SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Hakaretler yıldırmadı, cesaretlendirdi

- Seni dinleyip de ‘Yoksun’un hikâyesini neredeyse bilmeyen yoktur. Bir Fizik dersinde Şebnem Ferah’a olan sevginle kalemi eline alıyorsun ve 5-10 dakika içinde yazdığın sözleri besteleyip sonra da ilk defa bir stüdyoya girerek okuyorsun. Vee poff… Hayatın değişiyor. 

Aynen öyle oldu :) Şarkı yayınlandıktan sonra okulda herkes şok içindeydi. Ben nasıl olur da şarkı söylerdim. Kimse benden o güne kadar bir şey duymamış. İlk gün 2 bin kişi izledi. ‘Üzüleceksin, 1 milyon bile izlenmeyecek’ diyenler oldu. Hevesimin kırıldığı anlar oldu aldığım yorumlardan dolayı. Ben biraz utangaç ve her duyguyu derin yaşayan biriyim. Şarkıyı silmek istedim ancak ailem engel oldu. İyi ki de olmuşlar. Bugün burada olmamın bir nedeni de o hakaret ve beddualar… Beni cesaretlendirdiler.

- Ne kadar tanınsan, sosyal medyada binlerce kişiyle iletişim kursan, yüzlerce kişiye konser versen de kendi dünyasına sıkı sıkı sarılmış birisin. Sınırların güçlü. Nasıl bir çocukluktu seninki?

Gaziantep’te büyüdüm. Çocukluğumda özellikle annem başta olmak üzere, ebeveynlerimin mesai saatlerinin çok uzun olmasından dolayı yalnız büyüdüm diyebilirim. Evde ağabeyim vardı ama o yaşlarda bir ebeveynin sağlayabileceği imkânları sağlayamıyordu doğal olarak. Buna rağmen aile eksikliği hissetmedim. Fiziksel olarak çok görüşemesek de her anlamda yanımda olduklarını biliyordum. Annem ve babam ne kadar yorgun olurlarsa olsunlar, beni mutlu etmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Gaziantep’in gelenek göreneklerine, insanların bakış açısına rağmen ailem beni ‘Nasıl istiyorsan öyle yapmalısın’ diyerek büyüttü. Bir ebeveynden çok arkadaş oldular bana, hâlâ da öyleler.

- Yazmaya ne zaman başladın? 

Yanılmıyorsam 9-10 yaşlarımdayken sürekli sevdiğim, hoşuma giden sözleri yazdığım minik bir defterim vardı. Zamanla onlardan esinlenerek şiirler yazmaya başladım. O yaşlarda düzenli olarak günlük de tutuyordum. Geçenlerde o günlükleri tekrar okudum ve yazdığım cümlelere şaşırdım :) Şu an o cümleleri kuramam sanırım. Küçük tatlı arkadaş küslüklerine bile fazla kafa yorup ileride okuyacağımı bildiğim için hayata dair öğütler vermişim kendime :)

- Müziği bu kadar severken ve ilerleme kaydederken neden konservatuar değil de Psikoloji bölümünü tercih ettin?

Daha çok küçükken ‘İnsanlar neden üzülür, neden yalnız kalır, yalnızlık, mutluluk nedir?’ gibi konuları sorgulardım. Kendimle tanışmaya çalışırdım. İnternette psikolojik hastalıkları araştırıyordum. Kendimi bir psikolog olarak insanların memnun olmadıkları hayatlarını değiştirirken hayal ediyordum. Bu hayalim için çok çalıştım ve şim
di tam da olmak istediğim bölümdeyim. Almam gereken eğitimler için de çok heyecanlıyım.

- Okulda popülersindir :)    

Beni Naz Ölçal olarak değil de ‘Yoksun’ olarak tanıyorlar :) Videoda yüzüm yarım görünüyor. O yüzden emin olamıyorlar ve yanıma gelip ‘Sen Yoksun musun?’ diyenler oluyor :) Ailemden, arkadaşlarımdan ve çevremden gördüğüm tüm ilgi gurur verici gerçekten.

- Oyuncu olma hayalin olduğunu da biliyorum.

Evet, 2014 yılında, Lise 3. sınıftayken okulumu dondurdum ve 4 aylığına İstanbul’a gelip Temel Oyunculuk eğitimi aldım. Ancak hem üniversite hem müzik derken oyunculuk kısmını biraz akışa bıraktım.

 

Kendimi dinliyorum

- Türkiye’de yaş konusu her zaman sorun oluyor. Genç yaşta bir şeyler yapmaya çalışan insanlar pek rahat bırakılmıyor. Fakat dünyaya baktığımızda mesela bu yıl Grammy Ödülleri’nin neredeyse çoğunu toplayan Billie Eilish henüz 18 yaşında. Senin yolculuğun nasıl geçiyor?

Başarının hiçbir şekilde sınır tanımadığını düşünüyorum. Herkes konuşur, yorum yapar ama sadece çok az insan hayallerinden peşinden koşar. Benim de zorlandığım, aşağı çekildiğim, engellendiğim, ‘Acele etme, daha küçüksün, konser veremeyiz daha tecrübesizsin’ cümleleriyle durdurulduğum, küçümsendiğim çok zaman oldu. Hepsinin sonunda dinlememiz gereken tek kişinin kendimiz olduğuna karar verdim. Neredeyim? Nerede olmak istiyorum? Bunu yaptığımda neler kaybederim? Yorum yapan insanların bana faydaları ne? Her zaman benimle mi olacaklar? Bu soruların cevaplarını düşününce zaten her şey çok açık bir şekilde ortaya çıkıyor. 

Böyle düşündüğün sürece de yaydığın güzel enerji sayesinde başarı zaten seni buluyor. Konuşanları da susturuyor. Onları utandırmaktan daha güzeli yok bence.


Yeni şarkılar üzerine çalışıyorum

- Peki, gelelim karantina sürecine. Uzun zamandır evlerimizdeyiz. Ne kadar yasaklar kalksa da dikkat etmeye devam ediyoruz. Sen bu süreci nasıl, nerede ve kimlerle geçirdin?

 Karantinayı Gaziantep’te ailemle geçirdim. Üniversite hayatım başladığından beri ilk kez bu kadar uzun süre ailemle vakit geçirme fırsatı buldum. Öncelikle evde kalıyor oluşumun, psikolojimi kötü yönde etkilemesine izin vermemeye çalıştım. Zaten evi seven biri olarak, ayrıca bu sürecin sorumluluk ve zorunluluk kaynaklı olduğu bilinciyle evde yapabileceğim aktiviteler keşfetmeye çalıştım. Her gün sporumu yapıp duş aldıktan sonra 1 saat kitap okuyorum. Daha sonra her gün değişen ruh halime ve düşüncelerime göre yazdığım sözlere bakarak yeni şarkılar üretmeye çalışıyorum. Geri kalan zamanı ise ailemle olabildiğince özlem gidererek geçirip, uyuyana kadar da bol bol dizi ve film izliyorum. Kendime müzik seti aldım ve artık kendi müziğimi kendim yapabilecek olmamın sevinci içerisindeyim. 

- Bu süreçte sosyal medyadan canlı yayınlar da çok arttı. Sen eskiden de yapıyordun zaten. Karantinada hangi sıklıkla yaptın? 

Eskiden daha sık yaptığım canlı yayınları bu süreçte maalesef sadece 2 kez gerçekleştirebildim. Sanırım evde kalmak, dışarda kalmaktan daha yoğun geçiyormuş :) Online sınavlar, kendime zorunlu kıldığım günlük görevler, spor yorgunluğu, aileyle geçirmek istenen vakit derken sanırım canlı yayın enerjisini bulamadım kendimde. Ama dinleyicilerimle sohbet etmeyi çok özlediğimden canlı yayınları artık daha sık gerçekleştireceğim.

 

Herkes kendi ‘mümkün’ünü keşfetti

- Şarkılarını internetten paylaşan ve tanınan biri olarak sanatçıların dijital dünya ile bağını nasıl görüyorsun?

Karantina herkesi iyi anlamda değiştirdi diye düşünüyorum. Bir evde aylarca kalmak gerektiği düşüncesi bile insanları haklı olarak endişeye düşürdüğü için insanlar, psikolojilerini ve aktifliklerini yüksek tutmak istiyorlar. Bu yüzden evde üretebilecekleri alternatif yollar araştırmaya başladılar. Herkes birbiriyle eşit konuma geldi ve herkes herkesin dilini konuşmaya başladı bu süreçte. Hatta en çok hoşuma giden şey ise yazılan şarkıların kliplerine dinleyicilerin katkı sağlaması oldu. Zaten her şeyin dijital dünyadan ilerlediği bu süreçte, bunun önemi biraz daha artmış oldu bence. Bu olaydan önce kliplerin dışarıda çekilemeyeceğini ya da düetlerin herkesin kendi evinde yapılıp birleştirileceğini söyleseler ‘Nasıl mümkün olur?’ diyebileceğimiz şeyleri şu an biz keşfetmeye başladık ve bu yüzden de asıl önemlisi, herkes kendi ‘mümkün’ünü keşfetmiştir diye düşünüyorum. 

- Sen de bu süreçte mutfakta bol bol zaman geçirenlerden oldun mu?

Mutfakta olmayı, yemek yapmayı -ve yemeyi :)- çok seven biri olarak önce tatlı konusundaki becerilerimi geliştirmeye başladım ki tatlıya olan düşkünlüğüm sayesinde bu hiç de zor olmadı. Daha sonra en sevdiğim yemeklerin tariflerini araştırarak denedim ve hatta yemek yaparken videolar çekip montajlayarak bana her zaman yardımcı olması için bilgisayarımda içinde bir sürü yemek tarifi videosu olan bir dosya oluşturdum. Haliyle hem mutfaktaki becerilerim hem de kilo alma becerilerim artmış oldu :).

- Son olarak… Müzik, psikoloji, oyunculuk ve yemeği konuştuk. Bunlardan başka Naz neleri sever? Neler yapmaktan hoşlanır? Kimleri dinler, izler?

Dans etmeye bayılırım. Üzgün olduğum zamanlarda bile beni iyileştirir. Kitap okumak beni en mutlu eden, kendime yeni bir ben kattığımı hissettiren aktivitelerden biri. Haruki Murakami, Stefan Zweig, Irvin Yalom, Wulf Dorn, Zülfü Livaneli kitaplarını tekrar tekrar okuyabileceğim yazarlar. Müzikte tabii ki Şebnem Ferah, Bruno Mars, Fikri Karayel, Şanışer, Ceylan Ertem, Sezen Aksu, Jason Mraz, Birsen Tezer, Gökhan Türkmen ve Anwar çok sevdiğim sanatçılar. Hümeyra, Çetin Tekindor ve Celal Kadri Kınoğlu’yu izlerken ise oyuncu olmaya biraz daha hevesleniyorum.      

 

Yazının devamı...

Tasarımın şampiyonu: YER

Son yıllarda yayınlanan yerli - yabancı birçok film, dizi ve tiyatro afişi, kitap ve albüm kapağı Yer Creative’in sihirli dokunuşlarıyla hazırlandı. ‘Yaratıcı fikirlerin tasarıma dönüştüğü yer!’ mottosuyla çalışmalarına devam eden Yer Creative, kazandığı ulusal ve uluslararası alandaki ödüllerin arasına bir yenisini daha ekledi.

Los Angeles’ta düzenlenen dünyanın en prestijli tasarım yarışmalarından Uluslararası Tasarım Ödülleri’nde (IDA – International Design Awards) National Geographic için tasarladıkları ’25 Litre’ afişi ile Grafik Tasarım, Basılı/Afiş kategorisinde altın ödül kazanan şirketin kurucusu Berkcan Okar, “Su krizine karşı aciliyet duygusunu uyandırmamız gerekiyordu. National Geographic’in ikonik sarı çerçevesinden yola çıkarak sanatçımızın eline günümüz ve gelecek arasında portal görevi gören bir resim çerçevesi yerleştirdik. Dışarıdaki yeşil ve sulak günümüz dünyası, çerçeve içindeki geleceği temsil eden kahverengi ve kurak dünya ile tezat oluşturarak hedef kitleyi yaklaşan krize karşı uyarma görevini üstlendi” dedi.


- Kitap, albüm, tiyatro, film afişleri gibi birçok bildiğimiz iş aslında sizin eseriniz. Bunlar size uluslararası alanda da önemli ödüller kazandırdı. Son olarak ‘25 Litre’ afişi ile Los Angeles’ta altın ödülü aldınız. 25 Litre projesini anlatabilir misiniz bize kısaca…

National Geographic Türkiye bu proje için büyük bir heyecan ile bize geldi. Bu heyecana biz de katılarak ilk adımları atmaya başladık. Ülkemizin su kaynakları gün geçtikçe azalıyor ve yakın bir zamanda büyük bir su krizi yaşayabiliriz. National Geographic bu duruma dikkat çekmek istedi ve Finish markası ile güçlerini birleştirerek ünlü sanatçı Gökhan Özoğuz’un da yer aldığı ‘25 Litre’ belgeselini çekti. Ancak hedef kitlemizde aciliyet duygusu uyandıracak bir pazarlama stratejisine ihtiyaçları vardı. Hem belgeselin ünlü yüzünü ön plana çıkaracağımız hem de bu sayede hedef kitlemizi gelecekteki olası bir kriz durumuna karşı harekete geçirecek bir tasarım gerekiyordu. Biz de National Geographic’in ikonik sarı çerçevesinden yola çıkarak sanatçımızın eline günümüz ve gelecek arasında portal görevi gören bir resim çerçevesi yerleştirdik. Dışarıdaki yeşil ve sulak günümüz dünyası, çerçeve içindeki geleceği temsil eden kahverengi ve kurak dünya ile tezat oluşturarak hedef kitleyi yaklaşan krize karşı uyarma görevini üstlendi. Belgeselin çok sayıda insan tarafından fark edilmesini sağlayan posterimiz sayesinde 25 Litre, National Geographic’in en fazla izlenen yerli yapımlarından birisi oldu.

- Yer Creative’in kurucusu ve Kreatif Direktörü olarak sizin hikâyeniz nasıl başladı?

Ben 1989’da İstanbu’da doğdum. Burada doğduğu için kendini şanslı hissedenlerdenim. Yanımdan ayırmadığım defter ve kalemlerimle birlikte büyüdüm. Üniversite yıllarıma kadar boş vakitlerimi hayalden tasarımlar yaparak ve farklı tasarımcıların işlerini inceleyerek geçirdim. Üniversite yıllarında farklı alanlarda, büyük projelerde çalışma fırsatım oldu. Üniversite sonrası 46 Magazine’in Görsel Yönetmenliği’ni yapmaya başladım. 10 yılı aşkın süredir sektörde Görsel Tasarımcı olarak yer alıyorum. 2019 başında kurduğum ve kreatif direktörü olduğum YER ile heyecanlı ve yaratıcı tasarımlar üretiyoruz.

- İlk tasarımlarınız ne üzerineydi daha çok? Nasıl yorumlar aldınız?

Çocukluğumdan bu yana renklere, çizime ve etrafta gördüğüm görsellere ilgim hep vardı. Küçükken başladığım karalamalar zaman geçtikce dijitale dönüşmeye başladı. Gazetelerden sevdiğim görselleri keserek yaptığım kolajlar, sevdiğim gruplara hazırladığım kapaklar derken ailemin ve çevremin güzel tepkileri görsel dünyada kalmamı sağladı. Etrafımda beni destekleyen, benimle heyecanlanan insanlar olduğu için kendimi şanslı hissediyorum.

- Bahçeşehir Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı okumuşsunuz. Farklı bir bölüm veya alan düşünmediniz sanırım.

Görsel İletişim Tasarımı ile üniversiteye giriş zamanı bölümleri araştırırken tanıştım. Tasarım, çizim, fotoğraf, video gibi görsel anlamda besleyip, seçilen alanda yürümemizi sağlayacak bir bölüm olduğunu gördüm. Şimdi dönüp baktığımda doğru bir karar olduğunu çok net görebiliyorum.

- YER Creative ne zaman, neler yapmak için kuruldu?

2019’un başında kuruldu. Kültür, sanat ve eğlence sektöründe yurt içi, yurt dışı birçok sinema ve televizyon projesinin görsel tasarım kampanyalarını hazırlıyoruz. İşlerimiz arasında Arif V 216, Housewife, Invisible Heroes, Sully, Bizim İçin Şampiyon, Kovan, Green, Zer, Eve Dönüş, Bitmiş Aşklar Müzesi gibi sinema filmlerinin yanı sıra Muhteşem Yüzyıl, Bir Aile Hikayesi, Poyraz Karayel, Güllerin Savaşı, Kurtlar Vadisi gibi yapımlar bulunuyor. Hazırladığımız tiyatro afişleri arasında ise Ferhangi Şeyler, Kürk Mantolu Madonna, Closer, Doğu Demirkol, Tartuffe, Çıplak Vatandaşlar, Üçü Bir Arada gibi oyunlar yer alıyor.

Bunun dışında 150’den fazla albüm kapağının tasarımını yaptık. Bunların arasında Şebnem Ferah, Athena, Kenan Doğulu, Ebru Gündeş, Yalın, Merve Özbey, Selami Şahin, Halil Sezai, Tuna Kiremitçi gibi isimler var.

Son olarak hazırladığımız kitap kapak tasarımlarında beraber çalıştığımız yazarlardan bazıları için de Şebnem Burcuoğlu, Yılmaz Özdil, Ali Deniz Uslu, Celal Şengör, Buğra Gülsoy, Sinan Meydan, Zafer Algöz gibi isimleri sayabilirim.

EN HEYECANLISI TASARIMLARI SOKAKTA GÖRMEK

- Peki, tek başına kafanda binbir düşünceyle oluşturduğun bir tasarımın daha sonra böyle ödüllendirilmesi size neler hissettiriyor. Özellikle uluslararası alanda görünür olmak neler sağlıyor?

Bizi ayakta tutan şeylerden en önemlisi, hayallerimizin bir gün diğer insanlar tarafından görülebiliyor olması. Her proje başlangıcında yeni bir beyaz sayfa olarak önümüze geliyor. Benim, ekibin, müşterinin fikirlerinin birbiriyle çarpıştığı ve ‘Daha yaratıcı neler yapabiliriz?’ dediğimiz toplantılar sonrası böyle güzel işler ortaya çıkıyor. 25 Litre de bu işlerden biriydi ve uluslararası bir yarışmada kategorisinde altın ödül alması hepimizi çok mutlu etti. İnandığımız ve arkasında durduğumuz bir işin ödüllendirilmesi, hem heyecanımıza heyecan katıyor hem de motivasyonumuzu artırıyor. Uluslararası yarışmalarda görünür olmak, ödüller almak oralardan gelebilecek işlere kapı açıyor. Bu yüzden yarışma için iş yapmak yerine, yaptığımız işin yarışmaya yollanması çok daha doğru.

- Bir tasarımın hikâyesi nasıl ilerliyor? Yeni bir proje ile biri kapınızı çaldığında adım adım neler yapıyorsunuz?

Her hikâye yukarıda söylediğim gibi boş beyaz bir sayfa ile başlıyor. Müşterinin isteklerini öğrendikten sonra geniş bir araştırma sürecimiz başlıyor. Araştırmalar sonrası sunumlar ve toplantılar yapılarak çıkan fikirlerin üzerine tartışılıyor. Bunların sonucunda artık iki taraf da ne istediğini biliyor ve projenin tasarım sürecine başlıyoruz. Hazırlık süreci ne kadar uzun ve detaylı olursa sonraki kısım o kadar hızlı ve sağlıklı ilerliyor. En heyecanlı ve güzel süreç ise tasarımlarımızı sokaklarda, insanların ellerinde görmek.

- Tasarımda olmazsa olmazlarınız nelerdir? En çok nelere önem veriyorsunuz?

Tasarımda denge, renk ve detay benim en çok dikkat ettiğim ve bunu hissettirmeyi sevdiğim olmazsa olmazlarımdandır. Negatif-pozitif alan kullanımı, görseli hikâyeleştirme ayrıca beni heyecandıran tasarım unsurlarındandır.

FERHANGİ ŞEYLER’İN YERİ AYRI

- Bu süreçte sizi en çok ne zorluyor? Çünkü sizinle iletişime geçenlerin genelde kafasında bir görüntü olduğu gibi ne istediğini kesinlikle bilmeyenler de çoktur…

Artık görsel bir dünyada yaşıyoruz. İş yapan herkes ne yapıyor olursa olsun kafasında bir görselde hayal ediyor. Bu yüzden ilk görüşmeler hep karşı tarafın fikirlerini dinleyerek geçiyor. Bize yaratıcı ve yenilikçi tasarımlar yapmak için gelirlerken bizim hayal gücümüzü sınırlamaları ve bizi farklı şekilde kullanmaya çalışmaları iki tarafı da zorlayan bir süreç oluyor. Bu fikirlere bizim katkımızın olmayacağı durumlarda projeyi almamanın daha doğru olduğunu düşünüyoruz.

Ne istediğini bilmeyip gelenler ise bizim fikirlerimize açıksa ilerleyebiliyoruz ama hem fikri olmayıp hem de bizim fikirlerimize açık olmayan müşteriler bizi gerçekten çok zorluyor. Bu durum iki tarafı kitlediği için hiçbir şekilde hareket etme alanımız kalmıyor.

- En çok keyif aldığınız çalışmalara örnek verebilir misiniz?

Şimdiye kadar yaptığım birçok işin benim için yeri ayrıdır ama Ferhan Şensoy’un ‘Ferhangi Şeyleri’i unutamadığım afiş tasarımlarının başında gelir. 1987'den bu yana aralıksız sahnelediği tek kişilik oyunu için her 500 oyunda bir afiş yapılıyordu. Ben de 2000. kez oynayarak dünya rekoru kırdığı oyun için özel afiş tasarımını yapma şansı buldum. Bundan dolayı bu özel afişin bende çok ayrı bir yeri vardır. Cem Yılmaz'ın Arif V 216 filmi için baştan sona hazırladığımız farklı afiş tasarımları da sevdiğim işlerim arasındadır. Muhteşem bir kadro ile birlikte çekimleri yapıp onlarla bu tasarım sürecini yürütmek ayrı bir keyifti.

HEP HAZIR OLUN!

- Görsel tasarım mesleğini nasıl görüyorsunuz? Sizce Türkiye’de bu işin eğitimi yeterli düzeyde mi? Bu alanda ilerlemek isteyen gençler neler yapmalı?

Tasarım Türkiye’de bence çok kuvvetli bir alan. Özellikle son yıllarda çıkan ve dünyada duyulan kişiler, işler bu alanın yolunun daha hızlı açılmasını sağlıyor. Eğitim konusunda asıl olay öğrencilerin kendisinde diye düşünüyorum. İstekleri doğrultusunda çalıştıkları sürece eğitimin katkısı kat ve kat artabiliyor.

Gençlere söyleyebileceğim öncelikle yaptığınız işi sevin. Bol bol deneyin, gezin, çizin, karalayın, fotoğraf çekin, kitap okuyun, konserlere gidin, doğada vakit geçirin… Tasarım her gün gelişmeye açık bir meslek. Trendler, sevilen renkler, tasarım dili sürekli değişime açık. Kendi tarzını yaratıp farklılık yaratmaya çalışın. Karşınıza çıkan ve sizi üzen sorunlara karşı daha hırslı bir şekilde sağlam adımlarla ilerleyin. Saygılı olun, işinizi yapın ve en önemlisi hep hazır olun.

Yazının devamı...

Festivalleri ilişkiler bozuyor

Türk film festivalleri açısından hem çok yoğun hem de çok tartışmalı bir yılı geride bırakıyoruz. Kim haklı kim haksızdan ziyade festivallerimize ciddi yara aldıran ve güvenilirliğini sorgulatan bu tartışmaları yılın son film festivali Antakya Uluslararası Film Festivali’nin Ana Jüri Başkanlığı’nı üstlenen senarist ve yönetmen Talip Karamahmutoğlu’na sordum.

Festivallerde yaşanan sorunların, sektörde yer alan kişilerin festival yönetimlerinde olmasıyla ‘ahbap çavuş’ ilişkisi doğmasından kaynaklandığını söyleyen Karamahmutoğlu, festivallerin yerel yönetimlerden alınarak işin ehli olan ‘liyakat’ sahibi kurumlar ve gerçek kişilere verilmesi gerektiğini söyledi.

20-26 Aralık tarihleri arasında Antakya’da 7. kez düzenlenecek Antakya Uluslararası Film Festivali’ne geçtiğimiz yılların iki katı olarak 35 farklı ülkeden 830 filmin müracaat ettiğini ve bu durumdan büyük mutluluk duyduklarını da dile getirdi.

Çoğunlukla ‘Arthouse’ olarak adlandırdığımız sanat ağırlıklı film ve belgeseller var.

Antalya Film Festivali için her ne kadar, ‘Zeki Demirkubuz festivali trolledi’ deniliyor olsa da aksini iddia edenler de yok değil. Zaten bir film, ‘En İyi Yönetmen’ ve ‘En İyi Senaryo’ ödülünü hak ediyorsa, aynı filme ‘En İyi Film’ ödülü verilmesine de şaşırmamak lazım. Kayseri Film Festivali'nde ise ‘Senin sözüne karşı benim sözüm’ durumu var. O sebeple bir şey diyemeyeceğim.

Bu konuyu günlerce konuşmak mümkün. Fakat ülkemizde düzenlenen festivallerde en acı gerçek festival bütçesinin bağımsız bir kontrol mekanizmasına teslim edilmemesinden başlar ve ilk düğme yanlış iliklenince ortaya çıkan karmaşa ile birlikte tabiri caizse balık baştan kokar ve bu durumda manipülasyon silsile yoluyla devam eder. Festivallerdeki bu durum adalet gözetilmeden seçilen filmlerin ve dağıtılan ödüllerin özelinde devam eder. Kaldı ki adalet kavramından öte etik olmayan durumların ortaya çıkmasıyla mağdurların sesini duyuramaması arasında kocaman bir bağ var. Ama dediğim gibi bu bağın içerisindeki sıkıntılı durum hem adil olmayan hem de etik değerlerin alaşağı edildiği sonuçları doğurması vakasıdır. Ahbap çavuş ilişkisi ile ve dünya görüşünün öne çıktığı, gerek ideolojik gerekse maddi ve manevi bağlantıların, film seçkilerinde ve jürinin kararında etkili olduğu, adaletten yoksun etik değerlerin kaybolduğu, ortaya çıkan filmin niteliği değil de benim tavşanım senin tavşanından daha değerli mantığı neticesinde heder edilmekte.

Bu meseleleri en iyi kaleme alanların başında gelen sayın Burçak Evren ve ismini zikredemeyeceğim birçok değerleri kalem, bu meseleleri, yani bu al takke ver külah durumunun festivallerde ciddi anlamda rahatsızlık verici olduğunu isim zikretmeden köşelerinde ifşa ettiler. Bu arada mevcutlu ve gelecekte planlanan festivallerden tabiri caizse kırmızı kart görüp davet edilmeme kaygısı güden bir kısım kalemler bu bağlamda hakkı değil haklı olduğunu düşündükleri zihniyeti savunuyorlar. Görece olarak hep geride duruyor ve susmayı yeğliyorlar. Aslına bakılırsa sayıları da hiç az değil.

Aslına bakarsanız sorunun en temelinde yer alan en büyük handikap, festivallerde jürilik gibi ağır ve adaletli davranması gereken arkadaşlarımız sektörün içinde yer alan ve ilişkiler bağlamında birbirine temas eden, yönetmen, senarist, görüntü yönetmeni ve oyunculardan oluşuyor. İşte tam burada devreye giren ahbap çavuş ilişkisi sonuçları darmadağın ediyor. Tabir yerinde ise zurnanın çatladığı yerdir bu durum... Hep söyledim ve söylemeye devam edeceğim, festivallerin yerel yönetimlerden alınarak işin ehli olan ‘liyakat’ sahibi kurumlar ve gerçek kişilere verilmelidir. Örnek akademisyenler ve sinema eleştirmenleri olabilir. Bu arada yeni çıkan sinema yasası ile biraz daha nefes alan sinemamızı daha da ileriye taşımak hepimizin misyonu olmalı.

Yazının devamı...

"Ahşaba Dokunmak" Kadıköy'de

Heykeltıraş ve ressam Ayhan Tomak’ın Ahşap Yontu Atölyesi öğrencilerinin eserlerinden oluşan ‘Ahşaba Dokunmak III’ sergisi kapılarını açtı. 8 Aralık’a kadar ziyaret edilebilecek sergide, farklı mesleklere sahip 15 katılımcının eserleri yer alıyor.

1995 yılından bu yana sanat hayatına devam eden Ayhan Tomak’ın Ahşap Yontu Atölyesi çalışmalarına hız kesmeden devam ediyor. Atölye öğrencilerinin eserlerinden oluşan ‘Ahşaba Dokunmak III’ sergisi bugün Kadıköy Belediyesi Barış Manço Kültür Merkezi’nde kapılarını açıyor.

‘Saklı Yaşam’ ve ‘Artemis’ de sergilenecek

Sergi, atölyede çalışmalara katılan, çeşitli meslek dallarında yer alan katılımcılarla gerçekleşen 3’üncü sergi olma özelliğini taşıyor. Sergide çalışmaları yer alan Alper Arman, Ayten Osken, Bircan Yorulmaz, Derya Türkoğlu, Hakan Yücel, İlknur Cebiroğlu, Kenan Atım, Neşe Konca, Safiye Özkan, Serap Apaydın Başkır, Sezin Çelik Karslı, Soner Tatlıdede, Şebnem Günay, Uğur Yılmaz ve Zuhat Efe farklı mesleklere sahip ancak ahşaba gönül vermiş kişiler.

İlki 2017 yılında yine Barış Manço Kültür Merkezi’nde gerçekleşen ‘Ahşaba Dokunmak’ sergisi, yaz aylarında 20. Uluslararası Büyükçekmece Kültür ve Sanat Festivali’nde sanatseverlerle buluşmuştu. ‘Ahşaba Dokunmak III’ adıyla gerçekleşecek bu sergide, yeni öğrenci katılımları ile ahşap heykel ve tasarımlarından oluşan eserler yer alacak. Sergide aynı zamanda Tomak’ın ‘Saklı Yaşam’ ve ‘Artemis’ adlı iki eseri de yer alacak.

Yazının devamı...

‘En Favori’leri Halk Seçiyor

Türkiye’nin gastronomideki en favori mekânları ve lezzetleri, 3 ay süren halk oylaması sonrası 5 Aralık Perşembe günü ‘Favori Lezzetler Ödülleri’ne kavuşuyor. Ödüller ile Hatay’dan Mardin’e, Gaziantep’ten Konya’ya kadar Türkiye’nin dört bir tarafında halkın gönlünde taht kurmuş lezzetler belirlenecek.

Türkiye'nin gastronomideki zenginliği tartışılmaz ancak bunu ne kadar duyurabildiğimiz, kullanabildiğimiz büyük bir tartışma konusu. Son yıllarda sosyal medyanın da etkisiyle gastronomi turizminin artması Türkiye gastronomi sektörünü de bir sarstı diyebiliriz. Geleneksel lezzetlerini tanıtmaya, hatta modern dokunuşlarla yenilerini yaratmaya başladılar. Mekanlarını, iletişim şekillerini bile elden geçirdiler. Çok da güzel oldu. Rekabet arttı ve gastronomi canlandı.

Yeni tatlar yeni dokunuşlar ile birlikte haliyle herkesin 'favori'leri de değişti. 2016 yılında lezzet yolculuğuna başlayan, kısa sürede gastronomi sektöründe önemli bir boşluğu dolduran ‘Favori Lezzetler’ bu amaçla 'En Favori Lezzetler Ödülleri'ni vermeye başlıyor. İlki de bu Perşembe yani 5 Aralık'ta yapılacak.

Halk oylaması 3 ay sürdü

700 firmanın 3 ay süren halk oylamasında yarıştığı ödül gecesinde en favori mekândan en favori sokak lezzetine, en favori steakhousedan en favori kahvaltıcıya ve en favori otellere kadar 45 dalda ödüller sahiplerini bulacak. Böylece bugüne kadar yapılmış tüm listeler günümüzün en favorileri ile değişecek. Tüm sektörü kucaklayan bir ödül süreci yaşadıklarını belirten Favori Lezzetler Kurucusu Tuncay Tapar, “Adaylarımız oldukça şeffaf bir halk oylaması sonucu ile belirlendi. Oylamalarımız bitmek üzere. İlk 3’e giren adaylarımız ödül gecesinde bizimle olacak ve 1.’nin kim olduğu o gün açıklanacak. Amacımız halkımızın gönlünde taht kurmuş lezzetleri duyurabilmek. Gastronomide yeni markalarımızın oluşmasında katkımız olabilirse ne mutlu bize” dedi.

Yazının devamı...

Futbolla Yıkılan Ön Yargılar

'Yapamazsın', 'Gidemezsin', 'Bakamazsın'...

Dürüst olalım, bu sözleri en çok kadınlar duyuyor. Her gün her yerde her an cinsiyet eşitliği mücadelesi veriliyor. Ancak bu konuda güzel gelişmeler de olmuyor değil...

Bu konuda farkındalık yaratmak isteyen 'Kızlar Sahada' girişimi, 2013 yılından bu yana kadınlar ve kız çocuklarına 'Yapamazsın' denilerek kodlanan toplumsal cinsiyet yargılarını yıkmak için futbolu bir araç olarak kullanıyor. Girişim, her yaştan kadının sahada olmasını destekleyerek kadınların kendi takımlarını kurup katılabileceği, şirketlerin kadın takımlarının karşılaşacağı, lise çağındaki kız çocuklarının kendi takımlarıyla dahil olabileceği turnuva ve kamplar düzenleyerek, takım ruhunun yerleşmesini ve bu yolla bireylerin güçlenmesini amaçlıyor. Yani işyerlerinde sadece erkeklerin takım kurarak akşamları kaynaşma etkinlikleri düzenlemesi tarih oluyor.

Fair Play'i ruhunu yayıyorlar

Türkiye’nin ilk özel kadın futbol turnuvasını ve kız çocukları için futbol okulu düzenleme unvanına sahip olan bu girişim, geçtiğimiz günlerde çok güzel bir ödülün sahibi oldu. Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK) tarafından Fair Play düşünce ve davranışını ülke genelinde yayma ve benimsetme amaçlı faaliyetleri onurlandırmak için 36 yıldır düzenlenen '2018 Türkiye Fair Play Ödülleri'nin 'Tanıtım Dalı’ndaki büyük ödülü 'Kızlar Sahada'ya verildi.

Projeye emek veren herkesi tebrik ederim.

Yazının devamı...

İçecek mi, Konser mi?

Ne mutlu ki gün geçtikçe festival sayımız artıyor. Günlerce sürenlerin yanında tek günlük tematik festivaller de hayli gönül çelmeye başladı. Bunlardan biri de 2.'si geçtiğimiz günlerde yapılan 'İstanbul Moda ve Müzik Festivali'ydi. Festival ilk bakışta 'Moda ve müzik mi?' diye anlık bir sorgulatma yaşatsa da aslında ne kadar birbirini besleyen alanlar olduğu tarihteki örneklerinden de anlaşılabiliyor. Tek bir şarkıdan etkilenerek koleksiyon hazırlayan modacılar ya da sesi kadar giydikleriyle de dönemine damga vuran sanatçılar desek... Hepimizin gözünde saniyesinde birkaç isim canlanıyor.

Bu yıl da festivalde sahne önünde olup kendini müziğin ritmine kaptırmayanlar alandaki çeşitli stantları gezip, atölyelere ve söyleşilere katıldılar. Modacılar, söyleşilerde uzun uzun müziğin tasarım aşamasında kendilerine kattıklarından bahsettiler. İşin ilginci İstanbul'un en merkezi alanlarından Küçükçiftlik Park'ta yapılan festival henüz 2. yılında olmasına rağmen bunu hiç hissettirmeyenlerden. Nedeni biraz teknolojik...

Hepimizin kalabalık alanlara girerken yaşadığı en büyük korkulardan biridir cüzdanını, çantasını çaldırma. Bu kalabalık alan bir eğlence yeri ise ve içilecekse korkular biraz daha çoğalıyor haliyle. Sabahına nereye ne kadar harcadığını bilememek var. Bunlar bir tarafa, o kalabalık içinde canın bir şeyler içmek ya da yemek istediğinde saatlerce sıra beklemek de var.

Festival kampanyası

Ne yalan söyleyeyim, ben alana girdiğim andan itibaren 'Sanırım fazla katılım olmamış' diye düşündüm. Ne bir içecek sırası vardı ne de yiyecek. 'Aman festivali kaçırmayalım' diyerek sanki kimse bir şeyler almaya yeltenmemiş gibiydi. Festivalde kapalı devre ödeme ve yönetim sistemi olan bir mobil uygulama kullanıldığını öğrendim. Caner Istı ve Eren Dedeoğlu ile ekibi tarafından geliştirilen sistemde etkinliğin line up'ından lokasyon ve ulaşımına, yemek ve içecek satış noktalarındaki harcamalardan erken ve hızlı giriş fırsatına, vale otopark hizmetinden atölyelere, bilet alımından odaya servise kadar festivale dair ne varsa anlık olarak bulabiliyorsunuz. Hesabınıza para yükledikten sonra siz saniyeler içinde karekodunuzu okutarak aldığınız kahvenizi yudumlarken hangi sahnede kimin çıktığı, hangi söyleşinin nerede başladığını da böylece öğrenebiliyorsunuz. Cüzdan düşürme, para çaldırma riski de düşüyor. Festival sonunda kalan bakiye iade ediliyor. Kim ne harcadığını, ne aldığını biliyorken satıcılar da kişiye özel indirimler/kampanyalar uygulayabiliyorlar.

Alışverişte Van farkı

Böylece bir içecek içmek isterken tüm festivaliniz mahvolmuyor. Türkiye'de festival alanında yaşanan zorluklardan dolayı alışverişten vazgeçme oranı % 50'lere kadar çıkıyormuş. Ancak sistem ile ödeme işlemi kredi kartından bile 4 kat daha hızlı bir şekilde gerçekleştiği için satışlar % 30 artmış. Geçtiğimiz yıl uygulamanın olduğu festivallere katılan 70 bin katılımcı 250 binden fazla işlem gerçekleştirmiş. Özellikle Van'da beklenenin çok üzerinde bir ciro elde edilmiş. Ortalama segmentte kişi başı 190 TL, bir üst segmentte de 250 TL harcanıyormuş.

Yazının devamı...

Shakespeare ve Çehov, Dada’da

Kuzguncuk Sanat, William Shakespeare ve Anton Çehov’un oyunlarını müzik eşliğinde masal anlatımıyla sundukları ‘Bana Bir Masal Anlat’ ile bugün DADA Salon Kabarett’te olacak.

Kuzguncuk, İstanbul’un en masalsı semtlerinden biri. Bu semtte doğup büyüyen Kuzguncuk Sanat, bu masalsı havayı şimdi Türkiye’nin, hatta dünyanın her yerine götürmeye kararlı. Kuzguncuk Sanat’ın kurucusu Gizem Duman Şeşen ve Başak Şamlıoğlu, oyunda iki keskin kalem William Shakespeare ile Anton Çehov’un seçilmiş oyunlarını müzikli bir masal şeklinde anlatıyorlar. Böylece ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’nda uyanan çocuklar, ‘Fırtına’larda sürüklenen ‘Martı’ları takip ederek ‘Vişne Bahçesi’ndeki ‘Ayı’ların gözünden ‘Hırçın Kız’ların güçlü hikâyesini dinliyorlar.

Masallar besler, büyütür

Klasik tiyatro oyunlarını çocuklar için özenli bir dille masal formuna getirdiklerini belirten Şeşen, “Masal anlatıcılığı asırlar boyu süregelen bir gelenek ve biz bu geleneği klasik tiyatro oyunları ile devam ettirmeye çalışıyoruz. Ben anlatıcılığı Başak’tan öğrendim. Masalların yeri hepimizde ayrıdır. Anlatmak, dinlemek hepimizi besler büyütür. Masal dinlemeden büyüyen çocuk mu olur? Ailecek gelebileceğiniz bir masal anlatısı bu. Bildiğiniz oyunları bir de bizden dinleyin ya da buyurun gelin birlikte anlatalım” diyerek oyuna davet ediyor.

Klasiklerin yaşı var

Klasik tiyatro eserlerini ve romanları anlatmayı hep çok sevdiğini söyleyen Şeşen, bazı kitapların yaşı olduğunu belirtiyor. Küçük yaşlarda okutulan bu eserlere göre yılların, yolların değiştiğini belirten Şeşen, “30’undan sonra ‘Küçük Prens’ okursan mesela anlaman zorlaşır” diyor. ‘Bana Bir Masal Anlat’ı çocuklar için yazdıklarını ancak yetişkinlerin de oyunu izleyerek bilgilerini tazelediklerini vurgulayan Şeşen, sahnede birçok yöntemi de denediklerini anlatıyor. Kalabalık bir grup olarak sahneye çıkmalarına, ara ara müzisyen arkadaşlarını da konuk etmelerine rağmen en sevilen konsept sahnede tek oldukları olmuş. Şeşen, sahnede Hapi Drum çalıyor, Şamlıoğlu da ukulele çalıp şarkılarını söylüyor.

Önce oyun sonra konser

Bugüne kadar Karmadrama, Nazım Hikmet Kültür Merkezi, Akasya Kültür Sanat, Kadıköy belediyesinin sahneleri, kilise ve şehir tiyatrolarında oynanan oyun bugün saat 13.00’te DADA Salon Kabarett’te, 12 Haziran 20.00’de de Karmadrama’da sahnelenecek.

Bugün DADA’da saat 15.30’da Berrin Çopur da Kalan Müzik etiketi ile çıkardığı ‘Pırlangıç’ adlı albümündeki şarkılardan oluşan bir konser verecek. Çocuk zekasına önem vererek, doğa sevgisi, emek, empati ve dostluk temalarına değer veren çocuk şarkılarından oluşan konserin diğer güzel bir tarafı da akustik olması.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.