SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Pandemi sürecinde ruhsal etkilenim

Pandemi ruh ve beden sağlığını etkileyen bir süreç olmuştur. Koronavirüs salgını sırasında yayılmayı önlemek amacıyla bir takım önlemler aldık bu alınan önlemlerin başında yayılma hızını engellemek için insanlarla temasımızı gözden geçirdik öncelikle, onları kendimize uzak tuttuk, diğer insanlarla aramıza mesafeler koyduk. Sosyal bir varlık olan insanı aslında bireyselleştirdik, sosyalleşmenin her zaman altını çizdiğimiz bu insana artık bireysel davran dedik, özellikle ergenlik çağında ki gençleri bu durum fazlasıyla etkiledi. Okul dönemindeki çocuk ve gençlerde salgının başlarından itibaren online eğitime geçilmesi, okulların kapatılması, yetişkinler için yine keza sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi ve evde kalma gerekliliğinin altının çizildiği bu durum engellenmişlik duygusunu yoğun bir şekilde yaşamamıza sebep oldu. Bu nedenle koronavirüs aslında hepimizin hayatında önemli belirgin değişikliklere yol açtı, uyum sürecimizi zorlaştırdı. Bu zorlukla başa çıkabilmek, kendimizi güvende hissedebilmek, sağlıklı uyum gösterebilmek ve sevdiklerimizi koruyabilmek adına psikolojik sağlamlık oldukça önem kazandı. Pandeminin bilinç dışında travmatik bir olay olarak algılanması aslında kronik bir stres durumu olarak değerlendirilebilir bu sebeple korku, depresyon, kaygı, öfke gibi duyguların meydana gelebileceğinin altını çizebiliriz. Ancak bireylere yeni bir pencereden bakabilme kabiliyeti kazandırdığını da ekleyebiliriz. Bu zorlukların yanı sıra psikolojik dayanıklılık gösterilerek sevdiklerinin kıymetini anlamak ve yeni beceriler geliştirmek adına olumlu etkileri de söz konusudur.

Bu süreçte bir çok insan, depresyon, anksiyete (kaygı) , OKB (obsesif kompulsif bozukluk) tanısıyla bizlere başvurmuştur. Özellikle hijyen takıntısı bariz bir şekilde altı çizilmesi gereken psikolojik bir rahatsızlık olarak baş göstermiştir.

Koronavirüs ile Depresyonun İlişkisi (Covid-19)

Depresyon sürekli bir üzüntü ve ilgi kaybına neden olan bir duygudurum bozukluğudur. Pandemi döneminde çocuklar ergenler ve yetişkinler olmak üzere daha önceden tanıları konmuş tedavileri devam eden psikiyatri hastaları da psikolojik bir rahatsızlığı olmayan insanlar gibi bu süreçten etkilendiler. Ayrıca bu süreçte işini kaybedenlerle birlikte yaşanan maddi sıkıntılar dolayısıyla insanların bir depresyon ve kaygı sürecine girdiğini belirtebiliriz. Tedavileri devam eden psikiyatri hastalarının hastalık bulaşacak endişesi ile hastanelere gitmedikleri hatta bir kısmında ilacı kestiği görülmüştür. Yapılan araştırmalara göre Pandemi döneminde depresyon %52 artış göstermiştir. Bu süreçte hasta olma ve ölüm korkusu, sosyallikten uzak kalmak, zorunlu izole halinde hayata devam etmek, depresif belirtiler, kaygı bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğu hatta intihar gibi girişimler çeşitli psikiyatrik bozukluklara sebep olmuştur. Depresyon ve kaygı bozukluğundan en çok gençler, kadınlar, işsizler ve düşük gelire sahip bireylerin etkilendiği saptanmıştır. İnsanların sosyallikten uzak kalmak zorunda kaldıkları bu dönemde depresif belirtilerden kendimizi korumak adına ruhsal sağlığımızı olumlu hale getirmek amacıyla uyku ve beslenme düzenimize dikkat etmemiz gerekir.

Psikolog Ayşe Düşüngülü

Yazının devamı...

Duygusal yeme nedir?

Danışanlarda yan durum olarak en sık karşılaştığımız durum duygusal yeme durumu. Bu durum bireyin fizyolojik bir açlık hissetmeden olumsuz duyguları bastırmak için yemek yeme isteği duymasıdır. Duygusal yeme fizyolojik açlık gibi yavaş yavaş değil bir anda gelir. Kişi kendini stresli, üzgün, mutsuz, duygusal olarak boşlukta hissettiği zaman gerçekleşir. Bireyler genellikler bu durumlarda kalorisi, yağ ve şeker oranı yüksek yiyeceklere yönelirler. Yenilen yağlı ve şekerli yiyecekler kişiyi kısa süreliğine rahatlatır. Yiyeceklerin oluşturduğu rahatlama etkisi geçtikten sonra bireyler tekrardan duygularla baş etmede zorlanırlar. Tekrar yemeye başlanır ve bu kısır döngü devam eder. Bir süre sonra bu yiyeceklere bağımlı hale gelinir. Özellikle tercih edilen yağlı besinler bireyin dopamin (canlılık) hormonlarını bir anda yükseltip bir anda düşürür. Aynı zamanda şekerli besinler de bireyin serotonin (mutluluk) hormonlarını bir anda yükseltip bir anda düşürür. Bu yiyecekleri tüketemedikleri zaman yoksunluk belirtileri gösterirler; sinirlilik, gerginlik, mutsuzluk gibi.

Bu kısır döngüden çıkmak için öncelikle kişi duygusal yeme yaşadığının farkında olmalıdır. İşe yiyecekleri dengeli tüketmekle başlanabilir, eğer kalorili yiyeceklere bağımlıysanız onları hiç tüketmemek sizi daha çok strese sokacak ve bu yiyecekleri daha çok tüketmek isteyeceksiniz. Ayrıca bu dönemde bolca su tüketimi yapmalısınız. Açlıkla susuzluk birbirine karıştırılabiliyor. Açlık hissettiğiniz an önce su tüketip ardından 15 dakika bekleyin. Açlığınız geçmediyse bir şeyler yiyin. Fiziksel aktivite stresinizi azaltacak ve stresle baş etmek için yiyeceklere daha az yönelmenizi sağlayacaktır. Yemek yeme günlüğü tutmak ve genellikle hangi duyguları bastırmak için yemek yediğinizi not almak gerekir.

Bu duygularla baş etmek için yemek yeme dışında neler yapabilirsiniz? Sizi yemek yemek için tetikleyen duyguları keşfedip temeline inin. Eğer sizi tetikleyen duygu yalnızlıksa biraz daha sosyal olmayı deneyebilirsiniz. Kendinize olan sevginizi göstermenin tek yolu yemek yemekten geçmiyor. Eğer problemlerinizi tek başına çözemiyorsanız, hem duygusal sıkıntılarınız hem de yeme bozukluklarınız için terapi almayı deneyebilirsiniz.

Yazının devamı...

Çocuklarda Mahremiyet Eğitimi

Herkese merhaba! Çocuklara yönelik istismar haberlerini okudukça insanlığımızdan utanır oldum ve uzunca bir aradan sonra tekrar yazmaya karar verdim. Kulağa pek hoş gelmese de günümüzün çığırından çıkan konularından biri olan çocuk istismarı ve bu istismarı yapan insanlar(!) ile ne yazık ki aynı toplum içerisinde yaşıyoruz. İşte bu yüzden sevgili ebeveynler sizlere büyük sorumluluk düşüyor.

Çocukların 0-6 yaş dönemi gelişim sürecinde mahremiyet eğitimi önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü insan kişiliğinin temeli okul öncesi dediğimiz bu dönemde atılır. Kimi ebeveynler henüz erken veya daha çocuk diyerek mahremiyet eğitimini ileri yaşlara bırakmaktadır ancak bu yanlış bir düşüncedir. Çünkü bu eğitimin verilmesi çocuğun ruhsal ve cinsel açıdan korunması adına önemlidir. Mahremiyet eğitimi dediğimiz “özel bölge eğitimi” çocuğun kendinin ve diğer insanların özelinin farkına varması, kendi özel alanını koruması, diğer insanların özeline saygı duyması, kendi ile çevresi arasında sağlıklı sınırlar çizmesi, istemediği her dokunuş ve talebe hayır diyebilme özgürlüğüne sahip olduğu bilgilerini içerir.

Peki bu eğitimi kimler vermelidir? Bu eğitim verilirken dikkat edilmesi gereken durum ve davranışlar nelerdir? Çocuklara tam olarak kaç yaşında mahremiyet eğitimi verilmelidir?

Buyurun şöyle devam edelim:

Mahremiyet eğitiminin çocuklara korku ve endişe yaratmadan, günlük yaşamın içinde doğal olarak verilmesi uygundur.

Vücudunun özel olan bölgeleri ve bu bölgelerin gizlenmesi gerektiği çocuğa iki yaşından itibaren anne veya babası tarafından yavaş yavaş anlatılabilir. Ancak bu durumda bir tercih yapmak gerekirse bu eğitimin anne tarafından verilmesi daha uygun olacaktır.

Çocuğun kendi mahremini/özel alanını koruyabilmesi adına öncelikle bu alanı çocuğa doğru ve dikkatli bir şekilde tanımlamak gerekir. Bu bölgeler; dudak, göğüsler, popo ve bacak arasından meydana gelmektedir.

Bu alanların başkalarından gizlenmesiyle birlikte ihtiyaç durumunda yalnızca anne, baba ve yanında ebeveynleri olduğu sürece doktoru dışında kimsenin görmemesi ve dokunmaması gerektiği çocuğa öğretilmelidir. Çocuğun cinsiyeti ne olursa olsun bir yabancı yetişkinle (bu doktoru bile olsa) bir ortamda yalnız kalmamalıdır, mutlaka odanın içerisinde ebeveynlerinden biri bulunmalıdır.

Çocuklara mahremiyet eğitimi verilirken “ayıp, günah, yasak” gibi kelimeler yerine “mahrem” sözcüğünün kullanılması çocuğun duygusal gelişimi açısından önemlidir.

Anne ve babanın çocuğa dokunacağı durumlarda ona nedenini açıklayıp izin alarak yaklaşması gerekmektedir. Bu davranış çocuğun kendi beden imgesinin oluşmasına katkı sağlayacağı gibi korunma refleksi ve hayır diyebilme becerisini kazandırır.

Ebeveynler veya akrabalar çocukları severken ya da onlarla oyun oynarken mahrem bölgeler ile ilgili şaka yapmaktan kaçınmalıdır. Özel bölgeler hakkında son derece hassas ve titiz davranılmalıdır.

Çocuklara anne/babanın veya kardeşlerin odası kapalı ise odaya kapıyı tıklatıp izin alarak girmesi gerektiği öğretilmelidir. En iyi öğretme biçimi ise tabi ki rol model olmaktır. Bu yüzden çocuğun odasına girerken kapısının çalınıp izin alınması çocuğa iyi bir öğrenme sağlayacaktır. Çünkü o oda özel alandır ve özel alanlara girişte izin alınır.

Küçük yaşlardan itibaren çocukları başkalarının yanında giydirmemek, altlarını değiştirirken bir başka odaya götürmek çocuğun mahremiyetine saygı gösterdiğinizi ona hissettirir. “O daha küçük, bilmez, anlamaz veya bu amcası, o teyzesi yabancı değil” diye düşünerek çocuğu başkalarının önünde giydirip soymak doğru değildir. Özellikle üç-dört yaşından itibaren cinsiyeti ayırt etmeden çocuğu iç çamaşırı ile yıkamak, çamaşırını değiştirirken mümkün olduğunca hızlı ve o alana bakmamaya çalışmak onun özeline saygı gösterdiğinizi hissettirmek çocuklarda mahremiyet duygusunun gelişmesine katkı sağlayacaktır.

Tuvalet eğitimi verilirken eğitimin bir parçası olarak tuvalette yalnız olunması, başkalarının göreceği şekilde tuvaletini yapmaması gerektiği çocuğa anlatılmalıdır.

Olası bir istismar durumunda çocuğunuzun bu olayı sizinle paylaşabilmesi için öncelikle onunla sağlıklı bir iletişim kurabilmiş olmanız gerekmektedir. Çocuk üzerinde otorite kurma arzusuyla sergilenen katı tutum; ebeveyn ve çocuk arasında iletişimi koparır. Çocuklarınızın size korkmadan, utanmadan her sıkıntıda gelebilmeleri için onlara katı bir tutum değil sıcak ve samimi bir yaklaşım göstermelisiniz.

Çocuklara mahremiyetlerinin ihlal edildiği durumlarda çekinmeden itiraz etmeleri, bağırmaları, kaçmaları veya yardım istemeleri gerektiği anlatılmalıdır. Çocuklar mahremiyetlerine yönelik tehdit hissettikleri durumları ebeveynleriyle veya güvendikleri bir yetişkinle paylaşmaya teşvik edilmelidir. Böyle bir durum anlatıldığı zaman önemseyerek dinlenmeli ve asla “sana öyle gelmiştir, yanlış anlamışsındır, o öyle yapmaz” gibi kelimeler kurulmamalıdır. Çünkü bu tavır çocuğunuza, ona inanmaz veya bu durumu küçümser olduğunuzu düşündürür. Onu anladığınızı ve bu konuda kendini kötü hissetmiş olabileceğini ancak bunu halledeceğinizi anlatmalısınız. Ve sizinle bu durumu paylaştığı için çocuğunuza teşekkür etmelisiniz. Konuyu yalnızca ismi geçen kişi veya şahısla ciddi bir tavır ile ikaz ederek konuşmalı ve bu durumun bir daha yaşanmaması gerektiğinin altını çizerek konunun takipçisi olacağınızı ona bildirmelisiniz.

Çocuklarımıza öğretmek istediğimiz her davranışı yetişkinler olarak önce bizlerin uygulaması ve örnek olması gerekmektedir. Mahremiyet dâhil her türlü değer eğitiminin en iyi verilme şekli ancak rol model olma yöntemiyle mümkün olacaktır.

Çocuk Bedenime Dokunma!

Sevgilerimle.

Psikolog Ayşe Düşüngülü

Yazının devamı...

Erkekler Ne İster?

Günümüze kadar aslında toplum olarak erkeklerin beklentileri üzerinde pek durulmadı, hep kadınlar ne ister diye soruldu ve erkeklerin ne istediği konusunda pek az yorum yapıldı. Peki bir erkek kadından ne ister?

Hayatı kadınlar kadar ayrıntılarda yaşamayan erkeklerin iç dünyasına gelin şöyle bir yolculuk yapalım. Ancak ben burada erkek rahat olmak ister, mutlu olmak ister, en az üç çocuk ister gibi klasik kalıp cümleler kullanmayacağım. Öncelikle kadınlar gibi erkeklerin de beklentileri olabileceği konusunda bir anlaşalım.

Peki bunlar neler?

Erkekler hayatlarını basit yaşamak isterler fazla detaya girmeden yalın, özgür ve kısıtlanmadan.

Erkek kendisine önem verilsin ister. Ailesi ve arkadaşları tarafınca önemli olduğunu hissetmek, toplumda yer edinmek ve değer görmek ister. Geleceğe yönelik atacağı adımlarda her zaman yanında olup ona destek olabilecek, onu yargılamadan dinleyip fikir alışverişi yapabileceği bir eş ister.

‘Sadakat, güven ve açık sözlülük’ bu duygular erkeğin kadında hissetmek istediği en önemli zemin duygulardır. Kadınlar için de önemli olan bu zemin inandırıcılık bakımından erkeklerde biraz daha güç meydana gelmektedir. Erkek güven duyduğu ilişki içerisindeyken kendini rahat hissettikçe sırlarını sizinle paylaşmaya ve size bağlılık göstermeye başlayacaktır.

Erkeklerin kadınlardan beklediği altı çizilmesi gereken bir diğer önemli konu ise sınırlardır. Erkekler bazen kendi arkadaş çevreleriyle bireysel vakit geçirmek isteyebilirler. Bu sizi sevmediği veya artık sizinle vakit geçirmekten hoşlanmadığı anlamına gelmez. Bu noktada kısıtlanan şeyin her zaman daha cazip geleceğini hatırlatmak isterim. Erkek de kadın gibi “biz” den önceki “ben” hayatına ara ara özlem duyabilir. Bu noktada ise eşlerin birbirinin hayatına müdahale etmek yerine aşırıya kaçmadığı sürece saygı duyması hem çifti mutlu eder hem de ilişkinin niteliğini artırır.

Annelerine benzeyen kadınları seçerler. Şefkat duygusunu ilk tattıkları ve kendilerini en rahat hissettikleri yer ana kucağıdır. Bu sebepten anneleri gibi olan kadın onlar için öncelikli ve el üstündedir. Çünkü anne ne olursa olsun gitmez, koşulsuz sever ve güzel yemeklerle karnını doyurur. Bunun farkında olan erkek hayatını bu çizgiye en yakın gördüğü kadınla birleştirmek ister.

Erkekler yaptıkları şeyler sayesinde değil, olmayı seçtikleri kişi yüzünden sevilmek isterler. Erkekler de kadınlar gibi koşulsuz sevgi ve ilgiye açlardır. Kaybettikleri vakit bile yanlarında gördükleri kadının onlar için çok daha değerli oluşunun nedeni de budur. Değiştirilmek istemez, olduğu gibi kabul görmek isterler. Bulunduğu çevrede, iş ortamında veya ilişkilerinde erkeklerin hoşnut olmadıkları konulardan biri de değişmesinin istenmesidir.

Erkekler sorumluluklarını bilen, yaptığı işi üstlenip hakkını verebilecek bir kadın isterler. Kendi ayakları üzerinde durabilen, kendine yetebilen kadın her zaman güçlü ve ilgi çekicidir. Buradan kasıt çalışan kadın değildir. Hayatın her noktasında güçlü ve pes etmeyen kadındır.

Erkekler; dişli, hoşgörülü, yumuşak başlı ve şefkatli kadınları daha ilgi çekici bulurlar. Bunun sebebi kadının annelik duygusuna ve annelik kapasitesine sahip olduğunu görmek istemeleridir.

Dış görünüşe önem verirler. Hayatlarındaki kadının fiziksel özellikleri, bakımlı ve tertipli olması onlar için önemlidir. Güzellik nasıl göreceliyse zayıf kadın veya balık etli kadından hoşlanırlar yargısı da öyle görecelidir ve erkekten erkeğe değişiklik gösterir.

Erkekler gereksiz konuşmalardan ve eleştirilmekten hoşlanmazlar. Çok konuşmak yerine dinlemesini bilen ve yerinde konuşan kadın isterler. Bunun sebebiyse hayatı kadınlara oranla daha basit ve sorunsuz yaşamayı seçmeleridir. Bu yüzdendir ki iletişime geçen bir kadın anlatılanları tüm detayıyla hatırlarken erkek sadece ana düşünceyi hafızasına alır. Kadınlar gibi her olayı farklı şekillerde düşünmezler, olaylara tek yönlü yaklaşırlar.

Düşüncelerini korkmadan söyleyebilen kadın isterler. Erkek nettir ve karşıdan da bunu bekler. Akıl oyunları ve entrikalardan asla hoşlanmazlar.

Bazen erkekler duygularını ifade etmekten kaçabilirler. Ağlamak, üzülmek veya kırılmak yerine bu duyguları öfkeyle ya da sessiz kalarak gösterirler. Bu durum her erkek için geçerli olmasa da bazı erkekler ağlayıp üzülmeyi doğal bir duygu olarak değil de zayıflık/güçsüzlük belirtisi olarak görürler.

İlgi alaka herkesi mutlu eder. Ancak bu ilginin dozu ayarlanmaz ve mihrak noktanız yalnızca erkeğin üzerinde olursa bu sizi onun gözünde sıradanlaştıracaktır. Başlangıçta çok ilgili olduğunuzu düşündürse dahi bir süre sonra bu durum boğucu bir hal alacaktır. Kendinize bir hayat edinmeli ve onsuz da zamanınızı kaliteli geçirebileceğiniz faaliyetlerde bulunmalısınız. Kendiyle ve hayatıyla barışık olmayan bir kadının hayatındaki erkeğe fazlaca yargılayıcı ve kontrol delisi gibi davranması olası bir durumdur. Bu kontrolsüz ilgi ise sonucunda erkeği sıkarak bunaltacaktır.

Bir erkeğin sizi sevip sevmediğini anlamak istiyorsanız sözlerine değil yaptıklarına odaklanın. Çünkü erkekler genellikle duygularını sözleriyle değil hareketleriyle göstermeyi seçerler. Seni seviyorum demek yerine bunu beden diliyle, küçük sürprizlerle veya hoşlandığınız bir şeyleri size alarak ifade ederler.Ancak sizden yararlanacağı veya çıkar sağlayacağı herhangi bir durumda bu cümleyi duyuyorsanız çok da inanmayın.

Erkekler, yanlarında ki kadının mutlu ve huzurlu olduğunu görmek isterler. Bu onlar için çevreye verilen bir güç mesajıdır ve eşlerinin mutlu olması “ben iyi bir eş/babayım ve sorumluluklarımı yerine getiriyorum” memnuniyetini simgeler.

Sonuç olarak şunu eklemeliyim ki her insan şahsına münhasır farklı kişilik yapılarına sahiptir. Birine uyan bir başkasına uymayabilir bu yüzden karşınızdaki insanı birebir gözleyip keşfetmeniz daha realist sonuçlar verecektir.

Birbirinizi doğru tanıyıp sağlıklı ilişkiler kurmanızı dilerim.

Psikolog Ayşe Düşüngülü

Yazının devamı...

Pedofili/Sübyancılık

Son yıllarda fazlasıyla rastladığım çocuk istismarı haberleri ve beraberinde duyduğum rahatsızlıktan ötürü bu yazıyı yazarak ebeveynleri bilgilendirmek istedim. Halk dilinde “sübyancılık” olarak bilinen “pedofili” çoğu insan tarafından üstü kapatılarak varlığı inkar edilen, ağır bir çocuk istismarıdır.

Pedofili hastaları çoğunlukla çocukluk yıllarında bir istismara maruz kalarak, bunu saklayan ve ilerleyen yıllarda yarım kalan bu travma ile tekrar yüzleşerek, merak giderme peşinde olan kişilerdir. Ancak çocuklukta bu durumu kontrol etme yetisinden mahrum kaldıklarından, çocuklara cinsel saldırılarda bulunarak travmalarını yeniden yaşamak isterler ve bu defa usta olma gayesi taşırlar. Yaşanan bu rol değişikliği, onları üst düzeye çıkarır ve artık kendilerince mağdur değil mağrurlardır. Bu durum tekrarlandıkça ise zevk almaya başlarlar.

Tanı ölçütlerine baktığımızda pedofili tanısı konabilmesi için cinsel etkinlikte bulunan kişinin en az 16 yaşında olması gerekmektedir. Bu kişinin cinsel istismarda bulunduğu çocuklardan en az beş yaş büyük olması aranan ikinci belirtidir. Şahsın çocuklara yönelik cinsel dürtü ya da düşlemlerini denetleyememesi İse bizi tanıya götüren son belirtidir.

Günümüzde pedofili için kesin bir tedavi henüz söz konusu değildir. Ancak bu hastalığa sahip kişiler için dürtü ve davranışları kontrol etmeye yönelik önlemler alınabilir.

Çocuk istismarı denildiğinde yalnızca cinsel anlamda bir boyut akla gelmemelidir. Çocuğa yapılan fiziksel istismar, duygusal istismar ve ihmal de bu boyutun içine girmektedir. Ancak cinsel anlamda yapılan istismarlar anlaşılması ve açığa çıkarılması en zor olanıdır. Bunun sebebi ise çocuğun bunu anlayacak olgunluğa erişmemesi, farklı yorumlaması veya utanç duyarak gizli tutmak istemesinden kaynaklıdır.

Çocuklarımız en çok güven duydukları insanlara karşı korunmasızdırlar.

Değerli anne ve babalar birçok insan pedofili hastası olan bireyleri üstü başı dağılmış, yaşını başını almış, sapa yerlerde yaşayan ve yalnızca sokaklarda yaşayan çocukları seyreden insanlar olarak düşünürler. Ancak pedofiller kimi zaman kapı komşumuz, çok güvendiğimiz arkadaşlarımız, çocuk bakıcıları, öğretmenler, doktorlar, servis şoförleri ve hatta aile bireyleri olarak karşımıza çıkabilmektedir.

Pedofili hastası bireyler, çocukları tuzaklarına genellikle onların güvenlerini kazanarak düşürürler. Güvendiği şahıslar tarafından yapılan şeyin taciz olduğunu anlayamayan çocuk bazen de onları korumak için sessiz kalır. Pedofilik kişilerin eylemlerini gerçekleştirmek için seçtikleri yerler çoğunlukla çocuğun tanıdığı bildiği, kendini güvende hissettiği yerlerdir.

Çocuklar kolayca korkutulup kandırılabildikleri için istismarlara da çok açıklardır. İstismarı gerçekleştiren kişi yakınları ya da akrabalarıysa ve istismarcı tarafından tehdit ediliyorsa, korkarak kimsenin ona inanmayacağını düşünebilir. Hatta çoğu çocuk yaşadığı istismardan ötürü kendini sorumlu tutar veya eylemi yapan kişiye bağlılığından dolayı cezalandırılmasını istemez ve yapılan bu istismarı gizli tutar. Bu çocuklar yaşadıkları durum açığa çıkarsa anne, baba ve sevdiklerinin gözündeki değerlerini yitireceğini düşündüklerinden yaşanan bu istismarı görmezden gelerek gizli tutmak isterler.

Sevgili anne ve babalar çocuğunuza kendi mahremiyetini ve ona bir başkasının ne düzeyde yaklaşabileceğini öğretmelisiniz. Yaklaşan olursa tepki göstererek bu durumu sizinle paylaşması gerektiğini söylemelisiniz. Ancak olası bir istismar durumunda çocuğunuzun bu olayı sizinle paylaşabilesi için öncelikle sağlıklı bir iletişim kurabilmiş olmanız gerekmektedir. Çocuk üzerinde otorite kurma arzusuyla sergilenen katı tutum, ebeveyn ve çocuk arasındaki iletişimi koparır. Çocukların size korkmadan, utanmadan her sıkıntıda gelebilmeleri için onlara katı bir tutum değil, sıcak ve içten bir yaklaşım göstermelisiniz.

Pedofili ciddi bir suçtur lütfen sessiz kalmayın!

PSİKOLOG AYŞE DÜŞÜNGÜLÜ

Yazının devamı...

Fazlalık Ağırlık Yapar

Ufacık ayrıntılarla mutlu olan insanlar tanıyorum. Kargaşadan uzak. Sevmenin, sevilmenin ne demek olduğunu bilen; sade insanlar, sade hayatlar.

Sahi neydi mutlu olmak?

Başkalarının istediği şaşaalı hayatı dört dörtlük yaşayan da mutlu muydu? Yoksa imrenmelerin gölgesi ve estirdiği rüzgar mıydı mutlu rolü yaptıran…

Gösteriş için yaşanan hayatlar tanıyorum, bütün düzenini buna adamış insanlar. Okumayı sevdiği için değil mesela o kitap çok reklam olduğu için alan ve bir kez olsun açılmayan sayfaları, kitaplığın bir rafına terk eden. Oysa yazar o satırları yazarken ne hayaller kurmuştu. Hayatta böyle değil mi? Hepimiz kendi hayatlarının yazarı ve kimin kapağı daha gösterişliyse o hep daha çok tercih edilen. Asıl olan okunmak, anlaşılmaktı ama pek azımız bunun farkındayız. Varlığını hissetmediğin o mutluluğun sana getirisi neydi ki götüreceklerinden korkuyorsun.

Azla yetinmeyip daha fazlasını istediğin her şey için hak ettiğin ya da hak ettiğinin fazlası olduğunu hiç düşündün mü? Düşün mesela bir defalık sorgula kendini, hayatını, yanlışlarını, sevdiklerini, sevmediklerini, kaybettiklerini, kazançlarını, yaptıklarını ve bundan sonra yapacağın her şeyi. Boşlukta bırakma kendini, bir kabın olsun muhakkak ancak o kabın sınırlarını sen belirle. İnsanların seni sevmesine ihtiyaç duyma ve sevilmediğin için hiçbir zaman üzülme. Kendi çizgilerini çek ve sana iyi gelmeyen kimseyi bu sınırların içine dahil etme.

Seni eleştirenler olacaktır, tutup şöyle bir aşağı çekmek isteyenler. Değer yargılarını saçma buldukları yetmediği gibi guguklu saat gibi her gün sana başarısız olacağını hatırlatanlar da cabası. Günümüzde hepimizin takdir ettiği, tanınmış mucit ve bilim adamlarından bir kaçı olan Bill Gates, Walt Disney, Albert Einstein, Charles Darwin, Isaac Newton, Thomas Edison gibi isimler defalarca başarısız olmalarına rağmen asla vazgeçmeyerek her başarısızlığı bir deneyim olarak nitelendirmişlerdir. Düşünebiliyor musunuz çevre baskısı, dönemin getirdiği bir takım zorluklar ve akranları tarafından alay konusu yapılmış bu insanlar vazgeçmiş olsalardı belki de bugün hayati önem taşıyan bu buluşlardan mahrum kalacaktık. Ayağın taşa takıldığında 1999 defa başarısız olmasına rağmen vazgeçmeyen Edison gelsin aklına.

Hayatını benimse ve sınırlarını zorla. Denenmemiş mutluluk olmaktansa, denenmiş pişmanlığı tercih et. Kendini sürekli yenile, araştır, öğren, başar, bazen düş tekrar kalk, vazgeçme, çabala, yaşa ve deneyimle,

BU SENİN HAYATIN.

Psikolog Ayşe Düşüngülü

Yazının devamı...

Uykusuzlukla Başım Belada

Çok kıymetli okurlarım bu hafta neredeyse hepimizin zaman zaman yaşadığı uyku problemlerinin hayatımızda ki önem ve gerekliliğine değinmek istiyorum. Öncelikle iyi bir uyku dinç ve sağlıklı bir bedeni beraberinde getirir. Bedenin fiziksel ve psikolojik ihtiyacı olan bu uyku yeterince ve düzenli alınmadığında ise bir takım işlevsizlik ve tökezlemeler yaşanmaktadır.

Gün içerisinde yaşanan bir takım sıkıntılar, geçmiş yaşantılar, gelecek kaygıları, moral bozuklukları, stres vb. kafaya takılan durumlar “ şikayetlerini ortaya çıkarıyor. Zihnin bu denli düşüncelerle meşgul olması da nihayetinde uykuyu kaçırıyor. Dolayısıyla ertesi gün yorgun, huzursuz, uykusuz, agresif bir ruh haliyle güne başlamaya sebep oluyor.

Bir süre sonra bozulan uyku düzeni kişinin iş hayatını, aile yaşantısını, çevresiyle iletişimini olumsuz yönde etkiliyor. Uyku sorununun çözülmesinde ise ilk olarak yaşanan problemin neyden kaynaklandığının bulunması gerekiyor. Sorunun ana kaynağı bulunduktan sonraysa tedavi süreci başlıyor.

Uykusuzluğun birden fazla nedeni olabiliyor ancak araştırmalara göre en bilinenler; yoğun stres ve kaygı, bağımlılık yapan maddelerin (alkol, kafein, nikotin) aşırı kullanımı, ilaçlar, psikolojik rahatsızlıklardır.

Unutmayın uyku sosyal yaşantımızı sağlıklı sürdürebilmek için gereken en önemli hususların başında gelir. Uyku problemi ciddi bir rahatsızlık olmakla beraber, kulak ardı edilmemesi gereken bir durumdur. Eğer kendi başınıza üstesinden gelemiyorsanız mutlaka bir uzmana başvurmalısınız.

*Dengeli ve düzenli beslenin, uyumadan en az iki saat önce yemek yemeyi bırakın.

*Yattığınız odanın (uyurken) loş ışıklı veya karanlık olmasına özen gösterin.

*Uykunuz gelmeden yatağa girmeyin.

*Yatak odanızın renklerini sizi dinlendirecek tonlarda düzenleyin.

*Oda sıcaklığını dengeli ayarlayın.

*Uyumadan önce ılık, dinlendirici bir duş alın.

*Yastığınızın ne çok yüksek ne de çok alçak olmamasına dikkat edin.

*Yoğun düşüncelere kapılıp uykunuzun kaçtığını hissettiğiniz anda kalkıp bir bardak su içerek tekrar uyumayı deneyin.

*Gece uyuduğunuz değil sabah uyandığınız saatin düzenli olmasına dikkat edin, kaç saat uyursanız uyuyun hep aynı saatte uyanmaya özen gösterin.

*Uyuduğunuz ortamı gürültüden uzak ve sade dekore edin.

*Yatak odanızda veya bedeninizde uyurken rahatsız edici ve ağır kokular kullanmayın.

*Stres yaratacak durumları uyumadan önce zihninizi boşaltarak yatak odanıza taşımayın.

En güzel rüyaları göreceğiniz sağlıklı uykular dilerim efendim.

Psikolog Ayşe Düşüngülü

Yazının devamı...

Paranoya

Paranoya çoğunlukla sorun çözme yetisi olmayan insanlarda sıkça rastladığımız karmaşık duygulara sebep olan ruhsal bir bozukluktur. İlk olarak kaygının meydana geldiği daha sonra ise düşünce çarpıklıkları, kuşku ve hezeyanlarla devam eden bu süreç, gün geçtikçe bir bataklık gibi hastayı içine çekerek yaşamını etkisi altına alabiliyor. Bu sorunun görmezden gelinerek tedaviden kaçılması ise hem paranoyası olan hastaya hem de yakınlarına büyük zararlar vermektedir.

Paranoyası olan hastalar bu bozukluğun farkında olmadıkları gibi bunu farkeden yakınlarına da büyük çıkışlar yaparak kuşku ve hezeyanlarını kanıtlama yoluna gitmektedirler. Yetersiz özgüven ve sorun çözme becerilerinde ki başarısızlık paranoyanın gelişiminde önemli rol oynamaktadır. Bir akıl hastalığı belirtisi olan paranoya genetik ve çevresel etmenlere bağlı olarak ortaya çıkmaktadır.

Kişi bu durumda çevresi tarafından aldatıldığını ve sömürüldüğünü düşünür. Sürekli şüphe duyar, iz sürmeye çalışır ve başkalarının ona zarar vereceğine inanır. Yakınlarına büyük oranda kin tutar, görmezden gelinmeye tahammül edemez ve asla unutmazlar. Sıradan sözleri dahi aşağılanma ve tehdit olarak algılayabilirler. Zaman zaman gerçekle tutarlı olmayan düşüncelere kapılırlar. Aile, arkadaş ve ilişkilerinde karşı tarafın bağlılık ve güvenirliğinden sürekli kuşku duyarlar. Doğruluğuna inandığı bu kuşkunun sonucunda ise bazen pişmanlık bazense öfke ve saldırı tepkileri gösterebilirler. Eleştirilmekten hoşlanmazlar. Sürekli olarak gard almış durumda kendilerini savunarak karşıyı bunaltırlar. En yakınlarına bile güvenmediklerinden ilişkilerinde sürekli huzursuzluk yaşarlar. Sıklıkla yakınlarındakileri kontrol edip, olmadık şeylerden şüphe duyar ve hesap sorarlar.

Paranoya ile birlikte majör depresyon, kişilik bozuklukları, alkol ve madde bağımlılıkları, saplantılar gibi diğer psikolojik rahatsızlıklar da görülebilmektedir.

Bireyin kendini güvende hissetmemesi ve bu duygunun zedelenmesi paranoya ilerlemesinde önemli bir tetikleyicidir. İçinde bulunduğumuz toplumdaki huzursuzluk, tehdit, risk ve tehlikeler paranoid bir tutumun oluşmasını teşvik etse bile kişinin bire bir paranoya hastası olmasını desteklemez.

Gelin kuşkuyu polisiye filminde ki SHERLOCK’a bırakalım efendim.

Herkese şüpheden uzak huzurlu bir hafta dilerim.

PSİKOLOG Ayşe Düşüngülü

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.