SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

ÇOCUK GELİN Mİ DEDİNİZ? DEMEYİN!

Erken evlilik hikayelerinin akraba toplantılarında hiciv ve gözyaşıyla karışarak anlatıldığı; annemin kalbinde taşikardiye dönüştüğü bir ailede büyüdüm.
Onlarsa tüm bu hüzünden, gamdan, kasavetten zengin hikayeleri yaşaya yaşaya büyümüşler.

Annemin rivayeti oydu ki evlendiğinde kırkbeş kilo imiş ve ve kendi kadar unla dolu ekmek teknelerinde sabah ezanı hamur yoğurur; çoluk-çocuk-işçilerden oluşan, sayısı her daim değişen ve kesin rakamı bilemediğimiz köy evinin halkı uyanana kadar ekmeği pişirip hazır etmeye çalışırmış..
Ince beyaz elleri, ekmeğe karışan gökgözlerinden akan yaşları anlattıkça aklımın perdesine yansırdı ...

Bir tek annem değil tabi ki; bidiği hemen herkes, karşı evin gelini, yukarı evin kızı ve tüm köy ahalisnin eksik etekleri kendi gibiymişler. Belki de bu yüzden zorlansa da isyana dönüşmemiş ağlamaları, tevekkül etmiş hikayesine.

Kahvaltı edenler bunca zahmet gösterene teşekkürlerini sunup, sıcak bir gülümse de bırakmazlarmış sofraya. Kalabalık hanelerde dolaşan gergin, yorucu hava, belki otoriteyi yitirme kaygısı teşekkür yerine garaz, küçümsenme bırakırmış geriye.

Hayat çetin, sert; herkesin işi güçmüş.

Annem 16 yaşında evlenmiş, ilk 3 çocuğunu peş peşe doğurup, peşpeşe yitirmiş.
Şimdi 16 yaşında eş dost akraba kızlarına bakıyorum yüzlerinde çocuk bakışı taşıyolar hala.
Bırakınız zaman büyütsün, zorlamaların, altından kalkılamayacak sorumulukların fırçası büyük insan suretleri çizmesin onlara.

Ben yazarken ...le evlenecek çocuklar kısmına değinmek bile istemiyorum.
Erken evlilik kısmını yazmak istiyorum sadece.

15-16-17 yaşlarında evlenmiş de mutlu olmuş tek bir insan tanımadım. Bizden önceki nesilden de çok kişi var etrafımda erken evlenmiş yada evlendirilmiş. Ne bunu seçmiş olanlar, ne de kendi için seçilmiş olanı kabullenmek zorunda kalanlar arasında fark yok.

Erken evliliklerde çoğu zaman kadın erkeği, erkek kadını omuzunda taşıdığı ağır bir çuval gibi tarif eder. Çünkü yaşanmayan çocukluğun, yaşanmayan gençliğin sorumlusu "eş" dir.
İyi yetiştirilememiş çocukarın, çıkıp duran tansiyonun, erken yaşlanan yüzün, ağaran saçların...
Erkek de kadın kadar mağdurdur benim dinlediğim hikayelerde.
Düğün günü kuş avlamaya gittiğinden babası tarafından ite kaka düğününe götürülen damatların hikayesi de gelinlerin ki kadar hüzün kokar. Çocuk çocuktur kızı erkeği yoktur aslında.

Teolog değilim; işin dini kısmını tartışmam da ahkam kesmem de. Ama 18 yaşın batıdan devşirme olduğunu söyleyen siyasetçi de eminim ki kızını, oğlunu bahsettiği yaşlarda evlendirmez, evlendirmeyecektir. Kendi çocuklarınız için reva görmediklerimizi başkalarının çocukları için de reva görmeyin beyler.
Çocukluk altın bir ülkedir. Büyüyüp yoruldukça gider oraya sığınırız. Başımızı, kalbimizi koyarız çocukluğumuzun dizlerine. Şefkatten yana bereketlidir çünkü. Ruhumuz ışıldar, yolumuz açılır, gücümüzü geri kazanırız.
Bırakın herkesin çocukuğu altın bir üke olsun. Karanlıkları çağırmayın bu ükeye.
Çocuklardan çoğalan, kırgın çocuklar türemesin.
Eski aile hikayelerinde, bize öğreten, acısı dinmiş birer mesel olsun çocuk ve gelin, çocuk ve damat kelimelerinin yan yana gelişi.

Yazının devamı...

Tuvalet Eğitiminden N'aber? (Büyüksün Sariş!)

Önce lafa kendimi tebrik ederek başlamak istiyorum. Uzun süren, neredeyse tüm yaza yayılan tuvalet eğitiminde 1 kere emzik fırlatma krizi hariç hiç bir sinir krizine girmemiş, sesimi yükseltmemiş, delirmemiş olarak bu süreci bitirdiğimiz için.

Ikinci olarak o küçücük gözlerinin ışıltısını kaybetmeyen Sariş'i. Beni zorlamadığı, elinden gelenin en iyisini o küççük bedeni ,kocaman aklıyla yaptığı için.

Gece uykularından kaldırıp "Sariş hadi çiş yapalım" dediğimde beni cırmıklamadığı, ağlayarak apartmanı ayağa dikmediği, az naz kaprisle işi alışkanlığa dönüştürmeyi başarabidiğimiz için onun o minnak ellerini tekrar tekrar öpüyorum.

Daha önceki yazımda anattığım gibi biz işe bez kilotarı (uykucu donu) Sarişe giydirerek başladık . Uzun süre bunları giydi, sık sık tuvalete gitti. Gün boyu saat başı aralıklarla neredeyse. Ama bu gidişlerin semeresini kolay kolay göremedik. Çünkü kısa sürede giydiklerinin bir nevi bez olduğunu anladı küçük cadım. Bir kere tuvalete yaptıysa 5 kere külot beze yaptı çişini.İlk önce kaka işini çözdü. Gece bile uykularından uyanıp "anne karnım arıyo galpa kakam geldi" dedi çoğu zaman.

Bir sabah hariç; o sabah Sarişin odasından gelen sesiyle uyandım; baktım kendi kendine konuşuyor, bişeylerle uğraşıyor (Sariş kimse yoksa elleriyle, ayaklarıya, üzüm sakımlarıyla, aynadaki görüntüsüyle sohbet edebilme yeteneğine sahip bir kızdır. Bunlarla derin mevzulara girmekten hiç çekinmez. Mesela bu sabah biz kahvaltı ederken içerde kuşumuz Çaki yi teseli ediyordu. Üzüme Çaki akşam olcak gelces biz eve. Okula gidiyoruz biz şimdi.... "10 dakikalık bir monolog, dialog mu desem acaba? Çünkü Çaki de arada ona cik liyordu)

Sonra pıt pıt minik adımlarla odaya yakaştığını duydum elinde donu, onu böyle paket yapmış "bak anne dedi hiç biyere değmedi sana getirdim " amann Allahım! içi kaka dolu paketi kapıp hemen odasına koştum . Gerçekten hiç bi yere değirmeden bin zahmet çıkartıp paket yapıp anneye teslim etmişti emaneti. "hadi kakaya baybay diyelim anneee " dedi bir de üstüne...

Böyle ufak tefek maceralarla devam ettik. Sonra bir gün öğretmeni dedi ki "isterseniz külot bezi çıkartalım, çünkü ona güvenip çişini yapıyor." O gün denedim, baktım o çıksa da iş uzun ve önümüzde bir bayram, bol gezmek, başkalarının bayram temizliği kokan güzel evleri var. Kıyamadım o canım evlere.

Ertesi gün öğretmenine bayram sonuna kadar işi ertelemyi önerdim.

Kabul etti tabii ki.

Bu arada ben sürekli bayramdan sonra artık uykucu donu giymeyeceğini ona yeni büyük donları alacağımızı artık koccaman bir kız olduğunu, amannn bunun çok çok da güzel bir şey olduğunu bıkmadan usanmadan, her arada derede yüzlerce kez söyledim. Bir süre sonra benim yerime sıkca kendi hatırlatmaya başladı projemizi.. Heyecanını hissettiriyordu, onun için benim için olduğundan daha büyük bir iş olduğunun farkına vardım o zaman.

Bayramın bitmesini hiç istemediğimi itiraf etmeliyim. Ben de korkuyordum çünkü.

Bayram dediğin geldi geçti.

Dönüşte hemen alış verişe gittim; rengarenk, resimli, çiçekli, böcekli bir sürü donla döndüm eve.

Heyecanla çağırdım Sarişi, dedim ki "büyük gün geldi yarın sabah artık bunardan giyeceksin. Hangisini istersen sen seçebilirsin." Amannn; sanki aldıklarım don değil dünyanın en ünlü modacısının tasarladığı gelinikmiş gibi rağbet gördü Sariş tarafından. Tüm ev ahalisine geniş açıklamalı olarak gösterdi donlarını tek tek. (neden giyecek, ne zaman giyecek, artık ne kadar büydü vs...) Anlata analata..

Ve bir kaç ufak kaza hariç hiç vukuatı olmadı. Tuvalet fikrine alışmış, konuşmalarla kendine güveni artmış, zamana yayılınca stres yaşamamıştı çok şükür.

Geceleri de çıkarttık uykucu donu. Beşiğinin altına yaydığımız örtüer bizi korkulardan azad etti. Başta iki üç saatte bir tuvalete kaldırdık. Sonra çişi gelince uykudan kalkamadığı ama huzursuz da olduğu için "mızıltılanma aşamasına" geçtik, ses geldiğinde koşarak ama onu telaşlandırmadan tuvalete götürmeye başladık. Şimdi haftada yada iki haftada bir olan gece kaçırmaları dışında, gündüz de bazan bir kaç damla kaçakları saymassak işi çözmüş durumdayız.

Başta da dediğim gibi kendimi de Sarişi de tebrik ediyorum. .Anne olan bilir ki stresli bir iştir bu süreç, psikologlar daha da korkutuyor bizi bu işte. Aman travma yaratmayın, aman çocuğu strese sokmayın derken daha bir şişiyor içmiz. Ama yola çıkana Alah yardım ediyormuş anladım.

Büyüksün Sariş...

Çocuklu maceralarımızın diğer bölümleri için...

https://www.facebook.com/ANNEEBAK/

Yazının devamı...

Hasta Haneler...

Bazılarının ayakları daha bir tanışıktır hastane yollarıyla, kapılarıyla, kokularıyla, uykusuz yataklarıyla. O bazıları gene de alışamazlar. Her hastane yatağı, kapısı aralık, kulakları seste bir hasta-hanesini çağrıştırır bana. Acılarımızın, umutlarımızın dejavusu gibi ... geçmiş yıllarda dualara sardığımız sevdiklerimizin yataklarını gözlediğimiz aralık kapılarda gümm güm kalp sesimizin acılarımızı bastırması gibi, ağlasak faydasız susuşlarımızın içimizi bencil kimliklerden arındırması gibi yansımalar dolar beynime.
Az önce çok basit bir kaç sıkıntı için gittiğim hastane kapısında beklerken aynı bıçak, aynı yerden deşti içimi. Doktor son kalan hastalara baktı. Ben ilaçları yazdırmak için sekreteri beklerken yaşı yetmişi aşmış bir teyze odadan çıkan doktora
- İlaç yazdıracaktım; dedi.
Doktorun aceleci, üzen yoran cevabı
-Akşam nöbetçiydim şimdi çıkıyorum...Yarın gelin oldu..
Doktor ayak seslerini bıraktı ardında kalan yaşlı teyzeye; iki satır reçete yerine.
Sarsıldım üzüldüm.
Acaba bu doktor; o teyzeye yarın verilen randevunun; gitmeyen ayaklara zulmeden kaç basamak merdiven olduğunu, binmesi inmesi güç kaç minibüs, vermesi zor kaç TL yol parası olduğunu hesaplayacak mı bu akşam evinde.
Uykusuzdur, yorgundur, bunalmıştır ama vicdan tartısında acaba karşılar mı bu teyzenin yaşayacağı zulmü doktorun yorgunluğu.. Tartılacaktır elbet...
Daha ben ilaçlarımı yazdıramadan Türkçe bilmeyen 40 lı yaşlarda bir mülteci kadın ve tekerlekli sandalyedeki 20 li yaşlarda oğlu boğazlarından zoraki çıkan cümleye dönüşemeyen kelimelerle doktoru sordu.
Onlara da yarın gelmeleri söylendi. (Başka bir doktorun ellerine tutuşturduğu kağıtlarla kalakaldılar)
Doktorun parmakları boğazımı sıktı sanki nefes alamadım bir süre...
Biliyorum doktorda da değil kabahat ama insan dediğin daha iyi yaşamayı hakediyor bence....
Ve en çok da çocuklarımız için daha iyisini inşaa etmeliyiz.

Yazının devamı...

Kız Çocukları Günü .. Mutlu Kızlar Diliyorum..

Tespitim şudur ki bir anne doğacak çocuğunun erkek olmasını saplantılı şekilde istiyorsa yaşamında değer görmemiş, kız olduğu için incinmiş, küçük ve yararsız görülmüştür. Böyle büyüyen anne kendi kaderini devralacak bir evlat sahibi olmak istemez. Çünkü anneler ister ki evlatları dünyada gün yüzü görsün ..
Bu kadınları yargılamaktan önce anlamak gerek.
Toplumun yüzdesi kabarık bir bölümü böyle annelerden oluşuyor.
Oysa ki bu döngüyü kıracak olan yine anneler.
Kararlı, risk alacak, göğüs gerecek -ki bunu yapmış onlarcası var-.
Daha bu gün bir tanesinin hikayesini gözlerimde bulutlarla dinledim.

Ben bu konuda şanslıydım. Babamın son kızı. Babamın aydınlanma dönemine denk gelen yaşatımda, -ki öncesi kız çocukları ve eşitlik konusunda çok parlak değilmiş- beraber yürüdüğümüz yol kısa da olsa babamın yapıştırdığı, iliklerime işleyen "değerli" etketi beni hayatım boyunca idare etti. O bana ilk "çok" değer verendi. 12 yaşımdan sonra benimle kalamasa da sevgiyle sardığı kalbim ona kalan yıllarımın güzelliğini borçlu.
O benim kahramanımdı, lakin beni de kendine kahraman seçmişti. Yapamassınlarla dolmadı kulaklarımı. Hep sen yaparsınlarla umut ekti kalbime.
Kız olmanın hiç bir dezavantajı olmadı hayatımda desem yeridir.
İki evladım da kız.
Gözlerinde ışıltılı meşaleler taşıyorlar.
Aynı erkek çocukarı gibi kafaları, kafalarının içinde beyinleri, dünyayı algılayan idrakları ve alet yapabilen elleri var. İnanmazsınız aynı erkek çocuklarının olduğu gibi; umud ediyor, dünyayı kendi renklerine boyuyor ve hayal kuruyorlar.

Ve baba konusunda en az benim kadar şanslılar.
Ayşe bazen "kızlar bu işi yapabilir mi baba?" dediğinde, her seferinde kararlılıkla "kızlar da erkeklerin yaptığı her işi yapabilir" diyen ve bunu kalbinin derinliklerinde bilen, duyan bir babaları var.
Onlar da bunu bilmenin naneli, hafifleten ve kolaylaştıran tadıyla büyüyorlar. Ben bu manzaraya şahit odukça aileme duyduğum muhabbet büyüyor... beraberinde şükrüm ve dualarım da.
Kızımın birinin adı Ayşe .
Hz. Ayşe gibi cabbar, kararlı ve güçlü olsun diye. Ki az da olsa islam tarihi bilen bilir Hz.Ayşenin söz sahbi bir kadın olduğunu.
Umuyorum ki kızlarım ve tüm kız çocuları için daha adil bir dünya inşaa ederiz beraberce. Ama önce onlara herkes gibi ve herkes kadar değerli olduklarını yüzlece binlerce kez hatırlatarak ve ezberleterek.
Nigar ÖZALP


Çocuklu maceralarımızın diğer bölümleri için...

https://www.facebook.com/ANNEEBAK/

Yazının devamı...

Çocuk ve Mülteci "Üzülme, o zaman sen burda kal, çünkü Türkiye en güzel ülke"

Dün hayatımda ilk kez bir mülteciyle tanıştım. Her gün üstü başı bakımsız, dilleri başka onlarcası yanımdan akıp giderken, dün durdum ve birinin gözlerine baktım. Ne kadar da aynıydık. Bütün akşam beynimi karıncalandıran bir hal aldı yüzü.

Yazdan kalma havada şehrin en büyük çocuk parkında Ayşeme yarenlik ve gözetmenlik yapmak için gittim. Kocaman parkta onun neşesi ile sonbaharın torpilli havası birleşince yaşamak bütün sevinciyle içimde şarkılı bir hal almıştı. Büyük gondol salıncağa binmek isteyen Ayşeyi orada sallanmakta olan bir çocuk ve yaşını almış bir kadından izin alarak yanlarına oturttum. Kadın kırık aksağanıyla sizde oturun dedi. Yok dedim o zaman sizi kim sallayacak. Sonra yanlarında dikilen diğer kadın " ben sallarım" dedi gene farklı bir aksağanla. Bende yanaştım salıncağın bir köşesine. Muhabbete önce Ayşe girdi. Kadının tükçesi dikkatini çekmişti. Sen neden değişik konuşuyorsun sorusunun muhatabı olan kadının soruyu anlaması biraz uzun sürdü. İlk cevap kısa bir gülümseme oldu. Ardından ben buralı değilim diye devam etti. Hikayelere merakım o kadar çok ki kendimi tutamadan lafa girdim.

Mültecimisiniz? Evet dedi.

İrandan geldiğini söyledi düzgün türkçesi bana iran azerisi olduğunu düşündürttü. Sordum hayır dedi ben Farsi...

İlk dikkatimi çeken kalıcı makyajı oldu. Çizilmiş kaşları, dudakları... Eski bakımlı halinin hatırası gibi duruyordu yüzünde. Üzerindeki kıyafetler ucuz belki ikinci el ama temiz paktı. Zayıf, ellili yaşlarda yüzündeki gülümsemesi bir mülteci korkusu taşımayan kadın İranda ingilizce öğretmeniymiş Hindistandan Arabistana bir sürü ülkede yaşamış. Hikayesini mümkün olduğunca uzatmaya çalıştım. O da sanırım anlatmaya hevesliydi. İranda kalan çocuklarıyla telefonda bile görüşemiyormuş. Yanındaki diğer kadın ise Özbek bir mülteciydi hayatlarında ayak basmadıkları bir ülkede ömürlerince görmedikleri insanlarla kan bağından sağlam bir kader bağı kurulmuştu belli ki. İnsan yitirdiklerinin yerine birilerini koymayı denemesse çıldırabilir. Yanlarındaki Mercane denen küçük özbek daha şimdiden 3 dil konuşabiliyordu. Bebek arabasındaki ufaklık ise 2 dili anlayabiliyordu. Yani her yerden bir parça eklemişlerdi daha şimdiden bünyelerine ama hiç bir yere ait değillerdi.

Aklıma Letonyada hastalandığımda hissettiğim çaresizlğim geldi . Oysa eşim yanımdaydı. Başka bir ülkede gene de çaresiz hissediyordunuz işte. Yanlızlıkların en koyusu en korkulusu. Bu insanlar burda her gün aynı korkuların yanlızlıkların ve bilinmezliklerin muhatabıydılar. Bir günü 10 gün gibi yaşıyorsunuz burda dedi. İzafiyet teorisinin pratik hayattaki acımasız tarifiydi bu...

Ayşem meraklı sorularla sık sık sohbeti böldü. Eve gidince ona anlatmaya çalışacağıma söz verince meraklı sorularını eve kadar erteledi.

Parkdan kalkınca yolun ortak kısmında da konuşarak yürüdük. Henüz bir yıldır burda olmasına rağmen türkçeyi bu kadar iyi konuşabilmesi beni şaşırttı. Bir de siyasetin, gücü korumanın vahşi dişlileri arasından dünyada kaç hayat böyle ezilip gidiyor kaç milyon insan yersiz yurtsuz ve geleceksiz dolanıyordu oradan oraya. Hüzünlenmekle beraber kadının macerasına bir bakımada gıpta etmiştim doğrusu. İstemediği hayatı reddedtmiş vebali ne olursa olsun yüklenmeye karar vermiş ve kendi tarihini koşullarından bağımsız şekillendirmişti.

O da bana Türkiyenin siyasi durumuna bakışımla ilgili bi kaç şey sordu. Ben ona biraz İranı sordum. Ki İran belki filmlerinden belki derin kültüründen dolayı hep sempatiyle baktığım bir ülkedir.

Bilmedğim bir dünyanın kapılarını açıldı dün bana. Artık gördüğüm mültecilerin yüzünde başka anlamlar bulacağımı biliyorum.

Aklıma geldikçe hepsi için dua edeceğim. Ve şükredeğim aidiyetim için.

Ayşe' nin mülteci kadına sürekli tekrarladığı söz.

"Üzülme, o zaman sen burda kal, çünkü Türkiye en güzel ülke :)) "

Nigar ÖZALP

Çocuklu maceralarımızın diğer bölümleri için...

https://www.facebook.com/ANNEEBAK/

Yazının devamı...

Yeni hayat (SARE'yi beklerken)

İçinde umudu, içinde hüznü, içinde korkuyu ve vehimi büyütürsün 9 ay.

Çizilmemiş bir tualin çekiciliği mest eder seni. Hayatı temize çekecek ve baştan başlayacaksın gibi gelir.

Oysa tualin senden bağımsız, sana rağmen bir zemin rengi vardır. Ancak bu zemin üstüne yerleştirebilirsin sonsuz renklerini.

Üstelik onunla arandaki bağ, seninle baban arasındaki kadardır. Sen babanın nasıl temize çekilmiş hayatı değilsen ve genlerinin kiri nasıl yapıştıysa üzerine, o da bu makuz kaderi paylaşacaktır seninle.

Sen ancak kendini temize çekersen, temiz şeyler çizebilirsin bu zemin üstüne. Yoksa kara ellerinin dokunduğu her şey yeni bir karanlık çizecektir, hem yeni olann göğsüne hem de dünyanın kaderine.

Oysa, nedense yeni olan iyi şeyler çağrıştırır hep.

Ben bütün bu bilmeklerin korkusuyla geçiyorum günlerin içinden. Yeni bir sima, yeni bir bakış, yeni bir direnç gelecek yakında. Önce sonsuz gibi görünen ağlamakları yatıştıracak basit formüllerimiz olacak ailecek. Altını almak, gazını çıkartmak. Uykusuzluk gecelerinin içinden cinnete bulaşmadan ak pak çıkmak gibi formüller ve çabalar.

Bunlar basit olanlar.

Sonra yeni denge denemeleri. Ailede o yerini alana kadar diğerleri kendi zamanlarından çalındığının hüznünü yaşayacak. Alıştıkça onun da yeri genişleyecek ve hüzünler paylaşıma dönecek. Bu arada ben, bütün bu karmaşadan sorumlu ve suçlusu gibi hisedeceğim kendimi, o evhamı çok loğusa hallerimle.

Kızıma bakıyorum, daha dün anne demeyi beceremeyen dili şimdi benle sohbete aşina. Biraz isyankar, çokça talepkar. Benim bir tür minyatürüm. Bi tarafıyla hüzüne meyilli bi tarafıyla, durup duruken ve hiç tanımadığı insanlara -merhaba ben ayşe senin adın ne -diyecek ve onlarla konuşmaya çabalayacak kadar maceracı meraklı, bi tarafıyla kendi içine çekilip bize bile uzun saatler kapılarını kapayacak kadar melankolik.

Ama yinede ben değil, yine de benden başka..

Bir ben var bende benden içerü dediği gibi...

Genlerimin baskınlığına rağmen başka bir dünya doğmuş benden. Farkındayım..

Şimdi bir başkası kendini hayata hazırlıyor içimde.

Anne olmak neden iyi bir şey? Net, kesin inandırıcı bir sebebi yok .

Anlatılası anlaşılası bir durum değil.

Belki sadece fıtratımız meyilli, biz yeni anlamlar eklemeye zorluyoruz kendimizi bu fıtrat meselesine. Kendimizce daha iyi bahaneler bulmak istiyoruz.

Nedenini bilmesem de iyi bi şey olduğunu biliyorum.

Anne olmak daha önce hayal ettiğim bir şey olmadı, sırf sonradan üzülürüm kaygısyla ve bir sosyal gereklilik olduğundan cesaret ettim.

Şimdi adımın karşısında yazan anlamların en güzeli olduğunu düşünüyorum.

Birinin evladı, birinin kardeşi, birinin karısı olmak... hepsi güzel de anne olmak daha bir adam ediyor sizi. Hepsinde almak, en azından yarı yarıya almak isteği engellenemez bir durumken, anne olmak vermek konusunda bonkör, talep konusunda cimri olmak.

Hiç almamak hiç istememek değil ama ..

Evliliklerin yürümesi için çocuk şart mı? Bence değil; ama çocuklu evlilik daha kolay o kesin. Ortak bir düşü büyüttüğünüz evde bazı şeyler elbetteki daha zor ama bağlar daha kuvvetli olacaktır. Yüzünüzü döndüğünüz ufuk aynı, sabırsızlıklarınınz benzer, çatışmalarınız kuvvetli ve verimli olacaktır.

Ya da bizim ailede öyle.

Sabahları kahvaltıda iki çift laf edemeseniz de, akşamları 9 dan sonra eşşekten düşmüşe dönsenizde, geceleri sabaha kadar kucakladığınız bir huysuzu tuvalete getirip götürmekle görevli olsanız da ....

Ortak bir düşü büyüttüğünüz evde bazı şeyler elbetteki daha zor ama bağlar daha kuvvetli olacaktır.

Başarı işgal ettiğim koltukların ötesinde bir anlam taşıyor benim hayatımda. Ölçüsünü en çok beraber yaşadığım ailemin yüzünde tespit edebiliyorum. Etrafımdaki insanlar sevecen ve huzurluysa iyiyim diyorum yaşamı kotarmak konusunda, tansiyon yüksekse ve havada sert rüzgarlar varsa, tökezlemişim düşmüşüm belli diyorum kendime. Silkinmeli tüm egoların tozundan, tüm heveslerin kışkırtıcı albenisinden arındırmalı içimi. Kitap okumalı, bir ormana gitmeli, bir şiir yazmalı, bir küfür savurmalıyım hiç olmassa. Dinginliği çağıran şifrelerimdir bunlar.

Takım oyunu zor.. Ama ortak bir düşü büyüttüğünüz evde bazı şeyler elbetteki daha zor ama bağlar daha kuvvetli olacaktır.

Yazının devamı...

Heyecanlı bir bölümün daha sonuna geldik (doğum izninden işe dönüş macerası)

İki yıl okul tatili diye bir kitap vardı ismi münasebetiyle bende yeri bir başkadır. Doğum iznimde bu kitabın ismini çağrıştıran bir durum oldu. uzunn.. İzin fikri her zaman hoştur ama doğum izni adı üstünde öyle boş boş yatıp kafa dinleyebileceğiniz bol güneşli bol yağmurlu havalarda rehavet basa basa tembellik edeceğiniz bir durum değil tabi ki.


Bol ağlamalı, bol alt değiştirmeli, bolca elde derece ateş ölçmeli, azıcık uykulu çok uyanmaklı bir durum. Yani bu bir izin olmaktan öte kadına -zaten bu şartlar altında aklın evde kalacak bari evde tam randumanlı çalış- denilmesi.


Ama iyi geldi. Sare anne kokusuna aşina büyüdü. Ben ona dair her kaygıyı, her yeniliği, her adımı anında ve canlı yayın izledim. Ayşe okula başladı 1. sınıfın telaşını birlikte atlattık.
iş stresi olmadan sadece ev için kullandım bütün stres hakkımı dolayısıyla daha az gergin daha fazla töleranslı olabilme şansım oldu. Çalışan kadınlar daha iyi bilir ki -ev için zaman- çok büyük nimet bu nimetten mahrum kalmadık çok şükür.


Ama başlık da da dediğim gibi bir maceralı bir bölümün daha sonuna geldik işte.
Oysa her şey daha da güzelleşmişti tam bu noktada. çünkü 2 yaş bir çocukla artık iletişim kurup keyif almanın, bir şeyler yapabilmenin en güzel noktasıdır. Acemidir, heyecanlıdır, heveslidir. komiktir dahası. her dakika sorulacak sorusu verilecek cevabı vardır. size kendinizi iyi hissettirir. Bilge muamelesi gördüğünüz kaç insan var ki etrafınızda. ki çocuklar bile 4 yaşından sonra sizi eskisi kadar muteber bilgi kaynağı olarak görmezler. Bu keyfi sürecek topu topu 1 -2 yılı oluyor insanın :)


Yaklaşık iki haftadır kreş alıştırmaları başladı. Bir gün bulutlu bir gün umutlu kısa kreş günleri. kendimi kumpas kuruyor gibi hissediyorum. Hani meşhur bir kurbağa pişirme hikayesi var; soğuk suyla ateşe konan kurbağalar suyun ısındığının farkına varmazmış. az az başlayan kreş saatleri için yaptığım bu mu diyorum hissiyat dozumun yükseldiği zamanlarda kendime.
ama elimden gelen fazlaca bir şey de yok. kendimi teselli etmek gene bana kalıyor. böyle de iyi, böyle de Güzel olabilir her şey. Sorun sadece zaman; yeni düzene alışmak için hepimizin yeniden ihtiyacı olan en önemli şey bu.


Belki izin boyu uzun uzun tembelliklerim olamadı ama bir sürü şey yaptım. daha önce hiç aklıma gelmeyecek şeyleri sever oldum. yeni hobiler edindim. yeni pencereler açtım hayatıma yani taze nefes alacak renk renk pencereler. Artık dikiş makinasının tıkırtısı, boncukların ışıltılı dünyası, kurdelalar süslüyor bu pencereleri.


Bir de ben izindeyken açılan görevde yükselme sınavı büyük bir şans oldu. boş geçecek uzun kış gecelerine ders çalışmalar da eklendi hem keyifle çalıştım hem de kendime yeni bir amaç edinmiş oldum. sınavı da atlattık çok şükür. durum biraz şarkıda dendiği gibi oldu “çocuk da yaparım kariyerde”. :) Şimdi bıraktığım yerden farklı bir noktada işe başlamak biraz kaygı verici olsa da aynı zamanda heyecanlı da geliyor.


Sabah erken uyanmalar, ilk günler çocukları fena halde merak etmeler, koşuşturmalar tatilin pasını silecek üstümden.


Zaten iki haftadır kalk, kahvaltı et, evi topla, evi süpür, sareyi okula götür, ayşeyi al, yemeğe götür, ayşeyi okula bırak, sareyi okuldan al, parka götür eve gel akşam 7 de gözlerin kapansın omuzların Çöksün tatbikatları pasları sökmeye başladı.
Bahar güzel...İşe başlamak için daha güzel bir vakit olabilir mi?
O zaman bismillah diyelim . Allah utandırmasın :)

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.