksa durağan mı oluşu;

Karakter özelliklerimizin genel sağlığımıza etkileri;

Hangi mevsimde ne tüketmemiz gerektiği;

Dil, vücut ve zihin temizliğimiz;

Günlük pratik ve rutinlerimiz;

Fiziksel ve meditasyon alışkanlıklarımız;

Hangi masaj noktalarının nelere iyi geldiği.

Aslında yukarıdakilerle kısıtlı değil, liste uzadıkça uzayabilir. Elbette bunların tümü, her bireyin daha sağlıklı, mutlu ve zinde bir hayat sürebilmesi için topluca düşünülmesi ve uygulanması gereken önlemler, pratikler. Genel bir yorumlamaya varabilmek için kişinin şikayetlerini dinler, yüz, dil ve nabız analizlerini araç olarak kullanırız.

Genel kanının aksine Ayurveda, özellikle hastalık öncesi evre ile ilgilenir. Yani kişiye özgü, sağlıklı kalma reçeteleri sunar. Bunları yaparken, sizin dosha’nıza göre hareket eder. Türkçesi, beden tipinize göre. Hiçbir Ayurvedik uygulama standart değildir. Tümü, danışanın yaşam tarzı özelliklerine ve beden tipine göre şekillendirilir. İşte tam da burada, 5000 yıllık şifa öğretisi devreye giriyor. Her bir beden tipine özel uygulamalar, formüller, reçeteler, preparatlar, Ayurveda’nın kadim zenginliğinde gizli. Bizler, bu öğretiyi anlayıp, özümseyip, kendi üzerimizde uygulayıp, merak edenler ve ihtiyacı olanlarla paylaşıyoruz. Bunu yaparken, bilgilerimiz çerçevesinde şüphelendiğimiz ve henüz tanısı konmamış hastalık belirtileri varsa, öncelikle hemen bir doktora yönlendiriyoruz. Ayurvedik çalışmaların tümünün, bir hastalık varsa doktorun onayıyla yürütülmesi gerekir.

Öte yandan, hastalık oluştuğunda, Ayurveda’nın devre dışı kaldığını iddia etmek de aslında gerçeği çarpıtmak olur. Ayurveda’ya göre bir hastalığın birden çok evresi vardır (Ayurveda bunu bilimsel kriterlerle sınıflandırmıştır) ve doğal çözümlerin ancak hastalığın ilk aşamalarında etkili olabileceği kabul edilir. Ben bu ilk aşamalarda dahi, bir doktorla birlikte hareket etmenin gerekliliğine inanıyorum. Zira, -bir sonraki yazımda da bahsedeceğim üzere- Ayurveda, ehil birisi tarafından uygulanmazsa, vahim ve hatta ölümcül durumlara sebebiyet verebilir. Belirli bir aşamadan sonra, ki bu aşama aslında genelde hastanın şikayetlerinin artması üzerine doktora başvurmasıdır, Ayurveda’nın yapabileceği herhangi bir şey pek kalmaz. Bu evrelerden sonra Ayurvedik uzman tamamen devreden çıkar.

Peki, şimdi de sizden bahsedelim. Dosha’nızı merak etmiyor musunuz? Beden tipinize göre nasıl beslenmeniz, nasıl yaşamanız gerektiği konusunda fikir sahibi olmak ister misiniz? Hastalanmayı asgarîye indirmek, bunu yaparken de mutlu olmanın yollarını keşfetmek isterseniz, hemen gidip bir Ayurveda uzmanını bulmalısınız bence. Pişman olmazsınız!

Namaste

ARYA Esra E. Karaosmanoğlu

KASIM 2018

Alterego.esra@gmail.com

Yazının devamı...

Ayurveda Uzmanına “Doktor” Demeyin!

Geçtiğimiz günlerde, bir senedir katıldığım ve tabiri caiz ise gibi çalıştığım Ayurveda kursumdan mezun oldum. Oldukça zorlu, emek ve zaman gerektiren bir deneyimdi. Hocam Ulli Allmendinger bu kadim öğretiyi benimle paylaştığı için şükran duyuyor ve kendimi şanslı hissediyorum.

Mezun olduğumu duyan bir doktor arkadaşım beni tebrik etti. Sözleri, yürekten destekleyiciydi. Tıp eğitimi görmüş bir bilim insanının Ayurveda’yı övmesi, ve Batı tıbbının bu sonsuz kaynaktan mahrum kalmış olmasını dile getirmesi, benim için çok kıymetliydi.

Ayurveda, başlangıcı tam olarak bilinmeyen ancak 5000 yıl kadar öncesine dayandığı ispatlanmış bir yaşam öğretisidir. Bu öğretinin içinde elbette şifa da var, ancak şifa Ayurveda’nın sadece bir bölümü. Doğum yeri Hindistan olan Ayurveda’nın kök anlamı, hayat () ve bilim/bilgelik () sözcüklerinin bileşimidir. Yani, , diyebiliriz.

Tıp eğitimi almış kişilerin Ayurveda gibi geleneksel şifa yöntemleri içeren pratiklere çok sıcak bakmadıklarını biliyoruz. Aslında çok da haklılar. Zira bu gibi öğretileri sömüren, tıp alanına alternatif bir çözüm gibi gösteren binlerce şarlatan var. Ve maalesef bu ehliyetsiz ve dolandırıcı kişilerin pratikleri sonucunda birçok insanın hayatını kaybettiği de malum. Bu kişilere karşı yargının son derece katı olması ve caydırıcı cezaların verilmesi gerekir.

Pozitif bilim okumuş ve insanlığın ilerlemesinin en büyük etkeninin ilim olduğuna her hücresine kadar inanan biriyim. Hiçbir şekilde bu yoldan sapılmaması ve hastalıkların iyileşmesi açısından Batı tıbbının esas kabul edilmesi gerektiği şüphe götürmüyor. Ayurveda, Batı tıbbının, tamamlayıcısı dahi değil bence, sadece destekçisi olabilir.

Bu söylediğimin gücünü hafifletmek istemiyorum ancak Batı tıbbının şöyle esas bir eksikliği de olduğu kesin: doktor, ancak hastalık belirdikten sonra devreye giriyor. Yani hastalanmamak için ne yapılması gerektiği ile henüz çok fazla ilgilenmiyor. Önleyici tıp, prevantif tıp adı alındaki çiçeği burnunda branşların etki alanları ise şimdilik çok kısıtlı. Ayurveda, Batı tıbbının aksine, hastalık öncesinde uygulanan bir pratiktir. Yani, kişi henüz hasta olmamıştır ve bazı doğal yöntemlerle şifada kalmayı amaçlamaktadır. İlla ki karşılaştırmak istiyorsanız –ki bence bunlar aslında karşılaştırılmaması gereken alanlar- Ayurveda ile Batı tıbbı arasındaki temel ayrışma burada başlıyor.

Bir ikinci ayrışma, Batı tıbbının hastadan çok, hastalığa odaklanmasıdır. Ayurveda’nın çalışma alanı kişidir ve kişiye özel çözümler önerir. Günümüzün ekonomik şartları maalesef doktorları, hastaya az zaman ayırıp, standart tedavileri istisnasız herkese uygulamalarına zorluyor. Daha titiz ve özellikle eski nesil doktorlar neyse ki fark yaratıyorlar. Onlar, hastayı karşılarına alıp, sabah kaçta kalktıklarından ne yediklerine kadar, haftada kaç kez egzersiz yapıp nasıl uyuduklarına kadar, didik didik sorguladıktan sonra bir tedavi yolu öneren çok kıymetli hekimlerdir. Şüphesiz bu tarz hekimler, Ayurveda’nın bakış açısına çok yakınlar.

Ayurveda ve tıp alanlarında kullanılan terminolojiye de çok dikkat edilmesi gerekiyor. Ayurveda çözümlerine başvuranlara bizler, “hasta” demiyoruz, dememeliyiz de. “Danışan” diyoruz. Aynı şekilde, Ayurveda uzmanları olarak bizler “doktor” unvanını asla kullanmıyoruz. Parantez içinde hatırlatalım, tıp eğitimi almamış birinin “doktor” unvanını kullanmasının ciddi cezai yaptırımları var. Ancak Ayurveda’nın ana vatanı Hindistan’da durum biraz daha farklı. Orada “Ayurveda doktoru” tabiri sıkça kullanılıyor ve tamamen yasal. Bunun sebebi, hem Ayurveda uzmanlarının tıpkı Batı’daki tıp eğitimi gibi, en az 6 yıl eğitim görüyor olmaları, hem de mesleğin Devlet tarafından denetleniyor ve lisansa tabi tutulmasıdır.

Bir diğer ayrışma ücretlendirme alanında beliriyor. Artık sadece çok küçük yerleşim alanlarında öyle, ama geleneksel olarak Ayurveda uzmanı, kişi hastalandığında ücret almıyordu. Bu, danışana hasta olmadan önce uyguladığı sağlık reçetelerinin işe yaramaz, ve uzmanın da başarısız olduğu anlamına geliyordu. Bu sistemde kişi iyileşene kadar, Ayurveda uzmanı hiç ücret almıyordu. Danışan ancak sağlıklı kaldığı dönemlerde maddi bir karşılık alınırdı. Batı’da, hastalanan bir kişiden ücret alınmaması hayâl edebileceğimiz bir durum bile değil.

Ve tabi ki eğitim... En bariz olanı, en sonda söyleyelim, tıp eğitimi ile Ayurveda eğitimini karşılaştırmak, doktorlara yapılabilecek en büyük haksızlık olacaktır.

Ama bu demek değil ki Ayurveda’yı çöpe atalım! Aksine, burada artık Batı’nın daha çok ilgilenmesi gereken bir zenginlik kaynağı olduğuna inancım tam. Bir sonraki yazımda, Ayurveda’nın ne olduğunu ve hayatımıza katabileceği iyiliklerden bahsedeceğim.

O zamana dek, sağlıkla kalın!

Namaste

ARYA Esra Karaosmanoğlu

Ekim 2018

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.