SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Bir Serenad Rüzgârı!

Serenad Bağcan, müzikte yeni bir isim değil. Bağcan ailesinin her bir ferdi gibi özel bir sesle, yorum yeteneği ile dünyaya gelmiş. O bir hikâye anlatıcısı. İlk notadan itibaren alıp götürüyor, hikâyesini anlatıyor ve geri getiriyor. Nihayet ilk solo albümü ‘Serenad’ ile de buluştuk.

Uzun süredir müzikteki yolculuğunu Fazıl Say ile sürdüren Serenad Bağcan, ‘İlk Şarkılar’, ‘Yeni Şarkılar’, ‘Nazım Hikmet Oratoryosu’, ‘Sait Faik Sahne Eseri’ ve ‘Hermiyas’ eserlerine yorumcu olarak imza atmıştı. Fakat bir türlü solo bir albüm gelmiyordu. Nihayet geçtiğimiz günlerde ‘Serenad’ ile buluştuk. Bağcan, albümün tanıtım gecesinde solo albüm yapmayı bu kadar geciktirmesini şu sözlerle açıkladı: Dünyaca tanınan, sevilen Selda Bağcan’a bile baktığımızda aslında Serenad Bağcan’ın bu düşüncesini, geri duruşunu anlayabiliyordum. Ancak albümün tanıtım gecesinde Selda Bağcan hariç ailenin diğer fertleri sahneye çıktığında işin ciddiyetinin daha da farkına vardım. O seslerin birini dinlemek bile büyülenip olduğun yere çakılmaya yeterken hepsini bir arada duymak şok etkisi yaratıyor.

Adanın sesi oldu

Albümde 7 şarkı var. ‘Pamuk İpliği’nin söz ve müziği amca Serter Bağcan’ın, ‘Bülbül’, ‘Anne’ ve ‘Al Yüreğim Sende Kalsın’ ise baba Savaş Bağcan’ın. ‘Hasreti Uykularda’nın sözü Ahmed Arif’e, müziği Fazıl Say’a, ‘Burgaz Adayım Ben’in de sözü Özen Yula’ya, müziği yine Fazıl Say’a ait. Bir de anonim eser ‘Mağusa Türküsü’ var. Savaş Bağcan, ‘Bülbül’ü kız kardeşi Selda Bağcan’ın gazetede elleri kelepçeli fotoğrafını gördükten sonra yazmış. “ Bir kardeşin hüznü, acısı ve gururu işte bu sözlerle kağıda dökülüp müzikle birleştikten sonra Serenad Bağcan’ın ağzından dökülüyor. Biz de tarihi bir ana şahitlik ediyoruz.

Tüm bunların yanında Serenad Bağcan, tek bir eseri aynı anda hem klasik hem etnik hem de Türk Sanat Müziği tarzında okuyabiliyor. Üstelik de bir insanın değil bir adanın dili olarak! 9 dakikalık ‘Burgaz Adayım Ben’ şarkısı da işte böyle bir eser.

Eczacılık bölümünden mezun olan Serenad Bağcan iyi ki müzikten hiç kopmamış, zaten çok da mümkün görünmüyor. O hep söylesin biz de hep dinleyelim. Bülbüller susmasın!

Yazının devamı...

"Karagöz ve Hacivat" Avrupa'da

5 Mayıs'ta İsviçre'nin Schlieren şehrinde 'İsviçre Türkiye Çocuk Şenliği/Schweizerisch Türkisches Kinder Fest' yapılacak. Karagöz ve Hacivat'tan İbişin Maceraları'na, Ritim Gösterisi'nden Müzikli Söyleşiler'e kadar Türk kültürünü yansıtan birbirinden renkli etkinlikler bu şenlikte olacak.

Memleketinden ayrı kalmak zor, çocuğuna kendi memleketini anlatamamak, tanıtamamak daha da zor. Bu yüzden Avrupa'da yaşayan vatandaşlarımızın kendi kültürleriyle hasret giderebilecekleri, çocuklarına gösterebilecekleri etkinlikler çok önemli. 5 Mayıs'ta İsviçre'nin Schlieren şehrinde düzenlenecek 'İsviçre Türkiye Çocuk Şenliği/Schweizerisch Türkisches Kinder Fest' bu yüzden bir sosyal sorumluluğu da üstleniyor aslında. Böylesine önemli bir organizasyonu düzenleyen kişi ünlü oyuncu Zafer Altun ve ağabeyi Cem Altun. Zafer Altun şu anda 'İkizler Memo - Can' dizisinde mahalle komiserini, Yabancı Sahne'nin 'Netoçka Nezvanova' oyununda da Rus Subay'ı canlandırıyor. Altun, birçok ünlü ismin de yer alacağı festivali, "Anadolu topraklarının sıcak hikayelerini, yüzyıllardır Anadolu’da geleneksel olarak akıp gelen temaşa sanatları ile birleştirip Avrupa’da yaşayan çocuklara götürüyoruz" diyerek anlatıyor.

- İsviçre'de Türk kültürünü yansıtan bir çocuk şenliği... Nasıl başladı bu proje?

Ben birkaç yıl önce Sadri Alışık Tiyatrosu'nun 'Pir Sultan Abdal' oyunu ile 24 günlük bir Avrupa Turnesi’ne katılmıştım. Almanya, Avusturya, Fransa, Belçika ve İsviçre'de 13 temsil oyun oynamıştık. İlgi gerçekten bizi çok mutlu etmişti. Neredeyse tüm oyunlarımız kapalı gişe oynamıştı. O donemde ağabeyim de evlenip İsviçre’ye yerleşmişti. Sürekli İsviçre'ye giderek çok fazla gözlem yapma fırsatım oldu. İsviçre’de çocuklar adına pek bir şey yapılmadığını fark ettim ve böylece 'İsviçre Türkiye Çocuk Şenliği' ortaya çıktı. Güzel bir ekip kurduk, çocuklarımız için çok eğlenceli ve öğretici bir şenlik olacak. Avrupa’da yaşayan Türk aileleri kültürleriyle hasret giderirken, yabancı ailelerin çocukları da hem eğlenebilecek hem de Türk kültürünü tanıyabilecek.

- Kimler olacak bu şenlikte?

Biz bu şenlik ile Anadolu topraklarının sıcak hikayelerini, yüzyıllardır Anadolu’da geleneksel olarak akıp gelen temaşa sanatları ile birleştirip Avrupa’da yaşayan çocuklara götürüyoruz. Dünyanın en eski gölge oyunlarından biri olan ‘Karagöz ve Hacivat’ ete kemiğe bürünüp canlı canlı çocuklarımızın karşısına çıkacak. Çocuklarımıza bu topraklardan kahkaha dolu bir oyun sunacaklar. ‘Müzikli Söyleşiler’ ile Türk ve yabancı bestecilerimizi tanıyacak, ‘Ritim Gösterisi’ ile eğlenceli dakikalar geçirecek, sanatın uçsuz bucaksız dünyasında çok şey öğrenecekler. ‘İllüzyon ve Jonglör Gösterisi’ büyülü bir dünyaya davet edecek. ‘Çocuklar Duymasın’ın ‘Çaycı Hüseyin’i, çocukların sevgilisi Alpaslan Özmol’un başrolünü oynadığı geleneksel çocuk oyunu ‘İbişin Maceraları’ adlı oyunla hayatları boyunca belleklerine kazınacak bir eğlenceyi yaşamış olacaklar. Usta oyuncuların da eşlik ettiği bu oyun ile yetişkinler de ilginç bir deneyim yaşayacak. Ayrıca, salon içinde yer alacak el sanatları stantlarımızda sanatçılarımız çocuklarla eğitici atölyeler de gerçekleştirecek. Ebru sanatını çocuklar kendileri de deneyimleyebilecek.

- Teknoloji ve geleneksel sanatları harmanlıyorsunuz sanırım...

Evet, aynen öyle. Örneğin ‘Pixel Poi’ sanatçımız Mehmet Kandemir, Yeni Zelanda’da 120 bin kişinin katıldığı Pixel Poi Yarışması’nda inanılmaz bir ışık şovu gerçekleştirerek dünya 5’incisi oldu.


- Alpaslan Özmol da ekipte yer alıyor. Onunla önemli ziyaretler gerçekleştirmişsiniz.

Alpaslan benim 21 yıllık dostum. İlk olarak 1998 yılında birlikte Bursa Devlet Tiyatrosu’nda sahneye çıkmıştık. Bu şenliğin hazırlık çalışmaları için Alpaslan ile küçük bir Avrupa turu yaptık. Türkiye Zürih Başkonsolosu Asiye Nurcan İpekçi ve Türkiye Brüksel Başkonsolosu Dilşat Kırbaşlı Karaoğlu ile görüştük. Orada Türk oyuncuları, ekipleri görmekten dolayı çok mutlu oldular.

- Neler yaşadınız bu Avrupa turunda?

Yıllardır bizi televizyonlardan izleyen vatandaşların gösterdikleri ilgi şahaneydi. Özellikle Alpaslan’ın artık bir efsane haline gelen ‘Çaycı Hüseyin’ karakterinin sözleri ‘Hassstaa etme beni’ ve ‘Çaaayylaaarr’ gibi replikleri ile arabalarının camlarına çıkarak, motorlarıyla seyir halindeyken bile selam vermeleri çok ilginçti. Bazı Türk vatandaşları gelip sarıldıktan sonra evlerine davet ettiler. Gösterdikleri misafirperverlikten dolayı çok teşekkür ederim

- İsviçre haricinde bu şenliği nerelerde yapmayı planlıyorsunuz?

Bu yıl başlangıç olacak diye umuyoruz. 1 gün sürecek. Önümüzdeki yıllarda gününü artırarak Belçika, Almanya, Fransa ve Avusturya’da da yapmayı hedefliyoruz.

Yazının devamı...

Sinemanın Kadın Hâli

Evet, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü geride kaldı. Kadın hakları, cinsiyet eşitliği, kadına yönelik cinsel istismar, iş yerinde mobbing gibi birçok konu gelecek 8 Mart’a kadar pek de sesli bir şekilde söylenmeyecek. Kadınlar yine en doğal yaşam hakları için bile büyük mücadeleler vermek zorunda kalacak. Bu sırada kadınların hayat hikayelerinden esinlenerek yapılan filmlere bir göz atmakta fayda var.

Nereden bakarsak bakalım kadının iş gücüne katılımı ve kadın hakları için gidilecek daha uzuuun bir yol var. Önce düşüncelerin değişmesi, bakış açısının farklılaşması gerekiyor. Bunun için de en iyi araçlardan biri tabii ki sinema. Kadınların hayat hikayeleri, cesaretleri, başarıları her alanda olduğu gibi sinemaya da her zaman büyük bir ilham kaynağı oldu. Kadınları odak noktasına koyan sayısız film yapıldı. Bunlardan bazılarını sizinle paylaşmak istedim. İzlemedikleriniz varsa gelecek 8 Mart’a kadar bol bol zaman var. İyi seyirler…

Sultan Gelin (1973-Halit Refiğ)

Film, Anadolu'daki gelenek ve göreneklerin kadınlar üzerinde hangi acılara neden olabileceğini çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Başlık parası karşılığında tanımadığı biriyle evlendirilen Sultan, kocasının ilk gece ölmesiyle 'Başlık parası boşa gitmesin' düşüncesiyle baba evine yollanmıyor. Çocuk yaştaki Veli ile sözlendirilip evde hizmetçi, tarlada ırgat olarak çalıştırılıyor. Veli büyüyüp başkasına sevdalanınca da beşikteki bebeği büyütüp kendine koca yapması bekleniyor. Ve bir kadının hayatı aşksız, mutsuz bir şekilde devam etmek zorunda kalıyor.

Selvi Boylum Al Yazmalım (1978-Atıf Yılmaz)

Her dönem her izlemede aynı etkiyi yaratacak derecede güçlü bir hikaye. Köylü kızı Asya, karşısına çıkan kamyon şoförü İlyas'a kısa sürede aşık oluyor ve evleniyorlar. Bir çocuğu olan Asya, İlyas'ın kendisini aldattığını öğrenince evi terk ediyor. Çocuğuna ve kendisine evini açan Cemşit ile güvenli bir yuva kuruyor. Bir gün, eski kocası, aşkını derinlere gömdüğü İlyas çıkıp geliyor. İki erkek arasında kalan Asya, asıl önemli olanın 'emek' olduğunu biliyor. Bir mesleği, dayanağı bile olmamasına rağmen Asya'nın aldatmayı sineye çekmeden evi terk etmesi, kucağında bebeğiyle yeni hayat kurma yolculuğu, sevgiye bakışı... Kadınların her koşulda ne kadar güçlü olabileceğini bir kez daha kanıtlıyor.

Thelma ve Louise (1991-Ridley Scott)

Kadın dayanışması ve kadınların özgürleşme çabaları denildiğinde ilk akla gelen yapımlardan biri... Kendilerine acı çektiren erkeklerden biraz uzaklaşmak isterken yine erkekler nedeniyle daha fazla sorunla karşı karşıya kalan bu iki kadın, birbirlerine sıkı sıkıya bağlanmaktan ve desteklemekten başka çare bulamıyor. Erkek arkadaşından bıkan Louise ile ihmalkar kocasından uzaklaşıp, güzel bir hafta sonu geçirmek isteyen Thelma'nın yaşadıkları, bir kadının mecbur kaldığında kendisi ve arkadaşları için neleri göze alabileceğini açıkça ortaya koyuyor.

Bandit Queen (1994-Shekhar Kapur)

11 yaşında zorla evlendirilen, bir köyün erkekleri tarafından tecavüze uğrayan, içindeki intikam yeminiyle dağlarda bir haydut olarak yıllarını geçiren 'Haydutlar Kraliçesi' Phoolen Devi'nin gerçek yaşam öyküsü... Dağlarda erkeklerden daha güçlü kalmayı başararak kendi çetesini kurup köylülerden intikamını alan Devi, bir yandan Robin Hood gibi zenginden alıp fakire dağıtarak efsaneleşiyor. Önce çetesinin erkek üyeleriyle aynı koğuşta yıllarca yatıp ardından da parlamentoya giriyor. O, ne kadar bir 'kadın' olarak mutlu bir yaşam sürmeye çalışsa da acılar peşini hiçbir zaman bırakmıyor!

Frida (2002-Julie Taymor)

Dünyaca ünlü Meksikalı sürrealist ressam Frida Kahlo'nun acı ve sanat ile dolu hayatı... 19 yaşında geçirdiği trafik kazası sonrası hasta yatağında başladığı resim sanatı onun acılarını resme dökmesini ve hayata bu şekilde tutunmasını sağlıyor. Kadın düşkünü Diego'ya olan aşkı nedeniyle duygusal açıdan yıkımlar yaşayan Kahlo, yaşadığı dönemde kadın ressam olmanın zorluklarını da göğüslemek zorunda kalıyor. Ancak, her şeye rağmen onun güçlü duruşu, üretkenliği, vazgeçmeyişi, rengarenk dünyası her kadına ilham kaynağı oluyor.

Demir Çeneli Melekler (2004-Katja von Garnier)

Kadınların oy hakkı mücadelesini anlatan filmlere en iyi örneklerden biri... Erkekler gibi seçme ve seçilme hakları olabilmesi için uzun yıllar savaşmak zorunda kalan kadınlardan Alice Paul ve Lucy Burns adlı iki cesur eylemcinin yaşadıklarını anlatan film, bir döneme ışık tutuyor. En doğal haklarını elde edebilmek için bile mücadele eden, bu yüzden suçlu muamelesi gören kadınların yaşadıkları içimizde büyük bir yara açıyor.

Tek Başına (2005-Niki Caron)

Gerçek hayat hikayesinden uyarlanan film, bir madende çalışan Josey Aimes adlı kadının, tarihteki ilk cinsel taciz davasını açmasını konu ediniyor. Tek isteği iki çocuğuna bakabilmek olan Josey, iş yerinde ve evde hep erkeklerin zulmü ile karşılaşıyor. Aşağılanıyor, şiddet görüyor ve taciz ediliyor. Artık bu duruma katlanamayacağını anlayan Josey, insanca yaşamak için mücadelesini başlatıyor. Kadınlar tarafından bile destek görememesine rağmen kadınların yaşadıklarını tüm dünyaya duyurmaya, hakkını savunmaya çalışıyor. Eminiz ki onun yaptıkları, şu an bile birçok kadına örnek olmaya devam ediyordur.

Özgürlük Yazarları (2007-Richard LaGravenese)

Mesleğinin henüz ilk günlerinde olan bir kadın öğretmen neler yapabilir? Üstelik derse girdiği Wilson Lisesi'ndeki sınıf, farklı ırklardan ve birbirinden sorunlu hayatlara sahip öğrencilerden oluşuyorsa... Diğer tüm öğretmenler bu öğrencilere bir şeyler öğretmeye çalışmanın gereksiz olduğunu düşünürken Erin Gruwell, onlarla iletişim kurmanın yolunu buluyor. Bir yandan öğrencilerle çatışma içindeyken bir yandan da diğer öğretmenler ve okul yönetimiyle büyük bir savaş vermek zorunda kalıyor. Öğrencilerine kitap alabilmek için ek işlerde çalışıyor, eşiyle arası açılıyor. Ancak o 'vazgeçmek' kelimesini unutarak yoluna devam ediyor. Öğrencilerle aralarında öyle bir bağ oluşuyor ki birlikte 'Özgürlük Yazarları Günlüğü' adlı bir kitap bile yayınlıyorlar. Hiçbir umut beslenmeyen çocuklar, nefreti ve suçları bir tarafa bırakıp hayata tutunuyorlar.

Kaldırım Serçesi (2007-Olivier Dahan)

Adı efsaneler arasında yer alan, Fransa'nın ve tabii ki şarkılarıyla hayatına dokunduğu herkesin en sevdiği sanatçılardan biri olan Edith Piaf'ın yaşamındaki zorluklar, acılar dinlerken bile dayanılamayacak gibi... Belki de onun sanatını bu kadar etkili kılan da budur! Sokaklarda şarkı söyleyip cambazlık yapan bir ailede dünyaya gelen Piaf, babasının zoruyla önce bir genelevde yaşamak zorunda kalıyor ardından da sokaklarda şarkı söylüyor. Neredeyse kör olmakla karşı karşıya kalıyor. Çocuğunu kaybediyor, kendini alkole veriyor ve barlarda yatıp kalkıyor. Hiç beklemediği bir anda sesiyle ünleniyor ama ne şöhret ne de para acılarını azaltmıyor. "Ben tüm zorlukları sevgiyle aştım" diyen bu kadının hayatı hep çıkmazlarda kalıyor. Kaldırımda keşfedildiği için 'Kaldırım Serçesi' olarak anılan Piaf'ın hayatını anlatan filmin etkisinden uzun süre çıkamayacaksınız.

Soraya'yı Taşlamak (2008-Cyrus Nowrasteh)

13 yaşındaki İranlı Soraya, 20 yaşındaki Ali ile evlendiriliyor. 23 yıl boyunca eşinden şiddet görüyor ve çocuklar doğuruyor. Ali, başka bir kasabadaki 14 yaşındaki bir kıza göz koyunca, karısından nafaka vermeden kurtulmanın yolunu ona iftira atmakta buluyor. Zina suçlamasıyla recm cezasına çarptırılan Soraya, 15 Ağustos 1986'da taşlanarak öldürülüyor. Gerçek bir hikayeden beyazperdeye uyarlanan film, insanlığın da bir noktada ölmesine neden oluyor. Erkek egemen dünyada, bir kadına yapılanlar nefes almanızı bile zorlaştırıyor.

Coco Chanel'den Önce (2009-Anne Fontaine)

Filmde, 19. yüzyılda güzel görünmek için süslenmiş bir oyuncak bebek gibi giyinmek zorunda kalan kadınları, tasarladığı kıyafetlerle 'özgürlüğüne' kavuşturan, moda dünyasının en ünlü ve önemli kadınlarından Coco Chanel'in hayatı anlatılıyor. Yetimhanede geçen bir çocukluğun ardından kabare şarkıcısı olan Coco Chanel, devrimini moda ile yapıyor. Onun tasarımlarıyla kadınlar daha rahat nefes alabilecekleri, dans edip koşabilecekleri, eğilip kalkabilecekleri kıyafetlerle tanışıyor. Kıyafetlerdeki farklılıklar kadınların özgüvenlerini arttırıyor. Onları birer süs malzemesi olmaktan çıkartıyor.

Queen (2013-Vikas Bahl)

Hindistan gibi düğüne çok önem verilen bir ülkede, düğünden bir gün önce nişanlısı tarafından terk edilen, cahil görülen Rani, tüm alay edilmeleri bir kenara bırakıp balayına tek başına çıkmaya karar veriyor. İlk defa evinden, ailesinden uzaklaşıp Avrupa’ya gidiyor. Başka dünyaların da olduğunu keşfedip, kaybettiği güvenini kazanma yolunda müthiş bir içsel yolculuk yaşayan Rani, 'ne olursa olsun biri için hayallerinizden, kendiniz olmaktan vazgeçmeyin' mesajı veriyor.

Tereddüt (2015-Yeşim Ustaoğlu)

Birbirinden bir o kadar farklı ancak benzer hayatlar, benzer çıkmazlar yaşayan Elmas ve Şehnaz'ın kesişen hayatları anlatılıyor. Köyde büyüyen Elmas, küçük yaşta okuldan alınıp zorla evlendirilen ve yaşadıklarının etkisiyle travma yaşamasıyla hastaneye kaldırılan henüz 18'ini bile doldurmamış genç bir kız. Dışarıdan bakıldığında kusursuz bir evliliği, işi olan genç psikiyatrist Şehnaz ile tedaviye başladıklarında iki kadının yaşadığı acılar gün yüzüne çıkmaya başlıyor. İki kadın da hayatlarının yüzleşmesini aynı zamanda yaşıyor. Hangi mesleği yaparsanız yapın, nerede olursanız olun ekranda gördükleriniz çok tanıdık geliyor. Kendinizin veya çevrenizdeki kadınların benzer sorunlarla boğuştuğu gerçeğini hissedip geriliyorsunuz.

Diren (2015-Sarah Gavron)

İşçi sınıfı kadınlarının hükümete karşı örgütlenmesini anlatan film, tarihteki ilk feminist hareketlerden birine odaklanıyor. Maud'un yaşadıkları üzerinden anlatılan olaylarda işçi kadınlar hem çalışma koşulları hem kişisel hayatlarındaki eşitsizlikler hem de oy hakkı için mücadele veriyor. Maud, ne kadar olaylardan geri durmaya çalışsa da kadınların haklılığı karşısında mücadelenin en önemli isimlerinden biri olma yolunda ilerliyor.

Gizli Sayılar (2016-Theodore Melfi)

Irkçılığın ABD'de zirve yaptığı 1960 yıllarda, NASA'da, uzaya ilk astronotların yollanması projesi olan Apollo'da görev alan 3 siyahi kadının inanılmaz başarı öyküsü. Beyazlardan farklı odalarda çalışan, farklı tuvaletler kullanmak zorunda kalan, aynı kahve makinesini bile kullanamayan, otobüslerde arka koltuklarda oturmak zorunda kalan bu kadınlar, NASA'nın başarısındaki gizli kahramanlar olarak isimlerini tarihe yazdırmayı başarıyor. Geç anlatılmış bir hikaye olmasına rağmen sonunda gereken değeri görmesi tüm kadınlar ve özellikle siyahi kadınlar adına mutluluk verici.

Ayrıca, Gia (1998-Michael Cristofer), Milyonluk Bebek (2004-Clint Eastwood), Peki Şimdi Nereye? (2011-Nadine Labaki), Vecide (2012-Haifaa Al-Mansour), Carol (2015-Todd Haynes), Dönüş (2006), Annem Hakkında Her Şey (1999), Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar (1988-Pedro Almodovar) ve Jackie’i de (2016-Pablo Larrain) seyredebilirsiniz.

Toplum değişiyor

Diğer yandan, dünyada kadının iş gücüne katılım oranı % 64 civarındayken ülkemizde sadece % 33. Oysa Haliç Üniversitesi Meslek Yüksekokulu (MYO) Müdürü Prof. Dr. B. Koray Tunçalp’in de sohbetimizde belirttiği gibi sosyal, siyasal, ekonomik yaşamda söz sahibi olma mücadelesi veren kadınlar, el attıkları tüm alanlarda saygı duyulacak işlere imza atıyorlar. Örneğin, Haliç Üniversitesi MYO’da çalışan öğretim elemanlarının % 58’inin kadın olduğunu anlatan Tunçalp, “İşe verdikleri önem, öğrencilerle ve diğer kişilerle olan iletişimleri, işe şevkle sarılmaları ve yaratıcı etkinliklerde bulunmaları açısından üniversitemizde fark yaratıyorlar” diyor. Bir de kadınların rol model olmalarına değinerek, “Özellikle erkek öğrencilerin sosyalleşme ve toplum içindeki davranışlarını gözden geçirme aşamasında önemli bir yer tutuyorlar” bilgisini veriyor. Yani kadının olduğu yerde erkek de değişiyor. Davranışlarını, yaptıklarını sorguluyor. Bu yüzden kadının her alanda var olması çok önemli.

Yazının devamı...

Sanatla Gelen Terapi

Bugün 21 Mart Dünya Down Sendromu Günü. Dünyada 6 milyon down sendromlu kişi var. Bugünün amacı bu genetik farklılığa karşı farkındalık oluşturmak. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bugün çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Ancak Uşak Üniversitesi’nin de dahil olduğu ‘In Orchestra’ projesi gerçekten son dönemde beni en çok heyecanlandıran projelerden biri... Down sendromlu bireylerin sanat terapileriyle sosyal hayatta daha aktif olması sağlanıyor.

Müzikal orkestrada İtalya, sanatsal multimedyada Fransa ve teatral bedende Türkiye’nin ortaklığıyla eğitimsel yolları içeren bir ‘Çoklu Sanat Ağı’ oluşturulmuş. Bu ağı oluşturanlar arasında İtalya’dan Scuola Musica Fiesole, Fondazione Sequeri Esagramma Onlus ile Spazio Reale, Fransa’dan Centre de la Gabrielle et Atailersdu Parc de Claye ve Türkiye’den Uşak Üniversitesi yer alıyor.

Uşak Üniversitesi bu kapsamda İzmir Down Sendromlular Derneği ile birlikte çalışıyor ve mental yetersizlik yaşayan öğrencilerin müzik, sanat ve tiyatro ile kişisel gelişimlerini destekleyerek öğrenme yeteneklerini geliştirmeyi amaçlıyor.

En anlamlı orkestra

Yapılan çalışmayı sanat, drama, tiyatro, film ve benzeri yöntemleri kapsayan terapi seansları olarak adlandırabileceğimizi belirten Proje Koordinatörü Doç. Dr. Meral Özçınar, diyor.

Uluslararası festivallere katılacaklar

Atölye başlangıcında iletişim kurmayı reddeden, sosyal yaşama adapte olmak istemeyen katılımcıların olduğunu da ifade eden Özçınar, ilk senenin sonunda sohbet etmeye daha istekli olduklarını söylüyor. Hatta bazılarının oluşturdukları kafede çalışmaya başladığını bile anlatıyor.

Peki down sendromlu bireyler için neler yapmalıyız? Bu soruya da şöyle yanıt veriyor Özçınar: ”

Özçınar ve proje ekibinin hedefleri büyük. Önümüzdeki günlerde birçok uluslararası projeye, festivale ülkemizi temsilen katılacaklar. Yolları açık olsun…

Yazının devamı...

27 Şubat Yaşama Saygı Günü

27 Şubat tarihi artık hepimiz için çok daha anlamlı olacak. Sanatçılar, 26 yaşındayken kaybettiğimiz müzisyen Serhan Şeşen’in doğum günü olan ve adına kurulan dernek tarafından 10 yıldır ‘Yaşama Saygı Günü’ olarak kutlanan 27 Şubat için birleşiyor. Siz de sosyal medya paylaşımlarınıza #27ŞubatYaşamaSaygıGünü hastag’i koyarak destek olabilir ve dünyanın daha yaşanılabilir olması için farkındalık oluşturabilirsiniz.

Sabah kalkıyoruz ve telefonu elimize alıp sosyal medyada gezinmeye başlıyoruz. Arkadaşların eğlenceli fotoğrafları arasında okunan haberler artık normalleşiyor. İnsana, hayvana taciz, fiziksel ya da psikolojik şiddet, çevreye duyarsızlık… Evet mutlaka üzülüyoruz, içimiz parçalanıyor yeri geldiğinde ama bir süre sonra günlük koşturmacaya dalıp unutuluyor. O haberin binlerce ‘like’ alması da kahramanlarının hayatında pek bir şey değiştirmiyor.

Peki ne mi yapabiliriz? Ben, sen, o, yani hepimiz başka canlıların hayatına, doğaya saygı duyabilir ve bunu eyleme dökebiliriz.

3 Aralık 2008’de henüz 26 yaşındayken onunla ilgilenen doktorların ihmalkârlığı nedeniyle aramızdan ayrılan müzisyen Serhan Şeşen, o kısa ama birçok şeyi sığdırabildiği hayatında her canlıya karşı sevgi ve saygı yaklaşımıyla hatırlanıyor. Bu yüzden Serhan adına 10 yıl önce ‘Serhan Şeşen Müzik Felsefe ve Yaşama Saygı Derneği’ kuruldu. Dernek, sağladığı burslarla bugüne kadar birçok öğrencinin eğitimini sürdürmesine katkı sağladı. Serhan’ın doğum günü olan 27 Şubat’ı da ‘Yaşama Saygı Günü’ olarak, bu konuda farkındalık oluşturabilmek için kutladı.

Konser geliri öğrencilere burs olacak

Ve geçtiğimiz gülerde Serhan Şeşen’in babası, Grup Gündoğarken’in usta ismi Burhan Şeşen, son zamanlarda giderek artan kadına şiddet, çocuklara cinsel taciz, hayvanlara kötü muamele, çevreye ve doğaya duyarsızlık şeklinde özetlenebilecek, direkt yaşama saygısızlık doğrultusunda nitelendirilebilecek kişisel ve toplumsal bozulmaya dikkat çekmek için ‘Yaşama Saygı Günü’ne kamuoyundan destek beklediklerini açıkladı.

Şimdi sizden ricam, bugün sosyal medyada yapacağınız paylaşımların altına #27ŞubatYaşamaSaygıGünü etiketini koyarak eyleme geçmeniz. Elbette bir tek bu olmayacak. Bugün akşam Nebil Özgentürk’ün belgeselinin ardından Belkıs Akkale, Bora Öztoprak, Cahit Berkay, Dilhan Şeşen, Ezgi Aktan, Grup Gündoğarken, Gülcan Altan, Gürol Ağırbaş, Hüseyin Turan, Hüsnü Arkan, İlhan Şeşen, Metin Özülkü, Onur Akın ve Tolga Sağ Kozzy Gazanfer Özcan Gönül Ülkü Sahnesi’nde şarkılarıyla ‘Yaşama Saygı Günü’nü, Serhan’ın doğum gününü kutlayacaklar. ‘O’nsuz On Yıl’ etkinliğinde birçok sanatçı da yolladıkları videolarla bu anlamlı geceye eşlik edecek. Etkinlikten gelen gelir, maddi gücü olmayan öğrencilere burs olacak. Siz de bir bilet alarak bu geceye destek olabilirsiniz. Böylece başka Serhanların eğitimi sürecek. Başkasının hayatına saygı göstermenin dünyayı nasıl güzelleştireceği anlaşılacak. Ben inanıyorum…

Yazının devamı...

Az bi ‘Çekilin Gülesimiz Geliyor’

Yiğit Özgür’ün ‘Hunililer’i, Ezel Akay yönetmenliğinde gerçeküstü bir komedi eşliğinde sahneden taşıyor. Akay, oyunu ‘Deneysel oyunculuk’ diyerek tanımlarken bize de hele bir ‘Çekilin gülesimiz geliyor’ demek kalıyor.

Veee ‘Hunililer’ sahnede…

Hunililer’in babası, karikatürist Yiğit Özgür, Hunililer ile hiç fark etmediğimiz anda yanımızda bulduğumuz bir arkadaşımız gibi. Hangimiz ‘O zaman dans’ ile modumuzu değiştirmedik ya da ‘Millet aç aç!’ duyarı kasarak içine düştüğümüz durumdan kaçmaya çalışmadık ki? :) ‘Mal varlığım yok ama var mallığım’ itirafında bulunduğumuz veya ‘Alo internet kafe mi? Gogıl orda mı?’ diyerek hunharca güldüğümüz zamanlar da olmadı değil.

Aklın gittiği ama geriye özgürlük, utanmazlık, merak, vicdan ve masumiyetin kaldığı kişiler Hunililer. Yıllarca maceralarını dergi ve kitaplardan okurken gün geldi yönetmen Ezel Akay yönetimiyle sahnede kanlı canlı karşımıza çıktılar. 2 perde 32 bölümden oyunda bir an olsun yerlerinde durmuyorlar.

Deneysel oyunculuk

Oyun sonrası konuştuğumuz Akay, Özgür karikatürlerinin garip-gerçeküstü-saçma ve çok katmanlı bir mizaha sahip olduğu için oynanmasının hiç de kolay olmadığını söyledi. Oyunun nasıl çıktığını da anlatan Akay, “ dedi.

Ancak karikatür seçimleri hayli uzun sürmüş. Birçoğunu deneyerek, vazgeçerek veya yeniden uyarlayarak ilerleyen süreçte yazar Emre Özbay ve oyuncu doğaçlamalarının iç içe geçtiği bir hazırlık dönemi yaşanmış.

Eser kalmadı eski oyunculardan

Oyuncular hunili karakterleriyle fuaye alanında seyirciyi karşılayıp ardından da sahnede her bölümde farklı karakterlere bürününce böylesine zorlu bir oyunun oyuncu seçmelerinin de nasıl geçtiğini merak ediyor insan. Hunililerin fuaye alanında seyirciyi karşılamasının çok olumlu sonuçlar verdiğini ve genel olarak “Eğlence lobiden başlıyor” dediklerini söyleyen Akay, oyuncular için de ” diyor ve ekliyor:

Gerçeküstü eğlence

Hunililer oyununun en keyif veren yanlarından biri de maske kullanımı. Her şey sahnede olup bitiyor. Arka tarafa geçenler bir sonraki bölüm için sahnedeki maske ve kostümlerle hazırlığını yapıyor ve ön tarafa geldiğinde bambaşka bir karakter ortaya çıkıyor. Tam olarak bu yüzden sahnede on değil de onlarca kişi varmış gibi hissettiriyor. diye soran Akay, “sözleriyle de cevabını veriyor. Yarım maske tekniğinin çook kadim zamanlardan beri tiyatroda uygulandığını anlatan Akay, dedi.

Ne diyelim, “Hayatla dalga geçebilmek akıl sağlığını koruyor” bizden söylemesi.

Son olarak, Özgür’e dilimize doladığı ‘Tişikkirlir Sipirmin’ diyerek teşekkürü borç biliriz.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.