SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Evde Hayvan Beslemenin Çocukların Gelişimine Katkıları

Hayvan sevgisi çocuklara küçük yaşlardan itibaren aşılanması gereken bir durumdur. Çocuklar küçük yaşlarda anneleri tarafından sevilmek dışında diğer canlılar tarafından da sevilmek ister. Evde hayvan yetiştirmek çocuğun sosyal ve duygusal gelişimine destek sağlayarak aidiyet duygusunu ona yaşatacak ve sorumluluk almakla beraber çocuğun benlik gelişimini bu süreç olumlu yönde etkileyecektir.

Çocuğun id -ego -süperego üçgeninde tamamen kendisini düşündüğü yani dünyanın merkezine kendisini koyduğu erken çocukluk döneminde bir hayvan besleyerek paylaşma duygusu aşılanabilir ve buna bağlı empati becerisi geliştirilebilir.

Yeterince sevgi ihtiyacını tamamlamış yetişkin bireylerin günümüzde sokaklarda hayvanlara yönelik şiddetlerine hemen hepimiz şahit olmuşuzdur. Bu insanlar geçmişte diğer canlılara karşı merhamet duygusunu yitirmiş, mutluluğunu ya da mutsuzluğunu paylaşma becerisine sahip olamamış, sorumluluk sahibi olmayan, sevgisiz korkuyla büyüyen çocuklardır. Bu yüzden hayvanlara şiddet uygulayan yetişkinler öfke kontrol edinimine ihtiyaç duyarlar. Ancak bu çocuk iken karşılıksız sevgi ve güven bağı ile oluşturulmalıdır.

Küçük yaşlarda kendisinden farklı görünen, kendisinden farklı şeyler tüketen bir canlıya karşı empati becerisi oluşturan çocuk gelecekte de doğaya karşı da algısı açık bir yetişkine dönüşecektir.

Gözünün önünde büyüyen o canlının gelişimini izleyerek çocuk doğanın bilişssel sırlarına vakıf olacak yaratıcılığı artarak diğer canlılara olan ilgisi de artacaktır.

Özellikle kendisini ifade becerisi ve dil edinimi kolaylaşacak günlük rutin şeylere karşı sorumluluk bilinci oluşacaktır.

Çocuklar sizin hayvanlara karşı vermiş olduğunuz tepkiler üzerinden davranış duygu eşleştirmesi yaparlar.

Sizler hayvanları onların gözleri önünde kovalar taş atar ya da korkarak kaçarsanız bu çocukta gelecekte hayvan fobisi oluşma ihtimali yüksek olacaktır. Çocuk tek başına hayvanların zararlı ya da zararsız olduğunu kavrayamaz ancak sizin verdiğiniz tepkiler üzerinden öğrenimler gerçekleştirir ve genellemeler yaparlar. Bu nedenle doğal dürtülerle korkmadan hayvanlara dokunmak istediklerinde engellememek, korkutmamak, olumsuz düşüncelere sahip olmamalarını sağlamak gerekir.

Özellikle çocuğunuz sizin onaylamadığınız bir davranış sergilediğinde lütfen ‘’köpek geliyor bak eğer oraya gidersen seni yer, bak şimdi tabağını bitirmezsen kuşlar yer bitirir ‘’şeklinde hayvanlara dair olumsuz bilinçaltı mesajlar vermeyiniz. Aksi halde gece ağlayarak uyanmalar sizin önemsemeden verdiğiniz küçük korku dolu bilinçaltı mesajlardan oluşur. Ayrıca her hayvan dünyaya bir amaç için yaratılarak gelmiştir.

Çocuklarınıza hayvanların dünyaya gelme amaçlarından bahsediniz.Çocuklarınıza hayvanların vücudumuza sağladığı katkılardan doğaya verdiği emekten bahsediniz. (bir arının balı yapmasının sırrından tutun da inek sütünün bizler için faydasından bahsedebilirsiniz )

Evde Hayvan Yetiştirmenin Kazanımları;

Hayvanlarla büyüyen çocuklar dışa dönük olur.

Çocuk tek çocuk ise paylaşmayı öğrenir.

Sosyal ve duygusal gelişimine katkı sağlar.

Empati becerisini geliştirir.

Korkularını yenmeyi öğrenir.

Hayvan ile konuşarak dil becerisi ile beraber kendisini ifade etme becerisi artar.

Çocuğun özgüveni gelişir .

Sorumluluk alma ve aidiyet duygusu gelişir.

Psikolojik ve zihinsel rahatlama ile öfke kontrolünü destekler.

Psikolojik Danışman

Sümeyra Yapıcı

Yazının devamı...

Okul Fobisi

2017-2018 eğitim-öğretim sürecine başlarken çocuklarda en temel karşılaşılan sorunlardan biri de okul fobisidir. Okul korkusu olarak da adlandırılan okul fobisi çocuğun okula gitmeyi reddetmesi durumudur.

Çocuğun yalnızca okula başladığı süreçte değil, sonrasında da görülebilen okul fobisi yalnızca anneden ya da evden ayrılma korkusu değil okulun fiziki şartları, öğretmenin otoriter rolü, akran baskısı ya da '' başarısız olacağım'' kaygısı gibi pek çok nedenden kaynaklı da olabilir.

Okul fobisi yaşayan çocuklar tek başına problem sahibi gibi görünseler de problemin kaynağı anne ya da baba hatta her ikisi arasındaki ilişkiden de kaynaklı olabilir.

Okul fobisi yaşayan çocukların anneleri ile ilgili yapılan araştırma bulguları incelendiğinde ise annelerin yaklaşık üçte birinin obsesyon. kişilerarası duyarlık ve psikotizm alanlarında ruhsal belirtiler gösterdikleri belirlenmiştir. Araştırmada okul fobisi olan öğrencilerin ortak özellikleri incelendiğinde orta sosyoekonomik seviyede çekirdek ailenin genelde ilk çocukları oldukları ve okul fobisi olan çocukların annelerinin ilkokul mezunu ev hanımı olmaları dikkat çekmektedir. Anne baba arasındaki şiddetli geçimsizlik de yine çocuğu anneye bağlayıcı manidar bir rol üstlenmektedir.

Okul fobisi yalnızca okulu reddetmek değildir, altında yatan ihtiyaç duygusal bir mesaj verebilir.

Anne çocuk arasındaki ilk bağlanma anne karnında başlar ve tüm iletişimler bu bağ üzerinden kurulur. Çocuk kişilik gelişiminin en önemli evresinde okula başlayacak ve akranları ile annesi ile kurduğu o bağ üzerinden bir iletişim kuracaktır. Çocuk eğer ailenin ilk çocuğu ise bu durumda veliler biraz daha kaygılı çekingen bir rol üstlenebilir. Çocuğun annesi ile kurduğu güvensiz bağlanma türü okulun ilk günlerinde şu şekilde cereyan edebilir;

+Kızım bak ben gidiyorum ,ben gidince sakın ağlama, öğretmenini üzme tuvaletin gelirse söyle aman ha dikkat et ,kimsenin verdiği bir şeyi yeme.

-Tamam anneciğim.

+Kızım bak ben gidiyorum tamam demi ağlamak yok.

-Tamam dedim ya anne.

+Ha tamam o zaman ben gidiyorum bak şimdi bu kez kesin gidiyorum.

Şeklinde bir diyalog öğretmenlerin en alışık olduğu durumlardan biridir. Burada anne çocuktan ayrılmaya hazır değildir ve sürekli o yokken başına bir şey gelecek kaygısı güderek kendisini akıl almaz bir obsesyona sokabilir. Yapılan araştırmalarda zaten okul fobisi yaşayan çocukların annelerinde obsesyon belirtiler gözlendiğini ispat eder niteliktedir.

Ne Yapmalıyım?

Öncelikle çocuğunuzun duygularını ve düşüncelerini yansıtıcı bir iletişim kurmalısınız.

‘’Tatlım şu an neler yaşadığını hissedebiliyorum, kaygılı ve telaşlısın. Biliyor musun ben de okula ilk başladığım gün aynen senin gibi hissetmiş hatta ağlamıştım. Ama zamanla o kadar iyi arkadaşlarım oldu ki hem eğlendik hem de yeni şeyler öğrendik onlarla. Bugün hala görüşüp o günleri konuşuyoruz .Okul yeni arkadaşlar edinmek ve yeni şeyler öğrenmek için çok uygun bir yer.’’

Çocuk çok fazla ağlıyor ve konuşanları reddediyorsa lütfen öncelikle siz sakin kalmaya çalışarak telkin verin.

‘’Canım lütfen sakin ol, seni istemediğin bir şeyi yapmaya zorlamayacağım. Ağlamayı bıraktığında seninle konuşmak için salonda bekliyor olacağım.’’ Şeklinde bir ifade ile ağlama durumunun sonlanması ile duygular çözümlenmelidir.

Söyler misin şimdi seni okul konusunda tedirgin eden duygu nedir? Sen şuan okulda olsan ne yapıyor olurdun?Arkadaşların sana derdi peki?Öğretmenin seni sever miydi? Gibi sorularla çocuğun okul, arakadaş ve öğretmene karşı tutumu ve algısı çözümlenmelidir.

Son olarak telkin ve ikna ile okul bahçesine kadar bile olsa çocukla gidilir ve okul öğretmenin anlayışı ile durum orada yeniden uyum sağlayıcı unsurlarla desteklenir.

En uygun çözüm ise kararlı davranmak ,sabır göstermek ve ölçülü bir iç disiplin ile sakinlik göstermek.

Psikolojik Danışman

Sümeyra YAPICI

Çocuk gelişimi danışma seansı iletişim için;

sumeyra.yapci@gmail.com

Yazının devamı...

Okul Öncesi Dönemde Çocukların Teknoloji Kullanımı

Yeryüzünde milyonlarca insanın eğitimi düşünüldüğünde teknoloji 20. yüzyılın ortalarından beri bir eğitim –öğretim niteliği taşımaktadır. Amerika İngiltere gibi ülkeler bilgisayar programlama dilini öğretme sürecine bile okul öncesi dönemde başlamıştır. Okul öncesi dönemde teknoloji kullanımının zararlı etkileri tartışılırken Amerikan Pediatri Akademisi 2 yaşından küçük çocukların belirli saat sınırları içerisinde ebeveyn katılımı ile çocuğun gelişimine faydalı olacağını onaylamıştır.

Türkiye gibi genç nüfuslu ve gelişmekte olan ülkeler için okul öncesi dönemde teknolojinin bir eğitim aracı olarak kullanılması büyük önem taşımaktadır. Türkiye nüfusu 2015 yılı sonu itibariyle 78 milyon 741 bin 53 iken çocuk nüfus 22 milyon 870 bin 683 olmuştur. Birleşmiş Milletler tanımına göre "0-17" yaş grubunu içeren çocuk nüfus, 1935 yılında toplam nüfusun %45'ini oluştururken 2015 yılında toplam nüfusun %29'unu oluşturdu. Buna ek olarak anaokuluna katılım oranı sadece %27’dir. Anaokuluna katılım sağlamayan çocuklar ise evde mobil cihaz dokunmatik medya araçlarına maruz kalmaktadır.

İKİ YAŞINDAN KÜÇÜK ÇOCUKLAR TABAKTAKİ YEMEĞİ BİTİRSİN DİYE TELEVİZYON İZLETMEYİN!

İki yaş gelişim döneminde çocuğun sembol anlama gelişimi henüz tamamlanmadığı için televizyon ekranında gördüğü görüntülerin gerçek hayatla olan ilişkisini kavrayamazlar.Çocuklar aynı nesnenin her iki ortamda da var olabileceğine dönük bir algı yetisine sahip olduklarında ancak izlemeleri daha uygun olacaktır. Çocuklar ekranda kendisine sunulan içeriğin eğiticiliğinden çok ne anlama geldiğini anlamaya çalışır ve bilişsel bir yorgunluk ve karmaşa yaşar. Yansımalar, sesler ve hızlı çekimler geriye dönüşler çocuğun dikkatini çekebilir ve siz bu süre zarfında ona tabaktaki yemeği yedirebilirsiniz. Ancak bu gelişim dönemine göre çocuk için uygun olmayan bir durumdan başka bir şey değildir. Jest ve mimiklerinizi kullanarak ya da şarkı söyleyerek bu süreci geçirmeniz daha faydalı olacaktır.

ÇOCUKLAR TEK BAŞINA TELEVİZYONDAN BİR ŞEYLER ÖĞRENMEZLER, SİZİN EKRANDA GÖRDÜKLERİNİZE VERDİĞİNİZ TEPKİLERDEN BİR ŞEYLER ÖĞRENİRLER.

Çocukların tek başına televizyondan veya videolardan bilgi edinmediğini gösteren pek çok araştırma vardır.

Çocukların televizyondan öğrenmesinden ziyade hangi koşullar ve hangi tepkiler altında öğrendikleri daha mühimdir. Yani bu süreçte ebeveynlerin verdiği tepkiler yüz ifadeleri ve jestlerle birlikte büyük önem taşımaktadır.

Çocuklara yönelik pek çok televizyon programının karşılaştırıldığı bir araştırmada Kaşif Dora ve Blue’nun ipucu gibi programları altıncı aydan itibaren izleyen çocukların otuzuncu aya geldiklerinde daha geniş bir sözcük dağarcıkları olduğu ve ifade edici dil becerilerinin daha gelişmiş olduğu tespit edilmiştir.

Ancak teletubbies teletabiler gibi basit bir dil yapısı olan çizgi filmleri izleyen çocukların akranlarına göre geride olduğu kanıtlanmıştır.

KALİTELİ ve YAŞA UYGUN İÇERİĞE SAHİP DİL AÇISINDAN ZENGİN PROGRAMLARI TERCİH EDİNİZ.

Dokunmatik cihazlar artık hepimizin evinde.Bu cihazlarda eğitim amacı güden birçok program yer almasına karşın yapılan araştırmalar gösteriyor ki 20aylık çocuklar klasik kitaplardan öğrendikleri sözcükleri farklı bağlamlarda genelleyebiliyor ancak digital kitaptan öğrendikleri sözcük ve bilgileri genelleyemiyor. Yapılan çalışmalar digital ortamda tek başına hikaye dinleyen çocukların her ne kadar hareket ses gibi destekleyici öğretici faktörleri olsa da ebeveyn katılımı gerçekleşmeden olduğu için çocuğun hikayeyi kavrama ve sözcük edinimine katkısının manidar olmadığını gözlemlemişler.

Televizyonda izletilen eğitici çizgi filmlerin içeriği ve tasarımından çok ebeveyn katılımı ile sosyal etkileşimin daha büyük bir etkisi olduğunu görmekteyiz. Yani belli koşullar sağlandığında çocuklar digital medyadan yeni bilgiler edinebilmektedir. Hedeflenen yaş grubu, nitelikli içerik ve zengin dil yapısı olan programlar tercih ederek bu süreçte çocuğunuzun dil edinimine katkı sağlayabilirsiniz.

Psikolojik Danışman

Sümeyra Yapıcı

İnstagram :psychologicalcounselor

iletişim:sumeyra.yapci@gmail.com

Yazının devamı...

Müziğin veya Ritmik Seslerin Çocuğun Bilişsel ve Sosyal Gelişimine Etkisi

Dünyanın neresinde olursa olsun, insanlar müzik duyduklarında içgüdüsel olarak ritim tutmaya ve müzikle senkronize olarak dans etmeye başlar ya da bir şekilde hareket ederler.

Darwin İnsanın Türeyişi (The Descent of Man ,and Selection in Relation to Sex) kitabında bundan şöyle bahseder;

‘’İnsan yetilerinin arasında en esrarengiz olanı müziktir.’’

İnsanlık tarihi boyunca müziğin bir grubu birbirine bağlayıcı etkide bulunduğuna dair araştırmalar yapılmıştır. Örneğin bir çalışmada birbiriyle senkronize olarak ritim tutan iki kişinin, senkronize olmayan bir şekilde ritim tutan iki kişiye göre birbirleri hakkında daha pozitif görüşe sahip oldukları görülmüştür.

Çocuklarda yapılan bir başka araştırmaya göre 8 yaşındaki çocukların bir kısmı 10 aylık bir müzik eğitimi sonunda müzik eğitimi almayanlara oranla sosyal davranış ölçeği sonuçları sempati yetilerinde ve sosyal davranışlarında kontrol grubuna oranla fazla puan almışlardır. Bir başka araştırma ise 4 yaşındaki çocuklar üzerinde yapılmıştır. Çocuklar iki gruba ayrılmış, birinci grup hep birlikte bir oyun oynarken, ikinci grup birlikte ritim tutarak hareket edip şarkı söylemiş, hep birlikte yürüme birlikte koşma gibi ritmik bir düzen sergilemişler. Sonuçlara göre ritmik uyum gösteren ikinci gruptaki çocuklar problem çözme becerisi ve yardımlaşma yetisinde birinci gruptan fazla puan almışlar.

Senkronizasyon gruba ait olma eğilimimizin bir parçasıdır. Dikkat edilirse bebeklerde ritmik olarak çıkan seslere karşı daha duyarlı ve seçicidirler. Bu tercihin bebeklerin hareketleriyle senkronize hareket eden herhangi bir objeyle onları pozitif bir duygu durumuna soktuğu söylenebilir.

Bebekler müzikle anne karnında iken tanışır ve müziğe tepki vermeye başlar. Hepper 1991 de yaptığı bir çalışma ile anne karnında iken melodi duyan fetüslerin kalp atışlarında ve hareketlerinde aktivasyon gözlemlemiştir. Anne karnında iken müzik dinletilen bebeklerin doğduktan sonra ise aynı melodiye tepki verdikleri hatta konuşmaya başladıklarında o şarkıyı söyledikleri dil gelişimi ile çocuğun bilişsel sürecini desteklediği mesajını vermektedir. Araştırmalar müzisyenlerin sözel belleklerinin müzik eğitimi almamış kişilere oranla daha yüksek olduğunu göstermektedir. Ayrıca müzisyenler hem sesli hem de sessiz ortamlarda diğerlerine oranla cümleleri daha çok akılda tutabiliyor ve daha doğru tekrar edebiliyor.Bu bağlamda yapılan çalışmalar müzik eğitiminin okuma becerisi ,dil gelişimi ve sosyal gelişim üzerinde etkili olduğunu göstermektedir. Ancak bunun okuma yazma bilmeden de sadece ritmik uyum yani senkronizasyon ile desteklendiği görülmektedir.

Anne bebek arasında başlatılan ilk iletişimde anne karnındaki bebeğin annesinin organlarından duymuş olduğu sesler ile başlar. Bu iletişim ritmik iletişimdir. Bu yüzden stres ve kaygı halinde hızlı atan anne kalbi çocuğa vücudun senkronizasyonu ile ilgili olumsuz mesajlar verebilir. Mozart effect olarak bilinen ve hala zekaya olan etkisi kanıtlanmamış çalışmalar da vardır. Ancak hamile olduğunuz dönem içerisinde size kendinizi iyi hissettirecek Osmanlı döneminde İbni Sina ‘nın El Kanun Fit Tıp kitabında da belirttiği Rehavi makamları dinleyebilir, ruhsal açıdan kendinizi dingin hissedebilirsiniz.

Psikolojik Danışman

Sümeyra Yapıcı

Yazının devamı...

Ödül ve Ceza

Davranışçı ekolün ortaya atmış olduğu ödül ve ceza yıllardır çocuklarda uygulanması tartışılan bir konudur.

Çocuklarda istendik davranışların tekrar etmesi için davranıştan sonra çocuğa verilen ödüller o davranışın gerçekleşme olasılığını artıran pekiştireçlerdir.

Çocukta istenmeyen davranışlarda ise verilen cezalar ile o davranış söndürülmeye çalışılır. Bu ekole göre karşımızdaki çocuğun davranışlarını onaylıyorsak ödüllerle pekiştirir, onaylamıyorsak ve ortadan kaldırmak istiyorsak cezalandırırız.

Çocuk bu modelde her davranışına karşılık aldığı tepkileri zihninde kodlar ve davranış-tepki eşleştirerek bir süre sonra ‘’böyle yaparsam şunu elde edebilirim ancak şöyle yaparsam canım yanabilir ya da keyfim kaçabilir.’’ gibi düşünmeye başlar. Adeta verilen tepkilere dönük denklemler kurarak yaşamı boyunca herkese karşı onları kullanır.

Burada yıllardır tartışılan şey ödül ya da cezanın verilmesi değil onun kim tarafından hangi aralıklarla verildiğidir. Anne için onay verilen –kabul edilen davranış bazen baba için kabul edilemez bir davranış olabiliyor. Bu gibi durumlarda çocuk annenin ödüllendirdiği babanın onaylamadığı davranış karşısında davranışın sorumluluğunu almamayı tercih ediyor ve dıştan denetimli bir çocuk haline geliyor.

Oysa davranış sorumluluğu alınması gereken zihinsel bir sürecin sonucudur.

Ne yapıyorum?

Daha önce böyle yaptığımda sonuçlar ne oldu?

Eğer bu davranışı sergilersem olası sonuçlar ne olur? şeklinde bir öngörü edinimi kazandırmak için çocuğa ne yapması konusunda değil nasıl yapması konusunda fikirler veriniz.

Çocuk istenmedik bir davranış gerçekleştirdiğinde ‘’bunun kimin problemi olduğunu ‘’ iyi çözümlemeniz gerekiyor. Çocuğun odasında düzensiz şekilde ders çalışması onu motive edici bir unsur ise, bu durum onun için bir problem değildir. Ancak siz odaya girer ve bu düzensizliği problem olarak sahiplenir ve sonra ona düzenlemesi için belli komutlar verirseniz, çocuğa dıştan denetim odağı olmuş olursunuz.

Ne zaman ki o odadaki düzensizlik çocuğu siz uyarmadan rahatsız edecek, işte o zaman çocuk davranışını sorgulamak durumunda kalacak ve kendi denetimi ile düzen konusunda belli kararlar alacaktır. Başarılı bireylerin içten denetimli, oto-kontrol ile davranışlarının sorumluluğunu alan kişilikler olduğu kaçınılmazdır.

Çocuklar anne babalarının davranışlarını absorbe eden zihinsel illüzyonlardır.

Eğer anne ve baba çocukta olmasını istediği kazanımları kendileri günlük yaşantılarında sergiler ve sosyal model figürleri olurlarsa çocuk kendi doğal gelişim sürecinde zaten o davranışı sergileyecektir. Ancak kendi yaptığınız bir şeyi çocuğa ‘’yapma’’ demek çocukta zihinsel karmaşalara yol açan bir durumdur. ‘’Şizofren olunmaz ,doğulur.’’ şeklinde her ne kadar bir söz söylenmişse de ‘’şizofrejenik mother ‘’ dediğimiz yani çocuğa sürekli zıt tepkiler veren anneler çocuğun gelecekte şizofren olmasına çevresel faktör olarak neden olabiliyor. Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse ;

Çocuğa kimsenin olmadığı zamanlarda verilen tepkiler ve ortamda başkaları var iken verilen tepkiler farklı ise bu çocukta davranışa karşı korku ,kaygı, kararsızlık hali ile sorumluluğunu almaktan kaçınma durumu sergilemesine neden olacaktır. Örneğin çocuğa kimsenin olmadığı ortamda; beslenme çantasına sandwiç koyarken ‘’sakın kimseye verme, iyice karnını doyur ‘’diyen bir anne ,ortamda misafirler var iken ‘’oğlum biraz da arkadaşına versene ,neden paylaşmıyorsun’’ şeklinde tepkiler verirse bu anne ‘’şizofrejenik mother ‘’olarak adlandırılabilir.

Çocuklar mümkün olduğunca davranışının sorumluluğu verilmeli ve problemi sahiplenilmemelidir. Kendisi gelip problemi paylaştığında ise ‘’başka ne yapabilirsin?, biliyorum sen iyi düşünen birisin ,uygun bir çözüm yolu bulabilrsin?, peki başka ne yapabilirdin?’’ gibi tepkiler vererek pekiştirilen şey davranış değil ,çocuğun düşünme ve fikir üretme süreci olmalıdır.

Psikolojik Danışman

Sümeyra Yapıcı

Yazının devamı...

Çocuğum Çek Elini Burnundan Değil!

Neredeyse her yerde karşılaştığımız bir davranış ‘’burun karıştırma’’.

Trafikte kırmızı ışıkta iken göz göze gelince ellerini burnundan çeken insanlar, ya da iş yerinde yoğun şekilde çalışmaya dalmışken kafamızı kaldırdığımızda iş arkadaşımızın burnunu kurcalarken yakalamak.

Bu bir hastalık mıdır?

Psikolojik olarak ne gibi sebeplerden kaynaklanmaktadır?

Çocuğumun sürekli eli burnunda, bu durum beni rahatsız ediyor.

Gözümüze hoş görünmeyen bu davranış biçimini sırf ortadan kaldırmak için karşımızdaki çocuğa ya da kişilere kendi kafamıza göre birçok hastalık tanısı koyarız. Karşımızdaki bir kişi ise ‘’sende tik bozukluğu var ‘’ ya da karşımızdaki çocuk ise ‘’sen kötü çocuk olursun elini çekmezsen gibi.’’

Eğer elini burnundan hiç çekmeme durumu varsa yani bu kompulsif sık tekrarlanan bir durum ise ve gerçekten elini kullanma işlevini bozma derecesinde ise ancak bir tür rahatsızlık olarak doktora başvurulabilir. Öncelikle çocuğun gideceği yer kulak burun boğaz bölümünden sinüslerinin kontrolü olacaktır. Burun mukozasındaki salgının kuruyup onu rahatsız etmesinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı kontrol edilmelidir. Burnumuzdaki tüycükler dışardaki kirli havanın süzülüp akciğerlerimize ulaşmasını sağlarken; soğuk havalarda havayı ılıtarak, sıcak havalarda ise nemlendirerek havanın akciğerlerimize ulaşmasını sağlarlar. Arada kuruması ve onu bir mendil yardımı ile almamız oldukça normaldir.

Sadece bunu gözler önünde görüntü kirliliği oluşturarak yapmak insanlar için rahatsız edici bir durumdur.

Hindistan’da Andrade ve Srihari adlı iki doktor burun karıştırma konusunu daha yakından incelemiş ve insanlarından günde ortalama dört kere ellerini burunlarına götürdüğü sonucuna ulaşmışlardır. Belki kaşınıyor belki de temizleme ihtiyacını mendille değil, parmaklarıyla yapıyor. Ama çoğu insan dalgın olduğundan dolayı elinin altında olan burnuna parmağını sokuyor. Belki düşünürken belki bir şeye karar verirken.

NE YAPMALIYIM?

Çocuğun dalgın iken mi yoksa gerçekten bir sorun olduğu için mi bu davranışı tekrar ettiğini çözümlemelisiniz. Eğer ciddi bir kaşıntı var ise üst solunum yollarını kontrol için doktora başvurabilirsiniz.

Eğer ciddi bir durum gözlemlemediyseniz onunla bu tür bir iletişim etkili olacaktır;

Parmakla burun karıştırmak hoş görüntüsü olmayan bir davranıştır. Bazen daldığımda benim de elim burnuma gidebilir. O zaman beni uyarır mısın tuvalete ya da banyoya gidip temizleyeyim. Aynı şekilde ben de seni görürsem uyarırım. Anlaştık mı?

Toplum içinde bu davranışı sergiliyorsa çocuğun davranışını üzerinden bir utanç duyarak ‘’yapma ,çek elini’’ şeklinde tepkiler yerine eline başka bir şey vererek onu oyalama yöntemini seçebilirsiniz. Elini meşgul edecek boyama kitabı, renkli kalemler ya da ses çıkaran parmak aktivitesi sağlayan oyuncaklar tercih edilebilir.

Çocuk ve Ergen Terapisti

Sümeyra Yapıcı

Yazının devamı...

Çocuğunu Dudağından Öpme! Ona Aşkım Deme!

Gittiği her davette çocuklarını yanından ayırmayan eski futbolcu David Beckham Tanzaya‘ya gittiği tatilde kızı Harper’ı dudağından öptü ve sosyal medyada bunu övünerek paylaştı.

Kız çocuğuna bebek elbisesi örmesiyle gündeme gelen örnek babanın bu fotoğrafı sosyal medyada 2 milyon beğeni aldı.

Tanzaya ‘ya tatile giden baba onca psikolog, pedagog, psikolojik danışmanın ailelere verdiği cinsel eğitimin beraberinde istismar ve mahremiyet eğitimini de tek fotoğrafla özetledi.

Bu sağlıklı bir sevgi ifadesi biçimi değil!

Geçtiğimiz ay da Harper ‘ın doğum günü partisinde Victoria kızını dudağından öperken sosyal medyada bir fotoğraf paylaşmıştı. Ancak yapılan tüm eleştirilere rağmen iki ünlü de hala sessizliğini koruyor. Çocuklarda sevginin ifade biçimi bu olmamalı.

Çocuklar Vücuduna Aldığı Her Dokunuşu Kodluyor!

Şu kötü dünyada sizin içiniz fesatlaşmış, kendi çocuğum istediğim gibi severim demeyin!

Çocuklar henüz dokuz aylıkken vücuduna aldığı her dokunuşu kodlamaya başlıyor.

Hele ki dudaklar beyinde en çok nöron sayısına sahip bölgelerden biri olduğu için bu durum keşfedilen duygunun kalıcı olmasına da neden oluyor.

Anne ya da baba çocuğunu dudağından öpüp ona gülümsediğinde çocuk bunu ‘’iyi, keyifli’’ ya da ‘’kötü, yanlış ‘’ şeklinde şemalarla zihnine kodluyor. Anne ve babası onun her şeyi ilk olarak öğrendiği mutlak doğru, çocuk aksini asla düşünmüyor, yanlış olabileceğini aklına bile getirmiyor.

Bu durum çocuk için normalleşirse başkası yaptığında neden yanlış olsun ki?

Küçük yaşta anne –babası tarafından öpülen çocuk ‘’dudaktan öpme davranışı –keyif duygusu‘’ olarak davranış –duygu eşleştirip bilinçaltına bunu gönderir. İlerleyen zamanlarda yabancı bir kişi ile karşılaşsa bile bu davranışın yaratacağı duyguyu bilir ve ona karşı ‘’hayır diyebilme’’ olasılığı düşer. Aksine çocuğunuz sizi dudağınızdan öpmek istediğinde ona ‘’hayır’’ diyerek, hayır diyebilmeyi öğretmelisiniz. Vücudumuzda özel bölgeler olduğunu, o özel bölgeleri yalnızca özel alanlarda açabileceğimizi, izin almadan dokunamayacağımız yerler olduğunu çocuklarınıza mutlaka öğretin.

Çocuğunuzu sevme biçiminiz onun gelecekteki cinsel yaşamını etkiliyor!

Belki duyduğunuzda çok şaşıracaksınız ama çocuğunuzun bedenine yaptığınız dokunuşlar çocuğunuzun ilerde cinsel hayatını bile etkileyebiliyor. Çocuğunuzun bezini değiştirirken hunharca bacaklarını sıkarak sevmeniz, ısırmanız, hatta yalamanız çocuğunuzda ilerleyen dönemlerde cinsel dürtü bozukluğu, cinsel saplantılar vb. cinsel anomalik davranışlar olmasına neden oluyor. Cinsel hayatında bilinçaltında göndermiş olduğu o mutluluk kodlarını cinsel partnerinde arıyor. Tıpkı küçükken sizin onun bacaklarını ısırıp, sıkarken yaşadığı heyecanı arıyor. Örneğin; bacaklarının arasını açıp kocaman kafanızla küçücük çocuğa gülerek onu ısırmanız ve tekrar keyif aldığınızı belirten gülmeler, kahkahalar çocukta bu öpüşlerin –olumlu – keyif verici – istendik olduğunu şifreler ile bilinçaltına kodluyor. İletişimin dil ile bile olmadığı her şeyi ağzına alarak tanımaya çalıştığı oral dönemde çocuğu ağzından, poposundan öpmek onun erken yaşta uyarılmasına ve gelecekte onun cinsel dürtü bozuklukları yaşamasına neden olabilir.

O küçükken çok ufaktı siz oldukça iri ve güçlüydüydüz. Çocuk artık yetişkin olduğunda sizin ona uyguladığınız gücü tek kişide bulamayınca saplantılı cinsel bir hayat karşımıza çıkabiliyor. Cinsel gelişim ile ilgili birçok tedavi bu yüzden psikanalizle çözümleniyor çünkü bilinçaltı bizim için önemli bir veri kaynağı.

Ne Yapmalıyız?

Mahremiyet eğitimi her çocuk doğduğunda başlar.

Çocuğunuza özel bir alan belirleyin. Özel bölgelerini kaşımak açıp bakmak istediğinde o alana sizin kontrolünüzde gitmesine izin verin.

Odanıza izin alarak girmesi gerektiğini öğretin.

Tuvaletin kapısını kapalı tutması gerektiğini öğretin.

Çocuğun özel alanlarına dokunmayın. (Ağızdan öpülmez çünkü ordan yemek yenir. vb sözleri ritim ile oyun haline getirebilirsiniz.)

Cinsel organlarını asla oyun objesi yapmayın. Erkek anneler çocuğun altını değiştirirken sevdiklerinin yanında cinsel objeyle oynayarak gülmeyin. Çocuk her dokunuşu kodluyor.

Çocuğa ait özel bir mekan tanımlayın. Kıyafetlerini sürekli aynı yerde özel olarak değiştirin.

Ebeveynlerinden kardeşlerinden mutlaka yatağını ayırın.

Hayır demeyi öğretin. Örneğin; tanımadığın birisi gelip sana ‘’Yüzmeye gidelim mi derse hayır demelisin.’’ vb. dışardan gelebilecek tehlikelere karşı çocuğunuzu koruyun.

Sizinle her türlü sırrını paylaşabilmesi ve kafasındaki cinsel meraktan kaynaklı sorularını sorabilmesi için empatik olun. Unutmayın istismarcılar onları tehdit ediyor olabilir ya da çocuğunuzla sırdaşlık yapıyor olabilirler.

Çocuğunuza inanın. Size olayı anlatırsa ona inanmayacağınızı düşünüyor olabilir.

Çocuğunuza her daim sizin yanınızda güvende olacağına dair teminat verin ve ona inanın.

İnanın çocuklar bu konuda asla yalan söylemezler.

Keyifle kalın.

Psikolojik Danışman

Sümeyra Yapıcı

İnstagram: psychologicalcounselor

İletişim: sumeyra.yapci@gmail.com

Yazının devamı...

Çocuk Sorunları

Problem; mevcut durum ile olması gereken durum arasındaki farkın bulunması olarak adlandırılabilir. Kişi tarafından algılanan bu farkın fark edilmesi durumunda bir problemin varlığından bahsetmek mümkün olur. Aksi halde kişiyi rahatsız etmeyen ya da yaşamının işlevselliğini bozmayan farklar bir sorun olarak karşımıza çıkmaz.

Anne-baba- çocuk ilişkisinde genellikle problem, anne ve babalar tarafından davranışın kabul edilebilir veya kabul edilemez oluşu ile ilişkilendirilir. Hangi davranışın kabul edilebilir, hangi davranışın kabul edilemez oluşunu belirleyen tek başına davranışın kendisi değildir. Davranışın sergilendiği ortam, çocuğun yaşı, anne ve babanın o anki duygu durumu da kabul edilemez faktörlerdendir.

İşte bu kabul edilemez davranışlar aslında çocuğun değil anne –babanın problem durumudur. Bir problem esnasında bu durum ‘’kim için sorun?’’ ya da ‘’kime ait problem?’’ gibi soruları öncelikle kendinize sorarak işe başlayabilirsiniz. Eğer bu çocuğa ait bir problem ise önce ondan problemini tanımlamasını, sonra bu konuda kendisinin ne düşündüğünü ve en son olarak ne hissettiğini paylaşmasını isteyebilirsiniz. İşte kilit nokta; önce bir durumu saptamak, sonra düşünce örüntüsünü ortaya çıkarmak ve bu durumun kişide yarattığı duygulanımı ortaya sermektir. Bu sıra dizimi oldukça önemlidir. Çocuğa yaşanan bir olay sonrasında duygularından önce düşüncelerini sormak aslında duyguları yöneten şeyin düşünceler olduğunu fark etmesini sağlar. Ardından bu probleme karşı ne tepki verdiğini ya da ne gibi bir çözüm yolu düşündüğünü sizinle paylaşmasını isteyebilirsiniz. Bu probleme karşı başka ne yapabilirsin ya da eylem gerçekleşmiş ise bundan başka ne yapabilirdin? şeklinde sorular ile çocuğunuzun düşünme becerisini geliştiren aynı zamanda problemini sahiplenen ve buna uygun çözüm yolları geliştiren birey olarak yetiştirmiş olursunuz. Ve en son olarak çocuğunuzun bulduğu yöntemin gelecekte etkisinin neler olabileceği üzerinde de konuşmalı ve olası sonuçları tahmin ederek öngörü sergileme becerisi kazandırabilirsiniz.

Anne babaya karşı bağlanma problemi yaşayan çocukların genellikle küçük yaşta anne babası tarafından problemleri sahiplenen bireyler oldukları terapi esnasında aldığımız veriler arasındadır. Bu yüzden çocukta sorumluluk bilinci kazandırmak ve gelecekteki ilişkisinde güvenli bir bağlanma stili oluşturması adına çocuğunuza bu sorumluluğu vermeli ve problemi sizinle paylaşana dek müdahale etmemelisiniz. Örneğin; arkadaşlarıyla tartışırken onu gözlemlediğinizde ‘’Hadi bakalım özür dile barışın, kavga etmeyin’’ yerine ‘’Problem nedir ?Bu durumu her ikinizde üzülmeden başka nasıl çözebilirsiniz?’’ şeklinde yaklaşarak düşünen koltuğa çocuğunuzu oturtmalısınız. İlk cümlede dikkat ederseniz çocuğunuz değil siz düşünüyorsunuz ve siz çözüm yolu buluyorsunuz hatta problem size ait değilken sahiplendiniz bile.

Şimdi sizlere problem çözme basamaklarını daha detaylı bir şekli ile paylaşacağım.

1.Adım: Sorunun ne olduğunu tanımlayın.

Ne oldu? Sorun nedir?

2.Adım: Düşünceleri açıklığa kavuşturun.

Ne düşünerek öyle yaptın? Sen böyle yapınca sonuç ne oldu?

3. Adım: Duyguları tanımlatın.

Ne hissettin?

4. Adım: Sonuçlarla ilgili duyguları açıklığa kavuşturun.

Bu sonuç karşısında sen ne hissettin?

(Örneğin; senin oyuncağını alınca ne hissettin?)

5.Adım: Çocuğu alternatif çözümler üretmeye teşvik edin.

Bu sorunu çözebilmek için farklı bir çözüm yolu düşünebilir misin?

(Her ikinizin de üzülmeyeceği farklı bir yol bulabilirsin. O yol ne olabilir?)

6.Adım: Çocuğu her çözüm yolu için değerlendirmeye teşvik edin.

Bu iyi bir fikir mi?

Eğer iyi bir fikir ise git ve bunu dene.

7. Adım: Çocuğunuzun düşünmüş olmasından övgüyle söz edin.

Çözüm işe yararsa ‘’Her şeyi kendin düşündün, tebrik ederim .’’

Eğer çözüm işe yaramazsa ‘’Farklı bir şey düşünmelisin. Senin iyi düşünen biri

olduğunu biliyorum . ‘’ şeklinde yaklaşabilirsiniz.

Keyifle kalın.

Psikolojik Danışman

Sümeyra Yapıcı

İnstagram: psychologicalcounselor

İletişim: sumeyra.yapci@gmail.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.