SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Fark Yaratmak İçin Yola Çıkan Taraftar Derneği; İzmit Beşiktaşlılar Derneği

Bütün röportajlarım keyifli geçer benim hayatta keyif almadığım hiçbir şeyi yapmıyorum uzun süredir ama bir Beşiktaşlı olarak hem keyif aldım hem de çok gurur duydum.

İzmit Beşiktaşlılar Derneği 2016 yılında kurulmuş ve gerçekten kurumsal bir şirket yönetir gibi yönetiyorlar derneklerini. Sohbetlerine, iletişim hallerine ve dokümanlarına baktıkça daha da iyi anlıyorsunuz. İzmitli olmanın ruhundan da sık sık bahsediyorlar.

Ben, gala yemeklerini sosyal medyadan takip etmiştim. Çok farklı ve gerçekten şık bir geceydi. Dernek kurucu üyelerinin ağzında zaten hep bu söz var ‘ Farklı bir bakış açısıyla taraftar derneği ‘ olmak.

Yani futbol şöyle bir şey…

Coşkunun, heyecanın, bağlılığın ve 90 dakika tek yürek olmanın insan bedenine bürünmüş hali…

Şimdilerde maçları takip edemesem de bende siyah beyazın ayrı bir yeri vardır. Yirmili yaşların başında çok maça gitmişliğim o gökyüzünü inleten seslere şahit etmişliğim çok olmuştur. Herkesin tuttuğu takım için aynı duygulara sahip olduğunun çok farkındayım ama insan kendini bildiğinden hep kendi coşkusu en büyüğü gibi geliyor öyle değil mi?

Derneğin misyonunda yer alan KENTİMİZDE BEŞİKTAŞLILIK RUHUNU GÜNÇLENDİRME noktası çok etkiledi beni. Özellikle kentin takımı Kocaelispor’dan bahsederken hepsinin gözlerinin içi ışıldıyor olması da beni çok etkiledi.

Paydaşlarına vaatleri de çok sıcak duygular barındırıyor

• Kentimize ve Hemşerilerimize faydalı aktiviteler ile Beşiktaş duygusunu güçlendirmek.
• Ailelerimizi de içine alacak ortak faaliyetlerde mutluluğumuzu paylaşabileceğimiz platform olmak.

Bu vaatleri anlatırken heyecanlarına benim ettiğim gibi eşlik etmenizi çok isterdim. Konu ne olursa olsun STK’ların bu gönüllülük esası beni benden alıyor. Bir tutku uğruna yazılmayı bekleyen bir başarı hikâyesi… Beni bilirsiniz başarı hikâyelerine bayılırım.



İzmit Beşiktaşlılar Derneğindeki kuruluş amacı çok kıymetli. Bu yüzden onlar neler yapıyor biraz da ondan bahsedelim;

• Öyle güzel işler yapalım ki Beşiktaşlılar ne güzel insanlar desinler istiyorlar.
• Doğru bir spor bilinci yakalamak istiyorlar.
• Biz kimseye rakip değiliz bir yerde olmamız gerekirse olursak yanındayız diyorlar.
• İzmit Beşiktaşlılar Derneği Şeref Turu-Müze Gezisi ile geleceğimiz yavru kartallarımızabir destanı yaşatmak ve bunu sürekli hale getirmek istiyoruz diyorlar.
• Beşiktaşlılığı Efendi Manifestosunun getirdikleriyle yaşamak istiyoruz diyorlar.



Veeee bu söylediklerinin hepsini gönülden söyledikleri benim kalbime çok değdi.

Haa bu arada sosyal sorumluluk projeleri için de çok güzel hikâyeleri var ama bunları şimdilik bahsetmeyelim diyorlar.

Hepsi İzmitli ve kadın üye sayısı gerçekten çok fazla. Benim STK ‘lardaki kadın üye hassasiyetimi biliyorsunuz. Bu nedenle kadınların da yer aldığı kurucu üyelerini gönülden tebrik ediyorum.



Takımın renginden ya da isminden çok ruhu etkiliyor bizleri.
Kimimize babadan yadigâr tuttuğu takım,
Kimimizin futbolcusuna hayranlığımız o renge tutkuyla bağlanmamıza sebep oldu.
Ama tutku hep olmalıydı Futbolda.
Bu yüzden başk başka renklere gönül verdik hepimiz...



İZMİT BEŞİKTAŞLILAR DERNEĞİ kurucu üyelerinin geleceğe dair çok güzel planları var… Üyelerinin tamamı kurumsal hayatta kendi iş yoğunlukları arasında derneklerini de çok önemsiyorlar ve gönüllülük esası ile işliyor bütün işler. Ben onları sıkı takip edeceğim size de öneririm. Onların da dediği gibi, yaptıkları işlerle fark yaratacaklarına şahitlik etmek için ekteki sosyal medya hesaplarından takip edebilirsiniz.

https://www.facebook.com/izmitbesiktasdernegi

https://www.instagram.com/izmitbesiktaslilardernegi

Yazının devamı...

Aşk ile Kalbe Dokunan Adam… Ersan Özbudak…

Türkiye’nin başına gelmiş en güzel değerlerden bir tanesi.
O bir marka ve o bir başarı hikayesi…
ERSAN ÖZBUDAK


Bunu ben söylemiyorum bu sözleri onun için çevresindeki herkes söylüyor. Sosyal medyada resmini paylaşmamla birlikte beğeniler ve yorumlar kesilmek bilmedi. Duymuştum efsane bir bir insan olduğunuzu ama teyit etmiş olduk.

Ersan Özbudak sevilmek ne güzel şey…

Hayal Ettiğim mesleği ve Hayal ettiğim hayatı yaşıyorum. Hayallerimi yaşamak çok keyifli. Aslında temelinde insan sevgisi var. Hangi meslekten olursak olalım bizim insanımızı sevmemiz gerekiyor. İnsanlık için çok kaygılanırım, çok üzülürüm.

Ersan Özbudak bu söylediğiniz o kadar kıymetli ki…
İnsan canına kıyanlara çok kızıyorum. Çünkü biz bir insanı yaşatmak için saatlerce uğraşıyoruz. Artık biliyorsunuz 3. Sayfa haberleri manşetten yer buluyor. İnsan hayatı çok kıymetliyken ve biz bu kadar emek veriyorken insana kıyanlara gerçekten çok kızıyorum.

Başarılı olmak ya da başarısız olmak kıstasım değil benim. Kendisine kötü diyen bir insan görmedim ben.

Yine her zaman ki gibi çok zarif bir şekilde verdiniz cevabınızı…
Ersan Özbudak, çalışma temponuz çok hızlı ama onun dışında siz ne zaman dinleniyorsunuz inanın merak ediyorum.

Hafta içi hep çalışıyorum. Cumartesi saat 14.00 e kadar onun dışında Pazar günleri 2 saat mutlaka çalışırım. Dediğim gibi hiç bir iş sevilmeden yapılacak bir iş değil. İnsanlar için endişelenmekten ve onları düşünmekten büyük keyif alıyorum. Çünkü benim yaşam amacım bu.

Ersan Özbudak anlattıklarınız bir TV dizisinde görülen ve gerçek olamazmış gibi gelen şeyler. Galiba çok şeyi yitirdik sizin gibi hayata aşık biriyle karşılaşınca rüya gibi geliyorsunuz? Bu rüyayı yaşattığınız için size minnettarız.
Bir başarıysa bahsettiğiniz temelinde insana insan olduğu için değer veriyorum. Aslında bana göre abartılacak bir şey yok bu benim normalim diyebiliriz. Beni çok mutlu ettiniz çok teşekkür ederim.


Peki, başka bir meslek seçmeniz gerekseydi hangi mesleği yapmak isterdiniz?
Bu soruyu çok sordum kendime, benim eskiden bu yana hayalim terzi olmaktı. Bizim zamanımızda çok hazır giyim yoktu. Terzinin dükkânına girdiğinizde hafif bir müzik çalardı. Sobanın üstünde çay kaynardı. Çok tertipliydi ve o ölçü alma seremonisi falan bana çok büyüleyici gelirdi. Şimdinin modacısı da diyebiliriz.

Aslında her insanın arka bahçesi olmalı. Yani kendine iyi gelen bir şeyleri yapmalı. Benim arka bahçem spor. Düzenli olarak spor yapıyorum. Eş zamanlı müzik dinliyorum. Bu bana gerçekten çok iyi geliyor.

Ersan Özbudak siz hep çok çalışkan bir öğrenci miydiniz?
Asla taki lise 1. sınıfa kadar. Ölü Ozanlar Derneği filmini bilirsiniz. Oradaki öğretmene çok benzeyen bir öğretmen geldi bize. İlk geldiği gün edebiyat kitaplarını yırttırdı. Mesela gelirdi sınıfa, çocuklar canınız sıkkın duruyor hadi kalkın gezmeye gidelim derdi. O hoca kitapların özetlerini anlatırdı bize. Bize güvendi ve biz de o güvene layık olduk. Onunla tanışmasaydım doktorluğu kazanamayabilirdim. Üzerimdeki emeği çok fazladır.



Ersan Özbudak nasıl biri?
Gonca hanım ben istesem de kızamıyorum ya da bağıramıyorum. Ben naif bir yapıya sahibim. İnsana değer vermek benim için çok kıymetli. Hayatlarında zor anlar yaşayan hastalar geldiğinde ben onlara ne yapmalıyım ki onların yanında olabilirim diye çalıştırıyorum kafamı hep. Benim telefonumda yüzlerce mesaj var. Kokoreç yiyebilir miyim diye soranlar bile var.

Ersan Özbudak’ın bir geleneğini var. Sosyal medyada misafirleriyle resim çekilip paylaşıyor. Uğurlarken sağlıkla uğurladık diyerek bir resim çekiliyor. Ben de bir fotoğraf çekildim kendisiyle…
Ama bu kez
Saygıyla
Teşekkürle
Minnetle
Gururla
Çektirdim fotoğrafımızı ve güle güle dedim ve uğurlattım kendimi.
İnsanlığına hayran kalarak yanından ayrıldığım Sayın ERSAN ÖZBUDAK gibi değerlerin çoğalması dileğiyle...

Yazının devamı...

Gençlerimizi Sınırları Olan Dünyalarda Hapis Etmeyelim…

REKLAMLARIN GÜCÜ ama lütfen biraz dikkat…

Malum bir bankanın son zamanlardaki reklamını dinler dinlemez bu zamana kadar verdiğim savaşın koskoca bir marka tarafından alt üst edildiğine şahit oldum.

Kişilerin kendi değerlerine sahip çıkmalarını savunuyor yeni dünya…

Hayatta ne yapmaktan hoşlanıyorlarsa onu yapmalarını savunuyor gelişmiş eğitim sistemi…

Çünkü kişi severek yaptığı işte daha yaratıcı olabilir ve daha verimli bir çalışan olabilir falan filan…

Falan filan diyorum çünkü o kadar uzun bir konu ki bu…

Son zamanlarda kurumsal hayat bile personelini keşfetmek için çaba veriyorken bu kişilerin üstüne neden böyle büyük bir sorumluluk yükler ki?

Şöyle başlıyor reklam;

Kolay değildir bazı isimleri taşımak.

Mesela ÇETİN konulduysa adın bir kere

Hiçbir zorluk kolay kolay düşüremez seni yere

Adın konulmuşsa BİLGE

Herkes bilgi bekler senden geleceğe güvenle bakalım diye

Annen baban YÜKSEL koymuşlarsa seneler önce

Başarılarına yenilerini ekleyerek durmadan yükselmeni beklerler bu günlere

Diye devam ediyor REKLAM METNİ.

Şimdi; GAYET TE KOLAY bazı isimleri taşımak.

İsmimiz ÇETİN olabilir ama biz hayatta bazen başarısızlık yaşamış olabiliriz hatta yanlışlar yapmışta olabiliriz. Mükemmel olmalarını beklediğiniz için kendilerini hırpalamalarını beklemenizden dolayı kurumsalda ayaktan kelepçeli takım elbiseli mahkumlar milyonları aştı.

Adı Bilge olabilir… Biliyor musunuz KAÇ MİLYON ÇOCUK matematik kafası zihni sinir olmadığı için ama İsmin BİLGE senin sen çok başarılı olacaksın diktelerinden dolayı kendini yetersiz hissederek büyüdüğü. Veee o çocuklar tüm hayatları boyunca kendilerini yetersiz hissederek büyüdüler. Ben yine başarılı olamadım duygusunu her anlarında yaşadılar sayenizde.

O delikanlının ismi YÜKSEL olabilir. Ama o sıradan bir hayat yaşamayı tercih edebilir. Çünkü bazıları hayatlarında huzuru arar. Onlar için yaşam amacı HUZURDUR. Ama Yüksel ismin senin diğerlerinden daha yüksek notu almalısın sen isminle yaşa evladım cümleleri yüzünden belki de hiç mutlu olmayacağı üst düzey yönetici oldu.

Çocuklarımızın daha yaratıcı olabilmeleri sevdikleri işi bazen başarısız olabilme lüksleriyle doğru orantılıdır. Nice dâhiler yada nice başarılı dünyaca ünlü iş adamları onlarca kez başarısız oldular, defalarca red edilmelerine rağmen istedikleri işi yapabilmek için vazgeçmediler.

Birçok kimse, ünlü yazar Stephen King’i bilir ancak çok az insan hayat hikayesini duymuştur. Stephen’in ilk romanı neredeyse her basımevinden geri çevrildi ve o da romanını çöpe attı. Karısı ise romanı çöpten alarak, ona yeniden başvurması konusunda ısrar etti ve tekrar tekrar yapılan başvurular sonrasında da bizim bildiğimiz Stephen King haline geldi. Bu ilham verici başarı hikayesinden öğreneceğiniz en önemli ders, eğer siz kendinize inanıyorsanız, ret edilmenin bir anlamı olamaz!

Beni ilk okuduğumda gerçekten motive eden, ilham verici başarı öykülerinden biri de Oprah’a ait. Oprah son zamanların en ünlü TV Show yıldızı ve gezegendeki en zengin kadınlardan da biri ancak bu onun hikayesinin başlangıcı değil elbette. Oprah’ın daha önceki yaşamında işinden kovulduğunu ve Televizyon için uygun olmadığının söylendiğini biliyor muydunuz?

Microsof’un kurucusu olan Bill Gates, bu günlerde iş hayatındaki yaşayan en ilham verici liderlerden biri ancak, onun grafiksel kullanıcı ara yüzü ve faresi olan bir bilgisayar yaratmaya dair fikrini, başka bir firmaya sunduğu zaman reddedildiğini biliyor muydunuz? Hatta bazı insanlar şöyle söylüyor, projenin olduğu kağıtları işverenler suratına fırlatmışlar ve böylece o Bill Gates olmuş.

Biz başkalarının değer setleri için değil, hayallerimizin peşinde koşarken başarısız olma ödülünün tadını çıkara çıkara yaşamayı tercih eden ve mutlu hayatlar yaşayan bir nesil olduğumuz gün, Dünyada bizden farklı bahsedilmeye başlanılacaktır.

Gençlerimizi sınırları olan dünyalarda hapis etmeyelim…

Yazının devamı...

Etlere Dans Ettiren!!! Mavi Gözlü Adam…

Eveeet sevgili okurlar yine bir başarı hikayesi ile satırlarınızdayım.

Bu mavi gözlü Jön kıvamındaki bu yakışıklı kasap ta kim derseniz hemen soruyum, hadi onu tanıyalım biraz;

Sevgili Murat Pala, sen kimsin? Nesin, kimin fesisin?

VEEEE Bu hikaye nasıl başladı ?

1977 doğumluyum. Selanik kökenli bir ailenin en ufak çocuğuyum. Babam biz çocukken Almanya’ya çalışmaya gittiği için 4 kardeş olarak birbirine bağlanarak hayata karşı gardımızı aldık yıllarca. Babam Almanya’dayken babam ve amcamla çok uzun yıllar beraber kasap dükkanı işlettiler. Ben askere gidene kadar da kasap dükkanında çalıştım. Yıllarca etlerin içinde büyüdüm diyebilirim. Ama biliyorsunuz akraba içinde iş yapmak çok zor olur. Aynı zorluğu biz de yaşadık ve işimizi amcamlarla ayırmak durumunda kaldık. Sonrasında eniştemle birlikte İzmit merkezde züccaciye dünkanı açtık. İnsan ilişkileri benim için çok kıymetli ve çok sevdiğim bir detay olduğu için züccaciyeliği de çok sevdim. Ancak ekonominin durumu gereği BABA Mesleğine dönemeye karar verdim.

ŞOK ŞOK ŞOK, Dur bir dakika Hikayenin en havalı kısmına ‘’ BABA MESLEĞİNE DÖNMEYE KARAR VERDİM’’ diyerek usulca haksızlık edemezsin… O zamanları anlatsana neler yaptın da bu etler bu kadar lezzetli oluyor. Çünkü senin etler dile geliyor arkadaş…

Efendim teşekkür ederim. Şunu söyleyebilirim içimdeki et aşkı ortaya çıktı diyebilirim. Ben bu işletmeyi 2013‘ün Mayıs’ında açtım. Gençliğimde etlerin içinde büyüsem de sıradan olan şeyler beni mutlu etmedi hiçbir zaman. Bu işe başlarken yarım kilo kıyma ya da 1 kilo pirzola tartmak için ya da ızgarada köfte pişirmek için başlamadım. Bu işe eğitimini alarak kendimi akademik olarak geliştirerek başladım. Mutfak Sanatları Akademi’sinde eğitimler aldım. Günaydın Restaurant’ta staj yaptım. Bu işi Türkiye’de iyi yapanların (Murat Türkoğlu) yanına gittim onlarla çalıştım. Kendimi geliştirmek için sürekli araştırdım hala da araştırıyorum. Mesela Afyon’da bir ustanın yaptığı et yemeğinin ününü duydum ve atladım gittim adamın yanına. Orada onunla bu yemeğin tüm inceliklerini öğrendim. Haaa şu da var, yemek konusunda biliyorsun komşu kadınlar birbirlerine poğaça tariflerini vermezken değil ki şahane bir yemek tarifini asla vermez bir usta amaaa ben aldım. İşte orada insan ilişkileri kabiliyetimle övünebilirim.

Ben insanları mutlu etmeyi seviyorum. Veeeee lezzetli etler yemek insanları çok mutlu ediyor. Daha ne isteyeyim?

Nasıl Bir Adamsın, Nasıl Bir Babasın, Nasıl Bir Eşsin?

Şimdi bunu bana sordun iyi ettin de bunu ben cevaplayamam ki…

Çünkü ben dışa dönük biri olsam da böyle şeyleri sevmem. Çok güzel bir eşim var bana hep destek, pırlanta gibi bir oğlum var… Çok iyi bir baba mıyım dersen değilim galiba…

Çünkü oğlumu göremiyorum ve ona yeteri kadar zaman ayıramıyorum… Ama onları çok seviyorum. Bunu onlara gözlerimle anlatıyorum galiba…

Bu işler güçler onları engellese de her şey bizim için sonuçta bunu biliyorlar…

Ben işimi en iyi şekilde yapmaya takıntılı biriyim. Galiba mükemmeliyetçilik hat safhada…

Murat Pala, Hayalini kurduğun bir dünyanın içindesin ve bu dünya sana nasıl geldi ?

Ben olmak istediğim yerdeyim o yüzden mutluyum. Ama buraya ben yoktan var ederek geldiğim için benim için daha kıymetli. Çünkü insanlar hayallerin içinde kaybolurlarsa sonucu hüsran olur. Ve ne şanslıyım ki benim hayalim çok gerçek J

Murat Pala Dükkanın bulunduğu konum çok mu sapada ne dersin?

Hep şunu düşünüyorum Gonca. Ben burada 2 personelle çalışıyorum. Eti işlemesini kendim yapıyorum. Eti pişirmesini ben yapıyorum. Et sunumunu ben yapıyorum. Et ikramını ben yapıyorum. Veee bunları yapmaktan çok mutlu oluyorum. Hatta misafirlerime bile çaylarını ben getiriyorum. Daha merkeze gidebilir miyim? Evet gidebilirim. Ama yemek için insanlar yolunu değiştirir derdi bir büyüğüm. Evet çok haklıymış insanlar yolunu değiştiriyorlar ve buraya geliyorlar…

Murat Pala pekiiiii senin fiyatların nasıl ?

Benim menüm yok… Misafirlerimin canı ne istiyorsa onu pişiriyorum. Benim de kulağıma fiyatlar biraz pahalı sözleri geldi. Ama şunu söylemek istiyorum. Başka etçilerde kişi başına 200 gr et geliyor ve 50 tl para ödüyorlar. Benim dükkanımda bir porsiyonda 400-450 gr et yiyorlar ve 50-60 tl fiyat ödüyorlar. Ayrıca tamamen el yapımı ona yakın meze çeşitlerimiz var. İnsanların önüne meze olarak kekikli zeytinyağı koymuyoruz sadece yani.

Ucuz ve iyi et olamaz… Bizim porsiyon olarak çalışma uygulamamız yoktu ancak kişi başına hesap ödemek isterse misafirlerimiz onlara özel olarak ta bir çalışmamız var.

Sen bu işe gönlünü vermişsin lakin bu lezzetli etleri sunabilmek için bunları nereden temin ediyorsun? Bir Tüketici olarak bizim için önemli çünkü?

Ben cumartesi günleri gece 23:00 de dükkanı kapatıyorum. Eve gidiyorum duşumu alıp üstümü değiştirip 24:00 gibi evden çıkıyorum. Bayrampaşa’da Megacenter diye bir yer var. Orada İtimat Et firmasına gidiyorum. Bu firma gece 200 adet dana kesiyor. Ben oraya gittiğimde 02:00 gibi onların buzhanesine inmiş oluyor. Ben onların buzhanesine giriyorum saat 03:00 de ve elimdeki elektrikli testere ile hepsini tek tek gezerek (200 dana 800 parça et demek olur) bakıyorum. Beğendiğim etleri testeremle ayırıyorum. Bu işlem 05:30‘a kadar sürüyor. Sonrasında ben etleri yükleyip dükkana buzhaneye yerleştiriyorum. Sabah 07:00 gibi evde oluyorum. Duşumu alıp, kahvaltımı edip tekrar dükkana geliyorum.

Ben misafirlerim taze ve kaliteli et yesin diye bu ritüeli her hafta hiç uyumadan yapıyorum.

Steak Houselara ne diyorsun? Bu terim ağzıma bir anda yerleşti ve havalı da geliyor galiba ?

Biz mangal kültürüyle büyüyen bir toplumuz. İşte ateşe atarsın pirzolayı ve yanmadan alırsın biz böyle öğrendik. Biz eti bıçakla keserken hafif yağ ve kan çıkan etler yemeğe alışkın bir millet değiliz. Ama Türkiye bazı markalarla bilinçlenmeye başladı.

Benim Cuma günleri kuzu kapama yapıyorum mesela EFSANE bir lezzettir tavsiye ederim.

ŞU MEŞHURRRRR Dallas ve Newyork ne demek?

Dananın bel kısmı kemikli olarak kesildiğinde bunun adına FLETO denir. Fltenun üst kısmı kemiksiz olursa kontrfile diye bir et çıkıyor oradan. Danaların böbrek yatağı dediğimiz yer bonfile; buraya LOKUM deniyor. Bunu kemikli keserseniz sonrakilere T-BONE deniyor. T-bone steak, hem bonfile hem de kontrfile parçasına sahip tek et çeşidi. Ondan sonrakilere de DALLAS deniyor. Kontrfileyikalın keserseniz ve kemiksiz olursa NEWYORK deniyor.

Peki Gonca Berktay Karaalp geldiğinizden bu yana hep bana soru sordun hatta terlettin kimi zaman bu sefer de ben soracağım ?

Murat Pala yanlış ata oynuyorsunuz diyeceğim ama Sor hadi sor dinliyorum ?

Sana en güzel yaptığın yemeği sormak istiyorum ?

Wooooowwwww …

Bak efsaneyimdir bu konuda…

Şöyle söyleyeyim benim tarifli yemeğim yoktur. Uydur kaydır yöntemlerle güzel ve pratik yemekler yaparım. Yarım saatte sekiz kişilik sofra hazırlayabilirim.

Böyle de iddaalıyım sevgili üstad!!!

Etin dansettiği baharat nedir peki bunu çok merak ediyorum? Kekik mi?

Etin dans ettiği partneri tuzdur. Kaya Tuzu…

Sonrasında kekik devreye girer…

Ürünlerimizde rafine tuzu zaten kullanmıyorum.

Benim iş arkadaşlarım Baharatlar ve Bıçaklardır…

Ben bu işe sanat olarak bakıyorum aslında . Bir tiyatro oyununda provalarda çok çalışmak gerek, bir eti işlemekte olduğu gibi… Hangi bölgenin nasıl pişirilmesi gerektiğine kadar çok detay var ve bu detaylar bana bambaşka bir aşk yaşatıyor.

Pekiiii şu meşhur el hareketinin hikayesi nedir?

Firmanın logosunu ben tasarladım. Kitlelere alışkanlık yaratmak diye bir şey var ya aslında o amaçla oluştu. Bir gün otururken logodaki tik işaretinden ilhamla ortaya çıktı diyebilirim. Güleryüzümle, esprili yönümle farklı bir algı oluşturuyorum aslında. Hepsi bir bütün oluyor ve misafirleriminde bu detaylar çok hoşuna gidiyor … Marka yaratmak dedikleri böyle evriliyor galiba…

İşler hep yolunda mı gitti meselaaaaaa … Zorluk yaşadığında nasıl hissetti Murat PALA?

Ben zor zamanları daha çok çalışarak yendim. Burayı açarken İÇİMDEKİ DUYGUM aynıydı ve şu anda da aynı… Ama ilk zamanlarımda , yeni dikilen bir fidan nasıl ki rüzgar çıktığında daha kolay eğilirse ben de hırpalandım. Zorlandım. Ama hiçbir zaman topraktan köklerimi çekmedim. Her bahar yeşillendi yapraklarım. Ama az, ama çok … Ama hep oldum ilk başta dikildiğim yerde. Şimdi ise kökleri sağlam meyve veren bir ağaç haline geldim . Öyle güzel olsun ki her şey, asırlık bir çınar misali gölgemde çok insana nefes aldırayım istiyorum. Ama biliyorum o günler de gelecek. Hayalim gerçeklerimse şu an o günlerde gelecek.

Biz Murat Pala ile çok keyifli zaman geçirdik.

Çok güldük bir kere komik bir adam…

Çok ta zarif…

Hatta ben nasıl güldüysem ses kayıt cihazında ses çatlamış o derece yani…

Keyifli bir adam ve çok sevdiği aşık olduğu işi yapıyor.

Çoğumuz işe zar zor giderken böyle adamlara kulak vermek gerek…

Kolay mıydı başladığında hayır çok zordu…

Ama yılmadı vazgeçmedi…

Mavi Gözlü, Jön Kıvamında, Komik Kasap …

Onun hikayesini takip etmek ve işini yaparken ki heyecanına ortak olmak istiyorsanız ekte linklerini paylaşıyorum. Ya da yolunuz İzmit’ten geçerse mutlaka onda et yemeden geçmeyin…

Pişman olursun benden söylemesi…

https://www.facebook.com/mrtpala

https://www.instagram.com/muratpalaa

https://www.facebook.com/metekasapizgara/

https://www.instagram.com/metekasapizgara

Yazının devamı...

Sezgi Beşli; O Bir Marka Kadın...

O bir tasarımcı,
O bir yenilikçi,
O bir güzel yürek,
O bir hayal avcısı,
O bir çılgın,
O bir hayvansever,
…….
Bunlar benim onu tanıdığım kadarı… Eminim tanımadığım kadarı , bunun 4 katı falan olabilir. Bir kere aklı sürekli projeler için çalışıyor. Bu yönünü kendimle bağdaştırdım ve daha bir sevdim onu. Sezgi Beşli çok sempatik biri aynı zamanda. Haa bu arada çok da çekici bir dişi. Ama farklı bir duruşu var. Yani çok sıcak biri ama bir yandan da ‘’Dur bir dakika benim bir kırmızı çizgim var ‘’ı hissettiriyor. Sıcak, soğuk ortaya karışık ama çok COOL…
O bir BAŞARI HİKAYESİ aynı zamanda…
Hayalini kurduğu mesleğin okulunu okuduktan sonra İstanbul’da ayakta durma meşgalesine başlamış. Çok da başarılı olmuş ama her işten sonra tasarımın tadına varamadığından belki ,daha fazla hevesle başlamış yeni projelerine.
Nerden nereye gelmiş Sezgi Beşli biraz ona bakalım;
Sezgi Beşli 8 Mart 1981 tarihinde Ankara'da doğdu. 2004 yılında İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil/Moda Aksesuar Tasarımı Bölümünü bitirdi. 2004 yılından itibaren çeşitli tekstil ve ayakkabı firmaları için özel koleksiyonlar hazırladı. 2009 senesinde Türkiye Moda Tasarımcıları Derneğine katıldı. Bireysel markası olan Sezgi Beşli'yi 2009 senesinde oluşturup, "Patchgothic" ismini verdiği 2009-2010 Sonbahar Kış koleksiyonunu tasarladı.2010 İlkbahar Yaz "Lady's Soldier of Fortune" ve "Lady's Bohemian Rhapsody" kombine koleksiyonunu tasarladı. 2010 senesinde Bebek Şenliği organizasyonu'na Galatamoda tasarımcıları ile beraber katıldı. Aralık 2010 Tarihinde Konya Selçuk Üniversitesi'nin daveti üzerine 2011 İlkbahar Yaz trendleri ve tasarım çizgisi hakkında konferans gerçekleştirdi.2011 senesinde "2iki" adını verdiği ayakkabı markasını hayata geçirdi. 2012 senesinde Molu Mücevher-Moda Tasarımcısı Tanju Babacan'ın "Örce Kadın" defilesinin ayakkabılarını tasarladı ve "kadına şiddete hayır" sosyal sorumluluk projesine ayakkabı tasarımlarıyla destek verdi.2012 ilkbahar-yaz Galatamoda Festivali'ne ayakkabı tasarımlarıyla katıldı.2012-2013 Sonbahar Kış Galatamoda Festivali'ne ayakkabı tasarımlarıyla katıldı.

Sezgi Beşli; "Son","Fatmagül'ün Suçu Ne","Kuzey Güney" "Merhamet" dizilerine tasarladığı ayakkabılarıyla sponsor oldu .Tasarımcı, Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Moda Tasarım Bölümü'nde Ayakkabı Tasarımı dersi için öğretim görevliliği yaptı. 6-9 Kasım 2013, tarihlerinde düzenlenen 50.AYMOD -Uluslararası Ayakkabı Moda Fuarı'nda Designers Area bölümünde-Sezgi Beşli standı ile yer aldı. 2015 Uluslararası AYMOD Fuarı'nda Trend Area bölümünde de standı olan tasarımcı, Türkiye Ayakkabı ve Aksesuar Tasarımcıları Birliğinde yönetim kurulundadır. Sezgi Beşli; Türkiye Deri Tanıtım Grubu'nun Milano'da sergilenen tasarım projesi için seçilen tasarımcılar arasındadır. Tasarımcı, Paris Hilton ayakkabı markası için koleksiyon hazırladı. Tasarımcı aynı zamanda 2. İstanbul Uluslararası Ayakkabı Tasarım Yarışması'nda jüri üyeliği yaptı. Lumberjack ve Dockers by Gerli markalarının tasarım uzmanlığı görevini yapmıştır.

Bu cv tadında detaylar bilinmeli çünkü emeği çok fazla, okurken eminim hissetmişsinizdir ama asıl beni ilgilendiren kısımı, o başarı hikayesini yazarken ne hissettiği…


Sezgi Beşli ile şahane bir röportaj gerçekleştirdik.
Güldük…
Eğlendik…
Çıldırdık falan…
Hadi bakalım;

Sezgi Beşli kendi markasını ne zaman kurdu ve hikaye nasıl devam etti anlatır mısın ?

2011 senesinde 2iki by Sezgi Beşli markasını kurdum. Ayakkabıda markalaşmaya başladım. Bu büyük bir gelişme oldu. Çünkü Türkiye ’de ayakkabı tasarımcısı yok denecek kadar az. Biz bu piyasada çok azız. Ahmet Baytar ve Pınar Arkun gibi markalaşmış başarılı arkadaşlarım var . Nişantaşı'nda kendi mağazamı açtım 2 sene kadar mağazacılığa devam ettim. ; "Son","Fatmagül'ün Suçu Ne","Kuzey Güney" "Merhamet" dizilerindeki oyunculara tasarladığım ayakkabılarımı giydirdim. Daha sonra ülkemizde bir şeyler olmaya başladı, bazı olaylar uzun sıkıntılar oluşturdu ve bende dükkanımı kapattım. Ama iflas ettim diye değil iflas edebilirim diye kapattım. Daha büyük markaların Nişantaşı'nda ve Taksim civarında da dükkanlarını kapatmaları üzerine ben de böyle bir karar aldım. Kısacası önlem aldım. O süre zarfında biraz sıkıntı çektim. Ardından işe girdim. Ben hiç egolu biri değilimdir, aman benim markam var, ben maaşlı çalışamam demedim. Türkiye’nin içinde bulunduğu durum belliydi ve o işlere benim de ihtiyacım vardı. Lumberjack ve Dockers by Gerli markaların tasarım uzmanlığını yaptım, Collezione markasında aksesuar ürün tasarımcısı olarak çalıştım. Bizim ülkemizde tasarım yok. Dünya markalarının ayakkabı modelleri taklit edilmek suretiyle sezon ürünleri üretiliyor. Modelleri kopyalayıp yani sektör diliyle esinlenerek sezon çıkartılıyor. Böyle olunca siz bize fazla nitelikli geldiniz oluyor tabi. Daha az bedelle kopyala yapıştır yapabiliriz açıklamalarını duydum hep. Fazla donanımlı olmayan çalışanlara daha az ücret ödeyerek devam etmek istiyoruza döndü iş.
Bir yandan 2. İstanbul Uluslararası Ayakkabı Tasarım Yarışması'na jüri olarak çağırıyorlar, fuarlara çağırıyorlar, plaketler veriyorlar, bir yandan sizin gibi fazla donanımlı ayakkabı tasarımcısı yerine yetiştirilmek üzere daha az donanımlı tasarımcı çalıştırmayı tercih ediyoruz diyorlar. Sonuç olarak Türkiye ‘de ayakkabı sektöründe tasarıma gereken önem verilmiyor dolayısıyla donanımlı ve vizyonu geniş tasarımcılara da pek değer verildiği söylenemez.


Sevgili Sezgi Beşli tünelin sonundaki ışığı ne zaman gördün ve o heyecanı ne zaman hissettin?

Aslında umudum kalmamıştı bir ara yurtdışına gitmek istedim. Çok ciddi görüşmeler de yaptım. Ama benim amacım ülkemden ve Türk olmaktan kaçmak değildi. Amacım işimi geliştirirken bu işi bir Türk yaptı dedirtmek aslında. Ben her gittiğim yerde Türk olmamla övünürüm ve her zaman önde tutarım. Mesela moda tasarımcısı Bora Aksu moda haftalarında defile yapan Türklüğüyle övünen önemli tasarımcılar arasındadır. Moda fotoğrafçısı Mert Alaş var mesela… Adam sosyal medya hesabından Atatürk’ün , Türk bayrağının fotoğraflarını paylaşıyor. Ben de eğer bu statüye gelirsem ki hiçbir şey imkansız değil , mutlaka ben de Türk olduğumu vurgulamayı tercih ederim.
Yaşadığım bir tecrübeyi paylaşmak isterim sizinle;
Ayakkabı Yan Sanayi Fuarı'na (AYSAF) kendi tasarımım olan ökçe (topuk) modelim ile katılmak istedim ve trend alanının konseptini belirleyen italyanlardan oluşan bir kurula girdim. Orada yan sanayi ürünü ile katılan tek türk tasarımcı bendim. Düşünsenize benim ülkemde değerlendirilişime bakın ve dışarıdaki algıya bakın. İşte bu noktada o ışığı gördüm;
Ben daha fazla şeyler yapmalıydım. Daha verimli olabileceğim ve daha fazla ürün çeşidiyle daha geniş hedef kitlelere ulaşabilmeliydim. Tasarım ve hedef kitlenin ortak bir noktada bir çok işlevsel ürünün olduğu bir proje ürettim ve şu an Dorock XL Boutique Shop projesini yapıyorum. Benim hayatımda 2 dönüm noktası vardır. Biri kendi markamı oluşturduğum milad. Diğeri de Dorock XL Boutique Shop projesidir.

Kendini çok mutlu hissettiğin anlarını paylaşsana ?

Öğretmenken çok mutlu oluyorum. Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Moda Tasarım Bölümü'nde Ayakkabı Tasarımı dersi için öğretim görevliliği yaptım bir dönem. Orada içimde biriken bilgileri donanımları gençlere aktardıktan sonraki gelişimleri görmek benim için paha biçilmez bir duygu.

Tahammül edemediğin şey nedir ?

Boş insanlara tahammülüm yok benim. Bu diplomayla ölçüm değil yanlış anlamayın sakın. Aslında parası olup boş gezene tahammül edemiyorum ben.
Fayda odaklılığım çok yüksek. İnsan üretmeli ve diğerlerinin önünü açmalı.

Hiç hobin var mı ?
Benim hiç hobim yok… Çünkü benim işim hobim… Tasarım uçsuz bucaksız bir deniz... Çok sıradan şeylerden hoşlanmam mesela. Belki de bu yüzden tasarım kasım çok kuvvetli.

İstanbul’da tutunmak senin için zor oldu mu ?
İzmir ‘den okul bitince hepimiz İstanbul’a geldik. Ben hiç bırakmayı düşünmedim. Ama ara ara başka ülkede olmam lazım dediğim oldu ama gidemedim. Bir de belli yaştan sonra bir şeyleri garantiye almam gerekiyor gibi hissettim.

Peki Sezgi Beşli neden Dorock XL Boutique Shop'ta?
Bu proje benim için çok kıymetli. Hem ticaret kafamı, hem tasarımcı kafamı, hem de o çılgın tarafımı kullandığım bir noktada. Dorock XL Boutique Shop'ta tasarım ürünleri sunuyoruz. Mayodan takıya ve AYAKKABIya kadar bir çok kalemde ürün yapıyoruz. Bunların üretimi, tasarımı, tasarım tedariği, stoğu gibi tüm detaylarını titizlikle yönetiyorum.
Aslında herşeyin bittiği ANLAR şölenin başlayacağı ana çok yakındır derler ya… Bu o kadar doğru bir söz ki …
Dorock XL Boutique Shop projesi de benim için şölenin başladığı an diyebiliriz. Hayatımın 2. Dönüm noktası.


Dorock XL Boutique Shop projesini anlatsan biraz… Seni bu kadar heyecanlandıran projeyi dinlemek isteriz.
DorockXL Boutique Shop'ta tasarım ürünler yer alacak. İnternet satış sitemizde, sosyal hesaplarımızda ve Beşiktaş'ta açılacak 10.000 m2 lik işletmenin içinde butiğimizde satışı olacak. Aslında burada 20 civarı tasarımcı hayallerini gerçekleştirecekler. Tabi ki markaya bağlı ama onların isimlerinin de yer alacağı etiketler olacak. Hayal eden tasarımcıya fayda sağlamak ve bu tasarımların genç, dinamik ve müzik sever hedef kitleye ulaşmasını sağlamak buradaki amaç. Biliyorsun senin de dediğin gibi fayda odaklı yetkinliğim üst seviyede. Belki de burada bu yüzden çok mutluyum. Bu projenin yöneticisi olmak beni çok heyecanlandırıyor. Aklıma sürekli ucu çok ışıklı projeler geliyor. Dorock XL markasının sahibi sevgili Münir Atamer vizyonu çok geniş bir karaktere sahip ve benimle bu yola girdiği için ona da buradan çok teşekkür etmek istiyorum. Bu arada Dorock XL Beşiktaş İstanbul’un en büyük konser ve eğlence alanı olacak. Yerli ve yabancı şarkıcılar ve gruplar her gün konser verecekler. Kadıköy’deki Dorock XL' ın zaten büyük bir kitlesi var. Beşiktaşla daha da büyük bir kitle haline geleceğiz.


Sezgi Beşli senin gibi hayalleri için yaşayan herkese birşeyler söylesene belki de senden ilham almayı bekleyen bir bu yazıyı okuyacak .
Ben hayatım boyunca hayallerim için yaşadım. Evet zaman zaman ödün verdim ama sadece diğer kapının açılacağı zamanı bekledim. Vazgeçmedim sadece sabrettim. Çünkü hayatta her şey gerçeğe dönüşür. Hayal eder ve vazgeçmessek hayat bizim için çalışır . Çünkü ışığın hangi kapının ardından gözükeceğini bilemeyiz. Bizi okuyanlara son sözüm ; Mutlu olduğunuz iş size göre olan iştir. İşinizi hobiniz haline getirin ve hayatınız içerisinde keyifle yer açın.

Nasıl ama ben size demiştim OOOOOO BİR HAYAL AVCISI diye. Yine hayallerini gerçekleştirmiş bir başarı hikayesine şahit olduk.

SEZGİ BEŞLİ‘yi
https://m.facebook.com/SezgiBesli/
https://www.instagram.com/sezgibesli_design_shoes_/

Dorock XL Boutique Shop'u
twitter.com/DorockXLbshop
facebook.com/dorockxlboutiqueshop
instagram.com/dorockxlboutiqueshop

Linklerinden takip edebilirsiniz.
Şimdilik bu kadar…
Onun hikayesi devam edecek.
Ben ise diğer başarı hikayeleri dinlemek için yollarda olacağım.


Sevgi ve Saygılarımla…,


GONCA BERKTAY KARAALP
gonca@gbkegitim.com
www.gbkegitim.com

Yazının devamı...

Nar Anne ve Düşü...

Sevgili NARDANE KUŞÇU…

Onunla tanışmadan efsanesiyle tanıştım… Birçok kişiden duydum onu. Sohbet edip te onun dilinden ve yaşanmışlığından etkilenmeyen yok gibi…

Her şeyden bir öğretisi var… Hele o mihenk taşı gibi eski deyimleri ve ifadeleri yok mu insanı kendinden alıyor. Gerçekten de birçoğumuzun istediği gibi doğayla iç içe yaşıyor. Ama sosyal medyaya koyulan işte huzur bu fotoğraflarındaki gibi değil. O gerçekten doğanın bir parçası. Toprağını hayvanlarını gelen çocukları ve insanları için bir bütünün parçası olduğunun çok farkında.

Bir düşüm vardı benim şimdi benim düşüm bizim işimiz oldu dedi ve beni kalbimden vurdu. Biliyorsunuz benim içinde bir hayali olan ve peşinden koşan insanlara karşı olan hayranlığımı. Nede olsa bende hayalinin peşinden koşan bir deliyim kimilerine göre… Ama Nar Anne'nin dediği gibi ADINI DELİYE VERECEN SIRTINI ÇALIYA VERECEN VARIP YOLUNA GİDECEKSİN… Ben de öyle yapıyorken bu güzel insanla tanıştım.

Nar Anne adı gibi gittiği yere bereketi götürüyor. Gelin şimdi bu güzel başarı hikâyeyi ondan ve ailesinden dinleyelim…

Nar Anne, bize hikayenin bilinmeyen yönlerini anlatsana. Çünkü seni hepimiz internetten araştırdığımızda çok şey öğreniyoruz. Ama bize ruhumuza dokun desem farklı bir bakışla NARKÖY’ü ve kendini anlatır mısın?

İlk çocuklarıma NARKÖY konusunu açtığımda BENİM BİR DÜŞÜM VAR dedim. Emekli olduğumda benim Şile’de bir arsam vardı. Belki anne sana düşünde başarılar dileriz deselerdi bu kadar olmazdı ama ben yine Şile’de bir şeyler eker yine düşümü bir yere kadar yaşardım. Ama çocuklarım benimle düşüme ortak oldular. BENİM DÜŞÜM BİZİM İŞİMİZ OLDU. Ailemle ortak bir misyon bulduk hayat amacımızı yaşıyoruz aslında. Toprağa ektiğiniz tohumun bile belli zamanı var çatlama ve filizlenme gibi. Ben çocuklara bir şey sunuyorum çocuklar bunu alıyor ve ezber bozan işlere imza atıyorlar.

Hayal ettiğin şeyi yaşamaman mümkün değil. Kaçsan kaçsan varacağın yer orası çünkü. Kumaşın o senin… Dolayısıyla, ben kendi adıma konuşursam ben doğadan hiç kopmadım. Aldığım eğitimlerde BENİ HEP DOĞAYA SEVK ETTİ. Biz Köy Enstitüsü öğretmenleri tarafından okutulduk. İlkokulda da öğretmen okulunda da hep doğayla iç içeydim.

Narköy’de hesaplanmış riskimiz her zaman oldu. Biri düşlerken, biri hayata geçiriyor burada. Düzeni bu şekilde oturttuk. Hayırlı bir iş yapıyorsan yaratıcı destekliyor zaten. SON KAPIDA HEP ADALET VAR ben buna inanıyorum.

Biz burada sürekli bir şey öğreniyoruz. Mesela bu sene çok kar oldu Narköy’de. Biz de şu an oturduğumuz kısmı mecburen biraz daha ileri almak zorunda kaldık. Sonra burayı dekore ettik bu güzel yer meydana geldi. Ananem derdi ki ; ‘’ DÜŞTÜĞÜN YER HAZİNENİN SAKLI OLDUĞU YERDİR. ‘’.Başımıza gelen zorluklar için isyan etmiyoruz burada. BİR AVUÇ KENDİ TOPRAĞININ VERDİĞİNİ, EMİN DAYIN VERMEZ derler. Bu yüzden çarelerimizle büyüyoruz ve sorunlarla öğreniyoruz biz burada.

Yine bir gün ananemle sohbet ederken;

‘’ Anane ya ne desem olmaz diyorlar? ‘’ dedim ona.

O da bana hiç gecikmeden şu cevabı verdi

’’ AMAN BEEE KIZIM ADINI DELİYE VERECEN SIRTINI ÇALIYA VERECEN VARIP YOLUNA GİDECEKSİN ‘’ . Dedi. Şimdi düşünüyorum da alın size strateji… Stratejinin ağa babası değil mi bu şimdi?

Biz burada aile olarak çalışıyoruz. Emekli General Enver Paşa tüm ekibe enerjisini dağıtıyor. Enver Paşa’nın buradaki çabası hepimizi çok etkiliyor. Aslında hepimizde bu ruh her gün yeşeriyor. Bizim ekibimizde Multidisiplinal ruhumuzla çok güzel şeyler yapıyoruz. Ben tarım ve çocuklar konusunda çok aktifim. Kızım ekibimizin mimarı kısmını yönetiyor. Gelinim bizim finansımızı tutuyor. Eşim tüm teknik yapıyı yönetiyor. Oğlum kurumsal eğitimler kısmını yönetiyor. Biz ailemizle çalışmayı çok seviyoruz. Tek başına kahramanlık, bütünsel bakış açımızda asla yok. TEK BAŞINA TAŞ, DUVAR OLMAZ der büyüklerimiz. Kendini iyi hissetmek için insana ve paylaşıma ihtiyaç var. İYİ ÇOĞALSIN UMUT DAİM OLSUN derler ya biz bunun için çalışıyoruz.

Biz bu hikâyeyi yazmaya başladığımızda bu işin fiziki olarak vücut bulabilmesi için çok uzun bir yola çıkmış olduk aslında. Bu yolun ilk başı çok zorladı bizi; devlet kurumlarından alınacak izinler, mimarinin doğaya uyumlu olgunlaştırılması, amaca hizmet eden bir çiftlik ve eğitim oteli inşa etmek hiç kolay olmadı. Şimdi bizim hikâyemizi duyan bir kişi, bir arazi alayım ve üstüne barakalar yapıp çiftlik işleteyim işlerin şahane olmasını bekleyeyim demesin. Bizim hayalimizi gerçeğe dönüştürmemiz için sağlam bir ekibimiz vardı ve biz hesaplanmış riskimizle yola çıktık. Aslında yoldaki kasisleri bize fısıldayan bir meleğimiz hep vardı bu nedenle. Bütüncül bir girişim aslında bu. Ceplerindeki tüm parayı harcayıp 10 dönümlük bir organik çiftlik kurarlarsa yaşama şansı çok yüksek değil. Organik iş yapmak için finansal model olmadan yola çıkılmaması gerekiyor. Kuvvetli kaslarımızı masaya koymamız gerekli. Öyle de yaptık… Çünkü bizi zirveye taşıyan beklide bu…

Doğru zamanda bir araya geldiğimizde şehvet enerjisinden şefkat enerjisine dönüşürüz.

Farklı kuşakların bir arada olması, köyden kentten dünyadan gönüllülerin bir arada olmasıyla burada bambaşka bir şey oluşuyor.

Bizim burada tavuklarımız, kazlarımız, küçük ve büyük baş hayvanlarımız var. Kırmak dökmek yerine var olanı korumaya çalıştık. Koruması zor bir model burası.

NARKÖY birçok yurt dışı ve yurt içinde tez konusu oldu. Bizim sağlam kaslarımızdan biri de bu. İncelenmeye değer bulunmasını da çok kıymetli buluyorum ben. Türk gençleri korunmuş olarak yetişiyorlar. Burada korunarak büyümenin zararlarının da farkına varıyorlar ve hayatlarına yeni bir düzen kuruyorlar.

Dayatma yerine bir sürü örneği bir araya getiriyoruz. Teknolojiyle doğayı uyumlu kullanmak çok kıymetli bir şey. Sürdürülebilir buluşlarla bunu yapmak daha kıymetli. Bu aynı zamanda EKO-Psikoloji konusu. Türkiye’de bir uzmanı yok ama ben bir sürü gencin kanına girdim. Tez yapmak için araştırmaya başladılar. Bence birçok kuruma EKO-PSİKOLOJİ uzmanları gerekecek. İşin ve insanların duyguları çalışılan ortamlara yansıyacak.

DAHA BİR HOLOGRAM YAŞIYORUZ BURADA. YAŞARKEN DÜŞERKEN KALKARKEN KEŞFEDİYORUZ.

Tohum bankamızda birçok besinin geleceğe taşınması için aslında elçilik yapıyoruz. Bizim burada amacımız birçok besini geleceğimize en doğal haliyle taşımak aslında.

Narköy’de bizim yaptığımız şey; BELKİ DE İNSANLARIN DÜŞLERİNE SAHİP ÇIKMALARI GEREKTİĞİNE İNANDIRMAK…

Bizim hikâyemizin mimari projesinde kızım BESTE KUŞÇU REYMAND yer aldı.

Beste çok doğal çok sıcakkanlı bir Narköy aşığı…

Sevgili Beste biraz da bu çılgın ve çalışkan ailenin mimari yönünü anlatsana bize;

Ben iç mimarlık okudum ve Fransa’da mimarlık eğitimi almaya karar verdim. Burası için yine benim okuduğum Fransa’daki okulda okumuş bir mimarla çalıştık. Ancak buranın ilk çivisinin çakılmasından son dakikasına kadar hep başında oldum. 2007‘de aldık burayı ve 2008'de projemizi çizdik. Başta aslında daha büyük bir proje çizmiştik. 150 kişi konaklamalı, 2000 m2 lik eğitim verilebilecek bir projeydi. Çizdik çizmesine ama bir yandan coğrafyanın üzerinde yaşayınca onun isteklerini dikkate almaya başlıyorsunuz. Bizim ekonomik isteklerimiz ve mimari isteklerimiz değil de buranın bir isteği olduğunun farkına vardık. O projeyi çöpe atıp küçük ölçekli bir iş yapmaya karar verdik. Çünkü bizim 6 dönüm üzerinde imar kurmamız doğayı yaşatmamız için daha zevkli oldu. Agro turizm adıyla yaptığımız bu iş için Ankara yolunu düzleştirdik aslında. Sonra Ankara bize bizim iyi bir şey yaptığımıza ikna olarak alın size % 60 imar hakkı diyerek bize yanımızda olduklarını ifade ettiler. Ancak biz bunu asla istemiyoruz emsal olmayalım bize sadece %30 imar hakkı verin dedik. Çünkü biz iyi niyetli olabiliriz şu an ama sonrasında hırslarımızla arsanın tamamını ticarete dökmek isteyebiliriz. Ya da başka niyetleri olan insanlar doğayı bozarak ticaretle doğaya zarar verebilirler dedik ve kararı değiştirttik. İyiki de değiştirtmişiz…

Buranın mimarisini tasarlarken Fransa-Türkiye sürekli gidip geldik. Sürdürülebilir mühendislik hizmetleri aldık. Buranın tüm enerji kaynakları analiz edildi. Burada rüzgârdan mı yada güneşten mi faydalanmalıyız diye araştırmalar yapıldı. Sonrasında rüzgâr tribünleri mi kursak dedik. Baktık ki oluşan rüzgâr doğanın dengesini değiştirebiliyor. Burada çok güzel bir kuş nüfusu var onları kaybedebiliriz dedik ve çıkan sesten bizim duymadığımız ama onların duyduğu seslerden dolayı doğanın dengesini bozacağımıza karar verdik, vazgeçtik.

Odalarımızın hiçbirinde klima yok. Güneşe bakış açıları ile güneş enerjisiyle ısınıyorlar ve yeterli gölgeden dolayı serin oluyorlar. Karadeniz mimarisinden çok esinlendik. Selenderler üzerine kurduk modüllerimizi. Toprağın nemini de almamış oluyoruz böylece. Biz modüllerin temelini oluştururken oradaki nebati toprağı alıp belli bir yere koyduk ve temel atma tamamlanınca yine selenderlerin altına aynı toprağı yerine koyduk. Aslında burada bir şeyi ifade etmek istedik. Bu bir duruş aslında…

Yağmur sularını hasat ediyoruz ve sulamada kullanıyoruz. Gri ve siyah sular filtre ediliyor ve yine sulamada kullanıyoruz.

Kompos tuvaletimiz var. Benim mimar olarak ilk yapım kuru tuvalet. İçinde su yok. Tuvaletinizi yaptıktan sonra üzerine talaş atıyorsunuz. Bizden çıkan her şey azot, talaşta karbon olduğu için bir süre bekledikten sonra azot ve karbon bir araya geldiğinde gübreye dönüşüyor. Üzerini talaş tamamen kapladığı için bir kokuda oluşmuyor. Tertemiz bir toprak elde ediyorsunuz ve bir yarar elde etmiş oluyorsunuz.

Oda servisimiz yok mesela. Odalarımızın çok yakın kısımlarında her şey yetişiyor bu nedenle acıkınca siz alıp yiyebilirsiniz diyoruz konuklarımıza. Odasına kocaman karpuzla giden insanlar dolaşıyor buralarda J

Biz burada akıllı binalar yapmak istemedik. Daha çok farkındalık ruhunu yaşatmak istedik. Odalarımıza kullanma kılavuzu koyduk. Örneğin pencereni ve perdeni şu saatte açar şu saatte kaparsan, akşam odana geldiğinde daha serin bir odada kalırsın gibi. Bizim burada kişiye demek isteğimiz hepimizin bir etkisi var doğaya ve birbirimize.

Bu projenin içinde olmak beni hayata bağlıyor. Kuralları ve belli normları olmayan bir yapıyız biz. Bu nedenle doğadan öğrenerek işimizi ona göre planlıyoruz.

NARKÖY’de birde Ahmet Bey var ki kendisi Naranne’nin eşi, ailenin reisi olur, O da her an her yerde. Çok sakin ve çok ta çevik bir yapısı var. Tüm teknik konuları o yönetiyor.

Ahmet Bey, peki sizin bu şahane ortamın teknik işlerini yönetmek nasıl, zorlu ve heyecanlı kısmı ne bize biraz anlatabilir misiniz?

Teknik açıdan dikkat edilmesi gereken çok şey var. Mesela binayı yaptınız ama yangın açısından dikkat edilmesi gerekli. İtfaiye müdürlüğüne gidip kontrol ettirmeniz gerekli. Yangına dirençli boyalar kullanmanız gerekiyor. Kurmayı düşündükten sonra o kadar çok detay var ki.

Bizi en çok zorlayan şey klima oldu mesela. Üç yıldız almanız için klima ve TV olması gerekiyor. Ve bize ilk başta 2 yıldız verdiler. Biz burada yatak başına priz bile koymadik ki sosyal medyada uzak dursun insanlar diye. Bizim odalarımızda TV de yok hatlarını çektik ama koymadık onu da sadece denetlemeye geldiklerinde talep olursa koyabilelim diye mesela. Ama sonrasında bize 2 sene sonra siz çok çok üstünde bir hizmet sunuyorsunuz diyerek 3 yıldızlı ünvanı verdiler. Dünyada bu sistemle kurulan ortamların standartlarında olduğumuzu anlatsak ta yine de biliyorsunuz kuralların dışına çıkamıyoruz. Bizim Narköy’ümüzün Yeşil Yıldızımız var. Yeşil yıldız konsepti az enerji kullanan otellerde oluyor.

Biz ilk yatırım maliyetini yüksek tuttuk çünkü belli bir anlayışa göre açmak istiyorduk. Alt yapısı bu yatırımı yapmak gerektiriyor. Aslında çok katlı bir bina yapılsaydı çok daha az bir maliyete çıkardı ama bu yaklaşım bu duyguya çok vahşi bir yaklaşım olduğunu düşünüyoruz.

Bizim burada yapmaya çalıştığımız şey doğa o kadar güzel ve doyurucu ki sadece olabilecek en mütevazi şekilde rahat etmemizi sağladığımız bir alan yarattık.

Yaptığımız binaların yağmur suyunu toplayıp sulama ve tuvalet suyu olarak kullanıyoruz. Sürdürülebilir bir yapıyız biz ve bunu sürekli takip etmek gerekiyor.

Bir de ekibin kurumsal ayağını yıllardır İstanbul’da ve tüm Türkiye’de sürdüren sevgili Ozan Kuşçu kısmı var.

Sevgili Ozan, Üstat demekten mutluluk duyduğum Sevgili Ozan, bize Nar Anne’yi ve Narköy’ü senin kurumsal eğitim açından anlatsana?

Gonca’nım çok teşekkürler, benim için onur senin böyle düşünmen. Narköy aslında çok önemli bir bileşke. Nasıl bir bileşke, annemin organik tarım çiftliği hayaliyle benim ekolojik eğitim tesisi hayalimin bir bileşkesi. Çiftlik, tohum bankamız, otelimiz, eğitim tesisimiz birbirine muhteşem değer katıyor. Nar Eğitim olarak yaptığımız tamamen deneyimsel, sahada/doğada yaptığımız liderlik, takım olma gibi eğitimlerde Nar Anne ve çiftlik bizim büyük değerimiz ve farkımız. Eğitmenlerimiz liderlik prensipleri üzerine çalışırken Nar Anne’nin tarım ve doğaya dair hikayelerinden ve çiftlikte gerçekleştirdiğimiz aktivitelerden öyle güzel metafor ve bağlantılar üretiyorlar ki, davranış değişikliğine doğru benzersiz bir farkındalık yakalamış oluyoruz. En az bu kadar kuvvetli bir etkiyi aynı zamanda benim öz abim gibi sevdiğim emekli General Enver Paşa’mızın hayatı idame, ormandan dersler gibi aktivitelerindeki katkılarıyla da yakalıyoruz. Bu iki boyut gerçekleştirdiğimiz programlara muhteşem biz lezzet katıyor. Sonrasında gerçekleştirdiğimiz entegrasyon seanslarında katılımcılardan aldığımız geri bildirimlerde de bu etkiye çok kuvvetli şahit oluyoruz.

Eveeeet kocaman bir ekip bizi çok güzel bir şekilde ağırladılar. Burada konuştuklarımın dışında konuşup ta yer veremediğim birçok emekçi var orada. Onlar canla başla hevesle ve hep gülümseyen bir ifadeyle yaşıyorlar orada. Yaşıyorlar diyorum çünkü orası yaşamayı sevdiğinde huzura dönüşen bir köy… Belki nüfus müdürlüğünde kütük yapılmayacak bir köy ama şahane bir hikâyesi var. NARANNE’nin dediği gibi onun düşü şimdi onların işi oldu. Düşlemenin hayata geçmiş halini bir başarı hikâyesinde daha gördük birlikte şahit olduk. Kalemim yettiğince Nar anne gibi insanları sizinle tanıştıracağım.

Unutmayın

‘’DÜŞTÜĞÜNÜZ YER HAZİNENİNİZİN OLDUĞU YERDİR’’

-Nar Anne sözü-

http://www.narkoy.com/

Yazının devamı...

İzmit O'nun İçin Her Zaman Bir Markaydı...

Bu O'nun hayal ettiği bir projeydi…

Kurumsal bir yapı sistemiyle herşeyi o kadar iyi yönettiki tek başına dev bir marka yarattı…

Hadi o girişimci kafasını ve başarı hikayesini birde O'ndan dinleyelim…

Tolga Bozüyük kim önce biraz bunu anlatır mısın?

Tolga, İzmit’te doğup büyüyen bir İzmitli…

İzmit’i çok seven şehrin değerlerine sahip çıkan bir vatandaş.

İzmit‘li bir esnafın oğlu …

Esnaflığı küçük yaşlardan bu yana babadan, babanın müşteriyle olan ilişkisinden öğrenen bir İzmit‘li…

Saygıdan ödüm vermeden samimi bir İzmit’li

Spor yapmayı seven özellikle basketballu profesyonelce yapan BİR İzmit’li

Deniz Hanımla evli, eşine çok aşık ve 2 çocuk babası bir İzmit’li…

İstanbul’da kurumsal firmalarda yöneticilik yapmış ama sonrasında babasının ocağına dönen bir İzmitli…

Bendeki Tolga Bozüyük kim biliyor musun Tolgacım ?

Tolga ; girişimci ruhunu sokağa salması gereken zamanı çok iyi tespit etmiş ve projesine çok inanan aynı zamanda İzmitliyi arkasına alan ( İzmit’te çok sevilen biri olmanın Çoook etkisi var ) bir İzmit’ li …

Tolga:Çok teşekkür ederim… Tanım Hoşuma gitti :) J

Peki Tolgacım ağzından düşmüyor hep Babam sözü… Baban nasıl biriydi de sen hep O'nu rol model aldın :

Benim babam bir esnaftı aslında sadece. Ama esnaflık farklı meziyettir denir ya işte o meziyeti öğrendim aslında öylece seyrettim. Yıllarca okul dışında hep babamın yanında çalıştım ben. Tedarikçimizden tutun kendi çalışanımıza yada sokaktaki delisine kadar herkese hep saygılıydı, anlayışlıydı. Rol model almak için biçilmiş kaftandı aslında. Benim işim kolaydı babamı görmüştüm meslekte. Mesleğimi olsun yada kurumsal hayattaki ilişkilerimde olsun bu kültürümün faydasını çok gördüm. Benim babam çok komiktir aslında. Bende onun gibi güldürmeyi ve gülmeyi çok severim. Baba olmak ve Esnaf olmak zor zanaat ama benim çok iyi bir öğretmenim var.

Tolga’cım Ailene çok değer verdiğini dinledim senden , biraz anlatsana çoluk çocuk nasıl bir ailesiniz?

Yıllardır süren mutlu bir evliliğimiz var bizim. İki arkadaş ve iki aşık olduğumuz için gemiyi batırmadık yıllarca. İki tanede miçomuz var. Bir kızım ve bir oğlum var.

Çocuklarıma kolay sahiplenecekleri bir hayat vaat etmiyorum. Ne almak istiyorlarsa mutlaka kendilerinin de bir tuzu olmalı imajı çizmeye çalışıyorum. Geçenlerde kızım odasına bir televizyon almak istedi. Ben şimdi bunun için bütçe ayıramayacağımızı ve eğer kabul ederse kendisine bir miktar para verebileceğimi ve kendisinin bununla bir şeyler alıp üretip satıp tv nin parasını kazanabileceğini söyledim. Kısa bir süre içerisinde kızım ürettiği ürünleri eşe dosta satarak çok iyi para biriktirdi ve odasına istediği tv yi kendisi aldı. Bu onun için de benim için de bir gurur tablosu oldu.

Aslında burada onu zorlamak değildi amacım.

Amacım istediğimiz şeylere sahip olmak için başka şeyler düşünüp çareler ürettirmekti.

Bu İzmit Gazozu Efsanesi ne zaman başladı anlatır mısın ?

Bir süre önce Muğla’da bir bakkala girdiğimde Muğla Gazozuna denk geldim.

O gazoz orada bir tik attı sanki bomboş bir sayfaya…

Sonra parça parça birleşen bir yapboz gibi tüm parçalar yerini buldu.

İzmit’li olmak ve değerlerine sahip çıkmayı ilke edinmiş biri olarak İzmit ismini kullanarak neden böyle bir şey yapmıyorum ki ben dedim.

İşte kolları sıvamam bu anda oldu.

Hemen marka ismini satın aldım. Eş zamanlı tedarikçi ve dağıtım firmalarıyla çalışmaya başladım. İzmit’te sağladığım güven sebebiyle sağ olsunlar dağıtıcı firmamızla çözüm ortağı işleyişinde çok güzel çalıştık.

Veeee bu günlere geldik…

İzmit Gazozunu ilk piyasa sürdüğümüzde stoklarımız yetmedi. Biliyorduk bir etki yaratacağını ancak bu kadar beklemiyorduk.

Çok bilinen gazoz firmaların tüketimiyle yarışır hale geldik.

Peki İzmit Gazozu’nun bu kadar kısa zamanda patlamasının sebebi sence nedir ?

İsminin İzmit Gazozu olması en büyük etken…

Veeee İzmitlinin sahiplenmesi. Fırsatı gelmişken , tüm İzmit halkına İzmit Gazozuna sahip çıktıkları için çok teşekkür ederim.

Biz markayı alırken Körfez Gazozu, Kocaeli Gazozu olarak isim alternatifleri de düşündük ama şimdi bir kez daha çok doğru bir karar verdiğimize emin olduk.

Klasik soruyu sormadan geçemeyeceğim 5 yıl sonra TOLGA BOZÜYÜK nerede görüyor bu girişimci hareketi ?

Tabi ilk önce Kocaeli’nde ulaşılmayan bir nokta kalmayana kadar bu hareketimiz devam edecek. İzmit’te yaşayan herkes rahatlıkla ulaşabilecek hale gelsin istiyoruz. Sonrasında tüm Türkiye’ye bu tadı ulaştırmak istiyoruz. Bunun sinyallerini şimdiden alıyoruz bu arada …

Kocaelispor’a olan düşkünlüğünün çocukluktan bu yana sürdüğünü biliyoruz. Markanda Kocaelispor’a yapılan bir destek var sanırım anlatsana biraz?

Kocelispor sevdası bende olduğu kadar bir çok İzmitlide var…

Bende bu heyecanıma bu sevdamı nasıl işlerim diye düşünürken elde edilen gelirin bir bölümünü her ay kulübe aktarmakta buldum çareyi. Böylece ; hayalimle ve sevdamla yapıyorum işimi …

Birde sosyal sorumluluk projesi var galiba?

Evet Koç-Der ile gerçekleştirdiğimiz bir proje bu. İzmit Gazozu şişelerini otizmli çocuklarımız boyuyor ve süslüyorlar. Bunları 50 tl bağış karşılığı satın alabiliyorsunuz . Bunun karşılığında 6 adet gazoz ve gazoz açacağına sahip oluyorsunuz. Karşılıklı bir yardımlaşma ve dayanışma oluyor aslında.

Peki bu girişimci ruhunu okuyucularımıza biraz aşılasana nasıl olacak bu işler desem ?

Önce Cesaretli olmak gerek…

Cesaretin yanına çok detaylı araştırma yapmayı koymadan edemeyeceğim. Çünkü keşfedilecek bir Amerika yok artık. Sadece fırsatları değerlendirmek önemli. Seninde dediğin gibi HAYAL ETMEK çok kıymetli…

Ve sonrasında tabiki VAZGEÇMEMEK…

Ama herşeyin yolunda gideceği garantisi yok. Bunun için hazırlıklı olunmalı. Adımlarını atarlarken mutlaka bir b planları olmalı.

Ben bu girişimci hareketi takip edeceğim, bence sizde takip edin. Gayet aklı başında davranışlar sergileyen bir marka var karşımızda. Stratejiler doğru yapılandırıyor ve bunun için de çok çalışmayı hedeflemişler… Ülkemizde birilerine ilham olsun diye buluştuk Tolga Bozüyük’le. Sağ olsun O da bizi kırmadı tüm içtenliğiyle bizimle sohbet etti. Kibirsiz , egosuz bir adam olması bence markanın değerlerinin vazgeçilmezleri olacak…

Hikayenin başı çok başarılı …

Başı diyorum çünkü yol uzun diyor kendisi…

Takipteyiz…

#tolgabozüyük#izmitgazozu#izmit

Yazının devamı...

UNUTULMAYAN 17 Ağustos 1999

Aynı bugünkİ gibi bulutlu bir gündü. O zaman radyo programcılığı yapıyordum. Akşam 17:00 de programım bitti. Hatta o gün programı yaparken plajyolundan bir arkadaşımıda görmüştüm, o da kahve içiyordu. Vedalaştık ben eve geçtim.

Geçtim geçmesine ama evde yalnızdım ve içim sıkılıyordu. Koltukta oturamıyordum, nefes alamıyordum adeta . Annemde, ablam yeni doğum yaptığı için ablamın yanındaydı. İzmit’ in 60 evler semtinde oturuyordu ablam. Babam eve gelmişti en iyisi evde durayım geçer sıkıntım dedim. Ama geçmek bilmedi sıkıntım. Gece 23: 00 de annemi aradım ve ağlayarak ‘’ben evde duramayacağım ne olur eniştem beni almaya gelsin ‘’ dedim. Hemen geldi eniştem aldı beni… Çokta sıcaktı o gün , birde gökyüzü çok herzamankinden değişikti. Balkonda oturduk biraz, sonra yattık. Ablamın çocuğu ufak olduğu için biz ablamların yatağında annemle birlikte yatıyorduk, ablamın oğluda hemen yanımızda. Sonra bir anda annemin sarsmasıyla uyandım. İnsan uyanırken elini yastığında gezdirirya, ben gezdirdiğimde elime beton parçaları gelmişti. Daha önce duymadığım sesler geliyordu kulağıma. Annem fırtına oluyor kızım korkma diyordu. Ablamın oğlu beşiğinden yere düşmüştü.Onu aradık bir süre çünkü karanlıktı her yer. Veee her yer tozdu. Zar zor kalktık ayağa ama odanın kapısı sıkışmıştı açılmıyordu. Sonra eniştem bize salona dayalı duvarın patladığını söyleyince ordan çıktık. Yani odalar arasındaki duvarlar patlamıştı. Hepimiz kapının önüne geldik. Merdivenler çatlamıştı. Ve göz gözü görmüyordu. Herkes koşuşuyordu ve ağlıyordu. Ama kimse ne olduğunu bilmiyordu. Taki apartmanın dışına çıkıncaya kadar. Ablamlar 5-6 apartmandan oluşan bir sitede oturuyorlardı deniz manzaralı yeni yapılan bir yapıydı. Çıkınca baktık ki diğer sitelerin hepsi abartmıyorum tuzla buz olmuştu. Sadece bizim olduğumuz bina yarı yıkılmamış durumdaydı. İnanamıyorduk, neyin içinde olduğumuzu anladığımızda boş alanlara doğru koşmaya başladık. Çünkü herşey üstümüze üstümüze geliyor gibiydi. Çıktığımızda o çığlıklar, ağlamalar hayatımda duyduğum en zor seslerdi. Yardım edemiyorsun ve insanlar çok zor durumdalar bir düşünsenize . Göçüğün altında annem ölüyor diye bağıranlar. Çocuğu alın ne olur diye haykıranlar sinir krizi geçirenler. Hayatımda bu kadar çaresiz insanı bir arada görmemiştim.Gökyüzüde bir garipti , çok yakındı bize ve binlerce çok parlayan yıldız vardı. Bir tepe bulmuştuk oraya çıktık ama hepimiz şoktaydık. Ben ‘’ izmittede deprem olmuşmudur acaba ‘’diye bir cümle kurmuşum ilk çıktığımızda izmitte olduğumuza rağmen mesela. Hayatımdaki ilk sinir krizimi geçirdim o anlarda . Babam yoktu yanımızda çünkü. Babam öldümü diye tekrarlamışım defalarca. Hemen yanıbaşımıza ölen insan cesetleri koydular. Günlerce etrafımızda yakınlarını enkazdan çıksın diye bekleyen insanlar vardı. Her yerde vardı çünkü 60 Evler yoktu. Gün ağırınca görüntü bizi mahfetti. Her yer yıkılmıştı. İnsanlar ölmüştü ve biz hiçbir şey yapamıyorduk. Gözlerimi kapattığımızda sallanıyorduk. Aylarca ben uykuya dalamadım. Çünkü gözlerimi kapatınca o insanların çaresiz seslerini duyuyor ve sallanıyordum. Şükürler olsun 1. Derece yakınımızı kaybetmedim ama arkadaşlarım ve büyüklerim , onlar canlarını kaybettiler. Söylenecek laf yoktu hiçkimseye. Çokta konuşamıyorduk bu konuları. Tarifsiz bir deneyimdi.

Sonra Tüpraş patlayacak dediler. Kaçsın herkes dediler. Bizde kaçtık. Zaten bilinçli bir davranışımız yoktu. Kalabalık nereye giderse mantık yürütmeden yapıyorduk. Özdileğin bahçesine gittik. Orada kaldık yerde yattık. Sabahında yumurta kırdık yedik ve o sabah bir şey yemek en lüks restaurantta yemek yemek gibiydi. Utanıyordukta herkes yemek bulamamıştı çünkü. Çooook yemek , bisküvi ve süt sırasında bekledim. Battaniye sırası mesela. Çadırlar gelmişti kızılaydan. Çadırın hemen yanına ortak kullanım alanı için bir baraka yapmıştık. Ben 18 yaşındaydım o zaman. Çelimsiz vücudumla koca koca kalasları taşıdım. Herkes yaptı birşeyler. Çünkü hiçbir şey yoktu dostlardan başka. Yeni dostlarda edindik. Herkes aile oldu. Ama çok ailede yıkıldı. Enkazın altında hayata veda ettiler. Ben yıllar geçsede tek bir anını unutamıyorum. Hele ki apartmandan ilk çıktığımızdaki o dışarı çıkmış tüllerin gelin duvağı gibi sallanmasını. İnsanın aklı almıyordu. Onca kat üstüste nasıl gelirdi. 18 yıl önce olan bir olay ama dün gibi. Hangi İzmit’liye sorsanız ALLAH BİR DAHA YAŞATMASIN sözüyle başlar cümlesine. Allah bir daha yaşatmasın gerçekten….

Yazımın başında deprem olmadan önce gördüğüm ve plajyolunda oturan arkadaşımıda kaybettim ben . Onu o gün son görüşümdü. Bir çok arkadaşımı olduğu gibi…

Yakınlarını kaybeden tüm Türkiyenin tekrar başı sağ olsun…

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.