SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

İlişki Bağımlılığı

İnsanlar maddelere, alkole, yemeğe, kumara bağımlı olabildikleri gibi ilişkilerinde partnerlerine de bağımlı olabiliyorlar.

Bu kişilerin ilişki yaşama biçimlerinde görülen en temel özellikler şunlardır ; ilişkiyi hayatının merkezi haline getirerek, diğer yaşam alanları olan iş, okul, aile, hobilerden uzaklaşmak. İlişki acı verse ve içeriğinde ihmal, istismar, şiddet olsa bile ayrılamamak. Sağlıksız bir ilişkide olduğunu ya fark etmemek ya da fark etse bile içinden çıkamayıp, sürüklenip gitmek. Partnerinden ayrı olduğu saatlerde, günlerde takıntılı bir şekilde onu düşünmek ve aşırı ihtiyaç duymak.

İlişki bağımlılığı yaşayanlar aynen madde bağımlılarının maddesiz geçirdiği dönemlerde yaşadığı yoksunluk bulguları gibi, partnerlerinden ayrıldıklarında bu bulguları yaşayabiliyorlar. Bunu da "adeta çok önemli bir organımı kaybetmişim" diye tarif ediyorlar. Yoksunluk hisleri sonucu depresyona, kaygı bozukluğuna, öfke kontrol problemlerine yatkın hale gelip intiharı bile düşünebiliyorlar.

İlişki başlangıcında görece daha mesafeli olabilmelerine karşın ilerleyen zamanlarda yapışık bir biçimde ilişki yaşamaya karşı konulmaz bir istek duyuyorlar. Yani bağımlılığın derecesi giderek artıyor.

İlişki boyunca partneri için zaman, para, destek verme, bakımını üstlenme gibi konularda sınırsız fedakarlıklar yapıyorlar. Kendi sağlıklarını, işlerini, yaşamlarını yok etme pahasına. Ancak seçtikleri partnerler ise çoğunlukla kendini merkezde tutan narsist bireyler olduğu için bu çabaları karşılıksız kalıyor. Bir anlamda asimetrik bir ilişki kuruyorlar.

Partnerine bağımlılık geliştirmiş kişiler ona ulaşamadıklarında ya da ilgisiz kaldıklarında daha fazla takıntılı olup, daha çok ihtiyaç duymaya başlıyorlar.

İlişkide yaşanan büyük sorunları kamufle etme, gizleme eğiliminde oluyorlar. Hatta başka insanlara bunları belli etmemek için uzaklaşıp, yalnızlaşıyorlar.

İlişki bağımlılığı yaşayanlar yaşadıkları bu durumun adını ise "sevgi" koyuyorlar. Oysa bağımlılık ve gerçek sevgi asla yan yana yaşamazlar. Gerçek sevgi hem partneriyle birleşmeyi hem bağımsız bir birey olduğunu fark etmeyi içerir. Zarar gördüklerini anladıklarında ayrıla bilmeyi ya da partneri tarafından terk edildiğinde ayrılığı kabullenmeyi gerektirir. İlişki simetriktir. Bağımlılıkta olduğu gibi tüketici değil, zenginleştiricidir.

İlişki bağımlılığı yaşamak, psikoterapi gibi bir tedavi sürecini gerektirebilir. Bütün bağımlılıklarda olduğu gibi önce fark etmek, sonra kabul etmek ve yardım arayışına girmek önemlidir.

Yazının devamı...

TOPLUMSAL TRAVMA-TERÖR

Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi terör, Türkiye’de de önemli bir travma unsuru.

Travmatik olaylarda özellikle de terör saldırılarında, bireyler hayatlarına ya da beden bütünlüğüne yönelik tehditlerle karşılaşırlar. Yakınlarının veya başka bireylerin yaralanması ya da ölümüne de tanıklık edebilirler. Terörün her anı öyle bir zorlama dayatır ki, insanlar maruz kalmanın süresi ve yoğunluğuyla doğru orantılı olarak ruhsal sarsıntı geçirirler. Tüm bunların karşısında ise travmalarda ortak semptomlar olarak görülen; yoğun korku, çaresizlik hissetme ve kontrol hissinin kaybı mevcuttur. Post travmatik stres bozukluğunun ilk büyük semptomu aşırı uyarılma halidir. Bu durumda kolay irkilme, öfke patlamaları, uykusuzluk ve kabuslar görülür. Tehlike tekrar yaşanacak diye tetikte olma durumu vardır. Bu yüzden güvenli ortamlar bile tehlikeli olarak hissedilebilir. Sonuçta tekrar yaşanmayacağına dair de bir garanti yoktur aslında. Bazen de tam tersi kayıtsızlık hissi, duygusal ilgisizlik ve tüm mücadelelerden vazgeçme görülür.

İnsan organizmasının travmatik olaylara yanıtının biyolojik temelli olduğu ve bu yüzden kültürler ötesinde tanımlanabilir belirli evrensel özelliklerinin olduğu netleşti. Bu anlamda toplumun kesimleri arasında olaylardan daha çok etkilenen, daha çok yardım isteyen belli bir kesimden ya da gruplardan bahsetmek yerine travmaya doğrudan maruz kalan bireylerden bahsetmek daha doğru olur. Örneğin, bombalama olayı sırasında kendisinin yaralanması ya da bir yakınının ölmesi veya yaralanması şeklinde travmaya direkt maruz kalması semptomların çıkış şekli ve seyri için daha belirleyicidir.

Çocuklar için ise en belirleyici olan, bu toplumsal kargaşayı ebeveynlerin aile içine nasıl yansıttığı ve ev içinde neler yaşandığıdır. Olayları çok kaygılı algılayan ebeveyn bunu çocuklarına da bulaştırır. Ebeveynine güvenemeyen bir çocuk zaten topluma karşı da güvensiz hisseder. Bu çocuklarda anksiyete bozuklukları, öfke nöbetleri şeklinde davranım bozuklukları, öğrenme güçlükleri ve depresyon gelişebilir.

Travma mağdurlarının en büyük ihtiyaçları sesini duyurmak, dinlenilmek ve anlaşılmaktır. İyileşmenin temel aşaması güvenin tesis edilmesi, travma hikayesinin yeniden kurulması, mağdur ile topluluğu arasındaki bağın onarılmasıdır. Bu bağlamda kişilere psikoterapi süreci yanı sıra ilaç tedavisi de uygulanabilir.

Yazının devamı...

ÖFKE KONTROLÜ

Öfke temel duygularımızdan biri olduğu için tamamen yok olması hem sağlıksızdır hem de mümkün değildir. Ancak öfkenin yıkıcı sonuçlar doğurmasını engellemek mümkündür.

Öfke kontrolü kişinin öfkeyi sağlıklı sınırlarda yaşantılaması ve öfke sonucu oluşan davranışların kişinin kontrolünde olması durumudur.

Öfke sanıldığı gibi bir anda ortaya çıkmaz. Öfkenin oluşum aşamaları vardır. Bu süreç iyi tanınırsa yönetilebilir.

Öfke anında mevcut uyarıcı ile yaşananlar önceki olumsuz deneyimlerle ilişkilendirilir. Kişi o sırada engellenme, incinme ya da tehdit hissediyor olabilir. Burada tuzak düşünceler devreye girer. Kendisine haksızlık yapıldığını, insanlara haklılığını ispatlaması gerektiğini, değerlerine saldırıldığını, aşağılandığını, karşısındakini sindirerek kendisini koruyacağını düşünebilir. Dolayısıyla mevcut durumu abartılmış, çarpıtılmış algılar ve gerçeği temsil etmeyen yanına odaklanır. Böylece öfke duygusu daha da beslenir. Durum kontrolden çıkar ve öfke patlaması yaşanır. Bu da demek oluyor ki öfke kontrolü sağlayabilmek için öfkeyi sorgulamak gerekir.

Kişiler olaylara yüklediği anlamlara, olaylarla ilgili beklentilerine, olayları yorumlama biçimine dikkat ederse öfkenin kaynağını bulabilir. Öfke kontrol problemleri olanların, öfke hissettiği anda kendine sorabileceği sorular şunlar olabilir; ben şimdi neye ve kime öfkeliyim? Öfkemin ne kadarı şu anda yaşadığım mevcut durum ile ilgili? Aslında ihtiyacım olan ne? Öfke anında yaşananları anlamak kişinin, kontrolün kendi elinde olduğu hissini yakalamasına ve öfkeyi daha da artmadan durdurabilmesine imkan tanır.

Öfkeli davranmak alışkanlık biçimidir. Mutlaka kişinin işine yaradığı durumlar vardır ve bu nedenle devam ettirmektedir. Kişinin öfkeyi ne amaçla, kime ve hangi durumlarda kullandığını belirleyebilmesi, bu sağlıksız alışkanlığı tersine çevirmesini ve öfkeyi kontrol edebilme alışkanlığına doğru dönüşmesini sağlar.

Öfke kontrolünde bireylere önerileri şu şekilde özetleyebiliriz; önce öfkenizin sebebini anlamaya çalışın ve bunu yaparken öfkenin sebebini her zaman dışarıda aramayın. Öfkenin sizin kuşkulu, endişeli kişilik özelliğinizin yarattığı bir duygu hali olabileceğini bilin. Tehdit altında olmadığınızı düşünün. Her meseleyi üzerinize alınmayın. Durumun sizin kişiliğinize yapılan bir saldırı olduğunu düşünmeyin. Bazen üzüntüyle baş edemeyişinizin öfkeye dönüşeceğini bilin. Gevşemenize yardım edecek doğru nefes alma tekniklerini öğrenin. Mümkünse öfke hissinizi artıran kişi ya da durumdan o anda uzaklaşın ve sorunu erteleyin. Düşüncelerinizi, size kendinizi daha iyi hissettirecek başka bir alana kaydırın ve odaklanın. Kendinizi sakinleştirecek şekilde iç sesinizle konuşun. Öfkeyi bir yaşam biçimi haline getirmeyin. Eğer öyle olduysa da bu döngünün kırılabileceğini bilin. Öfke karşısında çaresiz hissetmeyin. Öfkenin ruh ve beden sağlığınıza, ilişkilerinize ve çalışma hayatınıza verdiği zararları kavrayın.

Ancak tüm bu yöntemler yeterli gelmiyorsa, psikolojik yardım alma zamanınızın geldiğini kabul edin.

Yazının devamı...

SPORUN RUH SAĞLIĞI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

Bilimsel olarak kanıtlanmış verilere göre spor yapmanın ruh sağlığı üzerinde çok fazla olumlu katkıları vardır.

Toplumda en fazla görülen psikiyatrik hastalıklardan olan depresyon ve kaygı bozukluklarının tedavisine spor eklendiği zaman görülmüş ki bu bireyler spor yapmayanlara göre çok daha hızlı iyileşmektedir. Bu hastalıklarda beyin yapımızda mevcut kimyasallardan biri olan serotonin adlı maddenin miktarında ve salgılanma düzeninde bozukluklar olması nedeniyle iyi hissetmek, uyku ve iştah düzeni, cinsel fonksiyonlarda sorunlar görülür. Spor yapmak ise beyinde serotonin salınımını düzenli ve yeterli seviyeye getirmekte, bulguların kaybolmasına neden olmaktadır. Ayrıca kaygı bozukluklarında önemli unsurlardan olan sık ve az miktarda nefes alma sorunu, spor sırasında öğrenilen doğru nefes alma teknikleri ile giderilmekte ve kaygı seviyesinde belirgin azalma görülmektedir. Beden sıcaklığının spor sırasında artışı da termogenik etki ile kaygı üzerinde iyileştirici etki yapmaktadır.

Vücudun ağrı kesicisi olan ve endişe halinin azalmasına, iyilik hissinin artmasına neden olan endorfin adlı bir diğer kimyasal maddenin de spor sırasında salınımı yükselmektedir. Endorfin bağımlılığı olarak da bilinen kavram kişinin belirli bir yoğunluktaki egzersiz sonrası hissettiği yüksek düzeyde iyilik halini ifade etmektedir. Düzenli spor alışkanlığı olan bireylerin enerjik, yaratıcı ve özgüvenli hissettmesi endorfin nedeniyledir. Bu etkinin sağlanması için önerilen süre ise haftada üç gün olmak üzere ortalama otuz-kırk dakikadır. Yaklaşık iki aylık bir süre sonunda olumlu etkilerin ortaya çıkacağı bildirilmiştir.

Spor sırasında beyin kan akımında ve oksijen seviyesinde artma oluşması nedeniyle unutkanlık ve Alzheimer demans gibi çağımızın en önemli sorunlarının çözümünde spor da önerilmektedir. Ayrıca beyin yapılanması ve hücre yenilenmesi üzerine yapılan araştırmaların sonuçlarına göre düzenli egzersiz programı ile hücre yaşlanması gecikmekte ve yeni hücresel ağlar oluşmaktadır.

Alkol, madde, yeme ve alışveriş bağımlılığı gibi bir çok bağımlılık mücadelesinde sporun çok olumlu katkıları görülmektedir. Özellikle yeme bozukluğu tedavi programlarının önemli gereçlerinden biridir.

Sporun saldırganlık, öfke gibi yıkıcı duyguları azalttığı göz önüne alınırsa daha güvenli toplumlarda yaşamak adına sporun bir sosyal sorumluluk projesi kapsamında da ele alınması gerektiği aşikardır.

Yazının devamı...

NARSİSTİ NASIL TANIRIZ?

Adı Narsist! Yeni çağa onun adı verilmiş durumda. Çok moda bir kavram. Bazen gizem ve karizmayı temsil ediyor, bazen de aşağılama ifadesi olarak kullanılıyor. Ama her durumda kendinden bahsettirmeyi başarıyor. Zaten ona da başrol yakışırdı! Peki kimdir bu narsist? Onu nasıl tanıyacağız?

Bu bireylerde belirli özellikler görürüz. Başarılarını ve yeteneklerini abartırlar ve üstün biri olarak görülme beklentisi içine girerler. Güç, zekâ, güzellik konularında özel ve eşi bulunmaz biri olduğuna dolayısı ile de özel ya da üstün kişilerce anlaşılabileceğine inanırlar. Her şeyi hak ettiği duygusu ile ne istiyorsa yapabileceğine dair anlamsız beklentiler içindedirler. Kendi çıkarları için başkalarını kullanırlar. Empati yapamaz; başkalarının duygularını ve gereksinimlerini anlamak istemezler. Sıklıkla başkalarını kıskanır ya da başkalarının kendisini kıskandığına inanırlar. Saygısız, kendini beğenmiş davranışlar ya da tutumlar sergilerler.

Bu özellikleri bütünüyle taşımayabilirler elbette. Bazılarında çok göze çarpar, bazılarında daha ılımlıdır. Ayrıca bu kişilerin önemli bir bölümü başkalarını manipüle edebilmek ve iyi bir izlenim bırakabilmek adına kendilerini çok iyi gizlemeyi öğrenmişlerdir. Çok farklı ortamlarda çok farklı bireylere göre hazırlanmış bin bir çeşit maskeleri vardır.

İlişki vitrinine büyüleyici, karizmatik ve çekici yönlerini koyarlar. Harika bir ışıklandırma ile o vitrini süslerler. Sizi mağazanın içine adeta davet ederler. Mağazanın içi de gayet gösterişli ve ilgi çekici olabilir. Tam da kendi zevkinize uygun, ihtiyaçlarınızı tümüyle karşılayacağını düşündüğünüz doğru adreste olduğunuza emin olursunuz. Oysa burada size sunulan ürün beden ve ruh sağlığınıza zararlıdır. Öyleyse bu parıltının arkasındaki gerçekliği en baştan ya da zarar görmeden önce tanımak önemlidir.

Kimdir bunlar? Narsistlerin dünyasında tek bir merkez vardır; kendisi. Hatta başka dünyaların da merkezinde durduğuna inanırlar ve başka insanları kendi amaçları doğrultusunda kullanırlar. Ayrıca bu fırsatı başkalarına tanıdığı için onlardan teşekkür bile beklerler. Düşünsenize, milyonlarca insan arasından kendisine hizmet edebilmeniz için sizi seçti! Kendine verdiği o çok yüksek değeri çevresindeki insanlardan da aynı oranda görmek isterler. Aksi gerçekleşirse bunu büyük bir şaşkınlık, öfke ve hatta saldırganlık ile karşılarlar. Empati yeteneğinden o kadar yoksunlardır ki başkalarının da duygu ve düşünceleri olabileceğini hesaba katmazlar. Tüm yaşamı kendi arzularına ayarlıdır.

Aslında burada çok önemli bir çelişki göze çarpar ki bu da bize bir narsisti nasıl tanıyacağımıza dair ipucu verir. Bu bireyler bu kadar kendinden emin ve başka hiç kimseyi önemsemeyen tavırlar sergilemelerine rağmen, başkalarının düşünce ve onayıyla beslenirler. Etraftan gelen onaylanma ve onun büyüklüğünü tekrar yansıtacak aynalar olmasa aç kalırlar. Büyük bir narsistik zedelenme yaşarlar. Yani hiç önemsemediğini sandığı öteki bireye kelimenin tam anlamıyla muhtaçtır. Kişiliği, yetenekleri, dış görünümü, düşünceleri ve sahip olduğu her şeyi ihtişamlı bir cam fanusun içindedir. Görkemlidir. Çok korunaklı görünür. Ama gerçekte kırılmaya çok açıktır. Eleştiriye tahammülsüzdürler. Onaylamazsanız biterler! Reddedilme karşısında ruhunda adeta derin yarıklar oluşur ve tamiri çok zordur.

Narsistler “önemli” bir insan olduğuna o kadar çok inanır ki, gerçekten de bu fikirle şekillendirdiği yaşamı onu önemli bir konuma yönlendirir. Bu ona mesleki başarı, “önemli koltukların” sahibi olma, yüksek bir statü, ün, zenginlik olarak geri döner. Ünlü oyuncuların, sporcuların, politikacıların, iş adamlarının pek çoğunun narsist olması hiç de tesadüf değildir. Kendi zekâları, bilgileri, yetenekleriyle ilgili aşırı olumlu inançları doğrultusunda öyle bir sahte özgüven oluştururlar ki pek çok kimsenin cesaret edemediği alanda atılım yapar, renkli kişiliği ile kendinden söz ettirmeyi bilir, sahnede olma uğruna pek çok kişiyi ezip geçebilirler. Hedefleri uğrunda engel tanımazlar. Zaten başkalarının duygu ve düşünceleri o kadar önemsizdir ki yoluna çıkacak herkesin üzerine basıp yükselebilirler. Bazen saldırganlıkla, acı bir dil ile, bazen de manipüle etme yeteneğini kullanarak tatlı bir dil ile. Asıl olan hedeftir. İhtiyacı olan zirvede olmak, her konuda “en” olmaktır. En büyük korkuları ise sıradan olmaktır. Onlar okyanustaki su damlası değil okyanusun kendisidir!

Ancak burada size önemli bir bilgi vermek istiyorum. Eğer bu kişiler nedeniyle acı çekiyorsanız bu belki size bir yandan da teselli olabilir. Aslında narsistler kendilerini sevmeyi başaramadıkları için başkalarını da sevmeyi başaramazlar. Derinlerde bir yerde ölesiye acı çekerler. Ama bu acı göz önünde değil, sebebi belli olmayan, kaynağını algılayamadıkları, huzursuzluk veren bir acıdır. Çünkü var olan yetersizlik, değersizlik duygusunu kabullenemezler. Sadece sizinle değil, hiç kimseyle bağlılık ve güven içeren gerçek ilişkiler kuramazlar. Genellikle de uzun süre tek bir kişiyle kalamazlar. Ya aynı anda birden fazla kişiyle birlikte olurlar ya da ardı sıra niteliksiz ve yüzeysel pek çok ilişki deneyimleri yaşarlar. Uzun yıllar devam eden ilişkileri de olabilir elbette ama partneri olarak seçtiği kurban bu konumdan kendini çekip çıkaramazsa ya da narsist onun gitmesine izin vermezse bu mümkündür.

Yalnız kalmaya da tahammül gösteremezler. Hem içe bakış ve yüzleşme çok yıkıcı olur hem de beslendiği kaynak kendi içinde değildir, dışarıdan gelir. Bu yüzden de dışardan gözüken etkileyiciliğine çok fazla yatırım yapar. Ya ortalamanın çok üzerinde bakımlı olabilir, modayı çok yakından takip edebilir ya da sıradan kabul ettiği diğer insanlardan farklı görünmesini sağlayacak kendine ait özel bir stil geliştirmiştir. Görüntüsündeki en ufak bir detay bile kontrolü altındadır. Malum, vitrin önemlidir! Narsistik kişinin vitrinine aldanıp içeri girdiğinizde ise karşılaşacağınız gerçeklik fazlasıyla kırılgan, sürekli savunma konumunda olmanın getirdiği baskı ile öfke yüklü, kendini çaresiz, yalnız, terk edilmiş hisseden, boşluk ve anlamsızlık duygularıyla dolu, dış dünyadaki her şeyi yabancı ve tehlikeli algılayan bireylerdir.

Peki neden narsisti tanımalıyız? Eğer bu özelliklere sahipseniz belki farkındalık oluşturur ve daha doyumlu, tatmin edici bir hayat için çareler ararsınız. Psikoterapi gibi. Eğer bir narsistle karşılaşırsanız önceden tehlikeyi sezip uzak durabilirsiniz. Ama bir narsistle yaşıyorsanız ve yaşamak zorundaysanız daha az zarar görmek için onunla başa çıkabilme stratejilerine doğru yol alırsınız.

Yazının devamı...

BABALARA TAVSİYELER

- İlk tavsiye, çocuklarınızdan "tavsiye" almayı kabul etmeniz olsun. "Babalar tavsiye almaz" klişesini tüm hücrelerinde hisseden varlıklar olarak şunu bir yıkın. Tavsiye alın. Bu sizi küçültmez. Geliştirir. Alın siz, gerekirse kullanmayın fark etmez. Bu size başka düşüncelere değer vermeyi öğretir.

-Size "baba" dediler diye en güçlü olmaya çalışmayın. Güç, büyük bir yanılsama zaten. Bu tabii ki size de büyük bir haksızlık. Güçlü olan bir zamanlar yumurtayı döllemeyi başarmış olan sperminizdi. Yarış orda bitti. Tüm bir babalık hayatınızı "en" olmak için çabalayarak geçirmeyin. Zaaflarını kabul etmek en büyük güçtür. Sonuçta siz de bazen makul bir erişkinsiniz, bazen de ürkmüş bir çocuk.

-Bir hastama, babasıyla ilişkisinin nasıl olduğunu sorduğumda bana dedi ki; "İyidir. Otoriterdir biraz. Pek anlatmam ona neler yaşadığımı. Klasik bir baba işte. Sorun yok yani..." Klasikler buysa sorun var yani! Bırakın bir kenara otorite figürü olmayı. Birini sevmek o insanla ilişki kurmaktır. Ne yaşadığını dinlemektir. Korkusuyla, utancıyla, sevinciyle ilgilenmektir. Konuşulamayacakları konuşturabilmektir. Tahammül edin duygusal temaslara.

-Kendi geçmişinizle de yüzleşin. Bir yanlış yaptığınızda ne oldu? Sizi kim destekledi ya da yalnız bıraktı? En büyük hatanızda sizi kim kabul etti? Koşulsuz sevgi ve güven duygusu neydi? Umut etmekten vazgeçtiğinizde kim hatırlattı mücadeleyi? Geçmişe sansürsüz bakın. Geçmişi tümüyle bağışlayın demiyorum ama anlarsanız ve sağlıklı olarak yas tutarsanız, yaralarınızı geleceğe aktarmazsınız. Çocuğunuz, kendi çocukluğunuzu yeniden oynadığınız bir sahnedir.

-"Baba" olmayı planlı olarak siz de seçmiş olabilirsiniz, hesapsızca başınıza gelmiş bir durum da olabilir. Her iki durumda da sorumluluğu alın. O kadınla olmayı seçtiğiniz anda tercihinizi yaptınız. Çocukları leyleklerin getirmediğini öğrendik artık sanırım. Yaşadığınız cinsel ilişkinin haz dışında böyle sonuçları da vardır. Evet. Sorumluluk alın.

-Terk etmeyin. Terk ettiğiniz her çocuk yaşamı boyunca bu "terk"in izlerini tüm ilişkilere taşıyacak. Kaybolan o parçayı umutsuzca arayacak. Dokunduğu hayatlar da başka hayatlara dokunacak. Kaç kişiye birden zarar vereceksiniz bilinmez. Unutmayın, kelebek etkisi!

-Eşinizden boşandıysanız eğer, çocuğunuzdan da boşanmayın. Her ne olursa olsun çocuğunuzla teması kesmeyin. Her çocuk babasına görünmez ve sihirli halatlarla bağlıdır. Tüm yaşamı boyunca izleriniz silinmez onlardan. Pamuk ipliği değilsiniz. Çocuklarınıza küsmeyin. En azından öldüğünüzü başkalarından duymasın. Ayrılıklar da sevdaya dahil. Yıllardır görmediğiniz çocuğunuzun varlık sebebi olduğunu hatırlayıp ulaşın ona. Bilmiyor olabilirsiniz ama çocuklar babalarını her durumda, her haliyle kabul etmeye her zaman hazırdırlar. Çünkü boşluğunuz kimseyle doldurulamaz. Çünkü yokluğunuz kimsesizlik demek.

-Küçük kızınıza "ağlama izni" verirsiniz elbet ama küçük oğlunuz ağlamak üzereyken; "ağlama bak herkese rezil olacağız" demeyin. Siz de ağlayın onunla gerekirse. Duygusunu yaşarken utanmamayı öğrensin. Siz de küçük oğlunuzla birlikte gözyaşından utanmamayı öğrenin. Yeri gelir kullanırsınız başka bir yerde. İyi gelir. Gözyaşı insana insan olduğunu hatırlatır. Zaten rezillik çok başka mecralarda yaşanır.

-Rezillik demişken; cinsel dürtülerinizi kızınızdan ve oğlunuzdan uzak tutun. Evet, işte rezillik tam da bu. Bundan başka rezillik yok. Sapkınlık olarak kabul edip tedavi olun.

-"Baba" olmak bir sıfat değil, oluş biçimidir aslında. Bu sizi çok önemli bir insanlık durumuna taşıyabilir isterseniz. Kendi kızlarınız dışında ki başka kızları, "kadın" olarak gördüğünüzde onları vajinadan ibaret, cinsel eylemlerinizin nesnesi olarak değil, ruhu, zekası, duygusu da olan varlıklar olarak kabul edin. "Kağıt tabak" muamelesi ile kullanıp attığınız her kadın bir başka babanın ürünü. Birisi de başka bir adam tarafından ele geçirilmiş sizin kızınız örneğin. Dünyadaki tüm vicdanları temizleyemezsiniz elbette ama işe önce kendi vicdanınızdan başlayın. (O kadın da bu meselede kendi sorumluluğunu almalıdır elbette ama bu başka bir yazı konusu)

-Yeni nesil babalardan itirazlar görüyorum hep. "Ben çocuğumla her şeyi konuşuyorum, arkadaş gibiyim." Öylesiniz evet. Sorun da bu. Onun zaten arkadaşları var. Sizinle ilgili ihtiyacı olan şey bir babaya sahip olmak, arkadaşa değil. Güvenmeye, sahip çıkılmaya, koşulsuz sevilmeye, yargılanmadan kabule, kendi yolunu keşfetmeye, dürüst olmaya, yaşamın sevecen ve adil yönlerini sizinle birlikte öğrenmeye ihtiyacı var.

-Projelerinizi onlara yüklemeyin. "Proje çocuk" sizin kendi yapamadıklarınızı başka bir canlı üzerinde tekrar denemenizdir. Bu ona verebileceğiniz en büyük zarardır. Onun "kendi yolu" olsun. Onun adına yaşam yolu çizmeyin.

-Biliyorum zor evet baba olmak ama size boşuna mı "baba" dedik? "Baba" olma yolunda her haz ve her acı pakete dahil.

Yazının devamı...

ARKADAŞLARIMIZ; GİZLİ KAHRAMANLARIMIZ

Seçtiğimiz ve seçildiğimiz ailelerimiz oldular aslında. Herkes gitti onlar kaldı!
Gidenler ya da kalanlar acıttığında omuz oldular, gidenler ya da kalanlar mutlu ettiklerinde ise bunu arttırdılar. Oysa biz onlara ne aşk, ne sevda yazıları, ne de şiirler döşenmiştik;, ne de hesaplar kitaplar yapmıştık hayatımızda kalsınlar diye… Nasıl olsa onlardan çok var sandık belki de.
Çünkü öğretilmiş listeler arasında evlenmek, çocuk sahibi olmak, iyi bir iş sahibi olmak vardı. Ama “iyi arkadaşlar” yoktu o listelerde. Ev kredisi hesabı, kredi kartı son ödeme günü kadar bile düşünmedik onların üzerine. Kimseler öğretmedi iyi arkadaşların hayatın devamı olduğunu. Onları el yordamıyla öğrendik. Gizli kahramanlar oldular hep. İyi günde kötü günde diye başkalarına yeminler ettik ama onlara hiç bir şeyin sözünü vermedik. Yine de orada oldular. O adama, o kadına kalpler gönderdik de onlara durup dururken seni seviyorum demedik. Tanıştığımız günü sonbahar akşamına denk getiremedik, saat ayarı veremedik; öylesine geldiler ve kaldılar. Her şeye rağmen kaldılar. İşte bu yüzden ayrıca güzeldiler.
Eğer bir çocuk yetiştirseydim ona önce arkadaşların güzelliğini öğretirdim. “Seni sana gerçekten öğretecek olanlar onlar” derdim. Yeni moda “evde kedi beslemeyi” de öğretirdim elbette ya da bahçeli evimizdeki çiçeklerle konuşmasını da. Bunları öğretirdim elbette. Ama ellerimde büyüyen bedenin zihnine bir ev ödevi vermek mecburiyetindeysem ona arkadaş sahibi olmayı öğütlerdim. “Her acın bir gün geçtiyse sebebi zaman değildi arkadaşlarındı” derdim. Ne zamanı? Zaman her acıyı dindirirmiş! Ne palavra!. Arkadaşınla paylaşmadıysan, içini açamadıysan, eşlik etmediyse bir öteki sana hangi “zaman” neyi iyileştirdi?
Sevmeyi de silmeyi de öğrettiler. Yaşamı öğrettiler hem de biz yaşamayı kendi kendimize öğrendiğimiz yanılgısıyla olduğumuzda. Ne kaşımız ne gözümüz ne gül yüzümüzdü yanımızda olmalarını sağlayan. Ne hanlar ne hamamlardı gerçek arkadaşları tutan. Teşekkür etmek aklımıza bile gelmezdi çoğu zaman.
Ben ne zaman düştüysem arkadaşlarım yanımda oldu ve düştüğüm çukurlara benimle indiler. Ve ne zaman yükseldiysem paraşüt olup açıldılar benim gökyüzümde. Ne zaman karardıysam hem anladılar siyahımın nedenini hem de bana yeni renkler sundular. Ben bu gün hala varsam eğer, kendi hakkımı da vereyim tamam ama aslında arkadaşlarım buna sebep oldular. Yaşama tüm coşkumla sarıldığımda da, yaşamdan vazgeçmek istediğimde de el uzatıp bundan ne anlamam gerektiğini öğrettiler. Biz birlikte bazen ne günlere sığdık ne de gecelere. Biz birlikte adaleti yarattık kendi dünyamızda. Dudağımızdan kaçtı gitti tüm itiraflar. Biz birlikte tüm bir dünyayı yarattık. Göz göze geldiğimizde anladık ne korkuları, ne yalanları, ne maskeleri, ne mesafeleri. Bakınca başkasının göremediği boşlukları doldurduk birlikte.
Ben eğer bir çocuk yetiştirecek olsaydım ona derdim ki; “iyi arkadaşlar edin. Ben yok olduğum gün senin kalbine onlardan can gelecek. Sen yok olmak istediğin gün sana hayatı verecek. Sen unuttuğunda sana güzelliğini tekrar öğretecek arkadaşlar edin.” Herhalde miras bırakacağım tek şey bu olurdu.

Yazının devamı...

MARILYN VE ARTHUR; UMUDA YOLCULUKTA ALABORA OLMUŞ BİR AŞK HİKAYESİ

Bu hikaye karizmatik, entellektüel ama pek de yakışıklı sayılmayan bir adamla, aptal sanılan sarışın ama enfes güzel bir kadının hikayesi değildir. Sanıldığı gibi "yüksek bir zekanın ve güzel bir bedenin" buluşması hiç değildir. Bu; iki yaralı kalbin, iyileşmeyi birbirlerinde bulacakları umuduyla birleşmelerinin hikayesidir.

Oysa bir yaralı kalbin iyileşmeyi bir başkasında bulduğu nerede görülmüştür?

Tabii ki bunu farketmeleri uzun zaman almaz. Gerçek dışı bir beklenti içinde olduklarını anladıklarında da birbirlerini öfkeyle daha da yaralamaya başlarlar. Ama bir yandan umudun tükenmesi ve vazgeçmek de zordur.

Tanıştıkları andan itibaren, yıllarca görüşmedikleri zamanlarda bile birbirlerinin aklından çıkmamışlardır. Bu dönemde Arthur evlidir. Marilyn'de sevgili listesine yenilerini eklemektedir. Ancak evinin duvarına Arthur'un bir resmini asmıştır. Arthur'a bir mektubunda bundan bahseder ve; "İnsanların çoğu babalarına hayranlık duyar, ama ben böyle birisiyle hiç karşılaşmadım. Hayran olacağım bir insana ihtiyacım var" der. Marilyn'in mektuplarında bile onun kokusunu aradığı halde, evliliğini tehlikeye atmaktan korkan Arthur'un cevabı nettir; "Eğer gerçekten hayranlık duyacağın birine ihtiyacın varsa, bu neden Abraham Lincoln olmasın?" Marilyn, Arthur'un bu dediğini yapar. Lincoln'ün resmine Arthur'un yanında yer açar. Ama elbette ilerleyen zamanlarda Arthur'da Marilyn'in isteğini yerine getirecek ve onun kahramanı olacaktır. Eşi ve çocuklarını terk etmek pahasına.

Büyük bir aşkla evlenirler. Ancak evlendikten hemen sonra birbirlerine yabancılaşırlar. Çünkü Marilyn Monroe ile evlendiğini düşünen Arthur Miller, Norma Jeane ile karşılaşınca büyük bir hayal kırıklığına uğrar. O gerçek bir şaheserle evlenmişken bu kırılgan, zavallı, ürkek kuş Norma'da nereden çıkmıştır? Oysa Arthur çocukluğundan beri kendini önemsiz, sıradan ve azınlık hissetmiş ve bir starla evlenerek, yaralı narsizmini onarmak istemiştir. Elbette kendisi de Pulitzer ödüllü bir yazardır artık. Ancak asla Marilyn'in ona sağladığı ilgiyi elde edememiştir. Marilyn ise söylediği gibi hayatı boyunca hayranlık duyacağı kurtarıcıyı aramıştır. Ağır düzeyde ruhsal hastalığı olan annesi tarafından yetiştirme yurduna bırakılmış, oradan defalarca bakıcı değişikliğine ve tacizlere uğramış, babasını hiç tanımamış ve hayatına giren herkes onu terk etmiştir. Dış görüntüsü Marilyn Monroe, ruhu Norma Jeane olarak yaşamaktan kurtulamayacaktır. Aradığı kurtarıcı bu durumda asla Arthur değildir. Çünkü o "Marilyn Monroe" için gelmiştir. Norma Jeane yine yapayalnızdır. Aynen ardında bir sürü şaibeler bırakarak yatağında ölü bulunduğundaki kadar yalnız.

Arthur, Marilyn'in ölümünden sonra onun hakkında çok az konuşmuş ve yazmıştır aslında. Ancak bir otobiyografisinde der ki: "Ona yardım edebilmek ve kurtarabilmek için ne kadar çabaladıysam da, hiçbiri sonuç vermedi. Hiçbirşey onu mutlu etmeye yetmedi". Arthur'un gözden kaçırdığı en önemli şey, o da herkes gibi bir başkasının iyileşmesi için çabaladığını zannederken, aslında kendi eksiklerini bir ötekiyle tamamlamaya, kendi yaralarını onarmaya uğraşıyor ve başaramadıkça ötekine daha da zarar veriyordu.

Arthur'un nikah yüzüğünün arkasına yazdırdığı "şimdi ve sonsuza kadar" gerçek olmuştur. İkisi de o anda kalmışlardır aslında. Sonrası sonsuzluk adı verilen bir kara delik.

Bu sarsıcı ve tutkulu ama yok edici ilişkide umuda dair tek bir ışık görülür; Marilyn düğün fotoğrafının arkasına "umut, umut, umut" yazmıştır. Hepsi bu...

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.