SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Delikli Süper Egonuzdan Şiddet Sızmış Bayım

Sanat camiasının ve spor camiasının hep birlikte adamlık kelimesini ağızlarına sakız yaptığı bir dönemden geçerken, şiddetin ne denli toplumsal bir salgına dönüştüğünü canımız acıyarak izliyoruz.

Onlar adamlıklarını şiddetle gösterirken, ben de ahlaktan, dinde, şefkatten, insanlıktan bahsederek aynı anda nasıl oluyor da hem toplumsal olarak hem de bireysel olarak şiddetten bu denli beslendiğimizi anlatmaya çalışacağım.

Kadına Şiddete Hayır
Çocuğa Şiddette Hayır
Hayvana Şiddete Hayır
Sağlıkta Şiddete Hayır

Neredeyse herkesin diline dolayabileceği, rahatlıkla her yerde savunabileceği cümlelerimizi sıraladık.

Peki, bu denli savunduğumuz fikirlere rağmen neden şiddetin önüne geçemiyoruz?
Yukarıda hemen hepimizin aklına gelen, başımızı çevirdiğimiz her yerde görebildiğimiz sloganist ve hiçbir derde deva olmaya cümlelerin hepsini ortak paranteze almadığımız sürece şiddetin önüne asla geçemeyeceğiz.

Şiddet (kadın, çocuk, hayvan, sağlık çalışanı, öğretmen, komşu, bakkal, öğretmen vb.)

ŞİDDETE HAYIR, yani şiddeti toptan reddetmedikçe, onu kategorilere ayırdıkça , şiddet varlığını devam ettirecektir. Bu durumun temel nedeni, delikli süperegomuzdur.

Hayata gözlerini açan insanoğlu İd'iyle hayata merhaba der

İd zaman, mekan, gerçeklik, kural, adalet, suç ve ceza dengesini gözetmez. Çünkü idimiz saydığımız bu kavramlardan habersiz ve sadece haz odaklıdır.

Annesinin kucağına bu haliyle gelen bebek ilk meme ucuna istediği anda ulaşamayınca ego gelişmeye başlar. Bebek gerçeklikte istediği her şeye, istediği anda ulaşamayacağını anlamaya başlar ve bu durum egonun gelişimini başlatır.

Çocuklar 3 yaşına kadar ruhsal aygıtın id ve ego dengesinde ilerlerken 36. aydan itibaren süperego gelişmeye başlar.

Süperego anne ve babamızdan öğrenip içselleştirdiğimiz toplumsal ahlak normlarıdır. Günah, suç, adalet vb kavram bu yaştan sonra hayatımıza girer.

Toplumumuzdaki aile yapısına baktığımız zaman genellikle vicdanlı bireyler yetiştirmeye özen gösteren, anne babalarla karşılaşırız. Ülkemizdeki hiçbir aile çocuğunun hırsız, tacizci, şiddete meyilli bir birey olmasını istemez.

Peki ne oluyor da, bu ailelerden çıkan erkekler hem adamlıktan ( adamlık; merhametli, adaletli, haksızlık yapmayan vb) bahsederken hem de kadına yönelik şiddet uygulayabiliyor?

İşte tam da bu noktada delikli süper egolarımıza hoş geldin diyoruz. Evet hiçbir aile çocuğunu şiddete meyilli bir birey ve şiddet uygulayan bir maganda olarak yetiştirmek istemiyor. Ancak 3 yaşından sonra başta ailesini sonrada çevresini gözetleyen çocuklar, şiddetin kötü bir şey olduğunu ama aynı zamanda uygulanabilir olduğunu öğreniyor.

Kime uygulanabilir;
Kadına, hayvana, çocuğa vs vs..
Aslında kime gözün kesiyorsa, ona uygulayabilirsin. Tıpkı trafik ışıklarında polis veya kamera yoksa kırmızıda geçen, onlar varsa kurala uyan bireyler gibi uyguladığın şiddet cezasız veya karşılıksız kalacaksa uygulayabilirsin.

Maalesef bu durumu mantığa bürümek için çok güzel kültürel temellerimizde mevcuttur.

Kızını dövmeyen dizini döver,
Dayak cennetten çıkmadır
gibi cümlelerde, şiddet uygulamak isteyen kişi için mükemmel bir savunma mekanizmasını da harekete geçirir.

Kültürel temellerini bulduğu, savunmasını geliştirdiği ve kendini ifade etme becerisinin de sonuna geldiği bir durumda şiddete başvuran birey için tek psikolojik engel kalmıştır.

Süperegosu…
Bu kişinin imdadına delikli süperegosu yetişir. Süperegosu bir çok ahlak kuralını katı şekilde uygularken, kendi işine yarayan ve rahatsız olduğu bir durumdan kurtulmak için şiddete başvuran bireyin süperegosundaki kaçaklara delikli süperego diyoruz.

Hepimizin süperegosunda bu gibi delikler mevcuttur, çünkü hiç birimiz tüm ahlak kurallarına tamamen uymuyoruz ve bu gayet normal bir durumdur. Çünkü bireysel olarak hepimiz farklıyız ve ahlak kavramı her ne kadar toplumdan bize geçmiş olsa da bu kavram için bizimde kendimize ait yorumumuz olacaktır. Ancak söz konusu şiddetse kendimize göre yorum yapma şansımız olmamalıdır.

Şiddeti tümden reddetmek yerine farklı kategorilere ayırmak, bu delikleri açmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.

Şiddetin iki türü vardır;
Psikolojik şiddet ve fiziksel şiddet
Ve her iki türü de ahlaksızlıktır.

Mehmet Murat ALTAN
Psikolojik Danışman
www.psikolojiportali.com
instagram: psikoterapi_

Yazının devamı...

Şizoid’in Dayanılmaz Yalnızlığı

Yalnızlık duygusu insanoğlunun tahammül etmeye en çok zorlandığı duygulardan biridir. Sosyal bir canlı olan insan, yaşamın her alanında birileri ile iletişim halinde olarak yalnızlık duygusundan uzaklaşır. Bu duyguya tahammül etmek, onunla yüzleşmek o kadar zordur ki yalnızlıkla ilgili atasözlerimiz bile bulunmaktadır.

Yalnız kalanı kurt yer.

Yalnız öküz, çifte koşulmaz

Yalnız taş, duvar olmaz

Yalnızlık Allah'a mahsustur

Çağımızda yalnızlık duygusu ile baş etmenin çok daha etkin bir yolu bulunmaktadır. Sosyal medya, yalnızlığa tahammül edemeyen herkesin kaçınılmaz bir sığınağı haline dönüştü. Hatta bu hissi yoğun bir şekilde yaşayan, sürekli sosyal medya aracılığıyla birileri ile irtibat halinde olan çok sayıda insan olunca, bu konuda otoriteler yeni bir fobiyi dillendirmeye başladı.

Nomofobi; cep telefonundan mahrum kalma korkusu ile başlayıp daha genişletilmiş haliyle iletişim kopukluğu yaşama korkusudur. Özellikle sosyal ağların günlük hayatımızdaki yeri göz önüne alınırsa bu hastalık her geçen gün artacak gibi görünmektedir. ”No Mobile Phobia” diye de adlandırılan fobi, günden güne artış göstermektedir.

Yalnızlık fobisinin teknoloji ile giderilmeye çalışılması ve bu tatmin yolunun alışkanlık haline dönüşümü farklı bir fobinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Aslında bu fobinin temelinde yalnızlıktan kaçınma bulunmaktadır.

Şizoid kendilik bozukluğu olan bireyler nomofobik olabilir mi?

Şizoid birey bağlanma umudunu yitirmiş ve kendi izolasyonları içinde sessizce yaşamaktadır. Ancak bu uzaklaşmanın yarattığı duyguları tarif ettiklerinde, benliklerini sürgünde hissettiklerini, kendilerini de sonsuz bir boşlukta hissettiklerini ifade ederler. Bu yoğun yalnızlık hissine rağmen şizoidler dış faktörlerin tümünü birer tehdit unsuru olarak görürler. Hatta birçok şizoid terapistini dahi tehlike olarak algılamaktadır. Terapist hata yapar da onun sınırlarına girerse, ona yol gösterirse, onun adına bir karar verirse, o anda artık terapist bile onun için bir tehlike olmaktan ziyade ve tehdit unsuru olmuştur.

Şizoid bireyler karşısındaki kişiye çok yaklaşınca kendini gasp edilmiş, uzaklaşınca tecrit altında hissederler. Hal böyleyken teknolojik cihazlar, insanlar arası ilişkileri yüz yüze olmaktan çıkardı ve yakınlık konusunda ciddi sınırlamalar getirdi. Zaten sahte bir benlikle hareket eden kendilik bozukluğu olan bireyler için yine sahte bir iletişim ve ilişki türü gelişti. Aynı zamanda bu kişiler tecridi kırmak için istedikleri anda birileri ile iletişim kurabilecek kadar yakınlaştı.

Şizoid kendilik örüntüsüne sahip bireyler görünürde yalnızlıklarından memnun gibilerdir. Hatta detaylı formüle etme becerisine sahip olmayan birçok meslektaşım yıllarca bu kişileri narsist olarak nitelendirmiş ve bir narsisti tedavi eder gibi yaklaşmışlardır. Oysaki iki örüntü arasındaki en temel fark narsistler ilişkilerinde onay ararken, şizoidler ilişkiye özlem duymaktadır.

Şimdi tüm meslektaşlarıma bir soru;

Ya şizoidler artık bu özlemlerini nomofobik olma pahasına teknolojik cihazlarla, yakınlık hissini minimum düzeyde ( işgale uğramadan ) hissedecekleri ilişkilerle gideriyorlarsa?

Yukarıdaki sorunun maalesef henüz bilimsel, net bir cevabı bulunmamaktadır. Ancak son zamanlarda aile danışmanları, çocuk ve ergen danışmanları, çok sayıda sosyal medya bağımlılığı ile ilgili sorunlar dinlemektedir. Benim meslektaşlarıma önerim sosyal medya bağımlısı danışanlarına birde bu açıdan bakmak olacaktır. Belki de eskisi gibi ilişkiye duyulan özlem ile değil de, sahte de olsa ilişki kurmalarını sağlayan nomofobi ile bizlere danışıyorlardır.

Yazının devamı...

Kişiliğimizin Matematiği: Neden Aynı Çarkta Dönüp Dururuz?

Yaşama merhaba diyen bebeğin fiziksel ve beyin gelişimi nasıl muhteşem bir hızda ilerliyorsa, kişilik gelişiminin temelleri de bu dönemde oldukça hızlı bir şekilde atılmaktadır. Kişilik gelişimi için en önemli dönemin ilk 6 yaş olduğunu meslektaşlarım tarafında daha önce de çok kez dinlemişsinizdir.

Bu yazımda size ilk altı yaşın ilk ana evresinin ektilerinden bahsetmek istiyorum.

Birinci ana evre 0-3 yaş arasındaki evremiz preödipal evre olarak isimlendirilirken, ikinci ana evre 3-6 yaş arasındaki evresi ise ödipal evre olarak isimlendirilmektedir.

Ödipal evreden özellikle anne baba tutumlarından kaynaklanan sorunların sağaltımı için destekleyici terapi modeli kısmen yeterli olabilirken, preödipal evrede anne ( bakım veren kişi) ile gelişen ilişkiden kaynaklı sorunların sağaltımı için yoğun ve uzun soluklu terapi gerekmektedir.

Preödipal evrede yaşan her şey kişilik örüntümüzün bir tuğlası olarak nitelendirilebilir. Temel kişilik örüntümüz bu evre oluşur;

Şizoid örüntü,

Narsist Örüntü,

Antisosyal örüntü

Borderline örüntü olarak şekillenir.

Bu evrede örüntümüzü belirleyen temel etken annemizken, örüntü türünü belirleyen unsur ise bebeğin optimal üstü kırılmalarının hangi aşamada olduğudur.

Optimal üstü kırılma bebeğin tolere edemeyeceği düzeyde kırılmaya maruz kalması demektir. Örneğin Margaret S. Mahler’in ayrılma-bireyleşme kuramına göre 9-15 ay arasında bebekler hayatla ilgili denemeler yapmakta yani girişimde bulunarak alıştırmalar yapmaktadır. Bu evrede sık sık engellenen bebeğe annenin verdiği mesaj ‘Sen yapamazsın’ olacaktır. Sıklıkla bu mesajı alan çocuk haliyle ileriki evrelerde her kendilik aktivasyonu denemesinde içselleştirdiği anne modeli bilinçdışından ona seslenerek sen yapamazsın mesajını verecektir. Bu denemeler esnasında birey umutsuzluğa düşecek, öfkelenecek, depresif hissedecek ve kısacası Terk Depresyonu yaşayarak mahşerin altı atlısına teslim olacaktır.

Yukarıda bahsettiğimiz durum yıllarca yaşamımızın bir parçası olarak bizimle birlikte var olmaktadır. Yani kişiliğimizin matematiği 0-36 ay arasında formüle edilmiş ve yıllarca bilinçdışından bize seslenen annelerimizin sesleri her davranışımızda yanı başımızdadır. Bu nedenledir ki, farkında olmadan içinde olduğumuz çarkları değiştiremiyoruz.

İçselleştirdiğimiz annemizin sesi, her davranışımızda her kararımızda bizi etkiler ve hayatımızı farkına varmadan ona göre yaşarız. Örneğin narsistik evreden kırılmalar yaşayan birey onaylanma ihtiyacını ömür boyu arayacaktır. Onaylanmadığı hiçbir ilişkide, işte, etkinlikte bulunmayacak ve orayı terk edecektir. Terk etmediği durumda terk depresyonu yani mahşerin altı atlısı yakasına yapışır ve birey kesinlikle agresif bölgeye düşerek ruhsal olarak zorlanacaktır.

Kişiliğimizin matematiği ve dönüp durduğumuz çarklar çok erken evrede belirlense de terapi ile temel intrapsişik yapımız fark edilerek değiştirilebilir ve içselleştirdiğimiz annemizin sesini fark ederek daha işlevsel hale dönüştürülebilir.

Konu ile ilgili araştırma yapmak isteyenler için yol haritası:

Bağlanma Kuramı

Nesne ilişkileri Kuramı

Kendilik Bozuklukları

Masterson Kuramı

Mehmet Murat ALTAN

Psikolojik Daışman/ Oyun Terapisti

www.psikolojiportali.com

instagram: psikoterapi_

psikolojiportali06@gmail.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.