SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Az parayla yurt dışında nasıl gezilir?

Gezmeyi seven herkesin ilk rehberi gezi programları ve sosyal medya oluyor. Peki, bir ülkeye gitmeden önce ne kadar bütçe ayıracağız, nerede kalacağımızı nasıl belirleyeceğiz, ucuz yerleri nasıl tespit edeceğiz? İşte bütün bu sorulara cevap aramak için Çok Gezenti Programı'nın sunucusu Burak Akkul'un kapısını çaldık. Medya dünyasından gezi programlarına, ucuz uçak biletinden yemeklere kadar merak edilen birçok konuya değindiğimiz bir röportaj gerçekleştirdik.

Herkes sizi Çok Gezenti programı ile tanıdı. Bu programa kadar Burak Akkul neler yaptı?

İnsanlar beni ekranlarda 4-5 senedir tanımış olsa da aslında benim televizyon geçmişim 1990'lara dayanıyor. Televizyon jeneriklerine baktığınızda 1990 yılından beri varım. Yarı tesadüf yarı da çevremizden dolayı televizyon işlerine girdik. O yüzden farklı bir yerimiz oldu televizyonda. Sonra Beyaz, Okan Bayülgen, Cem Özer, Mesut Yar, Metin Uca ile çalıştık. Hep sahneye ya da televizyona şov yapanlar beyin takımı olarak bizi tercih etti. Alt yapım o yüzden iyi ve televizyonculuğun her aşamasını gördüm. Televizyonda izlenen çoğu talk showun yazım ekibine dahil oldum ya da tek başıma yazdım. Cem Yılmaz'a kadar birçok demoda biz hep ön yazı ekibi olarak yer aldık. Kısacası o yıllarda Türk televizyonlarının yazım ekibiydik. Yazım ekibi ve televizyonculuktan çok büyük bir tecrübe edindiğimiz için televizyon dünyasında güvenilir, aranan kişiler olduk. teve2 'de tanıtım editörü olduktan sonra yeni gelen programlarla ilgili tanıtım vs. her şeylerini yazıyordum. Bir süre dışarıdan çalıştım ve kazandığım parayla sürekli geziyordum. Yani 20'li yaşlarda başladı seyahat tutkum. teve2'de çalışırken Çin seyahatim oldu. Kanala, Çin'e giderken bana bir mikrofon vermelerini söyledim. Hazır gitmişken tanıtım videosu çekerim diye düşündüm. Onlar da "Tamam" dedi. Televizyonculuk tecrübem de olduğu için güzel videolar çektim. Kanalda verdiğim bu malzeme beğenildi ve bunun devamını sağlamamı istediler. Bu şekilde biz de sürekliliği sağlamayı başardık.


Ekranda sizi izleyen birçok insan, "Oh, hem geziyor hem işini yapıyor." diye iç geçirmeden edemiyor. Bu işin zor tarafları nedir?

Aslında insanlar evlerinde bizi izlerken bizimle iletişim kuruyorlar. Yani şu hissiyatı veriyoruz, "Kendim gezsem ben de böyle gezerim." Bu Seda ve benim için çok önemli. Ayrıca sosyal medyadan elimden geldiği kadar herkese cevap yazmaya çalışıyorum. Takipçilerimle bazen anlaşıyoruz bazen de kızıyorum onlara. Yani aramızda o samimiyetin oluştuğuna inanıyorum. İzleyici artık bu işin, "Gezip gezip para kazanmak olmadığını" anladı. Gezmek bu işin yüzde 25'i diyebilirim. Sürekliliğini sağladığınız bir televizyon programının sorumluluğu var. Biz televizyoncu gezgin gazetecileriz. Gezip gezip asla para kazanmıyoruz. O yüzden bu işin yüzde 25'i gezmek, yüzde 75'i televizyonculuk diyebilirim. Bizim için önemli olan gördüğümüz yerleri doğru şekilde aktarmak, o kültürü seyahati izleyenlere yansıtabilmek.


Şu an neredeyse herkes gezgin ve sosyal medya sayesinde sunucu. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu durum televizyon programlarını nasıl etkiliyor?

Biz güzel tepkiler alıyoruz, insanlar izlediğini beğendiğini ifade ediyor. Sosyal medya ve televizyon taban tabana farklıdır. Bizim jenerasyonumuzda 70'lerde doğmuş, 80'lerde yetişmiş, 90'larda ve 2000'lerde televizyon işi yapmış medyada görevli hemen hemen hiçbir kişinin, sosyal medyada popüler olduğunu, milyonlar kazandığını, fırtınalar estirdiğini görmezsiniz. Ayrı bir jenerasyondur. Sosyal medya açıldığında oraya giren, bu işi sosyal medyada yapan isimlerin blogger, yotuber, instagram vs. hiçbiri ile aynı işi yapmıyoruz. Birbirinden farklı şeyler. Biz dönemin tiyatrosunu yaşatmaya çalışan tiyatrocular gibi şu an herkesin evinde olan o kutuyu yaşatmaya çalışan televizyoncularız. Annelerin, teyzelerin izlediği birçok televizyon programlarında bizim imzamız var. Gençlik programları, eğlence programları, Kanal D Kukla Showları, Çılgın Bediş gibi bir sürü programda emeğimiz var. Televizyonun kameramanlıktan sesine ve sunuculuğa kadar her aşamasında çalıştım. Kanalın bana güveni de buradan geliyor. Bunun avantajını görüyorum. Biz aktüel bir gezi programı yapıyoruz. Bu anlamda sosyal medyadan ve diğer gezi programlarından farklıyız.



Hem eşinizle iş yapmak hem de eşinizle ülke gezmek nasıl bir duygu. İş bölümü konusunda işle aşkı karıştırdığınız zamanlar oluyor mu?

Öncelikle ailenizden biriyle çalışmak ve seyahatlere çıkmak işinizi kolaylaştırıyor. Yıllar içinde bu tür gezi programı yapanların ya aynı aileden olduğunu ya da sonradan evlendiğini görüyoruz. Böyle şeyler var. Ama Seda sigorta sektöründe ben farklı sektörde çalışıyorduk. Bir şekilde yollarımız kesişti. Bir yandan kendi işine devam ederken bir yandan da bana yardımcı oluyor. O da işi benimle sahiplendi ve kadın titizliği, detaycılığı ile programda bana çok şey katıyor. Yeni tanışıp bu işe başlamadığımız için aramızda herhangi bir sorun yaşamıyoruz.


Gittiğiniz şehirler arasında pişman olduğunuz bir şehir var mı?

Bu soru çok geliyor. Bizim gidiş sebebimiz ve bakış açımız, bir yeri beğenmek veya beğenmemek üzerine değil. Bizim gidiş sebebimiz bir yeri tanıtmak üzerine. Dolayısıyla benim karşılaştırma yapmak, beğenmemek gibi bir lüksüm yok. Ben bir gazeteciyim. Ben insanlara gittiğim yerleri sunmak ve tanıtmak gayretindeyim, orayı değerlendirmek, beğenmek gözüyle bakmıyorum. Ben gittiğim her ülkeye turizm ve gazeteci gözüyle bakıyorum.




Biz programın bize sunulmuş hâlini görüyoruz. Arka planda neler oluyor?

Kalabalık bir ekip değiliz. Programın sıfır hâlinden sizin izlediğiniz hâline gelene kadar 3 kişi çalışıyoruz. Ben, Seda ve kanalda Burçak Coşkun Deniz. Tabi bu konuda tanıtım yapan ayrı, kanalın da desteği var. Programın çekim aşamasını; ben o dönemdeki hava şartlarına, yol şartlarına, ucuz uçak biletine, otele ve bizim bütçe durumumuza göre karar veriyoruz. İzleyiciye nereyi versek keyifli olur diye düşünerek, onun ne zaman yayınlanacağını listeye ekleyip hesaplayarak düzenliyoruz.

Örneğin, her sabah listelediğim 20 yer varsa yaptığımız listeye bakarak o gün dört tanesini seçip anlatmaya çıkıyoruz. Kaç tanesi biterse veya ertesi güne kalırsa dönüş zamanımıza göre o şehri anlatmaya çalışıyoruz. Tabii ayırdığımız vakit seçtiğimiz şehre göre de değişiyor. Dünya programıyız. Dolayısıyla nerede ne var önce not alıyoruz, araştırıyoruz. Bazen planladığımız yer dışında da güzel yerlerle karşılaşıyoruz. O anda orayı da çekiyoruz ve bilgi veriyoruz. Örneğin, ilginç bir bank, ilginç bir heykel, köprü görüyoruz, nehir kenarında farklı bir açı yakalıyoruz o anı değerlendiriyoruz.




Herkesin merak ettiği soru bütçe. Bu durum nasıl oluyor? Kanal mı karşılıyor masrafları?

Biz de en az bütçeyle gezmeye çalışıyoruz. Belki de insanlar onun için bu kadar benimsedi programı. Önümüze gelen yorumların çoğu şu şekilde, "Abi bizim gibi geziyorsunuz." Biz bir firmayla anlaşma yapıp onun elden parasını alıp, rahatça uçak biletini alıp gezmiyoruz. Hesaplamalarımızı yapıyoruz. Artık kanallar sadece programınızı yayınlıyor. Geri kalan sponsor vs. her şeyi siz hâlletmek zorundasınız. Bu anlamda zor süreçlerden geçtiğimiz zamanlar da oldu. Bu sene yayında kalmamızı Kırklareli Belediyesi sağladı. Bu şekilde oranın tanıtımının da bir parçası olduk. Böyle bir programa sponsor bulmak bu kadar zor olmamalı aslında. Reyting olarak da en çok izlenen seyahat programının sponsor bulamamasını bende anlayamıyorum açıkçası. Dolayısıyla böyle bir programı sunarken gezi şirketleri, hava yolu şirketleri, tatil şirketleri, spor markaları, oteller vs. buralardan gelen tekliflere de açığız.


Sizce yurt dışı gezisini en az maliyete getirmek için nasıl hareket etmeli? Tavsiyeleriniz neler?

Seyahatin üç masrafı vardır. Ulaşım, kalacağınız yer ve ordayken iç ulaşıma ve yemeğe harcadığınız para. En önemlisi uçak ve oteldir. Uçak bileti ve otel, arama motorlarından çok öncesinden indirimli tercih edilmeli. Bunu herkes biliyor artık. İndirimli günlere bakarak gidiş dönüş biletleri alınabilir. Geri kalan paranıza göre yemek-içmek sizin tercihinize kalmış.




Çok Gezenti programının Türkiye'ye yönelik projeleri var mı?

Çok Gezenti Bizim Ora diye 30 bölüm yaptık. Ben de isterim. Takipçilerimizden de talepler geliyor. Burayı da siz tanıtın vs. diye. Ama bu tarz projeler için sponsor olması gerekiyor.


Sosyal medyada birçok insan sizi takip ediyor. Yorumlar yapıyor ve programınızı sevdiğini belirtiyor. Sizin programınızı farklı kılan nedir?

İnsanlar gezerken doğal olduğumuzu ve kendileri gibi gezdiğimizi söylüyor. "Televizyonda değil de yanımızda gibisiniz." şeklinde yorumlar geliyor. Bunun sebebini 30 yıldır televizyonda olmama, mikrofon, ekran, kamera gibi kavramların benim için normal olmasına bağlıyorum. Karşımda kamera varmış gibi değil de izleyenlerle birebir sohbet ediyormuş gibi anlatıyorum. Bu samimiyet de karşı tarafa yansıyor sanırım.


Gideceğiniz ülkeleri neye göre belirliyorsunuz?

Genelde hava şartlarına göre belirliyorum. Çünkü bizim için çekimlerde ışık ve görsellik önemli. İletişimci için en önemli şey görseldir, bunu doğru kullanmaya çalışan için biri ise ışıktır. Çekim yapabileceğim şehirleri hava şartlarına göre belirledikten sonra, uçak biletlerine bakarım. Pahalı olanları kapatırım. Geri kalanlar arasında otelleri seçerim. Buna göre de bir eleme yaparım. Yani sıralama kriterim şöyle; önce hava durumu, sonra bütçe, ondan sonra da yayına yetiştirme durumu.




Gittiğiniz yerlerde ekranda göstermek için birçok yemeği tadıyorsunuz. Beğenmediğiniz yemeklerde oluyor mu?

Bunu sorduğunuzda genelde Çin'de mutfak kültürü akla geliyor. Her tattığımız yemeği elbette beğenmiyoruz. Bazılarını izleyicilere göstermek amaçlı deniyoruz. Çünkü o ülkenin kültürünü göstermek için mutfağı önemli. Mutfak dediğiniz şey o ülkede yetişen sebzelerden, meyvelerden ve o ülkenin hareket kültüründen geliyor. Göçebe olan, yerleşik olan, saray kültürüyle yetişmiş olan, halk kültürüyle yetişmiş olan, zengin olan, fakir olan ve bütün bunların günlük davranışlarınıza yansıması mutfağı yemeği oluşturuyor. Örneğin, patates çok üretiliyorsa ve orada et yoksa işte onu beşamel sosla zenginleştiriyor, başka şekillerde sunuyorlar. Yani hem kültürüne hem ekonomine göre de mutfak kültürünü oluşturuyorsun. Bu yüzden ben bir ülkenin mutfağını anlatamazsam kültürünü de anlatamam. Tadınca da daha samimi oluyor ve ifade ediyoruz.


Son olarak böyle bir program çekme hayali olan genç arkadaşlar için neler söylemek istersiniz?

Televizyonda seyahat programı yapmak artık kolay bir şey değil. Tanıdığınız, arkadaşınız çevrenizde üretici firma size bu iş için önemli bir miktar para veriyorsa yapın, yoksa bu işe hiç girmeyin derim. B,C Kanalının yöneticisine gidip benim böyle bir projem var. Gezeceğim, yayınlayacağım derseniz artık televizyon kanalları bunların bütçelerini ödemiyor ve ödemeyecek.

BURAK AKKUL'DAN 10 TAVSİYE

Yurt dışı gezi bütçesi ne kadar belirlenmeli?

Şehrine ve ülkesine göre değişir.

Gezerken turlar mı tercih edilmeli bireysel mi gezilmeli?

İlk yurt dışına çıkışlarda turlar tercih edilmeli. İkinci çıkıştan sonra artık tur tercih etmenize gerek yok.

Yalnız mı gezmeli, eş dost vs birlikte mi gezmeli?

Karaktere göre değişir. Ama bence paylaşım zevki arttırır.

Hediyelik eşya ne alınmalı?

Her ülkenin özelliği olan ve dayanıklı şeyler alınmalı. Magnet koleksiyonunuz varsa alabilirsiniz.

En çok beğendiğiniz şehir

New York

En ucuz ve en pahalı şehir

Zürih en pahalı şehir, Ukrayna şehirleri ise en ucuz şehirler diyebilirim.

İlk kez yurt dışına gidecek olan biri hangi ülkeden başlamalı?

İtalya. Türk tur şirketleri İtalya konusunda çok profesyonel. Tercih edilebilir.

Bir şehre ortalama ne kadar süre ayırmalı?

Şehrine göre değişir. Ama o şehri tam anlamıyla anlamak ve özümsemek için 3-4 gün ayrılmalı.

Seyahat ederken ne unutulmamalı?

Kredi kartı, navigasyon ve iyi fotoğraf çeken bir telefon. Özel fotoğraf ilginiz yoksa ağır bir makine taşımaya gerek yok.

Gezilecek yer hakkında nasıl araştırma yapmalı?

Çok tıklanan siteleri tercih edebilirsiniz. Sizden önce gidenlerin yazılarına bakabilirsiniz. Dileyenler bizim sosyal medyadaki hesaplarımıza bakabilir. Çünkü her şeyi detaylıca yazıyor ve paylaşıyoruz. (https://www.instagram.com/burakakkul/?hl=tr )

INSTAGRAM: https://www.instagram.com/mervekantarciculha/?hl=tr

Yazının devamı...

Varlığın ötesi yokluk

Yazdım, yazıyorum, notlarıma bakıyorum, şunu da halledeyim derken bir baktım buraya uzun zamandır bir şey yazmamışım. Kasımdan beri sağlıkla imtihan olduğumuz zamanlardan geçiyoruz. Ya sevdiklerimiz için üzülüyoruz ya da sevdiklerimizi kaybediyoruz. Doğrusu bu dünyaya kazık çakmaya gelmedik. Fakat en zoru da insanın sevdiklerini üzgün gördüğü hâlde elinden bir şey gelmemesi. Tam da bu noktada Eğitimci Nurhan Cihan'ın İmtihan isimli kitabındaki notlar düşüveriyor önüme. Şöyle diyor kitapta; "Ve kişi daima en sevdiği ile imtihan edilirdi... Hayatımızın temelinde yer alan hatta var olmamıza sebep olan en önemli unsur imtihandır. Ruh bedene girdi mi dünyaya merhaba deriz ve sınanmaya mahkum kalırız. Saatler, aylar, günler birbirinin arkasından devam ederken insan denen canlının bu zaman dilimini çok iyi takip etmesi gerekir. Varlığın ötesi yokluk, yokluğun ötesi varlık olabilir."

Ne kadar güzel söylemiş. "Varlığın ötesi yokluk, yokluğun ötesi varlık." İnsan bu cümleyi düşündüğünde dalıp gidiyor. Hiç bir şey olmayacak gibi ve dünyayı sahiplenmişçesine dertleniyor ve kendimize güveniyoruz. Bunu yaparken de bazen birilerini kırıyor bazen de severken abarttıkça abartıyoruz ve insanların gözüne sokarak yaşıyoruz. Oysa hayatımızda var olan tek gerçek ölüm, tek zenginlik ise sağlıktır.

İletişim Neden En Büyük Problem?

Birçok insanla bir araya geliyoruz, toplantılar yapıyoruz, dergiler çıkarıyoruz, yazılar yazıyoruz, iş görüşmelerine gidiyoruz, gezilere gidiyoruz... Bunlar gibi sayamadığım birçok şey yapıyoruz. Şu aralar fark ettim ki hep bekletilen ya da sabretmesi gereken taraf oluyorum. Örneğin, davet ediliyorsunuz, gittiğinizde iptal olduğu söyleniyor ve kimse aramaya tenezzül etmiyor. Toplantı yapıyorsunuz size haber vermeden tarih değiştirilmiş oluyor, geziye katılıyorsunuz siz zamanında gelseniz bile 2 saat beklediğinizi fark ediyorsunuz. Teknolojinin çağ atladığı dönemde sorun ne? Sorun iletişim... Toplum olarak zamanı tasarruflu kullanabilmeyi ve bu konuda başkasına saygı duymayı nasıl öğreneceğiz bilmiyorum.

Yazının devamı...

Düdüklü Tencere Nasıl Patlar?

Alışverişte büyük markaları tercih etmemizin sebeplerinin başında ürünü aldıktan sonraki memnuniyet geliyor. Aldığınız eşyanın sağlamlığı ve kullanışlı olmasının yanında ürün bozulduğunda muhatabını bulmak ve servis hizmetinin sunulması da artık günümüzde lüks hâline geldi.

Toplam beş kere kullandığım düdüklü tencere nasıl elimde kaldı onu anlatayım. 3 sene önce bir AVM'den tencere seti almıştım. Tencere seti içerisinde yer alan düdüklü tenceremin kapağı bozuldu. Benim hatam yüzünden olabilir, bunu da kabul ederim. AVM'ye yolum düştüğünde tencereyi mağazaya götürdüm. Mağaza çalışanları kibar bir şekilde garanti kapsamına girmeme ihtimali olduğunu ve ücret karşılığı yapılabilmesi için servis hizmetinin adresine kargo ile göndermemi söyledi. Ben de ücretin problem olmadığını, yapılması için göndereceğimi söyledim ve oradan ayrıldım. Ertesi gün tencereyi kargo ile gönderdim. Gönderdiğim servis hizmeti bu ürünü yapmadığını ve tencereyi geri göndereceğini söyledi. Haydaaa nasıl olur, mağaza öyle söylemişti... Mağazayı aradım onlar da, "Emin misiniz bize markadan öyle söylendi." dedi. Başka bir servis numarası verdiler. Orayı da aradım, tencerenin fotoğrafını gönderdim. Onlar da "biz yapmıyoruz" dedi. En sonunda sözüm ona büyük marka ya hani müşteri hizmetlerini aradım. Onlar da sonunda şöyle dedi: "Biz artık bu üründen üretmiyoruz, dolayısı ile size servis hizmeti vermeyebilirler." Bu sürede düdüklü iki kez geri geldi. Hemen ALO 175 tüketici hattından bilgi aldım. Sonrasında Tüketiciler Derneği Başkanı Levent Küçük ile iletişime geçtim ve durumu anlattım. Küçük, "Satış sonrası servis ve garanti hizmetleri yönetmeliği gereğince 10 yıl yedek parça ve servis hizmeti sunmak zorundalar. Bu açıdan size servis hizmeti vermediklerini yazılı ya da mesaj yoluyla ilettiler ise tüketici hakem heyetine müracaat edebilirsiniz." dedi.

Servis Hizmetini Sormadan Almayın

Şikayetlerimin ardından iki kez aradılar. Söylenen şey şu; "Size bir servis numarası gönderelim. Tencerenin fotoğrafını atın." İnsanlarla dalga geçiyorlar. Verilen numaralar aynı. İki kez bu söylenen işlemi tekrarladım ve sonuç sıfır. Tencere çoktan çöpe atılmayı hak etti etmesine de markanın büyüklüğü nerede kaldı hiçbir fikrim yok.

Ben bir eşya aldığımda seçerim ki sonunda israfa sebep olmayım. Belki bunun yerine basit bir marka tercih etseydim, bu kadar vaktim de gitmeyecekti. Buradaki başlıca sorun markalarla mağazalar, bayilikler vs arasındaki iletişim. Mağazaların daha o ürünün üretilip üretilmediğinden, hangi servisin hizmet sunup sunmadığından haberi yok ki müşteriye de bilgi versin.

Bazen bir şeylerin düzelmesi için uğraşırsınız ve sadece vaktiniz gider. Şikâyetlerimi gerekli yerlere yaptım yapmasına da ne kadar etkili olur bilemiyorum. Siz siz olun bir eşya alırken servis hizmeti durumunu sorun. Aksi takdir de sizin yapıcı olmanız, kimseyi kurtarmıyor ve aldığınız ürün de elinizde patlıyor.

Yazının devamı...

Aldığın Üründe Vazgeçme Hakkı

Bazen mağazalardan aldığınız ürünlerle ilgili yaşadığınız küçücük bir şey olay hâline gelir. Bazen de mağazadan hiç olmaz dediğiniz bir sorunu en güzel şekilde hallederek ayrılırsınız. Sorunların çoğu ya tüketicilerin ya da mağazaların bu hakları bilmemesinden kaynaklanıyor.

Tüketici haberleriyle ilgilenmemden midir nedir bilemiyorum. Genelde sorunlu mağaza temsilcileri bana denk gelir ama bu defa tam tersi bir durum olduğu için sizlerle paylaşmak istedim. Geçenlerde ünlü bir kozmetik markasından bir ürün aldım. Eve geldiğimde ürünün rengini sebepsiz beğenmedim yani vazgeçtim. Mağazayı aradım durumu anlattım. Onlarda kibar bir şekilde fişle birlikte gelmemi söyledi. Aradan dört beş gün geçti, fişi bulamıyorum. Fişi atmadığıma emindim, sonunda çantamda yırtılmış olarak buldum. Hemen bantladım ve cüzdanımın bir köşesine sıkıştırdım. AVM'ye yolum düştüğümde, ürünü değiştirmek için mağazaya gittim. Ürünü verdim ve ücretin kartıma iade olacağını öğrendim. Birçok mağaza aldığımız ürünlerde sadece değişim yapabileceğimizi, para iadesi yapılamayacağını belirttiği için insana böyle şeyler lütuf gibi geliyor. Mağazada çalışanların yardımcı olması, size belalı müşteriymişsiniz gibi bakmadan işlemleri halletmesi, para iadesini güler yüzle yapması gibi maddeler önemsiz algılanan ama aslında, tüketiciyi o markaya bağlayan en önemli sebeplerdir.

Fişinizi Saklayın

Dolayısı ile siz siz olun fişinizi atmayın, hatta bir ürünü biraz kullandıktan sonra fişinizi atın. Özellikle kıyafetlerde bu durum çok önemli. "Aman nasıl olsa az para verdim at çöpe gitsin, onunla mı uğraşacağım" demeyin. Çünkü, bir ürünün hatalı üretimi demek fabrikada birçok aşamanın sorunlu geçtiğinin göstergesi ve milyonlarca insanın da sizinle aynı sorunu yaşaması muhtemel demektir. Herkesin bu şekilde düşündüğünü varsaydığımızda ise sorun asla çözülmeyecek, hatta beraberinde başka sorunları da getirecektir. Bu nedenle mağazalara olumsuz bildirmek istediğiniz her görüş önemlidir. Peki, aldığımız bir ürünü beğenmedik, değiştirmeye hakkımız var mı biraz da bunu konuşalım.

Eve Gelince Ceketin Rengini Beğenmedim, İade Edebiliyor muyum?

Tüketici derneklerine de bu anlamda çok şikayet geldiğini belirten Tüketiciler Derneği (TÜDER) Genel Başkanı Levent Küçük,"Tüketicilerin zararlarının tazmin edilmesi, temel olarak satın aldığımız mal veya hizmetin ayıplı, kusurlu olması şartına bağlanmıştır. “Ben bu kazağın rengini beğenmedim, bu cekete benzer ceketim evde varmış, bu oyun grubunu çocuğum beğenmedi, eşim mobilya takımını istemiyor veya bu koltuk takımı odaya çok büyük geldi” şeklindeki gerekçelerle, satın aldığımız malları iade etmek veya değiştirmek her zaman mümkün değildir.Satın aldığımız bir malı sonradan iade etmek veya değiştirmek gibi seçimlik yasal haklarımızı kullanmak için temel şart, öncelikle malın ayıplı mal olmasıdır." ifadelerini kullandı.

Yani kısacası, satın aldığımız ürünle ile ilgili olarak, alışverişten sonra (ayıplı mallar dışında) alışverişten vazgeçme, cayma hakkına yasal olarak her zaman sahip değiliz. Mağazaların müşteri memnuniyeti kapsamında belirledikleri satış politikaları ile istisnai durumlarla karşılaşabiliriz.

Hangi Alışverişte Cayma Hakkı Vardır?

Tüketicilerin, uzaktan yapılan alışverişlerde (İnternet, telefon yoluyla gibi) 14 gün, kapıdan satışlarda yine 14 gün ve taksitli alışverişlerde ise 7 gün içerisinde, hiçbir gerekçe ileri sürmeksizin ve cezai şart ödemeksizin cayma hakkına sahip olduğunu belirten Levent Küçük, "Satın aldığımız mallar ile ilgili açıklanan cayma hakları dışında; “Devre tatil ve uzun süreli tatil hizmeti sözleşmelerinde” “Ön ödemeli konut satış sözleşmelerinde” “Tüketici kredisi sözleşmelerinde” ve “Finansal hizmetlere ilişkin mesafeli sözleşmelerde” tüketiciler, 14 gün içinde herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin sözleşmeden cayma hakkına sahiptirler." şeklinde ifade etti.

Yazının devamı...

Vaktini Kumbaraya Atmak

Bir sabah uyandım ve dedim ki keşke "vaktin" de kumbarası olsaydı. Daha doğrusu zaman biriktirebilecek bir şey olsaydı. Olsa ne yapardım diye hayal etmedim değil. İnsan bazen öyle bir yoğun döneme giriyor ki kendi kendine "önceden ne çok vaktim varmış be" diyorsun. Özellikle İstanbul'da yaşayanlar için tasarruf edilecek konuların en başında aslında zaman geliyor. Sabah işe git, işten sonra evinle ilgilen, ailene vakit ayır, bu arada sosyalleşmek de gerek tabii, sosyal medyaya göz atayım derken dışarı çıkmaya karar ver, çıktığında trafikten "evim evim güzel evim" diye söylenerek pişman ol, eve döndüğünde saat 22.00-24.00, kitabımı alıp biraz da sayfalara göz atayım derken bir bakmışsın uyuyakalmışsın... Çocuğu olanlar ya da şehirler arası seyahat edenlerin eminim araya daha çok ekleyecekleri vardır. Her gün yeni bir sayfa, ama hep aynı yazı fontu...

Değişmeyen tek şey varsa o da zamanın hızlıca akması. Şu sıralar biraz felsefeye dalmış durumdayım. Biraz sosyoloji, biraz da psikoloji. Doğrusu okunacak o kadar çok şey var ki masam karşımda kendinden geçmiş hâlde duruyor. İnsan her yeni başladığı işte bir öncekinin muhasebesini mutlaka yapar. Bende o dönemlerden geçiyorum. Geçerken de her tecrübe sayfama bir font oluveriyor.

Bu yoğunluk durumlarında herkes gibi bende hayatımı planlı yönetmek istiyorum. Bazen de hepsine düşman olasım geliyor. Ama aslında ne kadar yoğun bir plan düzenine alışırsak, bu, günlük yaşamımızda zamanı o denli kontrol altına almak anlamına geliyor. Hiçbir yoğunluğunuzun olmadığı bir günde yapamadığınız şeyler ile çok yoğun olduğunuz bir güne neler sığdırdığınızı düşünürseniz ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Geçenler de İlber Ortaylı'nın yeni kitabına göz attım. Kitapta şöyle yazıyor, "Türkiye çalışkan insanların yaşadığı bir ülkedir. Ama çok çalışmak maalesef biz de pek işe yaramaz, çünkü suistimal edilir. Çok açık ki evvela patronlar çalışma hayatımızı suistimal eder; onlar etmezse biz kendimiz ederiz." İşte anlatmak istediğim bütün mesele bu. Zaten hayatımız vaktimizi suistimal edenlerle dolu burada sorun yok, bizim kendimizi suistimal ettiğimiz yerde bütün mesele.

Zamanınızı güzel biriktirmeniz dileğiyle...

INSTAGRAM: https://www.instagram.com/mervekantarciculha/

Yazının devamı...

Bayram Tatilde Kaldı

Kırk yıldır değişen dünya düzenine, modernleşen kültüre, tatilleşen bayramlara, alışveriş tutkusuna, birbirini görmekten aciz olma durumuna, velhasıl bunların hepsine meydan okuyan tek bir şey vardır "aile sesi".

O sesi en çok da bayramlarda arıyor insan. Koskoca bir evde anne eline alışkın eşyalar, baba elini bekleyen tamiratlar başkasını asla kabullenmek istemez. Neyi tutsanız elinizde kalır ya da yaptığınız hiçbir şeyin tam olduğunu hissetmezsiniz. Gözünüzü kapatsanız yaptığınız temizliğin bile anneniz tarafından eleştirilip beğenmediğinde kızdığınız vakitler aklınıza gelir. Sonra şöyle bir toparlanıp cam, pencere, halı vs. yeniden başlarsınız hepsine. Demem o ki temizlik bile yeri geliyor hatıra oluyor. İllaki herkesin anne kız, baba-kız ya da baba oğul aklınıza gelen binlerce temizlik hikayesi olmuştur. Bayram kapıdan girdiğinde mütemadiyen kendini hatırlatıyor. Bayram temizliğinin hikayesi böyledir. Annelere siner, kızlarına sirayet eder, evin her köşesi o günü özellikle bekler. Sanki o bayram günü herkes evin pencerelerine bakarak yürürcesine, eve gelenler koltukların altını, avizeleri aşağı indirip toz var mı diye kontrol edercesine, herkes bayram boyunca ilk kez o evde yemek yiyecekmişçesine, perdeler sanki bütün bir yıl yıkanmamışçasına hummalı bir temizlik yapılır. Unuttuğum bir sürü şey olduğuna eminim onları siz tamamlarsınız. Küçüklüğümden beri bu duruma hiç anlam veremesem de bayram geldiğinin hissini veren en tatlı telaşlardan biri de buymuş aslında. Sanırım bunları rengi eksilmiş bayram geçirenler anlayabilir. Doğrusu "nerede o eski bayramlar" diyecek yaşta değilim. Fakat bana göre ömrümüzden düşen her dakika eski oluveriyor. Yaşadığımız her anı "en son o günü" hatırlayacakmış gibi devam ediyoruz nefes almaya. Tabii ki bir önceki hatırayı unutturacak günlere kadar…

BAYRAMI TATİL OLARAK GÖRMEK

Bir de bayramı tatil olarak görenler var. Tatile gidenleri dinlesem sonuna kadar haklılar, bayramda tatile giden çocuklarını şikâyet eden anne babaları dinlesem onlar da haklılar. Yoğun çalışanlar nefes almayı, çocuklarının kalabalığını özleyen büyükler ise bayramı heyecanla bekliyor. Bu konuda neyin doğru olduğunu tartışacak değilim. Bayramı mecburen aileden uzakta geçiren biri olarak hangisinin doğru olduğuna karar veremedim. Ama yine de en azından ilk gün kalabalık sofrada olmayı sevenlerdenim. Bu yazıyı da bayramda tatile giden ailesini eleştiren birinin ricası üzerine yazdım. Bir arada olmanın kıymetini bilmek gerek. Bu elbette diğer günler içinde geçerli, fakat bayramın tadı başkadır.

Her şeye rağmen Kurban Bayramı’nı bitirdik. Acı veya tatlı bir öncekini unutturacak güzel günleriniz ve bayramlarınız olması temennisiyle...

Yazının devamı...

Eşiniz Çok mu Para Harcıyor?

Herkesin para harcama anlayışı farklı. Bazen maddi konularda eşimizden veya ailemizden o kadar farklı oluyoruz ki, uzlaşmak zor oluyor. Örneğin, eşinizi markete gönderiyorsunuz aldıracağınız şeyin miktarını söylediğiniz hâlde bir bakıyorsunuz iki kişinin tüketemeyeceği kadar çok malzeme ile eve geri dönmüş. Arkadaşınızla dışarı çıkıyorsunuz biri devamlı bir şeyler ısmarlamak isterken, öteki asla ödeme yapmadan arada kaynıyor ve bir bakıyorsunuz bu tekrar hâline gelmiş. Bir taraf daha çok harcamacı oluyor ya da bir tarafın tutumu diğerini rahatsız edecek şekilde oluyor.

Özlem Denizmen, isimli kitabında şöyle diyor; "Para yönetimini sadece birlikte fatura ödemelerini konuşmak, planlamak olarak düşünmeyin. Birbirinizin para karakterlerinizi anladıktan sonra bireysel hedeflerinize de ulaşmanıza engel olmayacak ortak hedefler belirleyin. Araştırmalar gösteriyor ki, ortak hedefler evliliği daha sağlıklı ve uzun kılıyor." Buradan yola çıkarsak bazen para harcama sebeplerinin başında "iletişim" konusunun geldiği sonucuna varabiliriz.

Hepimizde, ailemizde gördüklerimizle başlayan, geleneklerimiz ve tecrübelerimizle gelişen bir para harcama kültürü var. Bu yüzden bazı şeyleri değiştirmek için karşınızdakini iyi dinlemeniz ve anlamanız gerekiyor. Birgün tüketici hakem heyetlerinden yetkili biri ile sohbet ederken, "Merve hanım, hanımefendilerin eşlerinden gizli internetten bir şeyler satın alması yüzünden çok boşanmaya şahit oldum." demişti. Bir hanımefendi kapıdan geçen bir satıcıdan 200 TL'lik tencere seti almış. 200 TL'lik bir tencere için senet imzaladığını düşünürken, 10 bin TL'ye yakın bir miktara imza atmış. Ertesi gün kapı çalmış ve durumdan tamamen habersiz eşi açmış kapıyı. Bu durumu öğrenince tabi evde gürültü şamata kopmuş. Bir kere öncelikle eşler birbirine karşı para ve harcama noktasında samimi olmalı. Kadın veya erkek fark etmez, saklamadan alacağınız bir şey hatalı bile gelse sorun karşısında birlikte hareket etmenizi sağlar. Aksi olduğunda yani dolandırılma ya da hatalı bir ürün geldiğinde ise eşlerden birine kötü bir sürpriz ve ailede kaosa sebep oluyor. Benim annem babamdan asla bir şey saklamazdı. Hatta mutfakla alakalı en ufak bir şey bile alsa babamla istişare ederdi ve bu bana küçükken saçma gelirdi. Fakat şu an evli birisi olarak bunun değerini anlıyor ve bu kültürle yetişmenin faydası olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla para harcama kültürü dediğim şey çocuklukta başlıyor. Siz fark etmeseniz de ileride hayatınızın bir yerlerinde o kültüre sahip olduğunuzu hissediyorsunuz.

Yaşamımızın her alanında "yanlış anlaşılma, şiddet, huzur kaçırma, gerginlik" gibi duygulara sebep olmaması için para ve harcama mevzusunu konuşmak şart.

Şikâyet ettiğiniz ve söylendiğiniz konuları konuşmanız ve doğru iletişim kurmanız dileğiyle...

INSTAGRAM: https://www.instagram.com/mervekantarciculha/

Yazının devamı...

Workshoplara Yoğun Talep

Haksız rekabetin bu kadar fazla olduğu bir çağda kendi başına marka olmaya çalışanları gerçekten takdir ediyorum doğrusu. Sosyal medya ve workshopları da bu yolun bir parçası hâline getirerek para kazanmak da artık girişimciliğin bir parçası hâline geldi. Atölye çalışması diye de adlandırabileceğimiz bu workshoplar son zamanlarda birçok insanın stres topu oldu. En güzel tarafı da çocuklardan gençlere, işsizlerden emekli ve çalışanlara kadar herkesin katılabiliyor olması.

Fiyatlar Nasıl ?

Her işletmenin ve markanın hedeflerine ulaşabilmek için geliştirdiği iş yapış ve sunum şekli vardır. Büyük firmalar için bu durum profesyonel ilerlerken küçük işletmeler de kendine göre çözüm yolları ile devam ediyor. Ama artık sosyal medya ile herkes tek başına bir marka hâline geldi diyebiliriz. Dolayısıyla kendini duyurmak ve insanlara ulaşmak günümüzde en önemli meziyet hâlini aldı. Öyle ki instagramda her gün başka bir workshop duyurusu ile karşılaşıyorum. Ekmek yapımından yağlı boyaya, heykel yapımından örgüye kadar birçok alanda atölye çalışmaları bulunuyor. Biraz araştırdım hatta bazılarına ben de katıldım ve fark ettim ki bu atölye çalışmaları artık ekonomik kazanç sağlama alanı oluşturmuş. Bir nevi küçük meblağ ile işin yapış şeklini az bir zamanda görmüş ve tatmış oluyorsunuz. Fiyatlar ise seçtiğiniz alana, zamana ve malzemelere göre değişmekle birlikte 50 TL-750 TL arasında değişiyor.

Atölyesi olanlar da var, sadece workshop için bir yer kiralayanlar da var. Önemli olan workshop yapabileceğiniz bir uzmanlık alanınızın olması ve bu alanda yapabildiklerinizi diğer insanların da yapabileceğine inandırmak. Gerisi zaten geliyor. Bir bakmışsınız yoğun talepler için büyük bir yer arayışındasınız. Ben biraz geç tanıştım ama sevdiğiniz ve kendinize hobi olarak seçmeyi düşündüğünüz bir alana yönlenmek için workshoplar harika bir fırsat. Hatta özellikle festivallerde çocuklar için biçilmiş kaftan diyebiliriz. Ayrıca meslek seçimine de büyük faydası olacaktır. Profesyonelliğin ve acemi heveslerin bir araya gelmesiyle ortaya yeni fikirler de çıkıyor. Dolayısı ile fikrinizi sahayla buluşturmayı önemsemeniz dileğiyle...

INSTAGRAM: https://www.instagram.com/mervekantarciculha/

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.