SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

45 yaşından itibaren kalın bağırsak kanseri tarama testi yaptırılmalı!

1990 civarında Amerika Birleşik Devletleri’nde doğan insanların kalın bağırsak kanserine yakalanma riskinin, yine ABD’de ve 1950 civarında doğan insanlara göre dört kat fazla olduğu tahmin edilmektedir. Diğer gelişmiş ülkelerde de benzer oranlar görülmektedir. Bu ülkelerde, kalın bağırsak kanserinin erken yaşlarda görülmesinin, obeziteye neden olan beslenme alışkanlıklarıyla ilgili olduğu düşünülmektedir.

50–75 yaş aralığındaki ortalama risk grubu için kalın bağırsak taraması çok önemlidir. Mevcut test sonuçlarına göre test olan kişilerin %60’ında kolon kanseri görülmüştür (50–64 yaş aralığında %57,9 oranında; 50–75 yaş aralığında ise %62,4 oranında). 45–49 yaş aralığındaki kişilerin test yaptırmasıyla bu oranın düşebileceği düşünülmektedir.

Kişinin durumuna göre, testlere 75 yaşından sonra da devam edilebilir. Ailesinde kalın bağırsak kanseri görülen kişiler, birinci veya ikinci dereceden akrabaları ve kalın bağırsak kanseri veya kolorektal polip görülen kişilerin 40 yaşından itibaren test olması tavsiye edilmektedir.

Ayrıca, kalın bağırsak kanseri geçiren birinci derece akraba 60 yaş altındaysa veya herhangi bir yaştan iki veya daha fazla birinci derece akrabada kalın bağırsak kanseri veya ileri kolorektal polip varsa, kolonoskopi de önerilmektedir. Bu durumdaki kişilere beş yılda bir kalın bağırsak taraması yapılmalıdır.

Ortalama risk grubundaki bireyleri taramak için kolonoskopi veya dışkı immünokimyasal testi (FIT) önerilmektedir. Eğer kolonoskopi yapılacaksa, 10 yılda bir tekrarlanmalıdır. FIT ise her yıl tekrarlanmalıdır.

Kolonoskopi yapan tüm operatörlerin bireysel çekal entübasyon oranlarını, adenom tespit oranlarını ve geri çekilme sürelerini belirlemesi tavsiye edilmektedir. Ayrıca geri çekilme esnasında mukozayı incelemek için endoskopistlerin en az altı dakika ayırmaları ve tüm hastalar için en az %95 oranında çekal entübasyon oranına ulaşmaları tavsiye edilmektedir.

ABD’de kalın bağırsak kanseri taramasına yönelik halk sağlığı girişimlerinin ve çoklu tarama yöntemlerinin olmasına rağmen, tarama için uygun olan bireylerin neredeyse üçte biri taramaya tâbi tutulmamaktadır.

Üstelik, taramaya tâbi tutulmayan hastaların sayısı pandemi boyunca artmıştır. Bir rapora göre kolonoskopi işlemleri, Nisan ayı boyunca %90 oranında düşmüştür. Ancak hastanın tanıdığı ve güvendiği bir doktorun operasyonu yönetmesi halinde katılımın artabileceği belirtilmektedir.

Yazının devamı...

Fekal inkontinans nedir?

Dışkılama kontrolü, gaz tutma çoğumuzun erken çocukluk yıllarında ustalaştığımız bir durumdur. Kontrol sağlandıktan sonra bu süreçler hakkında çok az düşünüyoruz. Ta ki bir şeyler ters gidene kadar. Hastalık, travma veya yaşa bağlı değişiklikler, bu önemli vücut işlevini yönetme becerimizi bozabilir.

Gaz-dışkı kaçırma (fekal inkontinans), kontrolümüz dışında gelişen bir durum. Sıklıkla yaygın bir sorun olmasına rağmen, utanılan bir konu olduğu için, çoğunlukla doktora başvurmak yerine arkadaş gruplarında ya da pandemi günlerinde daha da popüler olan internetten araştırılarak birtakım önlemler ile sorunu çözmek tercih ediliyor. Tedavi edilmediği durumlarda ise bu sorun, sosyal izolasyon ile yaşam kalitesinde düşüşe, öz saygının azalmasına neden olmakta.

Peki gaz-gaita kaçırmaya neler neden olabiliyor?

Bilinen pek çok nedeni olmak ile birlikte bunları makat kaslarındaki hasarlanmalar (makat hastalıkları cerrahisi, doğumsal yaralanmalar), pelvik tabanın çökmesi sonucu özellikle de ileri yaşta ortaya çıkan makat kaslarının gevşemesi ile görülen durumlar olarak irdeleyebiliriz.

Bunlardan ilki gebelik dönemi yansımaları. Gebelik döneminde sıklıkla hastalarımız danışırlar. Normal doğum mu yoksa sezaryen mi?  Normal doğum için annenin iyi hazırlanması gerekiyor. Özelikle doğum sırasında birtakım rahatsızlıklar yaşanmaması için. Sağlıklı dışkılama alışkanlığı kazandırma, pelvik taban kaslarını güçlendirme, düzenli egzersiz ve posalı beslenme bu hazırlıklardan birkaçı. Özellikle normal doğum sırasında bebeğin iri olması, zorlu doğum olması, alet yardımlı ya da dikişli doğum denilen durumlar makat kaslarında yaralanmalara neden olabilmekte. Özelikle makat kaslarında yaralanma varlığı doğum sırasında fark edildiğinde hemen onarılabiliyor. Bazen bu yaralanmalar geç dönemde hastalarda gaz kaçırma gibi şikayetlere neden olabiliyor.

Diğer bir durum makat hastalıklarına yönelik cerrahi. Makatta çatlak (fissür), hemoroid hastalığı (basur), anal fistül gibi hastalıkların cerrahi tedavisinde makat kaslarında yaralanma sonucu dışkılama sorunlarına, gaz-gaita tutamama veya kaçırma şikayetlerine neden olabiliyor. Özellikle makatta çatlak cerrahisinde gaz tutamama şikâyeti olabilmekte. Ancak bu oranlar sanılanın, korkulanın aksine düşük oranlar (%3-5). Anal fistül cerrahisinde de kas koruyucu cerrahiler bu olası durumu engellemek için tercih edilmekte. Hemoroid hastalığında ise cerrahide seçici olmak gaz-gaita tutamama sorunlarının oluşmasını önlemekte.

Az bilinen dışkı tutamama nedenlerinden biri de pelvik taban çökmesi, bağırsak fıtığı, makat sarkması, bağırsağın makattan dışarı çıkması durumu. Özellikle ileri yaş hastalarda, rahmi alınan kadınlarda daha sıklıkla ortaya çıkmakta. Hastalar önceden bu bölge ile ilgili cerrahi geçirmediklerinden bu durumu tam olarak algılayamamakta. Sorunu da çözümsüz olarak nitelendirmekte.

Daha az sıklıkla omurga yaralanmalarında, cerrahisinde (bel fıtığı vb.) ya da nörolojik hastalıklar dışkı kaçırmaya neden olabiliyor.

Gaz-gaita tutamama ne gibi şikâyetlere neden olabiliyor? Kaçırma şikayeti sadece tuvalete yetişememek, dışkının kaçırılması, bez bağlamak anlamına mı geliyor?

Dışkı tutamama, gaz kaçırma şiddeti değişebilmekte. Sıklıkla hastanın hikayesi alınırken gaita tutamama şikâyeti varlığında bunun katı ya da sıvı şeklinde kaçırma mı? sıklığı (her gün, haftada bir, ayda bir), bez kullanma durumu, yaşam kalitesine etkileri skorlama sistemleri ile değerlendirilmekte. Bu sayede hastalığın şiddeti puanlanmakta. Bu da hastalığın tedavisindeki başarıları objektif değerlendirmeye katkı sağlamakta. Hafif vakalarda sadece gaz tutma zorluğu yaşanırken, ağır vakalarda hem idrar hem de dışkı tutma zorlukları yaşanabilmekte. Bu durumdaki hasta, acil tuvalet ihtiyacı duyabilmekte veya ishal nedeniyle dışkı kaçırması yaşayabilmekte. Bazen hastalar sadece iç çamaşırında kirlenme, ıslaklık, koku ile de şikâyet göstermekte.

Makat bölgesinde gaz-gaita kaçırma kanamayla, mukuslu-sümüksü akıntıyla birlikteyse, en kısa zamanda doktorunuza görünmeniz gerekmektedir. Bu bağırsak kanseri lehine bir durum olabileceği gibi makattan bağırsak sarkması, iltihabi bağırsak hastalığı (Ülseratif kolit ve Crohn hastalığı) gibi durumların da belirtisi olabilmekte. Bütün bu belirtilerin doktorunuz tarafından muayene ile birlikte değerlendirilmesi gerekir.

Gaz-gaita kaçırma şikayetleri ile doktorunuza başvurdunuz. Peki doktorunuz tarafından teşhis için neler yapılmalı biliyor musunuz?

Doktorunuzla yapacağınız temel görüşmelerde ayrıntılı hikâye vermeniz, olayları/yaşanılanları kronolojik olarak belirtmeniz gaz-gaita kaçırma derecenizi ve bunun yaşam kalitenize olumsuz etkilerinin değerlendirmesinde önem arz etmekte.  Sorunun altında yatması muhtemel bazı faktörler, genellikle önceden geçirilmiş rahatsızlıklar araştırılırken ortaya çıkmaktadır.

Bunları örneklememiz mümkün…

-Birden fazla hamilelik yaşamak, fazla kilolu bebek doğurmak, normal doğum sırasında vakum vb. gibi enstrümanların kullanımı veya doğum esnasında yapılmış cerrahî müdahaleler

-Anal ve rektal bölgede gerçekleştirilmiş ameliyatlar

-Tıbbî müdahale ve tedaviye bağlı komplikasyonlar

 Anal bölgedeki kasların anatomik bütünlüğü, kas yapısı endoanal ultrasonografi, pelvik MR gibi görüntüleme yöntemleri ile fonksiyonel özellikleri ise anal manometri ile değerlendirilmektedir. Bazen gizli ya da aşikâr makat sarkması durumunda, dışkılama bozukluklarında, pelvik taban hastalıklarında da bu durum görülebildiğinden dışkılama durumunun MR ya da konvansiyonel dışkılama filmleri ile kayıt altına alınması sorunun teşhis edilmesine yardımcı olmaktadır.

Teşhis konuldu, şimdi ne yapalım? Tedavi şansım var mı? Yoksa bu sorun ile yaşamak zorunda mıyım?

Sorunun nedenine ve şiddetine bağlı olarak cerrahî dışı ve cerrahî tedavi seçenekleri mevcut. Hangi tedavi yönteminin sizin için uygun olduğuna doktorunuz karar vermeli.

Cerrahî olmayan seçenekler neler? Bende işe yarar mı? Hemen sonuç alabilir miyim?

Sıklıkla bu sorunla karşımıza gelen hastalarda ilk tercihimiz hastanın beslenme alışkanlıklarını disiplinize etmek. Posadan zengin, gaz yapıcı gıdalardan fakir beslenme istem dışı kaçakları azaltmakta. Hastanın dışkılaması sıvılaştıkça tutabilme olasılığı azalacaktır. Bu nedenle beslenmede posa bu açıdan da önemli.

Tuvalet davranış eğitimi verilmesi ikinci önerimiz olmakta. Günde bir kez tam boşaltma. Diğer önerimiz ise bağırsak hareketlerini yavaşlatıcı ilaçlar ile hastanın desteklenmesi. Bu sayede günlük dışkılama sayısı azaltılarak olası kaçırma durumu engellenebilmekte. Pelvik taban egzersizleri, karın kasları ve makat kaslarını güçlendirme amaçlı düzenli olarak yapılmalı. Pilates bu amaçla iyi bir seçenek olabilir.

Dışkılama kontrolü, biofeedback ile şekillendirilebilen bir bedensel fonksiyon. Biofeedback teknikleri, önceden öğrenilen dışkılama, gaz-gaita tutma kalıplarını yeniden oluşturmamıza yardımcı olur. Görsel, işitsel geri bildirimler ile kas kontrolünün doğru olarak algılanması bunun kazanılmış davranış haline gelmesine olanak sağlamakta. Bu konuda deneyimli fizyoterapist ile çalışma başarı olasılığını artırabilir.

Ne zaman cerrahi? Kesin ve kalıcı çözüm mü?

Tedavide çeşitli cerrahî seçenekler mevcut. Cerrahî müdahalenin her hasta için doğru seçenek olmadığını akılda tutmak gerekir. Anal sfinkter, dışkılama kontrolünü sağlayan kaslardaki yaralanmalarda defekt varlığında kas bütünlüğünün tekrar sağlanması amaçlı cerrahiler iyi suçlar verebilir. Makat kaslarının yani sfinkterlerin kontrolünü sağlayan sinirlerin ayak bileğinden ya da makata yakın yerden uyarılması ile dışkı kontrolünün sağlanması mümkün olabilir. Dolgu maddelerinin, silikonların makat kasları arasına uygulanması özellikle basit inkontineste fayda sağladığı görülebilir. Tüm cerrahi seçeneklere rağmen bazen tam dışkı kontrolü sağlanamayabiliyor. Bu durumda da sıklıkla son seçenek olan karına torba açılması çözüm olarak sunulabilir.

Yazının devamı...

Bol su içmek sıvı almanın en iyi yolu olmayabilir

Birçok insan gün içerisinde yeterince sıvı almamaktadır. Bu da kabızlıktan kas ve eklem ağrılarına, hatta demansa kadar birçok hastalığa sebep olabilmektedir.

Bol su içmek, sağlığımız için önemlidir; ancak dikkat edilmesi gereken başka faktörler de vardır. İşlenmiş gıda tüketmek, ilerleyen yaş, alınan ilaçlar ve yeterince hareket etmemek; sıvı kaybına neden olabilir. Çözüm ise litrelerce su içmekten ibaret değildir.

Birçoğumuz hafif su kaybı ile yaşamaktayız. Gündüz yorgunluğunda, zihin bulanıklığında, dudak çatlamasında, göz kuruluğunda, nefes kokusunda, baş ağrısında ve idrar yolu enfeksiyonlarında veya kabızlıkta su kaybının izlerini görmek mümkündür.

Sıvı kaybı; bağışıklık sistemi zayıflığı, eklem ve kas ağrısı, reflü, kalp rahatsızlıkları, insüline bağlı olmayan (tip 2) diyabet ve Alzheimer gibi daha önemli sorunlara da neden olabilmektedir.

Su, vücudumuz için hayatî bir önem taşımaktadır. Vücudumuz için gerekli olan kimyasalları, besin maddelerini, mineralleri ve oksijeni; su sayesinde hücrelerimize alırız. Ayrıca su, vücut ısımızı korumamızı ve atık maddelerden ter yoluyla kurtulmamızı da sağlar. Kas ve dokularımız, göz, burun ve ağzımız için darbe emici ve kayganlaştırıcı görevini gören su, böylece organlarımızı korur.

Sadece bu hayatî fonksiyonlar için suya ihtiyaç duymayız. Çünkü insan vücudunun sudan meydana geldiği söylenebilir. En hafif tahminlere göre bile vücudumuzun %65’i sudur. Bu durum yaşlandıkça değişir, yani bu oran bebeklikte %75 iken yaşlandıkça %55’e kadar düşebilir. Bunun nedeni, yaşlandıkça kasların erimesidir. Çünkü kaslarımızın da yaklaşık %75’i sudur.

Bol su içmek gerçekten önemlidir. En küçük miktardaki su kaybının bile vücut ile beyne verdiği zararlar büyük olabilmektedir. Nefes alıp verme, terleme, idrar ve bağırsak hareketleri yoluyla her gün 2 ilâ 3 litre su kaybetmekteyiz. Bu kayıp telafi edilmezse vücudumuzda sıvı kaybı başlar. Bu noktada hormon sinyalleri gönderen beyin; deri, kas ve eklem gibi bölgelerdeki suyu; beyin, kalp ve karaciğer gibi daha hayatî bölgelere yönlendirmektedir. Bu durum ise dokulara ve eklemlere zarar verir; laktik asit gibi yan ürünlerin vücutta birikmesine ve ağrı veren iltihaplanmaların artmasına neden olur.

Son araştırmalar göstermektedir ki küçük sıvı kayıpları bile –eklem ağrısı, ameliyat sonrası ağrıları ve migren gibi –hafif veya şiddetli ağrıları kötüleştirebilmektedir.

Dahası su kaybı, ağrıya bağlı beyin aktivitelerini arttırırken yeterli miktarda su, bunu azaltmaktadır. Örneğin 2014 yılında dergisinde yayımlanan bir çalışmada paylaşılan beyin taraması sonucuna göre, katılımcıların vücutlarındaki su seviyesi düştüğünde, beynin ağrıyla ilgili bölgelerinin daha fazla çalıştığı anlaşılırken, su seviyesi yükseldiğinde bu bölgelerin daha az çalıştığı anlaşılmıştır.

Başka bir araştırmaya göre ise su alımındaki %2’lik bir azalma bile, bilişsel fonksiyonlarda gözle görülebilir kayıplara neden olabilmektedir. Su kaybı; dikkat isteyen işlerdeki performansı etkileyebilmekte, hafızayı ve karar verme yeteneğini olumsuz yönde etkileyebilmektedir. %2’lik azalma, bir litreye karşılık gelmektedir. Küçük derecedeki bu su kaybı, genç ve sağlıklı bir insanda bile, kan damarları üzerinde sigaranın bıraktığı etkiyi bırakmaktadır.

Yunanistan’daki Harokopio Üniversitesi’ndeki araştırmacılar; sıvı kaybının, kan damarlarının daralma ve genişleme fonksiyonuna zarar verdiğini ortaya koymuşlardır – ki bunun, kan akışı için hayatî bir fonksiyon olduğu bilinmektedir. İdeal sağlığa sahip bir kişiyi bile bu şekilde etkileyebilen sıvı kaybı; yaşlılarda, kalp rahatsızlıkları riskini arttırabilmekte ve tip 2 diyabete neden olabilmektedir.

Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki uzmanlar; az miktardaki sıvı kaybının bile, kalp rahatsızlıkları yaşayan insanlarda, kalp krizi riskini arttırdığını söylemektedirler. Çünkü kandaki su azaldıkça kan koyulaşmakta, kalp de vücuda kan pompalamak için daha çok çalışmak zorunda kalmaktadır.

Üstelik kalp ve damar hastalıklarının tedavisinde kullanılan birçok ilaç, hücrelerin sıvı ile bütünleşmesini engelleyebilmektedir. Diğer bir deyişle bu ilaçlar, vücudun ihtiyaç duyduğu bölgelerin sıvı almasına engel olabilmektedir. Bu özellikle ileri yaşlardaki insanlar için önemli bir sorundur. Araştırmalar; “çoklu ilaç kullanımının”, yani beş çeşitten fazla ilaç kullanmanın, yaşlılarda sıvı kaybını önemli ölçüde artırabildiğini göstermektedir.

Su kaybının şaşırtıcı nedenlerinden biri hareketsizliktir. Hareketsizlik, suyun hücrelere iletimini yavaşlatarak atık maddelerin vücuttan atılmasını engeller. Yani çoğu insanın yaptığı gibi bütün gün oturmak; vücuttaki su akışını yavaşlatıp enerjiyi azaltarak sıvı kaybına neden olmaktadır.

Birçok araştırmaya göre, yeterli miktarda su içerek bu sonuçların önüne geçilebilir. Sıvı alımı, çocuklar için daha iyi bir ruh hali ve akademik başarı anlamına gelmektedir. Ayrıca sıvı alımı, baş ağrısına ve kronik hastalıklara yatkın yetişkinlerde semptomları hafifletip yaşam kalitesini artırmaktadır.

Bununla beraber kanıtlar şaşırtıcı bir şekilde göstermektedir ki çözüm, litrelerce su içmek değildir.

Yıllarca, günde sekiz bardak su içilmesinin gerektiği söylenmiştir. Bunun kaynağı, 1974 yılındaki araştırmalara dayanan resmî tavsiyelerdir ve buna göre suyun %45’nin yiyeceklerden sağlandığı tahmin edilmektedir. Ancak zaman içinde, sıvıların sadece sudan elde edilebileceği yönünde bir şehir efsanesi ortaya çıkmıştır.

Ama iş yeterince su içmeye geldiğinde nicelik, nitelikle eş değerde değildir. Çok fazla su içmek; hayatî besin ve minerallerin hücre ve dokulardan atılmasına neden olarak sağlığı olumsuz yönde etkilemektedir.

İyi bir şekilde sıvı almanın anahtarı, doğru sıvıları almak ve emilimdir. Araştırmalar gösteremeye başlamıştır ki bitkilerin içindeki sıvıları almak, yalnızca su içerek sıvı almaktan çok daha önemlidir.

Bu; dünyanın çeşitli bölgelerindeki çöl kabilelerinin, kurak koşullarda nasıl hayatta kaldıklarını anlamak için Antropolog Gina Bria’nın yaptığı çalışmalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Daha sonra Bria; kronik su kaybı sorunu yaşayan annesine, su içeren taze gıdalar vermeye başlamıştır.

Bria’nın gözlemlediğine göre Meksika’daki Tarahumara kabilesinin genç erkekleri, 50 mil uzunluğundaki geleneksel maratonlarına hazırlanmak için çiya tohumunun yanında bir tür mısır birası içmektedirler. Çiya tohumu; bu sıvıyla birleştiğinde suyu jel haline getirerek, sıvı alımını daha etkili kılmaktadır.

Öğütülmüş çiya tohumları daha etkili olduğu için Bria, çiya tohumlarını, annesinin içeceği portakal suyuna karıştırmıştır. Bunu yaparak Bria, annesinin alacağı sıvı miktarını ve ortaya çıkacak olumlu etkiyi ikiye katlamıştır.

Jelleşmiş su, bitkiler de dâhil olmak üzere bütün canlı hücrelerde bulunmaktadır. Jel halindeki su; sıvıdan, buhardan ve buzdan daha yoğundur ve bunlardan daha fazla oksijen içerir; üstelik besinlerin vücut içinde taşınmasına daha elverişlidir.

Washington Üniversitesi biyomühendislerinden Dr. Gerald Pollack’ın araştırmaları sayesinde bitkilerin içerdiği suyun, musluk suyuna oranla çok daha etkili bir sıvı alımı sağladığı bilinmektedir.

Örneğin, iki şişe su içmektense bir şişe suyu bir elmayla birlikte tüketmek, sıvı alımını daha etkili kılmaktadır. Çünkü elmanın içindeki lifli maddeler, bir sünger gibi nemi daha uzun süre muhafaza etmektedir.

Bu çalışmalar çok yeni olduğu için, bitkilerin sıvı alımına ne kadar iyi yardımcı olduğunu kanıtlayan yeterli sayıda klinik araştırma henüz yoktur. Ama son iki buçuk yıldır Dr. Dana Cohen, 400’den fazla hastanın su alımı seviyelerini arttırmaya çalışmakta, bu seviye arttıkça da sağlık ve hayat kalitesinin yükseldiği sonucuna ulaşmaktadır.

Birçok kişi bu sayede kilo verip enerji kazanmakta ve çeşitli rahatsızlıkların neden olduğu ağrılardan kurtulmaktadır.

Öyleyse nasıl daha fazla sıvı alabilirsiniz? Öncelikle en önemli adım, işlenmiş gıdalar tüketmemektir. Çünkü bu gıdalar, hem sıvı içermemekte hem de tuz içerdiği için alınandan daha çok su kaybına neden olmaktadır.

Vücut, şekeri işlemek için daha çok suya ihtiyaç duymaktadır. Alkol ve kafein içeren içeceklerin de benzer şekilde sıvı kaybına neden olan etkileri vardır.

Yeterli miktarda sıvı alımı için sabah uyanınca, büyük bir bardak suyu, içine bir tutam deniz tuzu ekleyip, biraz da limon sıktıktan sonra içmek iyi bir yöntemdir.

Sofra tuzunun aksine deniz ve kaya tuzu; sodyuma ek olarak iyot, demir, kalsiyum ve potasyum gibi, hücrelerin su alımına da yardım eden, önemli mineralleri içermektedir. Limon suyu ise suyun hücrelere iletiminde düzenleyici görevindedir.

Ayrıca vücut içindeki su dolaşımını artırmak için yemeklerden önce bir bardak su içmek, yüksek oranda su içeren meyve ve sebzeleri tüketmek gerekmektedir. Bu meyve ve sebzelerin suyu da içilebilir.

Yazının devamı...

Kabızlık hakkında doğru bilinen yanlışlar

Kabızlık, İrritabl bağırsak sendromu gibi önceden var olan sindirim sistemi sorunlarından bağımsız olarak, günlük hayatında herkesin başına gelebilecek bir durum. Ama konu kabızlık ve bağırsak hareketleriniz olduğunda, neyin normal olduğunu nasıl anlarsınız? Kabızlık hakkında doğru bilinen yanlışları öğrenmek için okumaya devam edin.

Normal sayıda bağırsak hareketini neyin oluşturduğuna dair kesin bir tanım yoktur. Konu bağırsak hareketleri olduğunda herkesin kendine özgü bir rutini vardır. Bazı insanlar günde iki kez tuvalete giderken diğerleri yalnızca haftada üç kez gidebilir. Ancak normal bağırsak alışkanlıklarınızda bariz bir değişiklik fark ederseniz kabızlık yaşıyor olabilirsiniz.

Kabız olduğunuzda da bağırsak hareketiniz olabilir. Ancak, Ulusal Sağlık Enstitüleri'ne (NIH) göre dışkınız aynı görünmeyecektir. Dışkınız daha sert olacak ve çakıl taşlarına benzeyecektir. Dışkılamanız çok acı verici olabilir veya dışkılamak için kendinizi zorlamanız veya ıkınmanız gerekebilir.

Kronik kabızlık da dahil olmak üzere kabızlık, insanların sandığından daha yaygındır. 42 milyon kadar Amerikalı kabızlık yaşıyor ve bu durum kabızlığı en yaygın gastrointestinal problemlerden biri yapıyor. Kronik kabızlık, ABD nüfusunun yaklaşık yüzde 15 ila 20'sini etkilemektedir.

Yüksek lifli bir diyet kabızlık yaşamayacağınızı garanti etmez. Kabızlığı tedavi etmek için yüksek lifli yiyecekler tüketmek önemlidir, ancak yüksek lifli diyetler tek başına yeterli olmayabilir. NIH'ye göre, bazı ilaçlar, nörolojik bozukluklar ve psikolojik sorunlar gibi kabızlığa neden olabilecek birçok farklı faktör vardır.

Çoğu insan, kabızlık sorunlarının üstesinden gelmek için sistemlerini düzenlemek için ek yardıma ihtiyaç duyar. Bazı insanlar için kabızlık problemi kendi kendine düzelse de bazı insanların ilaç, yaşam tarzı ve diyet değişikliklerinin bir kombinasyonunu denemesi gerekmektedir.

Kabızlık yaşa göre yaşanan bir problem değildir. Her yaştan insan, çeşitli nedenlerle kabızlık yaşamaktadır. Kabızlık yaşlandıkça daha yaygın hale gelirken, hayatınızın herhangi bir aşamasında da yaşanabilir.

Kabızlık çok ciddi bir problem olabilir. Tedavi edilmeyen kabızlık, ağrılı hemoroitlere ve anal fissürlere neden olabilir. Ayrıca yorgunluk, şişkinlik ve karın rahatsızlığı gibi rahatsız edici ve kalıcı semptomlar nedeniyle kişinin yaşam kalitesini büyük ölçüde etkileyebilir. Ek olarak, tedavi edilmesi gereken diğer gastrointestinal komplikasyonların bir işareti de olabilir.

Daha fazla su içmek daha fazla idrara çıkmanıza neden olur ancak zaten kabızsanız, daha fazla su içmek bağırsaklarınızı temizlemeyecektir. NIH, kabızlık ne olursa olsun yeterince su içtiğinizden emin olun, diyor. Düzenli olarak su içiyorsanız, kabızlık meydana gelmeden önce önleyebilirsiniz.

Kabızlık yaşadığınızı düşünüyorsanız, doktorunuza danışmalısınız. Doktorunuz, kabızlığınızı hafifletmeye ve normal hissetmenize yardımcı olacak en iyi reçetesiz tedavileri önerebilir.

Yazının devamı...

Ülseratif kolit kaynaklı yorgunlukla savaşma yöntemleri

Kalın bağırsağı etkileyen tüm bağırsak bölgesinde, bağırsağın sol tarafında ya da son kısmında meydana gelen hastalığa ülseratif kolit adı verilmektedir.

Ülseratif kolit (UC) hastaları yorgunluğu fiziksel, zihinsel veya ikisinin bir kombinasyonu olarak hissedebilir. Bahsettiğimiz yorgunluk durumu; sürekli hissedilen yorgunluk, enerji eksikliği, dinlendikten veya uykudan uyandıktan sonra geçmeyen kendini aşırı yorgunluk hissi olarak tanımlanabilir. Hastalığınızın ilerlemesiyle daha fazla hissedilen ve hastalığınız iyiye gittikçe gerileyen bu semptomun günlük hayatınızdaki etkileriyle başa çıkmak zor olabilir.

Yorgunluğa Ne Sebep Olur?

Crohn’s ve Colitis UK, ülseratif kolit hastalığında hissedilen yorgunluğu iltihaplanma, ağrı, beslenme yetersizlikleri, duygusal stres, ilaç tedavisi, uyku bozukluğu ve diğer nedenlere bağlar. Yorgunluk hissediyorsanız, inflamasyon belirteçlerinizin ve beslenme yetersizliklerinizin kontrolü için gerekli kan testlerini yaptırmalısınız.

Yorgunluk Sizi Nasıl Etkileyebilir?

Ülseratif kolitiniz yorgunluğa sebep oluyorsa; aynı zamanda fiziksel aktiviteleri sürdürmekte zorlandığınızı, normalden daha duygusal olduğunuzu, hafızanızda ve konsantrasyon becerilerinizde sorun yaşadığınızı fark edebilirsiniz. Ancak umudunuzu kaybetmeyin – yorgunlukla mücadele etmek için yapabileceğiniz şeyler var.

Sık Sık Ara Verin

Yorgunluk yaşadığınız zamanlarda mola vermek etkileri hafifletmenize yarayabilir. İster çalışıyor olun ister başka bir aktivite yapıyor olun; uğraştığınız işi kenara bırakarak on dakika mola vermek odağınızı toplamanıza yardımcı olur. Aktiviteden uzaklaşın, gözlerinizi kapayın ve nefes alışverişinize odaklanın. Bu yöntem tam anlamıyla yeni bir başlangıç yapmanızı sağlamayabilir ancak odaklanmanızda ve duygusal durumunuzda fark yaratır.

Stresinizi Azaltmanın Yollarını Bulun

Stres, ülseratif kolit kaynaklı yorgunlukta büyük rol oynar. İş, okul, aile veya hayatınızın diğer alanlarında kendinizi gergin hissediyorsanız, stres seviyeniz giderek artabilir. Stres, yorgunluğunuzu olumsuz etkileyerek kendinizi daha yorgun hissetmenize sebep olur. Bu gibi durumlarda stres döngünüzü kırmaya yardımcı olabilecek çözümler bulmalısınız. Çözüm yolunuz bir aktivite, meditasyon veya stres seviyenizi artıracak bir projeye hayır demek olabilir.

Diyetinizi Değiştirin

Harvard Health’e göre bazen diyetinizi değiştirmek yorgunluğunuzu azaltmanıza yardımcı olabilir. Yeterince karbonhidrat aldığınıza emin olmalısınız – vücudun enerji için karbonhidratlara ihtiyacı olduğunu unutmayın. Ayrıca vücudunuzun B-12 veya D vitamini gibi takviyelere ihtiyacı olabilir. Bu takviyelere başlamadan önce doktorunuzla konuşmayı unutmayın.

Yazının devamı...

Rektal kanama ile ilgili bilmeniz gerekenler

Tuvalete gittiğinizde; klozetinizde, dışkınızda veya tuvalet kağıdında az miktarda rengi fark etmeksizin kan görüyorsanız rektal kanama yaşıyorsunuz demektir. Rektal kanamanın birçok nedeni olabilir; Cleveland Clinic’e göre en yaygın nedeni hemoroiddir.

Çok kan kaybediyorsanız, sebebi küçük rahatsızlıklar bile olsa doktora başvurmanız tavsiye edilir.

Rektal Kanamanız Olduğunu Nasıl Anlarsınız?

Rektal kanamanın en belirgin semptomu tuvalet kağıdında veya klozet içinde gözlemlediğiniz kırmızı renkli dışkıdır. Kırmızının tonları farklı rahatsızlıkları işaret eder:

•Parlak kırmızı: Kolon veya rektum gibi alt gastrointestinal kanalda kanamayı;
•Koyu kırmızı: ince bağırsakta veya kolonun baş kısımlarındaki kanamayı;
•Siyah: midedeki veya ince bağırsağın üst kısmındaki kanamayı işaret eder.

Hasta, rektal kanamanın yanında bilinç bulanıklığı, baş dönmesi, rektal ağrı, karın ağrısı veya kramp gibi ek semptomlar gösterebilir.

Rektal Kanamaya Ne Sebep Olur?

Rektal kanamanın; anüsün iç yüzeyinde oluşmuş küçük yırtıklar (anal fissür), kuru dışkılama veya kabızlık, polipler veya kanayabilen küçük doku büyümeleri gibi hafif sebepleri olabilir.

Bunun yanında rektal kanamanızın altında anal kanser, kolon kanseri; ülseratif kolit ve Crohn hastalığını bünyesinde bulunduran iltihaplı bağırsak hastalığı (IBD), bakterilerin neden olduğu bağırsak enfeksiyonları gibi daha ciddi hastalıklar da yatıyor olabilir.

Rektal Kanamanız Olduğunda Ne Zaman Doktora Başvurmalısınız?

Rektal kanamanız şiddetliyse acil tıbbi müdahale gerektirebilir. Bunun yanında aşağıdaki semptomları gösteriyorsanız acil servise gitmelisiniz:

-Soğuk veya nemli cilt,
-Kafa karışıklığı,
-Ağrılı mide krampları,
-Nefes alma hızınızda artış,
-Makat bölgesinde hissedilen şiddetli ağrı,
-Şiddetli mide bulantısı

Eğer az miktarda rektal kanama yaşıyorsanız; rektal kanamanız aniden şiddetlenebileceği için doktorunuzdan randevu almanızda ve erken dönemde tedavi olmanızda fayda vardır.

Rektal Kanama Nasıl Tedavi Edilir?

Rektal kanamada uygulanacak tedavi yöntemi rektal kanamanın nedenine ve ciddiyetine bağlıdır.

Eğer rektal kanamanızın sebebi hemoroid ise; ılık banyo yaparak hemoroid ağrısını azaltabilirsiniz. Ağrınızın şiddetine göre veya hemoroidinizin boyutuna göre doktorunuz daha invazif tedaviler uygulayabilir. Bu tedaviler lastik band ligasyonu, lazer tedavileri ve hemoroidlerin cerrahi müdahale ile çıkarılmasını içerir.

Kolon kanseri sebepli rektal kanamanın iyileştirilmesi ve nüksetme riskini azaltmak için ameliyat, kemoterapi ve radyasyon gibi daha invasif ve uzun vadeli tedaviler gerekebilir.

Kabızlık sebepli rektal kanama için ise lif oranı yüksek besinler tüketmek, düzenli egzersiz, rektal bölgenin temiz tutulması ve bol su içmek gibi evde uygulayabileceğiniz tedaviler mevcuttur.

Yazının devamı...

Anal fissürlerle nasıl başa çıkabilirsiniz?

Anal fissürler, anüsün etrafındaki deride oluşabilen küçük yırtıklardır. Genelde kaşıntıya, kanamaya ve çoğu hemoroid türünden daha fazla ağrıya sebep olurlar. Bu belirtileri gösterdiğinizde doktorunuza başvurup doğru teşhisi koydurarak içinizi rahatlatabilirsiniz.

Anal fissürler herkesin başına gelebilir ancak oluşma riskini artıran faktörler vardır. Bu faktörlerden en önemlisi kabızlıktır. Sert dışkılamak vücudunuzu zorlayarak anüsünüzde çatlaklar oluşmasına sebep olabilir.

Kabızlığın zıttı olarak düşünülmesine rağmen ishal de anal fissürler için bir risk faktörüdür; çünkü bağırsak alışkanlıklarınızda sisteminiz üzerinde strese sebep olan bir değişiklik olması anal fissür riskinizi artırır. Aynı şekilde hastaların seyahat sonrası anal fissür şikayetiyle doktora başvurması da beslenme alışkanlıklarında meydana gelen bir değişimin vücut sisteminizi strese sokmasından kaynaklıdır.

Ancak endişelenmeyin! Anal fissür olma riskinizi azalmak için alabileceğiniz önlemler çok basittir:

-Bolca su için: Hidrasyon kabızlığı önlemenize yardımcı olur.

-Sert ve kuru bağırsak hareketlerinden kaçının: Yumuşak dışkı hem bağırsak hareketini hem de vücuttan atılmasını kolaylaştırır.

-Yediklerinize dikkat edin: Diyetinize bol miktarda lifli gıdalar ve sebze ekleyin. Protein ihtiyacınız için kırmızı et yerine balık etini tercih edebilirsiniz.

Öncelikle doktorunuza başvurarak sorununuzun anal fissür ile benzer belirtiler gösteren apse, iltihap, enfeksiyon, hemoroid gibi başka hastalıklardan kaynaklanmadığına emin olmalısınız. Yukarıda belirtilen risk faktörlerin azaltma yollarının dışında; evde ılık suyun içine oturabilirsiniz. Çoğu insanın bağırsak hareketinden önce veya hemen sonra hissettiği ağrı, anal fissürün sebep olduğu kas spazmlarından kaynaklıdır. Ilık su ile yapacağınız oturma seansı kaslarınızın gevşemesine ve anal fissürün zamanla iyileşmesine yardımcı olur.

Evde uyguladığınız yöntemler işe yaramadığında tedavi için iki cerrahi yöntem vardır: botoks enjeksiyonu ve sfinkterotomi. İlk yöntemde anal kaslara botoks uygulanarak kasların kasılması önlenir ve bu şekilde fissürün iyileşmesi için zaman tanınmış olur. İkinci tedavi yönteminde ise kaslar spazmları hafifletecek şekilde kesilir. Her iki yöntemin iyileşme süresi de yaklaşık iki hafta sürmektedir. 

Yazının devamı...

Gençlerde kolon kanseri riski var mı?

Günümüzde kolon kanseri ABD’de kansere bağlı ölümlerin başında geliyor ve bu durum genç Amerikalıları giderek daha fazla etkiliyor. Araştırmacılara göre gelişmiş tarama ve tedavi önlemleri sayesinde kolon ve rektum kanseri kaynaklı ölüm oranları bir süredir azalma gösterirken gençler arasında ölüm oranları artıyor.

Johns Hopkins Medicine’de onkoloji doçenti Dr. Nilofer Azad, dedi. Ayrıca, günümüzde teşhis edilen kolorektal kanserin yaklaşık %30’unun 55 yaşının altındaki kişilerde görüldüğünü belirtti.

Marvel Evreninde dünya çapında bir etki yaratan Chadwick Boseman’a, 2016 yılında 3.evre kolon kanseri teşhisi konmuştu. Çoğumuzun Kara Panter olarak tanıdığı Boseman, 28 Ağustos 2020’de kolon kanserinden vefat ettiğinde daha 43 yaşındaydı.

Amerikan Kanser Topluluğu, kolorektal kansere yakalanma riskinin erkeklerde 23 kişide 1, kadınlarda ise 25 kişide 1 olduğunu belirtti. Buna ek olarak, kanserin 2020’de 50,000’den fazla ölüme neden olması bekleniyor – bu sayının 3,640’ı 50 yaşının altında.

Daha Fazla Genç Etkileniyor

Amerikan Kanser Topluluğu’na göre 55 yaşından genç kişilerde kolorektal kanser kaynaklı ölümler 2008 ve 2017 yılları arasında %1 arttı. Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezlerine göre 2017 yılında 20’lerinde yaklaşık 130 kişi, 30’larında 720 ve 40’larında 2,700 kişi kolorektal kanserden vefat etti.

Ulusal Kanser Enstitüsü Dergisi’nin 2017’de yaptığı bir araştırmaya göre, 1970’lerin sonlarında ve 1980’lerin başlarında kolon kanseri teşhisleri 50 yaşından küçük yaş grupları için azalıyor ve 50 yaş ve üzeri kişilerde artıyordu. Yapılan bir araştırmaya göre 1980’lerin ortasına doğru bu eğilim tersine döndü: oranlar 55 yaş ve üzeri kişiler için azalırken 20-29 yaş aralığındaki kişiler için yılda %2,4; 30-39 yaş aralığındaki kişiler için yılda %1 arttı.

Colorectal Cancer Alliance’ın CEO’su Michael Sapienza, açıklamasında bulundu.

Onkologlar, gençler arasında artan vaka sayısının nedenini henüz bilmiyorlar ancak bazı teoriler var. Azad, dedi.

Araştırmalar; işlenmiş et ve alkolün fazla tüketiminin, yetersiz fiziksel aktivite ve lif tüketiminin ve sigara içmenin de risk faktörleri olduğunu gösteriyor.

2017 yılında yapılan bir çalışmada obezitedeki artışın kolorektal kanserle paralel olduğu gözlemlendi. Araştırmacılar bu durumu, şeklinde açıkladı.

Ne Zaman Kolonoskopi Yaptırılmalı?

Araştırmacılar, gençler arasında artan kolorektal kanser ile mücadele etmek için insanları belirtiler ve taramalar hakkında eğitmenin gerekli olduğunu vurguluyor. Ayrıca obezitedeki artışı engellemek ve Amerikalıları daha sağlıklı beslenmeye ve egzersiz yapmaya ikna etmek için yeni stratejiler geliştirmeyi öneriyorlar.

Amerikan Kanser Derneği’nde gözetim araştırmaları bilimsel direktörü olan Rebecca Siegel, dedi.

2018 yılında Amerikan Kanser Derneği, kolorektal kanser için ortalama risk altındaki kişilerin 45 yaşında; ailesinde veya kendisinde iltihaplı bağırsak hastalığı veya kolorektal kanser olan kişilerin 40 yaşında düzenli tarama yaptırmaya başlamasını önermek için yönergelerini güncelledi.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.