SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Ofiste Omurga Sağlığı

Değerli Okurlarım,

Masa başında çalışmanın vücudu yormadığı düşünülse de bur durum önemli sağlık sorunlarına yol açabilmektedir. Ofis ortamında çalışanların büyük çoğunluğu bel, sırt ve boyun ağrılarından şikayetçi olurlar. Hareketsiz yaşam tarzı ve vücudu yanlış konumlandırma bu omurga sorunlarına yol açan en önemli nedenler arasında sayılabilir. Dünya Sağlık Örgütü, fiziksel inaktivite yani fiziksel eylemsizliği, gelişmiş ülkelerdeki ölüm nedenleri arasında ilk 5’te yer aldığını açıklamıştır. Yani hareket etmeyi ertelememelisiniz!

Bu köşe yazımda ofis çalışanlarının sıkla yakındığı omurga ağrılarına, bunların nedenlerine ve omurga sağlığını korumak için yapılması gerekenlere değineceğim.

Uzun Süre Hareketsiz Kalmak ve Yanlış Oturuş Pozisyonu En Önemli Etken

Omurga isminden de anlasilacagi gibi vücudumuzun temel yapisidir. Vücudu dik tutma, vücudu istenilen şekilde eğme ve farklı şekillere sokma gibi işlevler sunar. Ofis çalışanlarında görülen sorunlar da omurganın istemediği durumları yapınca ortaya çıkıyor. Uzun süre oturma ve yanlış oturma pozisyonlarıyla birlikte omurgaya binen stres, kötü sonuçlara yol açıyor. Bu tarz bir çalışma ortamı ilk başlarda “ağrı” düzeyinde olsa da durumu farkına varamamak sonraki aşamada ciddi omurga sorunlarına yol açıyor.

Kolay Yöntemler Büyük Sorunlardan Kurtarır

Kolay yöntemler ve küçük egzersizlerle hem yaşam standartlarını hem de çalışma verimliliğini düşüren bu sorunlardan kurtulmak mümkün. Öncelikle çalışırken dik oturulmalı ve çalışılan monitör mutlaka göz hizasına getirilmeli; bu sayede omurgayı en az şekilde yorarsınız. Oturduğunuz koltukta kol ve bel destekleri vücuda uygun şekilde ayarlanmalı ve ayak altına hafif bir yükselti konarak ekstra baskı engellenmelidir. Oturma süresi 45 dakikayı geçmemelidir. 45 dakika sonunda mutlaka en az 5 dakika hafif bir yürüyüş yapılmalıdır. Pek çok kişinin rahatlama ümidiyle başvurduğu “kütletme” olarak tabir edilen ani hareket kesinlikle yapılmamalıdır. Bu hareket kısa süreli rahatlama hissi verse de eklem yüzeylerinde yarattığı aşınma ve bozulmalar uzun vadede ciddi sorunlara yol açabilir.

Bu yöntemler dışında, günde 4-5 dakikanızı ayırarak yapacağınız egzersizler de kaslarınızı güçlendirir ve omurgayı destekler. Bu egzersizleri şu şekilde sıralayabiliriz:

- Ayakta, sırtı ve başı duvara yaslayarak 20 saniye durulması, göğüs kafesini öne doğru çıkartırken kürek kemiklerinin geriye doğru gerilmesi

- Başın yavaş bir şekilde ön, arka ve iki yana hareket ettirilmesi, omuzların öne arkaya doğru çember hareketi ile döndürülmesi,

- Kolların başın üstünde ve sonrasında sırtta ve göğüsün önünde birleştirilip yukarı, arka ve öne doğru gerilmesi,

- Dizler bükülmeden öne doğru eğilerek bacak arka grup kaslarının gerilmesi.

Özetle sıklıkla ofis çalışanlarında görülen fiziksel inaktivite, yapılan araştırmalar sonucu ciddi bir sağlık sorunu faktörü olarak tespit edilmiştir. Olası sağlık sorunlarının çözümünde belli noktalarda profesyonel desteğe ihtiyaç duyulsa da; basit egzersizlerle çok büyük sorunlara engel olunabilir.

Sağlıklı Günler Dilerim…

Doç. Dr. Eren Erdem
Girişimsel Nöroradyoloji Uzmanı

Sorularınız İçin:

Telefon: 0 507 608 44 77

Web Sitesi
Instagram
Facebook

Yazının devamı...

Evde Spor Yapmanın Riskleri

Sevgili okurlar,

Sosyal medyanın giderek yaygınlaşması, özellikle Instagram ve Youtube gibi sosyal platformlarda spor eğitmenlerinin eğitici video içerikleri yayınlaması bununla beraber sayısı her geçen gün artan çeşitli spor aplikasyonları sayesinde spor artık daha çok kişinin hayatına girdi.

Ancak sağlıkla ilgili yaşanan bu gelişmeler, ne yazık ki bilinçsizce ve ısınmadan yapılan hareketler, kalıcı sağlık problemlerine yol açabiliyor.

Ev ortamında spor yapılırken bel ve omurga sağlığına kalıcı zararlar verilebilir.

Spor Yaparken Sağlığınızdan Olmayın

Evde spor yapmak doğru uygulandığında faydalı olabilir ancak yanlış yapıldığında büyük sağlık problemlerine yol açabilir. İdeal olan profesyonel olarak sporla ilgilenip ara veren veya daha önce bu konuyla ilgili herhangi bir eğitim almamış kişilerin, uzman yardımı olmadan spor yapmayı tercih etmemesidir.

Evde spor yaparken en çok dikkat etmeniz gereken bölge; bel ve omurgadır. Yapacağınız hareketlerde bu bölgelere yanlış bir şekilde yük bindirmemeniz gerekmektedir. Örneğin yerden alıp kaldıracağınız bir ağırlığı, hangi pozisyonda kaldırdığınız çok önemli. Eğer ağırlığı, belinizden veya omurganızdan destek alıp kaldırırsanız, o bölgelerde bir sakatlığa yol açma riskiniz çok yüksek. Bu tarz problemlerin başınıza gelmesini istemiyorsanız çok dikkatli ve yavaş bir süreçle bu kaslarınızı geliştirmeniz gerekmektedir.

Uzun süre spordan uzak kalmış ve sonrasında tekrar spora dönmüş kişilerin kaslarının eski formunda olmadığını için, vücuda ani yük bindirimi kolayca sakatlanmalarına sebep olur, bu yüzden tekrar spora başladıysanız, yavaş yavaş ve mümkün olduğunca hafif bir sporla başlamanız gerekmektedir.

Esnemeyi ve Isınmayı İhmal Etmeyin

Spora başlamadan önce yapılacak esneme hareketleri sayesinde kaslar yumuşar, daha rahat hareket edilir ve spor sonrasında daha rahat bir şekilde dinlenmeyi sağlanır. 15-20 dakika süren esneme hareketleri sayesinde vücut ısınır, nabız yükselir ve spora hazır hale gelir. Esneme hareketleri son derece yavaş yapılmalı ve ardından ısınma hareketleri ile pekiştirilmelidir. Esneme ve ısınma hareketleri için yumuşak ve antibakteriyel matların, esnek bant ve topların kullanabilir.

Evde Pilates Riskli Olabilir

Özellikle duruş bozukluklarını gidermeyi amaçlayan pilates sporu en yaygın ev sporlarından biridir. Hemen her markette bulunabilen aletler ve konu ile ilgili hazırlanmış videolar eşliğinde evde en sık yapılan sporlardan biri olan pilates sırasında özellikle boyun ve omurga duruşunun yanlış konumlanma riski yüksektir.

Ev sporlarında çıplak ayak ya da çorap yerine uygun bir ayakkabının seçilmesi de son derece önemlidir.

Spor sağlıklı bir yaşamın olmazsa olmazıdır. Ancak uzmanların yönlendirmesi ve denetiminde yapıldığında sağlıklı sonuçlar verir.

Sağlıklı Günler Dilerim...

Doç. Dr. Eren Erdem
Girişimsel Nöroradyoloji Uzmanı

Sorularınız İçin:
Telefon: 0 507 608 44 77

Yazının devamı...

Omurga Metastazında Yenilikler

Değerli okurlarım,

Omurga tümörleri, kemik, sinir ve yumuşak doku gibi kısımlarda gelişebilen tümörlerdir. Tümörler omurganın boyun, sırt, bel ve kuyruk sokumu gibi bölgelerine oluşabilmektedir. Organizmanın herhangi bir alanında meydana gelen bir tümörün başka bir alana sıçraması da sıklıkla görülen bir durumdur.

Omurga metastazına sıklıkla meme, prostat, tiroid, akciğer ve böbrek kanserlerinde karşılaşılmaktadır. Girişimsel nöroradyoloji ile, hastaların yaşam kalitesini düşüren ve yoğun ağrılar sebep olan omurga metastaz tümörlerinin tedavisi mümkün olabiliyor.

Omurga tümörlerinin büyük bir kısmı vücudun diğer organlarından yayılan metastazlardır ve sık karşılaşılan bir durumdur. Omurga metastazlarının çoğunluğu sırt ve bel kısmındaki omurga bölgesinde, daha seyrek olarak da boyun bölgesinde gözlemlenmektedir. Cerrahi teknolojideki gelişmeler, omurga metastazlarının tanı ve tedavilerinde de ilerleme sağlamıştır. Görüntüleme sistemleri sayesinde tedavilerde daha sistematik hareket edilebilmektedir.

Bel ve Sırt Ağrılarına Dikkat!

Omurga tümörleri büyüdükçe farklı semptomlara neden olabilmektedir. Tümörün belirtileri, omurga yapılarının zayıflamasından sonra artmaya başlayabilir. Tümörler, omurga yapısıyla birlikte sinir köklerine de bası yapabilmektedir. Tümörün tipine göre oluşabilecek belirtiler de değişebilmektedir. Ancak bel ve sırt ağrısı omurilik tümörlerinde yaygın bir erken belirti olarak karşımıza çıkmaktadır. Aynı zamanda tümör vücudunuzun diğer organlarını da etkisi altına alabilmektedir. Vücuda yayılan tümörlerle birlikte; kollarda ve bacaklarda kuvvetsizlik, göğüs bölgesinde olası uyuşmalar, yürüme zorlukları, mesane fonksiyon kayıpları ve kas zayıflığı gibi belirtiler oluşabilir. Bu gibi belirtilerin olması durumda tıbbi destek almak için uzman hekiminize danışmanız gerekmektedir.

Tedavide Yaş ve Genel Sağlık Durumu Belirleyici

Omurga metastazlarında ilk tanının hasta muayenesidir. Hastanın muayenesi, ilaçlı manyetik rezonans, tomografi, PET scan gibi görüntüleme yöntemleriyle yapılabilmektedir. Yapılacak tetkikler sonrasında nasıl bir yol izleneceği belirlenebilmektedir. Omurga metastazlarına sıklıkla meme, prostat, tiroid, akciğer ve böbrek kanserlerinde karşılaşılmaktadır.

Metastazlarda kemoterapi, cerrahi, konvasiyonel radyoterapi veya radyocerrahi gibi tedavi yöntemlerine başvurulabilmektedir. Omurga metastazlarında ilk amaç ağrıları azaltmak ve nörolojik sorunları önlemektir. Aynı zamanda, omurga bütünlüğünü korumaktır. Tümör tedavileri yapılırken hastaların yaşları ve genel sağlık durumları, nasıl bir yol izleneceğini belirlemektedir.

Tümörün Büyüklüğü İzlenecek Yolu Belirliyor

Kanser hastalarının tedavisinde birçok disiplinin ve branş birlikte çalışmaktadır. Omurga metastazlarında kemoterapi tedavisi başvurulan bir yöntemdir. Burada amaç tümörün kitle hacmi azaltılarak omuriliğe yapılan baskı minimuma indirilebilir. Ancak bu durum tümörü ortadan kaldıramayabilir. İlaçlı tedavinin yanı sıra hastanın durumuna göre radyoterapi de uygulanabilmektedir. Eğer omurgada herhangi bir kırılma ya da kayma olmadıysa radyoterapi tedavi yöntemi olarak seçilebilir.

Bu noktada amaç ağrıyı ortadan kaldırmak ve var olan tümörü kontrol altına almaktır. Tümör tedavilerinde radyoterapi yapılırken yüksek dozda bir uygulama yapılmaz. Bunun nedeni, tümör etrafında bulunan sağlam dokuları korumaktır. Omurga metastazlarında hastanın yaşı ve genel sağlık durumuyla birlikte tümörün büyüklüğü de tedavi yönteminde belirleyicidir.

Ağrısız Tedavi Mümkün

Yeni geliştirilen minimal invaziv yöntemler radyofrekans ablasyon ve kriyoterapi ile omurga metastazlarında olumlu gelişmeler sağlanabilmektedir. Radyofrekans ablasyon ve kriyoterapi, lezyona sırttan bir iğne ile girilip enerji verilerek tümörü ısıtıp ya da soğutarak yok eden, sonrasında çimento ile boşluk doldurularak sabitleyen ve ağrıyı anında geçiren yöntemlerdir.

Işın tedavisinden farklı olarak avantajı, ağrı kontrolünün kalıcı ve hızlı olmasıdır. Tedavi sonrası hasta ışın tedavisini de alabilir ve böylece başarı şansı artar. Bu yöntemler hem kemoterapinin hem de ışın tedavisinin etkisini artırmakta yani “sinerjik” etki yaratmaktadır.

Girişimsel Nöroradyoloji Uzmanı

Yazının devamı...

Çökme Kırıklarına Dikkat!

Değerli okurlarım,

Omurga, omuriliğin içinde korunduğu vücudun temel kemik yapısıdır. Hastaları yatağa mahkum edebilen omurga çökme kırıklarının tedavisi oldukça uzun ve zahmetliydi. Girişimsel nöroradyoloji sayesinde çökme kırıkları tedavisinde açık cerrahinin artık bir yeri kalmadı.

Omurga Çökme Kırığı Nedir?

Kemik erimesinin etkisiyle, ağır veya hafif travmalar sonrasında, omurga metastaz tümörleri nedeniyle veya omurga kemiklerinde kırılmalar meydana gelebilmektedir.

Bel omurlarının çökmesi neticesinde görülen kırıklara, çökme kırığı adı verilmektedir. Bu kırıklar daha çok yaşlı hastalarda ve menopoz sonrası kadınlarda görülmektedir. Çökme kırıkları şiddetli ağrılar şeklinde açığa çıkabilmektedir. Eğer tedavi edilmezse hastayı yatağa bağımlı bir hale getirebilir.

Osteoporoza Dikkat

Omurga çökme kırıkları, omurga gövdesinin baskı altında ezilerek inceldiği kırıklardır. Kemik erimesi(osteoporoz), ağır veya hafif travmalar sonucunda ya da kanserin omurgaya sıçraması (metastaz) neticesinde görülebilmektedir. Bununla beraber omurilikten çıkan sinirlerde herhangi bir hasar oluşmuşsa durum daha da ciddi olabilmektedir. Bu kırıklar, zamanla kemikte yükseklik kaybına yol açarak omurganın ve sonrasında hastanın duruşunu bozabilir. ‘Kifoz’ olarak adlandırdığımız kamburluk durumuna yol açabilmektedir.

Kemik yapısının zayıflaması sonucunda, kemik kırılganlığı artmaktadır. Kemiklerde kırılgan hassasiyet oluşumuna, osteoporoz adı verilmektedir. Osteoporozun bir sonucu olarak kırık ortaya çıktığı zaman, genellikle sırt (torasik) ya da bel bölgesindeki omurgaları etkilemektedir.

Çökme kırığı, osteoporoza bağlı olarak görülebilen bir hastalıktır. Tedavi edilmezse hasta, 6 ay ve 1 sene arasında, bazen de ömür boyu yatağa bağlı kalabilmektedir. Menopoz sonrasında kemik erimesinin görüldüğü kadınlarda daha sık rastlamaktayız.

Bel Ağrılarınızı Dikkate Alın

Omurga çökme kırıklarında en belirgin bulgunun, çökmenin görüldüğü bel kısmında ağrı duyulmasıdır. Çökme kırığının oluştuğu bölgede şiddetli ağrıların yanı sıra omurganın öne eğrilmesi, ayağa kalkma veya yürüme ile kötüleşen ağrı, nefes almada güçlük belirtileri verebilmektedir. Çökme kırığı tanısı hekim muayenesinin ardından röntgen, tomografi veya MR gerekebilir. Çökmenin kanser şüphesi nedeniyle olduğu düşünülüyorsa ilaçlı görüntüleme tetkikleri ve kemik biyopsisi uygulamalarına başvurulmaktadır.

Ağrılarınız Kısa Sürede Geçebilmektedir

Çökme kırığı hastalıklarında koruyucu tedavi günümüzde tercih edilmemektedir. Girişimsel nöroradyoloji sayesinde gelişen çimentolama (vertebroplasti) işlemi çökme kırıklarında oldukça başarılıdır ve konservatif tedavi sadece vertebroplastiye uygun olmayan hastalarda düşünülmelidir.

Konservatif tedavi ancak 6-12 ay sonrasında kırık kaynarsa geçebilmektedir ancak bu süre içerisinde kırığın ilerleleme riski çok yüksektir ve kalıcı kamburluğa ve daha başka omurga hastalıklarına da ön ayak olmaktadır. Çimentolama işlemi basit ve komplikasyon riski çok düşük olduğundan konservatif tedaviyi tavsiye etmiyorum.

cerrahisi olarak adlandırılan vertebroplasti (çimentolama) yönteminde hastanın uyutulmasına gerek yoktur. Özel görüntüleme cihazlarıyla çökme kırığının bulunduğu bölgeye iğnelerle girilerek medikal çimento olarak adlandırdığımız dolgu maddesi konulmaktadır. Bu sayede kırılan kemik stabilize edilir. Müdahale sonucunda, omurgadaki ağrı kaybolur ve hastanın yaşam kalitesi geri kazandırılmış olur.

Hastalar işlemden sonra aynı gün veya birkaç gün içinde sosyal hayatlarına dönebilmektedir. Özetle, çökme kırıkları tedavisinde açık cerrahinin artık bir yeri kalmamıştır.

Sağlıklı Günler Dilerim...

Yazının devamı...

Karotis Darlığı Nedir?

Selamlar Sevgili Okurlarım,

Bu hafta sizlere, 'hayatla bağımızın en büyük oyuncularından biri olan karotis (şah damar)' hakkında bilgiler vermek istiyorum.

Karotis Darlığı Nedir?

Boynun her iki yanında bulunan ve beyne kan akımı sağlayan ana damarlar olan şah damarlarına tıp dilinde karotis adı verilir. Beynin beslenmesinde büyük önem taşıyan karotis damarlarında yaşanan problemler sonucu oluşan darlık ve tıkanıklığa karotis darlığı adı verilir.

İlerleyen yaşlarda daha sık görülen karotis darlığı, beyin fonksiyonlarında kayıp veya geçici ve kalıcı felç gibi problemlerle yol açabilir. Karotis darlığının en önemli sebebi damar sertliğidir ve diğer kalp-damar hastalıkları ile birlikte sıkça görülür.

Karotis Darlığı Kimlerde Daha Sık Görülür?

Karotis darlığı, ileri yaşlardaki insanlarda genç insanlara göre daha sık görülmektedir. Bunun sebebi ilerleyen yaşlarla birlikte vücuttaki damarların da aynı oranda yıpranmasıdır. Yıpranan damarlarda sertleşmelere sıkça rastlamaktayız. Bu sertleşmeler karotis darlığı dediğimiz damar hastalığına yol açmaktadır.

Kalp ve damar hastalıklarında genetik yatkınlık önemli bir faktördür. Ailede kalp ve damar hastalığı bulunan kişilerde karotis darlığı oluşma riski daha fazladır. Diyabet hastalarında da aynı şekilde risk yüksektir.

Sigara kullanımı da karotis darlığını tetikleyen sebeplerden birisidir. Sigara kullanıma bağlı vücuda giren karbondioksit sonucunda damarlarda gezinen temiz kanın kirlenmesi ve görevini tam olarak yerine getirememesi sonucunda damarlarda hasar oluşmaktadır.

Hipertansiyon karotis darlığını tetikleyen sebeplerden bir diğeridir. Aniden yükselen tansiyonla birlikte oluşan tepkimeler damardaki akışı bozmaktadır ve damarlara zarar vermektedir.

Karotis Darlığı Belirtileri Nelerdir?

Karotis darlığı veya tıkanıklığı yaşayan hastaların birçoğu belirtileri fark edemez. Başka bir rahatsızlık üzerine veya kontrol amaçlı yapılan renkli doppler ultrasonografide bulgulara rastlanabilir. Belirtilerin oluşabileceği hastalara baktığımızda ise geçici veya kalıcı inmeler gerçekleşmesi söz konusudur. Bu da görme kaybı, konuşma bozukluğu, kol ve bacakta oluşabilecek felç şeklinde sonuçlara sebep olabilmektedir. Bu oluşan sonuçların hepsi geçici veya kalıcı olarak değişkenlik göstermektedir. Bu tarz inmelere yol açan asıl sebep beyine giden damarların daralması sonucu dolaşımın durmasıdır. Dolaşımın durduğu bölgeye göre ise bahsettiğimiz fonksiyonel bozukluklar ortaya çıkmaktadır.

Karotis darlığı sonucunda oluşacak inmelerin şiddetine göre bu bulguların geçici veya kalıcı olması durumu gözlenir. İnme şiddetinin az olduğu hastalarda geçici fonksiyonel bozukluklar görülür buna da iskemik atak adı verilmektedir. İnme şiddetinin fazla olduğu hastalarda ise fonksiyonel kayıplar kalıcı olacaktır ve hastaları kaybetme riski söz konusudur.

Karotis darlığında baş dönmesi, denge bozukluğu, vücudun belirli bölgelerinde güç kayıpları, konuşma ve anlama bozukluğu, gözlerde oluşabilecek görme kayıpları ve aniden başlayan sebepsiz baş ağrıları hafif belirtiler olarak kabul edilebilir.

Karotis Darlığı Tedavisi Nasıl Yapılır?

Karotis darlığında tedavi sürecine başlamadan önce tanı koyma süreci son derece önemlidir. Hastanın şikayetleri göz önünde bulundurularak kesin tanı konmak üzere görüntüleme yöntemlerine başvurulur. Bu görüntüleme yöntemleri ise; renkli doppler ultrasonografisi, MR anjiyografisi, BT anjiyografisi ve klasik anjiyografidir.

Karotis darlığında iki farklı tedavi yöntemi söz konusudur. Bu yöntemler açık ameliyat ve kapalı yöntemdir.

Açık Ameliyat(Karotis edarterektomisi): Açık ameliyat lokal, spinal ya da genel anestezi ile yapılabilir. Damarlarda ki darlığı oluşturan plak cerrahi müdahale sonucu çıkarılır, operasyon sonrasında hastanın 2-3 gün kadar hastanede yatması gerekmektedir.

Kapalı(Endovasküler) Yöntem: Bu yöntem yüksek teknolojiye sahip anjiyografidir. Tecrübeli hekimler tarafından uygulanması gereken işlemde kateter denilen ince hortumlarla kasıktan daralmış damara ulaşılır ve stent koyularak darlık giderilir. İşlem sırasında beyne pıhtı atmasını önlemek için geçici olarak damarın içine şemsiye şeklinde koruyucu bir alet konur. Böylece komplikasyon riski açık ameliyatla aynı oranlara inmiş olur. Bu yöntemde açık ameliyatta görülen geçici ya da kalıcı ses kısıklığı, yutkunma güçlüğü, kanama riskleri yoktur.

Sağlıklı Günler Dilerim...

Yazının devamı...

Vasküler Malformasyon Nedir?

Merhaba Sevgili Okurlarım,

Sizlere bu hafta 'Vasküler Malformasyon' konusunun detaylarından bahsetmek istiyorum.

Doğuştan oluşan damar bozukluğu vasküler malformasyon, el ve ayaklarda geliştiğinde hareket kabiliyetini kısıtlıyor.

Vasküler malformasyon, doğuştan oluşan damar bozukluğudur ve vücudun herhangi bir yerinde oluşabilir. Bu durum doğumdan itibaren vardır, ancak zamanla büyür. Çoklukla ergenlik döneminden sonra gözle görülmeye başlanan vasküler malformasyon, vücudun her yerinde olabilir ancak ellerde veya ayaklarda bulunması, bu uzuvların hareketini engelleyebilir. Elde oluşacak damar malformasyonu yazı yazma eylemini bile zorlaştırabilir.

Hemanjiyom ile Karıştırılıyor

Malformasyonlar, hemanjiyom ya da damar yumağı, damar anomalisi diye de isimlendirilebiliyor. Hemanjiyom vasküler malformasyondan farklıdır ancak sıklıkla karıştırılır. Hemajomlar pek çok kan damarının bir bölgede toplanmasıyla meydana gelen iyi huylu damar tümörleridir.

Hemanjomlar doğumdan sonra fark edilir ve süre içerisinde 1 yaşında hızlıca büyümesi olabilir ve genellikle 10-11 yaşlarında büyük ölçüde kaybolurlar. Oysa vasküler malformasyon bunlardan farklıdır. Bunlar ilk olarak doğumda fark edilen ve büyük ölçüde yaşam boyunca gelişimini sürdüren damarsal bir yapıdır. Vasküler malformasyon kendiliğinden kaybolmaz, tam tersine yavaş yavaş büyüyerek daha belirgin hale gelir.

Malformasyonların Oluştuğu Bölge Önemlidir

Anormal damar oluşumlarının birçoğu hayatı tehdit etmez. Beyindeki atardamar ve toplardamarlar arasında, normalde olmaması gereken birtakım bağlantıların olması durumu Arteriovenöz Malformasyon olarak adlandırılır. Bu durum bazen tehlikeli olabilmektedir.

Yaşam Kalitenizi Bozabilir

Çoğunlukla mor renkli, deriden çıkıntı gösteren yumuşak damarsal şeklinde görünen vasküler malformasyon, görünümü ve oluşturduğu ağrı ile yaşam kalitenizi bozabilir. Bazen fark edilir, bazen ise görülmesi ve ortaya çıkması yıllar alır. Gençlik dönemlerinde görüntüsünden kaynaklı veya eklem hareketlerindeki kısıtlamalardan dolayı şikayetler göstermektedir. En sık yarattığı şikayet ise ağrı yapmasıdır.

Elde oluşan malformasyon yazma zorluğuna yol açmaktayken, ayakta oluşabilecek malformasyon ayakkabı giyilmesini dahi zorlaştırabilir. Bunun yanı sıra fazla büyüyen malformasyon diğer damarlara baskı yapabilir ve uyuşukluk hissi oluşturabilir.

Her Vasküler Malformasyon Gözle Görülemeyebilir

Vasküler Malformasyon deri üzerinin gözlenmesiyle tespit edilebilir, ancak gözle görülemeyen malformasyonlar da bulunmaktadır. Bu durumda radyolojik görüntüleme yöntemleri ile tanı konur. MR bu hastalığın tanısında en önemli ve doğru tanı koyan görüntüleme yöntemidir. Bazen renkli doppler ultrason ve bilgisayarlı tomografi ile inceleme yapılsa da tanıda MR görüntüleme ön plana çıkmaktadır. Burada damar dokusunun büyüklüğü ve diğer dokuların içine uzanımı çok daha net tespit edilebilir.

Bazı ilaç tedavileri malformasyonun büyümesini engellemek için denenebilir ancak şu an için bu durumu yok edici bir ilaç yoktur. Ufak ve yüzeysel malformasyonlar cerrahi ile çıkarılabilir ancak daha büyük olanlar ve kas ya da diğer organlara yayılmış olanlar, damar yolundan tedavi gerektirir. Bu şekildeki tedavi kasıktan katater ya da direk olarak malformasyona iğne ile ulaşarak gerçekleştirilir. Saf alkol ya da skerozan denilen ilaçlarla hasta damarlar büzüştürülerek yok edilir.

Yazının devamı...

Asrın Hastalığı: Bel Fıtığı

Merhabalar Sevgili Okuyucularım,

Bel ve bacak ağrısı yaşayan milyonlarca insana çekilen MR’lar ile fıtık teşhisi konulmakta ve bu durum kişileri bir hayli endişelendirmektedir.

Omurgamız Hakkında Bilmemiz Gerekenler

Omurga 24 tane (kuyruk sokumunu da sayarsak 28) omurdan oluşmaktadır ve birbirine bağlı hareketli bir yapıdır. Omurlarımızın bir gökdelen gibi dik durmasını sağlayan üç tane yapı vardır. Bunların en önemli ve en naziği her iki omurun arasında bulununan diskler, faset eklemleri ve ön, orta ve arkada bulunan toplam üç taneden oluşan özel bir ince kas dokusu olan uzun ligamanlardır.

Diskler diğer büyük eklemlerde olduğu gibi omurların arasında bir yastık görevi görmekte, hem hareketi sağlamakta hem de aşınmayı önlemektedir. İnsan ömrünün uzaması ve aktif hayat koşulları disklerin daha çabuk ve sıklıkla yıpranmasına neden olmaktadır.

Bel Fıtığı Nasıl Oluşur?

Disklerimiz bir yastıkcık görevi gören kollajen yapılardır. Omurların arasında bulunur, ağırlığı ve her türlü stresi absorbe eder. Zamanla yıpranma ve içindeki sıvının azalması ile sertleşir ve görevini yapmakta zorlanır. Üzerindeki yükü taşıyamaz hale gelir ve bu yükün altında ezilir. Bu yükten bir şekilde kurtulmaya çalışır ve bunu da herhangi bir yöne genişleyerek yapar. En zayıf ve en yük binen arka tarafı olduğu için arkaya omurga kanalına doğru taşar. Bazen bu uzun zaman içinde olur, bazen ise ani bir yük artışı (ağır kaldırma, ters bir hareket) ile bir anda oluşur.

Bel Fıtığı Dereceleri

1. Hafif bir şişlik (bulge)

2. Yeni olusan sivilce gibi (protruzyon)

3. Iyice büyümüş olgun sivilce başı gibi (ekstruzyon)

4. Patlamış sivilce gibi parçası omurga kanalı içinde (sekuestre) olarak sınıflandırılabilir.

Kolayca anlaşılacağı gibi 1 ve 2. evre fıtıklar ufak olduklarından çoğunlukla sinirlere baskı yapmaz ve hastanın hiçbir şikayeti olmayabilir. Buna sessiz fıtık denir. Genelde 3. ve 4. evrede sorun yaratabilir. Ancak bunların bile bir çoğu ameliyatsız tedavi edilebilir.

Lokasyonuna Göre Bel Fıtığı

1. Eğer orta hatta ise (santral) bir kaç sinire birden baskı yapabilir. Ancak omurga kanalı ortada geniş olduğundan daha büyük fıtıklar ancak sorun yaratır.

2. Orta hattın yanında ve daha köşeye yakınsa daha ufak fıtıklarda ağrı yapabilir. Ancak daha az sayıda sinir etkilenir

3. Eğer iyice köşe tarafta ise (foraminal) çok ufak fıtık bile sorun yaratabilir, ancak tek bir sinir etkilenir

4. Tamamen yan tarafta (ekstraforaminal) tek sinir etkilenir fakat daha büyük fıtıklar ancak sorun yaratır

Sonuç olarak değişik tip ve lokasyonları kafamızı karıştırabilecek nitelikte olsa da, burada vermek istediğimiz esas mesaj fıtık dediğimizde bunun birçok çeşidinin ameliyata ihtiyaç göstermemesi, hatta hastalarda ağrıya bile neden olmadan sessiz kalmasıdır.

Tedavi Yöntemleri

Bel fıtığı tedavisinde birkaç değişik yöntem kullanılabilir. En önemli konu hastanın şikayetleridir. Eğer sorun sadece ağrı ise, istirahat ve ağrı kesiciler bile yeterli olabilir. Ağrısı kısıtlı olan kişilerde, akupunktur, proloterapi, traksiyon denenebilir. Ancak çoğu zaman, hem hızlı ve uzun süreli ağrı kontrolü hem de inflamosyonu yok etmek için omurga içine yapılan steroid ya da ozon enjeksiyonları gerekir. Bu şekilde hastalar hızlıca normal hayatlarına dönebilirler. Epidural ya da selektif sinir bloğu denilen bu yöntemlerde, görüntüleme (skopi) altında hedef fıtığın baskı yaptığı sinirlere çok ince iğnelerle ulaşılıp ilaç enjekte edilir. Ayrıca gerekirse fıtığı küçültmek için lazer ya da koblasyon gibi disk hacmini azaltan yöntemler de beraberinde yapılabilir. Başarı şansı yüksektir, ancak tecrübeli hekimler tarafında doğru hedefe yapıldığında sonuç elde edilebilir.

Açık ameliyat, sadece ciddi kuvvet kaybı ve idrar/dışkılama sorunu olan hastalarda önerilir. Bunun nedeni ise bel fıtığının, %70’e kadar varan olguda kendi kendine gerilemesidir. Vücudumuzun savunma sistemi, fıtığı 3 ila 6 ay içinde öğütebilmektedir. Açık cerrahide de son yıllarda gelişme kaydedilmiştir, mikrocerrahi denilen yöntemle çok ufak kesilerden fıtığın cıkartılması mümkündür.

Yazının devamı...

Bilinen En Kötü Ağrı: Trigeminal Nevralji

Merhaba sevgili okurlarım,

Sizlere bu hafta bilinen en kötü ağrı olarak tanımlanan Trigeminal Nevralji’den bahsedeceğim.

Ağrı, gerçek veya potansiyel bir doku hasarından kaynaklanan veya bu şekilde tanımlanan, hoş olmayan bir duyu ve duygusal bir deneyimdir. Birçok farklı tipi bulunan ağrının her biri, şiddeti ve özellikleri açısından birbirinden farklılık gösterebilir. Ancak içlerinde, “dünyanın en kötu¨ ağrısı” olarak tanımlanan ve bu özelliği ile nam salmış bir tanesi vardır: Trigeminal Nevralji.

Yüzde Yayılan Elektrik Çarpması Gibi, Acı Verici Bir Tik

Trigeminal Nevralji, alın, yanak ve çene bölgesini kapsayan yüzün sadece bir tarafını etkileyen elektrik çarpması gibi, acı verici bir tik olarak nitelendirilir. Belirli bir sinirin neden olduğu bir çeşit kronik ağrı olan bu hastalık, aynı zamanda duruma adını veren sinirin de kendisidir. Bir tik hali ile başlayan belirtiler, ilk etapta 2 saniye ile 2 dakika arasında sürer. Bu süre zarfında, acı çeken kişinin ağrı yoğunluğu nedeni ile geçici yüz felç olması, konuşma ya da çiğneme yetisini kaybetmiş olması gözlemlenir.

Dişlerinizi Fırçalamak Ya da Makyaj Yapmak Bile Bu Ağrıyı Tetikleyebilir

Trigeminal sinirin alın, yanak ve çene bölgesini kaplayan üç dalı vardır.

Bu sinirin fonksiyonun bozulması, beyne anormal sinyaller göndermesine neden olur.

Sonuç ise; insanoğlunun yaşayabileceği en şiddetli baş ve yüz ağrısıdır. Trigeminal Nevralji hastalığı, yüzünüzden beyninize kadar acı uyandıran trigeminal siniri etkileyen kronik bir ağrı durumu olarak da adlandırılabilir.

Trigeminal Nevralji hastalığı durumunda, yüzünüzün hafif bir şekilde hareketi bile (dişlerinizi fırçalamak ya da makyaj yapmak gibi hareketler) ağrıyı tetikleyebilir. Ansızın başlayan ve halk arasında ‘delirten hastalık’ diye bilinen hastalığın psikolojik açıdan da birçok yansıması söz konusu olabilir.

50 Yaş Üstü Kadınlarda Ortaya Çıkma Olasılığı Yüksektir

Trigeminal Nevralji rahatsızlığının başlangıcında kısa ve hafif ataklar yaşama ihtimaliniz söz konusudur. Ancak hastalık ilerlerse daha sık görülen ağrılar yaşanabilir. Trigeminal Nevralji, kadınları erkeklerden daha sık oranda etkiler ve 50 yaşından büyük bireylerde ortaya çıkma olasılığı yüksektir.

Tedavisi oldukça komplike olabilir. Öncelikle çesitli ilaç tedavileri denenir ancak çoğunlukla yeterli ağrı kontrolü sağlanamaz. Bundan sonraki aşama, “Minimal İnvaziv” yaklaşımlardır. Bu yöntem ile Radyofrekans Ablasyon (RFA), gliserol, ya da balonla zedeleme teknikleri kullanılır.

Hastaların yanağında, dudağa yakın bir bölgeden uygulanan iğne ile kafa tabanındaki bir delikten, beynin komşuluğunda olan trigeminal sinire kadar ilerleyip, siniri yakarak (RFA) yapılan bu yöntemle, %80 oranda başarılı sonuçlar elde edilmektedir. Bu tedaviye cevap vermeyen hastalarda ise son seçenek olarak cerrahi mikrodekompresyon ya da ‘Gamma Knife’ radyasyon tedavisi planlanabilir.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.