ALTURİZM IN, MATERYALİZM OUT: YENİ DÜNYA DÜZENİNDE İNSANLIĞIN DEĞERLERLE İMTİHANI
.
Yaşadığımız 4 aylık pandemi sürecinde belki de birçoğumuz ilk kez böylesine derin bir içsel yolculuk yaparak hayatta kimlerin ve nelerin bizim için önemli olduğunu sorgulama ihtiyacını duyduk. X ve Y kuşaklarını temsil eden liderlik pozisyonlarında bulunan çoğunluk için bu süreç kuşkusuz içsel muhasebeleri de beraberinde getirerek dünyevi ihtiyaçlar, arzular ve istekler kadar insani değerlerin de yeniden gözden geçirilmesine yol açtı.
Uzmanlık alanım gereği bu konuyu daha çok tüketiciye yönelik olarak “alturizm “yani “bencil olmama” açısından ele alacağım. Alturizm, birisine yarar sağlamak ya da onu zarardan ve kötülükten korumak dışında herhangi bir beklenti içinde bulunmadan yapılan yardım davranışıdır.
Bu sağlık krizini devletler ve tüketiciler açısından ele aldığımızda serbest ekonomiyi benimsemiş olan devletlerin bile sosyal politikaların önemini anlamak zorunda kaldıklarına şahit olduk. Kuşkusuz bunun bir numaralı nedeni ise insan hayatının görünür bir şekilde tehlikede olmasının yanı sıra; tedaviye, tıbbi yardıma ve ihtiyaç sahiplerine yapılacak yardım paketlerinin oluşturulmasına kadar olan yardım süreçlerinin maddi varlıklardan çok manevi değerlerle yönetilmesine olan ihtiyaç idi. Duyarlılık, nezaket, empati ve koşulsuz sevgi gibi insani değerler atağa kalkarak tüketicilerde bu değerlerin harekete geçirilmesiyle merkezi yönetimlerin yetersiz kaldığı bölgelerde yerel yönetimlerin ve vatandaşların liderliğe soyundukları görülmeye başlandı. Yani tüketici kimliğimizi bırakmaya ve bunun yerine birey olarak insanlık değerlerine odaklanmak durumunda kaldık.
Tüketiciye Dönüşüm: 5N1K
Tarihsel gelişime bakacak olursak geleneksel toplumlarda insanların kendi ürettikleri ya da avladıkları ürünleri tükettikleri ve zorunlu ihtiyaçlarını karşıladıkları görülürken, modernleşme ile tüm dünyada bireylerin beklentilerinin ve algılarının değiştiği görülmüştür. 18. yüzyılda Sanayi Devrimi’yle birlikte insanlar sadece üretmeye değil tüketmeye de teşvik edilmiştir. Moda ve imaj kavramlarıyla Modernizm insanlar arasında bütünlüğü ve benzer yaşamları oluşturmuş ve tüketim ihtiyaç olmaktan çıkarak serbest ekonominin hatta insanların materyalizmi bir değer olarak benimsemesinin hizmetine girmiştir.
“Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser” sözü bu durumu tam tamına ifade etmektedir. Modern tüketim toplumu sanayi devrimi ile ortaya çıkmıştır. Ancak 16. YY’da aristokratlarda hedonizmin yani lüks tüketimin ve kişisel haz elde etme güdüsünün egemen olması ve 18. YY’da da İngiltere’de modanın ortaya çıkışıyla kaydedilen ekonomik ilerleme aslında Sanayi Devrimi’nin getirdiği tüm sınıflarda kitlesel tüketim bilincinin yerleşme değerinin yolunu açmıştır. Bu bağlamda, artık toplumu oluşturan insanların adı birey değil tüketici olmuş ve bu da gücünü sahip olmaktan alan bambaşka bir toplum modelini ortaya çıkarmıştır.
Tüketim Toplumu olgunlaşma dönemini ise 2. Dünya Savaşı ile 80’li yılların sonlarına kadar sürdürmüş ve bu süreç sonrasında tüketicilerin çevreye olan negatif etkisi iyice belirginleşmeye başlamıştır. Oluşan bu yeni toplum modeli yeni olan her şeyi hızlıca tüketmeye odaklanmıştır. İnsanlığın değerlerindeki en hızlı değişim, yine tüketim toplumu sayesindedir. Bireyleri sade yaşam tarzından uzaklaştıran bu geçiş, insanlığın bilinçsiz ve kolektif olarak topluma ve çevreye zarar vermeye başlamasına yol açmıştır.
Tüketim toplumunu oluşturan tüketiciler dış uyaranların da etkisinde kalarak daha çok tüketmeye, sahip olmaya, gösteriş tüketimine yönelerek materyalizmin tüm belirtilerini kendinde göstermeye başlamıştır.
Nerede şimdi o eski Ramazanlar...
Ülkemize baktığımızda da gösteriş tüketimini ve materyalizmin etkilerini 1980’li yılların öncesinde serbest piyasa ekonomisine geçmeden önceki tüketim ile sonrasından günümüze kadar olan tüketimi ve bireyi karşılaştırdığımızda somut olarak gözlemleyebilmekteyiz.
Serbest piyasa ekonomisi ile Türk insanının diğer toplumlarda nelerin olduğunu, özelleştirmeyle ortaya çıkan özel televizyon kanallarında insanların ne şekilde yaşadıklarını ve neleri tükettiklerini görmeye başlamalarıyla beraber tüketimlerine de bakış açıları değişmeye başlamıştır. Önceden bir sokakta toplam 5 ailede araba varken, günümüzde evdeki insan sayısı kadar araba olunan noktaya gelinmiştir. Kaldı ki ülkemizde oldukça başarılı bir toplu taşıma sistemi bulunmaktadır. Yeni oluşan zengin tüketici sınıfları nam salmış varlıklı global sınıfların arasında anılabilmek için onlar gibi davranmaya, onların kullandıkları markaları ve ürünleri almaya, onların gittikleri mekanlarda vakit geçirmeye başlamışlardır. Buna en güzel örnek, bir üniversite öğrencisinin üniversite eğitim ve yaşam giderinin toplam bedeli olabilecek bir miktarı bir el çantasına ödeyerek etrafındakilere gösteriş yapmayı ve hava atmayı daha çok önemseyen tüketicilerin Türk toplumunu erozyona uğratmaya başlamalarıdır. Evlerinde ya da dolaplarında hiç kullanmayacakları ama sadece sahip olmanın hazzını hissetmek ve “Benim de var” diyebilmek için çeşitli eşyalarla evlerini dolduran Türk tüketiciler de gün geçtikçe çoğalmaktadır. Daha çok şeye sahip olmasına rağmen, tüketme hırsıyla yaşayan ve sadece kazanmaya odaklanan, yalnız ve mutsuz kitleler oluşmaya başlamıştır. Bir araya geldiklerinde yine sahip oldukları veya sahip olmayı planladıkları şeyler üzerine konuşuyorlar ya da içlerindeki boşluğu doldurmak için alternatif iyi olma hali uygulamalarına yönelmektedirler. Sorunun aslının sürdürülebilir yapılar oluşturmak olduğu açık iken aktif olarak bu sorunlarla uğraşan kişi sayısı oldukça azdır.
Ah nerede vah nerede?
Peki, toplumsal ve insani değerlerimiz, geleneklerimiz, yardımlaşma iç güdümüz, topluma fayda sağlama arzularımız nerede kaldılar?
Tüketim telaşı içerisindeyken sormaya fırsat bulamadığımız bu soru, gözle görülmez elle tutulmaz bir virüsün dünyayı dize getirmesiyle tüketicilerde farklı şekillerde farkındalık yaratarak yanıtını gösterdi. Başta sokağa çıkma kısıtlamaları, fiziksel mesafe ve belli yaşın üzerindeki yakınlarımızla görüşememe olmak üzere özgürlüğün ne kadar değerli olduğunu anladık. Pandemi sürecinde her 10 Türk tüketiciden 7’sinden ortak olarak duyduklarım:
- Bu süreç yeniden kendimizi gözden geçirmemizi sağladı. Evde kaldığım sürece evi ve dolapları tekrar gözden geçirme fırsatı buldum. Ne kadar çok eşya ve giyecek almışız. Fazlasını olduğu gibi ayırdım ve ihtiyacı olanlara dağıtacağım.
- Garajımızda son model arabalar var, binemiyoruz; paramız var, harcayamıyoruz. Bu virüs bize eşyanın aslında hiçbir değeri olmadığını öğretti. Bundan sonra daha çok toplumda ihtiyacı olan insanlara yardım edeceğim.
- Evimi ve kişisel eşyalarımı sadeleştirdim ve bundan sonra da bunlara harcama yapmayacağım, deneyime harcama yapmanın daha önemli olduğunu gördüm, öğrencilere burs vereceğim.
- Bu süreçte işten çıkan ve ihtiyacı olanlara yardım etmenin ne kadar önemli olduğunu gördüm ve çevremdeki kişilerden de yardım toplayarak bu insanlara yardımcı olmaya çalıştım.
Tüketicilerin samimi ifadelerinden sahip olma hırsının yani dünya nimetlerine bağlılığın, pandemiyle insana yakışır bir yöne evrildiğini ve bu nedenle tüketicilerin insanlık değerlerine sahip çıkma mecburiyetini hissetmesine şahit oluyoruz. Tüketiciden tekrar bireye yani insana geri dönüş yapıyoruz. Bu da materyalizmin yerini alturizme bırakmasına yol açıyor.
Ümit ederim ki bu durum geçici olmaz ve insanlık olarak pandemiyi alt ettikten sonra da bu süreçte kazandığımız farkındalıklara bundan sonra hangi krizle karşı karşıya gelirsek gelelim sahip çıkarız.
O zaman “YAŞASIN YENİ DÜNYA DÜZENİ! YAŞASIN İNSANİ DEĞERLERİMİZ!”.