SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Yaşam Alanlarında Somon Rengi Kullanımı

Merhaba sevgili Milliyet okurları

Renkleri hayatımızın her alanında olduğu gibi, yaşam alanlarında da kullanırken dikkat etmemiz gereken birçok noktaya zaman zaman değiniyoruz. Kullanım alanlarının işlevlerinin, psikolojik etkilerinin, alan metrekaresinin, mekanın aldığı doğa ışık miktarının, birlikte kullanılacak renk kompozisyonlarının renkleri kullanırken ne kadar önemli olduğunu dikkat etmemiz gerektiği sık sık vurguluyoruz. Sizlere bu yazımda kış mevsiminin soğuk etkisini daha sıcak hale getirecek, mekanlarda daha dingin ve dinlenebilir atmosfer yaratmak için kullandığımız somon renginin kullanım alanlarından ve etkilerinden bahsetmek istiyorum.

Somon rengi, pastel diye nitelendirdiğimiz en yumuşak renk tonlarından biridir. Pembe renginin bir alt tonu olduğu gibi, turuncu renginin doygunluk seviyesinin azaltılmış bir tonudur. Sakinleştirici, sıcak ve alanda zarif bir etki yaratır. Bu yüzden kış aylarının kasvetini gölgelemek için eğer mekanın genel konseptin içinde bu renk yoksa lokal olarak dahil ederiz. Birçok renkle kombinasyonu rahatlıkla oluşturulabilir. Beyaz, siyah, mint yeşili, mürdüm, turuncu, kahverengi, lame ve dore renklerle birlikte kullanmak oldukça etkili alanlar yaratmak için başvurduğumuz özel renklerdir.

Psikolojik etkilerini göz önünde bulundurursak, yaşam alanlarının her mekanında rahatlıkla kullanılacağımız bir renktir. Fakat çok yoğun kullanmak, sakinlik enerjisini çok aktife edeceği için özellikle çalışma odası; yaratıcılık gereken bir uğraşınız varsa bunu gerçekleştirdiğimiz alanlarda kullanırken dikkat etmek önemlidir.

Ortak alanlarda salon, mutfak, banyo, antre gibi mekanlarda kullanırken mobilyanızın rengine, tamamlayıcı renklere, aydınlatmaya dikkat etmek gerekir. Örneğin, duvar kâğıdı veya boya olarak somon rengini kullanacaksanız mobilyalarınızın beyaz, gri, bej, açık vizon gibi tonlarda olması mekanı daha ferah gösterecektir. Daha koyu ahşap mobilyalarla birlikte kullanacaksanız daha keskin bir etki yaratıp, mobilyaları öne çıkaracak ,dikkat çekici bir alan yaratmış olacaksınız. Bu yüzden, alanın metrekaresini göz önünde bulundurarak duvarlarda bu seçimleri yapmak çok önemlidir. Eğer küçük bir alanda koyu mobilyalarla duvarlarda tamamen somon rengi kullanılırsa mekanı daraltacak, algı olarak rengin etkilerini oldukça eksilteceksiniz. Bu yüzden, bu kriterlere dikkat ederek seçimler yapmak rengin özelliklerini ve değerini yansıtmak için son derece önemlidir. Bu gibi durumlarda, lokal olarak tek duvarda somon rengini kullanarak, dore, lame, bej gibi renklerden yardım alarak alanda arzu edilen etkiyi sağlayabilirsiniz.

Kullanılan somon renginin tonu da bir o kadar önemlidir. Eğer koyu somon yani turuncuya yakın bir ton kullanacaksak, bunun yatak odalarında, çalışma odalarında, banyolarda, mutfakta yoğun olarak kullanmaktan kaçınmak gerekir. Çünkü oldukça dinamik bir etki yaratacağı için, yatak odalarında uyku kalitesini bozar. Çalışma odalarında yorucu bir etki yaratacağı için konsantrasyon bozukluğuna yol açabilir. Banyolar genelde küçük metrajlı alanlar olduğu için, yine bu alanda koyu somon tonlarını lokal olarak kullanmak uygun olacaktır. Bu mekanlarda yoğun olmamak şartıyla pastel açık somon rengini kullanmak daha doğru bir tercih olacaktır.

Genel olarak toparlamamız gerekirse, Somon rengini kullanırken mekanın alan genişliğine, aydınlatmasına, birlikte kombine edeceğimiz renklere dikkat ederek kullanım alanlarını çoğaltabilir; zarif, sakin, etkili alanlar yaratırken psikolojik olarak etkilerini deneyimleyebiliriz.

Hepinize mutlu haftalar diliyorum.

Meral Akçay

Yazının devamı...

Doğan Hasol Gözünden Güngör Kabakçıoğlu

Merhaba sevgili Milliyet okurları

1961 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimarlık Bölümü'nden mezun olan, çizgileri Tercüman, Akşam, Güneş, Yeni Yüzyıl gibi gazetelerde yayınlanan, mimar, ressam ve karikatürist Güngör Kabakçıoğlu'nu 2011 yılında kaybetmiştik.

Mimarlık Vakfı tarafından Güngör Kabakçıoğlu eserleri ve eserlerinden oluşan kitap tanıtımı Mimarlar odası İstanbul şubesi sergi salonunda geçtiğimiz günlerde sevenleriyle buluştu.

Serginin oluşması ve kitap baskısı konusunda en yakın arkadaşlarından biri olan Mimar Doğan Hasol hem öncülük hem de ev sahipliği yaptı.

Güngör Kabakçıoğlu’nu ‘’ Anılmak istediği meslek sıralaması, “Karikatürist, Ressam, Mimar” şeklindeydi. Benim içinse Güngör, “meslektaşım, komşum, ortağım, daha isabetli bir tanımla, can kardeşim’di. ‘’ sözleriyle tanımlayan Doğan Hasol hocamızla sergide bir araya gelerek sizler için Güngör Kabakçıoğlu’ nu sordum.

1-Güngör Kabakçıoğlu ile tanışmanız nasıl oldu?

Kendisiyle tanışmam iki türlü oldu: Birincisi, delikanlılık yıllarımızda haftalık çocuk dergisi Doğan Kardeş’te çıkan karikatürleriyle. Doğan Kardeş’in çok genç iki karikatüristi vardı: Güngör Kabakçıoğlu ve Selma Emiroğlu. Güngör benden beş yaş büyüktü; ünlü olmuştu bile.

Gerçek tanışmamız mimarlık ortamında oldu. Ben Mimarlar Odası İstanbul Şubesi sekreteriydim; o dönemde mimarlar için SSK konut kredisi güvencesiyle bir konut kooperatifi kurmuştuk. Kooperatif bizi, Yeniköy’de gerçekleştirdiği Mimarlar Sitesi’nde buluşturdu. Güngör ve eşi Beril üst katımızdaki komşularımız oldular. Yakınlaştık… Bir yıl sonra Has Reklam’ın kurucusu kardeşim Yalçın Hasol’u bir trafik kazasında kaybedince; o reklam ajansını kurtarmak uğruna birlikte kolları sıvadık. Güngör o tarihte BP’deki mimarlık görevini sürdürmekte, bir yandan da karikatürlerini üretmekteydi.

2-Kendisini nasıl tanımlarsınız?

Kendisi her zaman coşkulu ve çok üretken bir insandı; elinden kalemi hiç düşmezdi. Aklına gelen her fikri, çizgiyle canlandırmak gibi üstün bir yeteneği vardı. Bunu kendisi de kitabın bir yerinde çizim ve yazıyla güzel anlatıyor: “Ben düşünmeye başladım mı… Hayal dünyamda yaşamaya başladım mı… Yazmaya, Çizmeye başladım mı… Beni kimse tutamaz…”

3-)Unutamadığınız bir anınız muhakkak vardır, bizimle paylaşır mısınız?

Yine İstanbul’un şiddetli kışlarından biri… Kar bastırdıkça bastırıyor. Taksim Gümüşsuyu’nda Has Ajans’ta Güngör, eşim Hayzuran ve ben birlikteyiz. Hava kararırken eve nasıl gideceğimizi düşünmeye başladık. Yeniköy’e kadar nasıl olsa gideriz ama o karda arabayla Küçüktepe yokuşunu tırmanmak olanaksız. En önemli sorunumuz da, Güngör’ün kısa bir süre önce geçirdiği kaza ve operasyon nedeniyle ancak koltuk değneğiyle yürüyebilmesi.

Hemen karşıdaki Opera Oteli’nde kalmaya karar verdik ve telefonla rezervasyon yaptırdık. Ajanstan çıktık; “önce bir yemek yiyelim” dedik ve komşu lokantalardan birine girdik. Dışarıda kar, bizde bir sohbet, bir sohbet… Daha sonra otele yöneldik ve bizi bekleyen acı sürprizle karşılaştık. Geciktiğimizi, herhalde gelemeyeceğimizi düşünerek, ayırttığımız odaları başkalarına vermişler.

Eve yönelmekten başka çare kalmamıştı. Bizim emektar kaplumbağa Volkswagen’le gece yarısı Yeniköy’e vardık ve tabii asıl sorun yokuşu tırmanmaktı. Arabayla denedik, olmadı. Yürümek tek çareydi; onu da gerçek bir dayanışmayla, tabi binbir güçlükle becerdik.

4-Birçok dostu mimar olarak zaman zaman resim yaptığını bildiklerini, fakat bu kadar çok resim yapmasına şaşırdıklarını dile getirdi. Sizin bundan haberiniz vardı, sizinle nasıl paylaştı eserlerini?

Mimar olarak önce, görevli olduğu BP’nin, Kervansaray adını verdiği turizm projelerini gerçekleştirdi; sonra da ağırlığı Bodrum’da olmak üzere konut grupları ve turizm tesisleri yaptı. Hepsi de mimarlık değerine sahip değerli, ciddi çalışmalardı. Bunların birçoğunu o zamanlar YAPI dergisinde yayımlamıştık. Yalnızca tasarımları, projeleri yapmakla yetinmez, inşaatları denetlemeye de koşardı. O seyahatlerde çok ciddi kazalar geçirdi. Vücudunda oluşan kırık-çıkıkları da pek önemsemeyerek, yine çizdiği resim ve karikatürlerle bile anlattı.

Bir yandan mimarlık, bir yandan gazetelerde sürekli yayımlanan karikatürleri, bir yandan da resim çalışmaları… Hep “Karikatürist, ressam, mimar” diye anılmak isterdi. Ne var ki bizim toplumumuz farklı dallarda çalışan kişileri, farklı yorumlayıp tuhaf bir şekilde değerlendirir. Örneğin ressamlar, “o ressam değil ki, mimar” ya da “karikatürist” derlerdi. Bence Güngör her üç alanda da değerliydi.

Sergideki resimlerin birçoğunu ben de ilk kez gördüm. Resimlerdeki özellikle İstanbul yorumlarına, önemli, ünlü yapıların plan ve görünüş olarak ustaca sunulmasına, perspektiflerdeki derinlik anlayışına bir kez daha hayran kaldım. Sergilenmemiş daha nice resimleri varmış ailede. Kardeş kadar yakın olduğum Güngör’ün üretkenliğini bildiğim halde resimlerin çokluğuna ben bile şaşırdım. Niteliğine de tabii… Bunu itiraf etmeliyim.

5-Sergi ve kitap baskısında sizin öncülüğünüz olduğunu biliyorum. Biraz bahseder misiniz, nasıl gelişti süreç?

Yaşadıklarına, çevresine, çalışmalarına ilişkin olarak el yazısı ve karikatürlerin fotokopileriyle hazırlayıp ciltlettiği bir kitap maketini adıma imzalayarak vermişti. Kitap basılmamıştı. Değerli bulduğum o çalışmanın yayınıyla Mimarlık Vakfı’nın ilgilenebileceğini düşündüm. Genel Sekreter Ali Rüzgâr’ın örgütlemesiyle o değerli eser böylece Mimarlık, Resim ve Karikatür dünyasına kazandırılmış oldu.

6-Mimarlık Vakfı tarafından 8 Eylül 2018 - 22 Eylül 2018 tarihleri arasında açılan Güngör Kabakçıoğlu sergisine gelen konuklar hangi eserleriyle karşılaştılar, biraz bahseder misiniz?

Sergide yer alan eserler, Güngör’ün resim çalışmalarıydı. Daha çok da İstanbul ve Bodrum’a ilişkin resimler… Biraz önce de belirttiğim gibi o resimlerdeki sanatsal düzey, dört dörtlük bir sanatçıya yaraşır türden. Fikir, yorum, düzen, çizgi, renk, perspektif… hepsi yerli yerinde. Tekrar ediyorum, bütün bunlar ve inanılmaz üretme enerjisi beni de hayretler içinde bıraktı.

7-Günümüzde mimari karikatüristlerden Güngör Kabakçıoğlu çizgisine yakın bulduğunuz isimler var mı?

Günümüzde değerli mimar-karikatüristler var. Onları birbiriyle kıyaslamak istemem. Hepsi kendi yolunda değerli. Hemen şu anda anımsadıklarım: Tan Oral, Deniz Dokgöz, Behiç Ak… Yazık ki artık hayatta olmayan Semih Balcıoğlu’nu, mimar olmasa da, özellikle İstanbul karikatürleriyle ve “Güle Güle İstanbul” kitabıyla anmak isterim. Ve tabii merak da ederim: “Semih yaşasaydı bugünkü İstanbul’u nasıl yorumlardı” diye.

8-Mimarlık Vakfı’nın desteğiyle aynı zamanda bir kitap basıldı. Bu kitabın içeriğinden biraz bahseder misiniz?

Mimarlık Vakfı, kitabı Güngör’ün kızı Zeynep Kabakçıoğlu’nun da yardımlarıyla çok iyi hazırladı. Kitap, Güngör’ün el yazısı ve karikatürlerle hazırlayıp bana verdiği kopyanın neredeyse tıpkıbasımı gibi. Farkı şu: Bendeki baskı siyah-beyaz fotokopiydi; kitapta ise, Zeynep’in sağladığı orijinaller kullanıldığı için kitap renkli oldu. Kısacası kitap, Güngör’ün hazırladığı orijinale daha uygun.

Kitapta ilk bölüm Yaşamöyküsü; ardından “Karikatür, Resim, Mimari Çalışmalar” geliyor. Sonra, yakınlarını anlatıp çizdiği bölüm… Daha sonra, yaşamından kesitler: bebeklik, çocukluk, ergenlik anıları, geçirdiği kazalar-ameliyatlar, yakınlarından ve kimi ünlü siyasilerden portreler… Son bölüm de kendisini yorumladığı “Ben Bendeki Benlerimle Yaşıyorum” ve nihayet, eşi Beril’in vefatının birinci yıldönümünde ona yazdığı duygu dolu mektubu.

Kitabın önsözünde de yazdığım gibi, “Bazı insanlar ölümsüz oluyor; Güngör Kabakçıoğlu da hiç kuşkusuz onlardan biridir”.

Güngör’ü sevgi ve özlemle anıyorum.

Yazının devamı...

Mimar Tasarımcılar Dünyası, Mimar Nevzat Sayın

Merhaba Milliyet Dekorasyon okurları

Mimarlar, tasarımcılar dünyası röportaj serimizin Eylül ayı röportaj konuğu; mimari ve tasarım alanında bir çok başarılı projeye imza atan Mimar Nevzat Sayın.

1-Türkiye’de mimarlık nasıl bir yolda ilerliyor? Mimari anlayışınızı, tavır ve tarzınızı nasıl tanımlarsınız?

Mimarlık dediğimiz faaliyet alanı oldukça geniş bir alanı kapsıyor. Burada kastedilen mimarlık gündemi belirleyen ya da belirlenmiş gündemin içinde olan yapılardan söz eden bir mimarlıksa az sayıdaki iyi, çok sayıdaki kötü örnekleriyle, paldır küldür ilerliyor diye düşünüyorum. Kent topraklarının çok pahalı olması nedeniyle abartılı imar haklarıyla bulunduğu yere sığamayan yapılar genellikle dört fili bir Wolksvagen'e nasıl yerleştirirsiniz gibi bir soruya cevap bulmaya benziyor. Ve cevap çoğu zaman iki öne, iki arkaya gibi tuhaf bir cevap olmaktan öteye gidemiyor. Kentsel ölçekteki projeler ise nedense kapalı kapılar ardında, kimin ne yaptığından kimsenin haberi olmadan, büyük bir gizlilik içinde yürüyor ve kentsel ölçekte tartışma ve düşünce üretmekten uzak kalıyor.

Biz de bu tanımlar içine giren projelerin içinde oluyoruz. Tekil olarak mücadele edilecek konular değil bunlar. Mimarlık, yerel ve merkezi yönetimlerle, sermayeyle, yasa ve yönetmeliklerle bağlı bir konu olduğu için çoğu zaman tanımlanmış çerçevelerin içinde kalarak sürdürebiliyoruz çalışmalarımızı. Buna rağmen elimizden geldiğince anlamlı, sakin, kalıcı, sorunlara çözüm üretebilen iyi bir mimarlığın peşindeyiz. Tavrımız bu ama tarzımız yok...Her defasında konuya ilişkin sorunları girdiye dönüştürerek çözmeye çalışıyoruz.

2- Mimarların ve İç mimarların meslek tanımları, görevleri, ölçekleri konusunda zaman zaman anlaşmazlıklar ortaya çıkıyor.Sizin bu konuda düşünceniz nedir?

Mimarlık iç ya da dış diye ayrılabilecek bir konu değil. Her iki durumda da mimarlığın temel meselesi mekan kurmak. Bu yüzden bu sınırlamanın çok sentetik bir sınırlama olduğunu düşünüyorum. İç mimarların mimarlık yapamamalarının haklı nedeni donanımlarının yapı üretimine yetmeyeceği ile ilgili ama, mimarların donanımının iç mimarlık üretmeye yetmeyeceğini söylemek tuhaf olur. Bu konu o kadar uç noktalara kadar geliyor ki mimar kendi yapısında bile iç mimarlık diye tanımlanan şeyleri yapardı/yapamazdı diye tartışılabiliyor. Bence anlamsız bir tartışma.

3- Günümüz projelerinde çok ciddi bir sorun olan öykünme-taklit konusu hakkında ne düşünüyorsunuz. Sizce bu sorun nasıl çözüme ulaşabilir, engellenebilir?

Kendine dair bir düşüncesi olmayanların yapabileceği tek şey başkalarının düşüncelerinden hareket etmek. Konu düşünce olduğunda sorun yok ama, o düşünce doğrultusunda üretilmiş şeylerin birbirine benzerliği olduğunda sorun var. Mimarlık da bu konudan nasibini alıyor. Sorundan değil de çözümden yola çıkan anlayışların uzantısında, şu ya da bu nedenle beğenilen, ya da moda olan bir şeye benzemek, mimar için de mal sahipleri için de riski az bir yol olarak tercih ediliyor. Bu konuda mimarlık tarihine geçecek bir hikaye var. Son yıllarda İstanbul'da yapılmış iki yapının mimarı yapılarının taklit edildiği gerekçesiyle birbirlerine dava açtı. Hakimin kararı ibret vericiydi; her iki mimarın da birbirlerini değil başka bir mimarı taklit ettikleri kararına vardı. Kendine ait bir düşünceye sahip olmak öğretilemeyeceği için bu sorun çözülemez.

4- Projelerinizde aldığınız bir çok ödül bir yana, Ağa Han mimarlık ödüllerine 2 defa aday gösterildiniz. Bir mimar olarak size bu ne hissettiriyor, hangi duygunuzu besliyor?

İyi yaptığınızı düşündüğünüz bir işin başkaları tarafından da farkedilmiş olması devam etmenizi kolaylaştırıyor. Anlamsız, sıkıcı bir yığın zorluğun arasında iyimser olmanıza katkıda bulunuyor ve her şeye rağmen iyi şeyler yapmak konusundaki ısrarınızı anlamlı kılıyor.

5- Bugüne kadar yaptığınız projeleriniz içinde sizin için en özel olan projeniz hangisidir, neden?

İlk yapım olan Gön yapısı en özel olma halini koruyor. Şimdi ne yazık ki tanınmayacak bir halde ama benim için hâlâ böyle. Sanırım ilk olmanın ayrıcalığı nedeniyle bu böyle. Şimdi projelerini bitirip, teslim ettiğimiz ama henüz inşa edilmemiş olan Eskişehir Anadolu Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi yapıldığında bu en özel olma sıfatını ele geçirecek gibi görünüyor.

6- Sizce mimarlarlıkta malzeme bilgisi ne kadar önemli? Kullanmaktan asla vazgeçmediğiniz malzeme nedir?

Malzeme bilgisi temel bilgilerden biri. Malzemeyle düşünüyoruz. Yapının ne ile yapılacağı, nasıl yapılacağını da, neye benzeyeceğini de yakından ilgilendiriyor. Kullanmaktan asla vazgeçmeyeceğim bir malzeme yok ama hiç kullanmayacağım malzemeler var. Mış gibi görünen malzemeleri kullanmıyorum. Taş gibi görünen seramikleri, ahşap taklidi yapan plastikleri, betona benzetilen fiberglasları gülünç buluyorum.

7- Bir röportajınızda “Mimar Dünyayı Daha Anlamlı Hale Getirmeye Çalışır” demiştiniz. Sizin böyle olduğuna inandığınız mimarlar kimlerdir?

Böyle düşünüyorum ama biliyorum ki az sayıdaki mimar bunu yapmaya çalışıyor, çünkü; az sayıdaki mimarın, dünyanın nasıl bir yer olmasına dair bir fikri var. Ve üstelik bu az sayıdaki mimarın da çok azı bunu becerebiliyor. Çinicilerin ODTÜ yerleşkesi, Bektaş'ın TDK binası, Eldem'in Bayramoğlu yalısı, Cansever'in Demir evleri, Arolat'ın Sancaklar Camisi, Bizim Bilgi Üniversitesi Santral İstanbul yerleşkesi ve özellikle mimarlık fakültemiz, Arkan'ın Hariciye Köşkü, Tümertekin'in B Evi, Holzmeister'ın Cumhurbaşkanlığı Köşkü bu düşünce doğrultusunda yapılmış ya da sonunda bu tanıma girmiş yapılardan hemen ilk aklıma gelenler. Bir raslantıyla var olduğumuz dünyayı daha anlamlı hale getirmek için mimarlık iyi bir yol.

8- Günümüzde İç mekan uygulamalarında özellikle konut projelerinde kimlik ve özgün olmama sorunu yaşanıyor. Sizin bu konuda en önemli kriteriniz nedir?

Kendi hayatları hakkında kayda değer bir fikri olmayanların, başkalarının hayatlarını taklit ederek bir mekân oluşturma çabalarının umutsuz vakalara dönüşmesiyle sonuçlanıyor. Az önce malzemeler için söylediğim şeyler burada da geçerli. Hakiki değil, mış gibi görünüyor. Benim kriterim hakiki olmak. Özellikle konut projelerinde kullanıcı ile mimar arasındaki iş birliği çok önemli. Bu her konuda böyle ama, konutta çok dar bir alana sıkıştığı ve kişisel meseleler işin içine girdiği için ayrıca önemli. Mimarlar öğrenir, mimarlık öğretir. Yeter ki derin bir merakınız, hakiki bir düşünceniz ve anlamlı bir yorumunuz olsun.

9- Genç mimar adayları-mimarlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Onlara vereceğiniz en önemli tavsiye nedir?

Mimarlık eğitiminin çok önemli sorunları var. Çok istekli ve çalışkan olanlar her durumda yapabilecekleri için başarılı. İsteksiz ve tembel olanlar için yapacak bir şey yok. Ama eğitimin, temel meselesi olan ortalamayı yükseltmek konusunda çok aciz olduğunu düşünüyorum. Abartılı sayıda mimarlık okulu var. Mekânları, ekipmanları, kadroları, programları çok yetersiz. Bu yüzden ne yazık ki buralardan mezun olanlar hakkında iyi düşünmek zor. Buna rağmen meraklı, istekli ve çalışkan olan genç tayfanın içinden çok iyi mimarlar çıkıyor. Her şeye rağmen meraklarını, tutkularını, çalışkanlıklarını yitirmemelerini, bulundukları yer hakkında bir düşüncelerinin olmasını, tarihin onlarla başlamadığını, öncelerinin olduğunu ve öncelerini tanımaları gerektiğini hatırlatır, bütün bunların toplamından bir dünya görüşü üretebilmelerini tavsiye ederdim.

NEVZAT SAYIN

Nevzat Sayın, 1954 yılında, Hatay’da doğdu.1978 yılında, Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Mimarlık Bölümü’nü bitirdi. 1986'dan bu yana İstanbul'da kendi mimarlık ofisinde çalışıyor. Yurtiçi ve yurtdışı mimarlık ödüllerine aday gösterildi ve ödüller aldı. 1990-2004 arasındaki çalışmaları “Düşler Düşünceler İşler” adlı kitapta toplandı. 2015 yılında Umur Matbaa’nın düşünce ve yapım sürecini anlatan “Bir Yapı Kitabı” yayınlandı. NSMH adı altında süren çalışmalarının yanı sıra Türkiye’nin farklı mimarlık okullarında öğretim görevlisi olarak verdiği hizmetleri, İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Yüksek Lisans Programı kurucu üyesi ve stüdyo yöneticisi olarak sürdürüyor. Mimarlık öğrencileri için yaz okulları, konferanslar, jüriler, atölye çalışmaları da mimarlık eğitimi ile ilişkisinin önemli parçaları olmaya devam ediyor. Çalışmalarının bir diğer bölümünü de; mimarlık yazıları, röportajları, sergileri ve yayınları oluşturuyor.

Yazının devamı...

Modern İç Mimaride Geçmişin İzleri; Osmanlı Yansıması

Osmanlı Mimarisi ve stilinin, modern dünyamız içinde ihtişam ve görkemi bir yıldız gibi parlıyor. Öncesinde Erken dönem Anadolu Türk Mimarisi, Selçuklu Mimarisi, Bizans Mimarisi, İran Mimarisi ve Memlük Mimarisinden etkilenerek oluşan Osmanlı Mimarisi Erken Dönem, Klasik Dönem ve Geç Dönem olmak üzere üç dönemden oluşuyor. Tarihsel gelişim sürecinde konutların plan tipleri, iç mekan kurguları, kullanılan malzeme ve uygulanan teknikler açısından temel öğeleri oluşturmak zor olsa da bu dönemlerin özelliklerini sentezleyerek günümüzde yaşam alanlarına nasıl dahil edebiliriz gelin bunlara bir göz atalım.

Osmanlı Mimarisinde iç mekanlarda geleneksel motifler, hat ve çini sanatı yorumları, kalem işi süslemeler, renkli cam işçilikleri, çiçek desen ve motifleri, altın, gümüş, bakır ve sedef işlemeciliği, İç mekan kurgusunda temel öğe olan oda içinde dikkat çeken önemli özelliklerinden sadece bazılarıdır.

Osmanlı Mimarisi ve stilininde, renk seçimleri, kumaş seçimleri, aksesuar seçimleri dekorasyondaki yansıma için önemlidir. Renk olarak, mürdüm, zümrüt yeşilleri, bordo, mor tonları, kiremit renkleri gibi renkleri tercih etmemiz gerekiyor. Bu renkleri altın, gümüş, bakır gibi metalik renklerle birlikte kullanmak ise bir başka önemli konu. Kumaş tercihleri yaparken kullandığımız kumaş türlerini kadife, çatma, kemha, tafta gibi kumaş türlerinden tercih etmek yine önemli noktalardan biridir.Yastık, perde ve sedirler için bu kumaşları seçebilirsiniz.

Şark odaları Osmanlı'dan günümüze taşınan bir kültür. Bu odalarda kullanılan sedirler dönemin önemli donatılarından biri. Mobilya tercihleri yaparken oturma grubu olarak sedir tercih ederken kumaş, konumlandırdığımız yastık, minder, ahşap işçiliği ve diğer tamamlayıcı ürün seçimleri birlikte düşünülmesi gerekmektedir. Bu odalarda Osmanlı El Sanatlarının önemli öğelerinden olan Sedef İşlemeli Kümbet sehpalar, sini sehpalar, dönemin motifleri işlenmiş halılar, dönemin figürleri yansıtılmış bezemeli duvar çinileri, duvar ahşapları, hat sanatı ile oluşturulmuş tablolar, geleneksek motiflerle şekillenmiş üfleme cam veya kumaş kaplama aydınlatmalar kullanabilirsiniz.

Osmanlı Saraylarının klasik, görkemli, ihtişamlı çizgilerini günümüze taşıyan aksesuar tercihleri yaparken lale, tuğra gibi simgelerin kullanıldığı vazolar, aynalar, dönemin padişahlarının kavuklarını koydukları kavukluklar, bakır işlemeli sürahiler, Kündekârî (sekizgen, beşgen, yıldız gibi geometrik şekillerde kesilmiş küçük ahşap parçalarının çivi ve tutkal yardımı olmaksızın yalnızca birbirlerine geçirilmeleriyle oluşturulan bir teknik) paravanlar, sedef işlemeli yan mobilya ürünleri yaratılmak istenilen atmosfer için yardımcı olacak öğelerden olacaktır.

Hepinize mutlu,sağlıklı haftalar dilerim.

Sevgilerimle

İç Mimar/ Meral Akçay

Yazının devamı...

Mimar ve Tasarımcılar Dünyası, İç Mimar Cem Cemal Çobanoğlu

''Mimarlık ve Tasarım'' özel röportaj serimizin bu ayki konuğu İç mimar Cem Cemal Çobanoğlu


İç mimarlık ve tasarım, hayatımla da iç içe geçen, yaparken çok keyif aldığım bir meslek. Mesleğim yaşamımı, yaşamım da mesleğimi besliyor çünkü iç mimarlık gibi bir meslek bu duruma çok müsait. Zaten aksi bir durum mümkün değil diye düşünüyorum. Bu yüzden de, çok iyi bir gözlemci olmaya çalışıyorum ve hem algılarımı, hem de hafızamı sürekli açık ve taze tutmaya çalışıyorum. Tasarım felsefemi de, deneyimlerim, bilgilerim ve yaratıcılığım ile; bir denge kurarak, problem çözmek olarak tarif edebilirim.


En büyük problem galiba özgünlüğe yeterince değer verilmemesi. Tüketiciler özgün, kopya olmayan tasarımlara değer verdiği sürece biz tasarımcılar da tasarlamak ve üretmek konusunda daha heyecanlı olacağız.


Başarılı bir iç mimari projenin olmazsa olmazı kullanıcısını mutlu etmesidir. Siz Dünya’nın kendinize ya da mimarlık eleştirmenlerine göre en başarılı projesini de yapmış olsanız, kullanıcı o mekanı kullanırken mutlu değilse, bence o proje başarıya ulaşmış sayılamaz.


Az önceki soruda cevapladığım olmazsa olmaz, en çok dikkat ettiğim konu. Yani; mekanı kullanacak kişi ya da kişilerin benden sonra o mekanda mutlu olmalarını sağlayacak bir tasarım ortaya çıkarmak. Bu da onları çok iyi tanıyarak, form ve işlevin, alınan verilere göre şekillenmesi ile mümkün oluyor.

Renk ya da malzeme seçimi gibi konular yaşanabilecek bir rahatsızlıkta kolaylıkla halledilebilecek konular. Ama mimar yardımı olmadan yapılacak bir planlamanın geri dönüşü eve yerleştikten sonra oldukça zor. Bu yüzden de evini mimar yardımı almadan düzenlemek isteyenler, öncelikle yapısal kararlara ve eşya seçimlerine çok dikkat etmeliler. Örneğin bir hevesle alınacak büyük bir L kanepe, eve geldiğinde hiçbir yere sığdıralamayıp başa bela olabilir. Eşyalar eve ve kullanıcıya hükmetmemeli, kullanıcıya ve eve hizmet etmeli.


Renk seçiminde kişisel ve kamusal kullanımda çok farklı kriterler söz konusu. Eviniz için renk seçerken, biraz daha kişisel zevklere dikkat edebilirsiniz fakat restoran gibi bir mekanda, kurumsal kimlik, restoranın menüsü, restoranın bulunduğu ülke, şehir, semt gibi bir çok farklı kriter devreye girer. Bununla birlikte, renklerin insanlar üzerinde yarattığı psikolojik etki de göz önünde tutulmalı. Örneğin insanların uzun süre oturmak isteyeceği bir balık restoranında, fast food restoranında olduğu gibi ana renk olarak kırmızı kullanamazsınız.


ABRA, Başak Bakkaloğlu ile birlikte kurduğumuz, ağırlıklı olarak mobilya tasarımı ve iç mekan tasarımı yapan bir tasarım stüdyosu. Bununla birlikte mobilya dışında ürün tasarımları ve mimari tasarımlar da yapıyoruz. ABRA, Türkçe’de “denge” demek ve adını da, yaptığımız her projede ve tasarımda yaratmaya çalıştığımız “denge”den alıyor. Bu bazen form ve işlev arasındaki denge, bazen de renk ve malzeme arasındaki denge olarak çıkıyor ortaya.

ABRA için yarattığımız mobilya koleksiyonu da, sanattan, yaşadığımız, gördüğümüz şehirlerden, edindiğimiz deneyimlerden referanslar alan ve denge arayışımız sonucunda ortaya çıkan mobilyalardan oluşuyor. Mobilyalarımızın hepsinde, özel detaylar tasarlamaya ve üretimlerin doğal malzemeler kullanarak, tamamen el işçiliği ile üretilmesine dikkat ediyoruz.


Genç meslektaşlarıma ve meslektaş adaylarına verebileceğim en büyük tavsiye, çok iyi bir gözlemci olmaları. Yaşadıkları şehri, izledikleri filmi, sokaktaki insanları, hayvanları, etraflarında olup biteni, kısaca “hayatı” çok iyi gözlemlemeleri gerekiyor çünkü o gözlemlerden edindikleri bilgiler mesleklerini icra ederken sık sık karşılarına çıkacak.

Bununla birlikte, yaptıkları işin literatürüne, tarihine hakim olmaları çok önemli. Bunun için de klasik bir tavsiye olacak ama çok okumaları gerekiyor.

Cemal Çobanoğlu Kimdir:

Lisans eğitimini İ.T.Ü. Mimarlık Fakültesi, İç Mimarlık Bölümü’nde, yüksek lisans eğitimini ise IMIAD’da tamamladı. IMIAD kapsamında İ.T.Ü ile birlikte, Finlandiya’da Lahti University of Applied Sciences’da, İskoçya’da Edinburgh College of Art’da eğitim aldı. Bu süreçte yüzyıl ortası mobilya tasarımı ve İskandinav tasarımı üzerine tezini yazdı. Katıldığı kentsel tasarım, iç mimarlık ve mobilya tasarımı yarışmalarında birçok farklı ödül aldı. Mezuniyeti sonrasında, çeşitli iç mimarlık ve tasarım ofislerinde deneyim kazandı. 2014 senesinde Başak Bakkaloğlu ile birlikte “ABRA Design Studio”yu kuran tasarımcı, eş zamanlı olarak Kadir Has Üniversitesi ve Mef Üniversitesi’nde misafir öğretim görevlisi olarak dersler veriyor, çeşitli organizasyonlarda tasarım ile ilgili konuşmalar yapıyor.

Yazının devamı...

Doğal Yaşamı Şehire Taşımak

Her geçen gün artan nüfusu, trafiği ve stresiyle şehirlerden kaçma isteği artıyor. İstanbul gibi büyük şehirlerde müstakil hayat sunan alternatifler ekonomik olarak tercihleri zorlarken var olan evlerin ise konfor ve bakım sorunu müstakil evlerde yaşamı zorlaştırıyor. İşte tam bu noktada çözüm olarak yaşam alanlarını mimari stil ve tarzların ölçeklerinden faydalanarak kendimizi ait hissettiğimiz, arzu ettiğimiz hayatı oluşturma gayretine giriyoruz. Bir nevi vegan mekanlar oluşturuyoruz. Veganlığın temelinde nasıl çevreyi korumak, hayvanlara duyulan saygı ve sağlıklı beslenme söz konusuysa vegan mekanlarda çevreye duyarlı, ekolojik yapıları ile doğal ürünler kullanılan, kişinin kendini ait hissettiği, sağlıklı mekanlar olarak tanımlayarak ilişki kurabiliriz.

Genelde country, İskandinav gibi mimari stillerin içinde hayata geçirilen doğal yaşamlara günümüzde ciddi eklemeler yaparak daha üst düzey alanlar yaratmak mümkün. Ekolojik yapılarıyla gelişen malzeme zenginliği bu konuda hem kimyasallardan arınmış özgün yaşam alanları yaratmak için yardımcı oluyor hem de sağlık konusunda her geçen gün artan endişelerimiz için iyi bir yol göstericisi vazifesi görüyor.

Yaşam alanlarımızı doğal öğelerle nasıl tasarlayabiliriz? Bu konuda çok fazla detaya dikkat etmek gerekiyor. İç mekanlarda öncelikli olarak duvarlar önemlidir. Duvarlarda sentetik kimyasal içerikli boya veya kaplamalardan kaçınmamız gerekiyor. Aynı zamanda yalıtım özelliği olan doğal taşlar, duvarlar için harika çözümleme araçları. Duvar kağıtları konusunda çok titiz bir seçim yapılması gerekiyor. Özel bambulardan yapılmış veya doğal malzemelerden üretilmiş kağıtlar dışında tercihler yapmamak, yine önemli adımlardan biri.

Zeminlerde masif parke, doğal taş veya ham ağaç kullanmak estetik olarak algımıza hitap ederken aynı zamanda doğal yaşam alanımız için uygun malzemeler olacaktır. Evin her alanında kullanılabilecek bu zemin malzemelerin zengin bir çeşitliliği olduğu için her zevk ve tarz için uygun olur.

Banyo, mutfak gibi alanlarda kullanılan lavabo veya küvet gibi ekipmanları, doğal taş, ahşap veya seramiklerden tercih etmek yine önemli bir ayrıntı.

Yaşam alanlarında kullandığımız mobilyaları masif ahşaplardan seçerken kullanılan tekstil ürünlerinin suni boya içermeyen, kimyasallardan arınmış ekolojik olmasına dikkat etmemiz gereklidir. Alanlardaki tüm tekstil ürünleri, koltuk kumaşı, sandalye, halı, perde, her ürünün doğal malzemelerden yapılmış olduğundan emin olmamız, vegan dostu alanlar için en önemli adımlardandır.

Eğer mekanlarda, duvar kullanmadan bölme ihtiyacı hissediyorsanız canlı duvar dediğimiz masif ahşapla hazırlanan iskeletlere çiçekler yerleştirebilirsiniz. Betonarme veya ekolojik olmayan bir seperatör, ayıraç kullanmaktan kurtulmuş olursunuz.

Doğal yaşam, doğada gözlemlediğimiz her şeydir. Doğada gördüğümüz her rengi, her dokuyu, sesi yaşam alanlarına maksimum ölçekte taşıyabilme sanatıyla vegan dostu yaşam alanları yaratmak mümkün.

Hepinize sağlık, huzur dolu bir hafta diliyorum.

Sevgilerimle

İç mimar Meral Akçay

Yazının devamı...

Mimari & Sağlık İlişkisi

‘’Mimarlık ve Tasarım’’ özel röportaj serimizin bu ayki konuğu Dr Alp Sirman

Mimaride sağlığımızı etkileyen faktörler nelerdir Dr Alp Sirman'a sorduk..

Yaşadığımız binaların vücudumuzu kaplayan deri gibi değerlendirilmesi gerektiği mimarlık fakültelerinde de yıllardır anlatılan bir konudur. İçinde yaşadığımız, nefes aldığımız binaların ve şehirlerin insan fizyolojisine uygun yapılması sağlıklı yaşamın en önemli adımlarından ilkidir.

Yaşadığımız ortam sağlıksız ise sağlıklı olamayız.

Bir doktor olarak yaklaşımım buradan başlar.

En sık gözlemlediğim değerlendirme sorunu, binaların içinde insanların sağlıklı yaşaması gereken güvenli tasarıma sahip olması gerçeğinin göz ardı edilip, tasarım yapan mimarın kendisini yansıtan bir sanat eseri gibi düşünülmesi.

Bu şekilde planlanan binalar ve şehirler ancak içinde insanın bir enstallasyon objesi sanıldığı bir sanat eseri olarak değerlendirilebilir.

Bu ise sağlıksız bir yaklaşım olur.

Örnek renkli camlarla kaplı cam açılamayan bir bina içinde insan yaşamasına uygun bir mimari yapıt değil, bina görünümlü heykeldir.

Mimari içinde yaşanacak eserler ile olduğunda anlamlıdır.

Psikolojik sağlığımız kadar bedensel sağlığımız üzerinde de etkili.

Mobilyalarda, halıların yapıştırılmasında, ofiste kullanılan printer gibi elektronik cihazlardan yayılan organik uçucu kimyasallar (VOC) kanserojen bileşikler içeriyor.

Bu nedenle VOC-karbondioksit ve Radon sensorları sağlık ve çalışma performansı açısından önemli.

Aydınlatma mutlaka kişiye özel olmalı

Ofis içinde hareket özendirilmeli.

Hastane tasarımlarında mikrobiyolojik bulaşımın önlenmesine yönelik önlemler alınmalı.

Örnek: yoğun bakım yatağı sayısı arttırmak için yataklar arasındaki mesafe azaltılmamalı.

Aydınlatma bireyin çalıştığı noktaya özel olmadığında dikkat ve görme sorunları-baş ağrısı oluşturuyor

Ofiste kullanılan klima uygun şekilde seçilmediğinde-bakımı yapılmadığında enfeksiyon hastalıkları ve alerjilere yol açıyor.

Bugün insan değil de dağ gorilinden söz ediyor olsak ve onun için bir yer planlasak uygun tüm koşulları hesaplar ona göre bir yaşam alanı oluştururduk.

Ne yazık ki, konu insan olunca en son dikkate alınan konu insana uygun yaşam alanları.

İnsan hareket ederse sağlıklı olur, bizler şehirleri insan hareketine göre değil otomobil hareketine göre planıyoruz.

Yeşil alanlar insan sağlığı için şarttır.

Bizler insanlar için şehir içi parkları değil otomobiller için otoparkları zorunlu tutuyoruz.

Apartmanlar ile dolu sokaklarda oyun alanı mecburi değil ama otopark zorunlu.

Şirketlerde annelerin çocuklarını bırakıp onlara yakın olacakları yerler yok. Ama ondan çok daha büyük boyutta otopark alanları var.

Oysa otomobilin ve ulaşımın çağdaş alternatifleri var, çocukların alternatifi yok.

Ulaşım modeli değişimi ve insan odaklı yaklaşım gerekiyor.

Böylece kanserojen kirli hava solumaktan, trafik yoğunluğunda zaman kaybetmekten kurtulup sağlıklı çocuklar ve mutlu aileler oluşturabiliriz.

Mimarlık ve tasarım bu açıdan yaşamsal önemde.

Şehircilik ve tasarım ile önlenebilir hastalıkların %85 i önlenebilir.

Sadece tasarım odaklı evler yüzünden her yıl milyonlarca kişi yaralanıyor. Benim ilgimi de bu sorunlar nedeni ile çekti.

Yanlış tasarlanan mutfaklar, haşlanmalara, dolaptan bir tabak alırken düşmelere, bel ağrılarına ve çocukların kimyasallarla zehirlenmelerine yol açıyor.

Banyolar da tehlikeli bölgelerden çok sayıda kişi tasarım hataları nedeni ile küvete, jakuzziye, duşa girip çıkarken düşüyor, çocuklar hatalı tasarımlı armatürler nedeni ile haşlanıyor.

Sonuçta milyon dolar verilerek alınan evlerde anneannenizi ağırlayamıyor, çocuğunuzu tehlikeye atıyorsunuz.

Çünkü evlerde insan faktörü en kolay gözardı edilen faktör.

Hastanelerde görkemli görünsün diye yapılan atrium tarzı girişişler hastaneye giren tanı koyulmamış yüksek derecede bulaşılıcı olabilen hastalardan yayılan bakteri ve virüsleri tüm binaya taşıyabiliyor.

Çünkü amaç görkem, insan sağlığı ikinci planda.

Hastane girişinde pırıl pırıl cilalı kaygan granit basamaklar

Odalarda süslü olsun derken püsküller, oymalar

Hepsi estetik kaygının sağlık ve işlevsellikten önce gelmesinin sonucu.

Dünyada ev tasarımında yapay zeka ve bilgisayar teknolojisi uzun zamandır kullanılıyor.

Şehir tasarımında binaların yerleştirilmesi, güneş haritaları, gölgelerin simülasyonu ve güneş panellerinin maksimum etkinlikte olması, şehirdeki rüzgar akımının kesilmemesi, sıcak adalar oluşmayacak şekilde bilgisayar modellemeleri ile yapılıyor.

Bu daha az karbon ayak izi, daha sağlıklı bir şehir demek.

Caddeler, stadyum, metro istasyonu tasarlanırken insan hareketlerinin modellenmesine dayalı space syntax gibi programlar kullanılıyor.

Bu acil bir durumda binaların, istasyonların sıkışıklık olmadan çok çabuk boşalmasını, gün içerisinde de merdivenlerde sıkışıklık yaşanmamasını sağlıyor.

Karbon ayak izinin az olması, zero emisyonlu binaların tasarlanması, bina tasarımında yeni malzemelerin kullanılması özellikle üretiminde karbon ayakizi al ve geri dönüştürülebilir malzemelerin kullanılması.

Yapay zeka ve ulaşımdaki yenilikler dönemine uygun tasarımlarda olması, otoparklar yerine kapalı tarım alanları, şarj noktaları araçların bina içinde girebilecekleri tasarım gibi önümüzdeki 20 yıl içinde gerçekleşecek teknolojik gelişmelere uyum sağlanması.

Tasarımlarda yaşlanan nüfusun ihtiyaçlarının göz önüne alınması, özellikle otel veya yabancılar için planlanan evlerin, otellerin yaralanmayı önleyici tasarımda ve erişilebilir olması gerekmektedir.

Kışın turist gelmesini sağlamak istiyorsak yerleşimleri yaşlı dostu olacak şekilde planlamalıyız

ALP SİRMAN

Fotoğraflar: Kağan Çaldıran

Yazının devamı...

İç Mimari ve Dekorasyonda Yaz Mevsimine Uygun Dokunuşlar

Merhaba sevgili Milliyet okurları.

Bu hafta sizlere yaz aylarında uygulayabileceğimiz önemli dekorasyon adımlarından bahsedeceğim. Sıcak yaz günlerine evlerimizi lokal değişiklikler yaparak hazırlamak için neler yapabiliriz, en etkili çözümlemeler nelerdir, gelin bunlara bir göz atalım.

Yaz mevsiminin enerjisini evlere taşımanın ilk adımı, bize kış ayını anımsatan eşyalardan biraz uzaklaşmak olmalıdır. Örneğin; kış aylarında kullandığımız koyu renk yünlü halıları, kadife yan fon perdelerimizi, yünlü yastıklarımızı kış ayında tekrar kullanmak için kaldırabiliriz. Bunların yerine hafif gramajlı renkli kilimler, yan fon olarak açık renk keten kumaş fonlar veya sadece tül fonlar kullanabiliriz. Perde ve halılarımıza uygun renkli yastıklarla bu kombinasyonu destekleyebiliriz. Peki nedir yaz renkleri?

Yaz aylarında kullanılacak renkler: Beyaz, gri, mavinin açık, pastel tonları, açık somon, su yeşili, açık vizon ve lila tonlarıdır. Renklerin geçişleri yine bu renkler kadar önemlidir. Örneğin; koyu renk kadife bir koltuğunuz varsa, beyaz keten bir şalla kapatarak, üzerine bahsettiğimiz renklerde yastıklar konumlandırarak kadifenin kışlık etkisinden kurtulabilirsiniz.

Yaz aylarında kullanacağımız aksesuarlar da çok önemlidir. Özellikle cam objeler, deniz kabukları bu mevsimin önemli aksesuarları arasındadır. Yeşil, mavi renk cam objeler, denizci temali aksesuarlar kışlık evlerinizde yazlık ev havası katacağı gibi aynı zamanda enerji olarakta size yaz mevsiminin enerjisini fazlasıyla hissettirecektir. Yine taze çiçek arajmanları bu mevsimin vazgeçilmezlerindendir. Seramik ürünler, yapay havuzlar alışveriş listesine katacağınız önemli aksesuarlardandır.

Yaz mevsimi dekorasyonu için renkli bir orta sehpa veya yan dresuar tercih edebilirsiniz. Aydınlatmada örneğin abajur, lambader başlıklarında kullanacağınız kumaş rengi önemlidir.Koyu renkli bu başlıklarınızı açık renk veya renkli kumaşlı başlıklarla değiştirerek kışlık etkiden kurtulabilirsiniz.

Duvarlar da kullanacağınız lokal duvar kağıtları desenlerini yine size yaz mevsiminin ferahlığını hissettirecek türden seçebilirsiniz. Yahut tek duvarda yapacağınız boya değişikliği yine enerjiyi değiştirmede etkili olacaktır.

Genel olarak özetlememiz gerekirse, her mevsimi, içinde var olan doğa özellikleri ile değerlendirmek gerekir. Kışın nasıl koyu renkler, sıcak tonlar hakimse, yaz aylarında daha açık ve pastel tonlar tercih edilir. Mobilya ve aksesuar tercihleriyle mekanımıza mevsimin özelliklerini taşıyabiliriz. Her mevsim geçişinde büyük değişimler yapmamak için lokal çözümlemelere başvurmak daha mantıklı olacaktır. Tüm bu lokal değişimleri, renklerin enerjisinden de faydalanarak yapmak, istediğimiz sonucu evlerimize taşıyacaktır.

Hepinize sıcacık, mutlu, huzurlu bir yaz mevsimi diliyorum.

Sevgilerimle

İç Mimar Meral Akçay

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.