SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Deri-Ben ve Şifalı Cinsellik

Yazıma Psikanalizin duayenlerinden Tevfika İkiz’in sözüyle giriş yapacağım;

‘BİZE İLERİDE İKİ BİLİM KALACAK, BUNLARDAN BİRİ KESİNLİKLE PSİKOLOJİ OLACAK.’

Şu anda geldiğimiz noktada ise bütün fizyolojik rahatsızlıkların altından bozulmuş bir ruhsal işleyiş çıkmakta. Ruhsallık bozulduğu anda, ya da daha en başından bir şeyler ters gitmiş ve işleyiş düzgün sağlanamamışsa beden er ya da geç hastalanmaya mahkum oluyor. Psikofizyolojik bir gözlükle baktığımızda ise beden hastalık yoluyla bizimle konuşmaya çalışıyor. Eğer ona kulak verir ve takip edersek ruhsal olarak nerede ve nasıl takıldığımızı ve hastalandığımızı bize anlatıyor. Tam bu noktada uzun zamandır dikkatimi çeken bir kuramı ve onun üzerinden ise bedenin nasıl hastalandığını ele almak istiyorum.

Didier Anzieu, annesinin trajik öyküsü nedeniyle psikanalize yönelmiştir. Başlarda Psikolog olarak çalışırken aynı zamanda dermotolojide de staj yapmıştır. Kuramcıların ortaya attığı kuramlar, kuramcıların kendi hayatları ile yakından alakalıdır. Kuramı ortaya atan kişiyi, acısını sanata dönüştüren bir sanatçı gibi düşenebiliriz. En nihayetinde bu alanda çalışan terapist, psikolog, psikanalistlere ‘yaralı şifacı’ demek yanlış olmaz.

Deri-Benin İşlevleri;

1) Deri dış dünya ile bizim ilk iletişim aracımızdır. Şöyle ki; anne karnına düştüğümüz andan itibaren kayıt tutan, bize dış dünya ile ilgili ilk uyaranları ileten deridir. Bu anlamda çok önemli ve hayatidir. Bebek dünyaya geldikten sonra da deri yolu ile birçok fikre sahip olur. Nasıl bir ortamda olduğunu, nasıl bir anneye sahip olduğunu deri yolu ile algılar.

2) Deri vücudu saran sarmalayan işlevinin yanı sıra toparlayan, şekil veren kapsayandır. İç organların bir arada durmasını sağlar ve zarar görmesini engeller. Bu derinin somut işlevidir, soyut anlamda ele aldığımızda ise derinin ruhsallığı bir arada tutan işlevi ile tanışmış oluruz. Tıpkı bedeni bir arada tutma işlevi gibi ruhsal bütünlüğü de sağlama işlevi vardır. Didier Anziue bunu şu şekilde açıklar;

‘Ruhsallığın gelişmesinde derinin rolünün bu biçimde küçültülmesine karşı pek çok itirazım var. Yeni doğmuş bir bebekte değilse bile, embriyonda ilk önce dokunsal duyarlılık ortaya çıkar. Ve bu, kuşkusuz, deri ve beynin ortak nörolojik kaynağı dışderinin gelişmesinin sonucudur’

Didier Anziue’nun burada bahsettiği gibi deri oluşan ilk duyu organıdır, bu durum ruhsal açıdan çok önemlidir. Derinin embriyondan itibaren kayıt tuttuğunu düşünürsek ruhsal işleyişin, bedenin oluşmasından çok daha önce şekillenmeye başladığını söyleyebiliriz.

3) Derinin bir diğer işlevi ise dış dünya ile bizim aramızda bir sınır oluşturmasıdır. Diğer bir açıdan bakıldığında nerede başlayıp nerede bittiğimizi belirleyen, bize bireysellik kazandıran önemli bir işleve sahiptir. Deri aynı zamanda iç ve dış dünya arasında da sınır oluşturur. Erken bebeklik döneminde bebek çok fazla işgale uğrarsa bir diğer deyişle yeterli alan tanınmazsa ya da dış çevre tarafından aşırı uyarana maruz kalırsa yetişkin dönemde sınırla ilgili pek çok problem ortaya çıkması mümkün hale gelmektedir. Deri kendi bedenini , bireyselliğini ve bağımsızlığını ortaya koymak için kendine has önlemler alabilir. Derinin kendine alan tanıma çabasına örnek olarak alerjik astımı verebiliriz (tabi ki alerjik astımın tek nedeni bu değildir. Nedenleri kişiden kişiye değişiklik arz edebilir). Tam tersi bir durum söz konusu olduğunda, yani dış çevreden yeterli uyaran gelmediğinde beden bütünlüğünü korumak için deri hastalık üretmeye yatkın hale gelir. Örneğin anne, bebeğini yeteri kadar okşamadığında, kendi vücudu ile onu desteklemediğinde ve ona sıcaklığını sunmadığında deri bu sıcaklığı elde edebilmek için hastalık üretebilir. Deride meydana gelen herhangi bir hasarda anne bebeğinin iyileşmesi için ilaç, krem vs. yolu ile bebeğe dokunur. Burada bebeğin temel ihtiyacı annenin şefkatli dokunuşlarıdır.

Deri-Ben’den yola çıkarak cinselliğin hayatımızda olmasının tek nedeninin arzuları doyurmak olmadığını söyleyebiriz. Cinsellik bize, erken bebeklik döneminde dış çevrenin yeterli olamadığı, bedensel ve ruhsal bütünlüğü korumak adına gerekli uyaranları sağlayamadığı noktalarda yeniden bir şans tanıyor. Kişinin duygusal bir ilişki ile ‘ikinci doğumu’ gerçekleşiyor ve gerken bebeklik dönemine ait travmalar, eksik ve yetersiz kalan dış çevre işlevlerinin telafisi yapılıyor. Tabiki cinselliğin şifa veren yönünü açığa çıkarmak için önce duygusal bir tatmin gerekiyor. Öte yandan masajların, küçük aşk oyunlarının eşlik ettiği, hem ruhu hem bedeni tatmin eden bir cinsel yaşamdan bahsediyorum. Bedenin ve ruhun bütünlüğünü koruma işlevi cinselliğin en etkili ve önemli işlevlerinden biri gibi grünüyor. Dokunulmayan bir beden zamanla varlığından şühe duymaya başlar, bu şüpheyi gidermek için kendi kendine hasalıklar üretir. İşte bu noktada cinselliğin aktif olarak yaşamımızda varolması çok büyük anlam kazanıyor. Cinsellik bu işlevi ile bedenin hastalanmasının önünde bir bariyer görevi görüyor.

Yazının devamı...

Kadın ve Kayıp Cinsellik

Montaige şöyle der; ''

Cinselliği konu aldığım ilk yazımla karşınızdayım. Cinsellik konusunun bu ülkede ne kadar hassas bir konu olduğunu, bu topraklarda yetişmiş bir kadın olarak çok iyi biliyorum. Ve cinselliğin kanayan bir yara olduğunu, bu yaranın tedavi edilmek şöyle dursun üstünün kapatılıp yok sayıldığını da biliyorum. Sonuç olarakta kadınlar bu yaradan nasibini fazlasıyla alıyor. Kadın olamayan kadınlar, bedenini reddeden kadınlar, kadınlığından utanan kadınlar diye liste uzayıp gidiyor. Yakın tarihe kadar cinsel hazzın sadece erkeklerin hakkı olduğu düşünülüyordu. Yani cinsel birleşmede kadın, erkeğe sadece haz vermekle görevliydi. Bu düşüncenin günümüzde çok ta değiştiğini zannetmem. Çünkü cinsellikle ilgi bir yazı okumak istediğimde veya bir araştıma yapmak istediğimde konu hep erkekler üzerinden ele alınıyor. Bir kadının bu konuda konuşması, okuması, yazması hala gereksiz, hatta çirkin bulunuyor. Ve üzülerek belirtmeliyim ki çok fazla kirli ve yanlış bilgi ile insanlar yanlış yönlendiriliyor. Bu durumda bilgi sahibi olmak isteyen bir kişinin doğru bilgiye ulaşıp gerçekleri öğrenmesi çok zor hale geliyor. Hal böyle olunca ben de kolları sıvadım. Çünkü öğrenmemiz gereken çok şey var. Toplumun bilinçlenmesinin ilk koşulu kadının bilinçlenmesinden geçer.

Cinsellik kavramına dair

Cinsellik ve seks kavramları genellikle birbirine karıştırılır. Cinsellik denildiğinde akla seks gelir ama bu doğru bir tanım değildir. Çünkü cinsellik, seksi de içine alan daha geniş bir kavramdır. Cinselliğin psikolojik, fizyolojik ve sosyolojik yönleri vardır. İnsanın doğuştan getirdiği cinsiyetine dair özelliklerinin tümünü kapsar. Kişinin cinsiyeti, cinsel kimliği, görünüşü, cinsel davranışları cinselliğinin bir parçasıdır.

Seks ise; iki insan arasında yaşanan bir eylemdir. Sevginin, zevkin, ruhun ve bedenin paylaşıldığı bir eylemdir. İlişkiler ve cinsellik; insana sevilmeye değer olduğu duygusunu yaşatır. Bu, bir açıdan kadınlığın ve erkekliğin onaylanmasıdır.

Sağlıklı ve mutlu bir cinselliğin çağrıştırdıkları;

-Haz, arzu, üreme, aşk, ilişki ve yakınlıktır

Sorunlu bir cinsellik ise;

- Korku, endişe, kaygı, günahkarlık, suçluluk, ve bedel ödeme, yetersizlik, öfke, hüzün, nefret, utanç, rezil olma, değersizlik ve sevilmeme hissini beraberinde getirir.

Cinsel yakınlık kurmak insanın kendisini, bedenini, duygu, düşünce ve iç dünyasını bir başkasına açması demektir. Kendi bedenini tanımayan, sevmeyen bir kadın içinse bu bir kabus demektir. Diyebiliriz ki; sağlıklı ve mutlu bir cinsellik için her iki tarafında kendini, bedenini, istek ve arzularını bilmesi şarttır. İlişkisel ve cinsel yakınlık üç boyutlu bir etkileşimdir. Düşünsel, duygusal ve davranışsal boyutlardan oluşur.

Kendini bir başkasına açma kararını vermektir.

Bir başkasına sevgi duyma, onu koruma, ona güvenme, benzerlik ve farklılıkları keşfetme isteğine arzusu vardır.

Fiziksel yakınlaşma, dokunma, öpme, bakma, gülümseme, yüz iletişimi, sarılma ve sevişme isteği öne çıkar.

Sonuç olarak cinsellik;

- Aklı ve bedeni içerir.
- Değerlerimiz, tutumlarımız, davranışlarımız, fiziksel görünümümüz, inanışlarımız, duygularımız, kişiliğimiz, sevdiğimiz ve sevmediğimiz şeyler, kişiliğimiz ve sosyalleşme alanlarımızla şekillenir.
- Sosyal normlardan, kültürden ve dinden etkilenir.
- Üremenin yanı sıra cinsel haz almayı ve vermeyi içerir.
- Son olarak, cinsellik tüm yaşamı kapsar.

Yazının devamı...

Etkili İletişimin Pusulası: Duygular

Her insan, içinde varolan duygu sistemiyle dünyaya gelir. İnsan, içinde var olan duygu sistemi gereği, belli duyguları arar, belli duygulardan kaçar. Duygular ''öteki’nin varlığı ile çeşitlenir ve devamlılığını sürdürür. Bir bebek anne karnından çıktığı andan itibaren bir diğerinin varlığı ile yüz yüze gelir. Fiziksel gelişim evrelerinin yanında bir' de ruhsal ve duygusal evrelerin gelişimi vardır ki, bu ancak bir başkasının varlığını tanımak ve kabullenmekle gelişip, değişebilecek bir süreçtir. İnsan ilişkilerinin merkezinde duygular vardır.

Deneyim ancak ''öteki''nin varlığı ile edinilebileceği için, ''ötekinin'' konumu kişinin kendi konumunu bulmasında belirleyici rol oynayacaktır. Bir insan için duygusal ve ruhsal yönden gelişmiş olmak çok önemlidir. Çoğu zaman kurduğumuz ilişkilerde ki problemler altta yatan duygusal gelişmemişlikten kaynaklanmaktadır. Çocuğun gelişim evresinde ebeveyniyle kurduğu bağ bu gelişime katkı sağlar. Anne-babanın tutum ve davranışına göre bebeğin ruhsal ve duygusal evreleri şekillenir ve gelişim gösterir. Ebeveynin tutum ve davranışına göre bebek bir bağlanma tarzı oluşturur. Bu bağlanma biçimlerinden en sağlıklı olanı ''güvenli bağlanma''dır.

Güvenli bağlanma tarzında kişi kendini değerli, diğerlerini güvenilir olarak tanımlar. Bağlantı kurduğu kişi ile birlikte olduğunda kendini rahat ve güvende hisseder. Güvenli bağlanma ve diğer bağlanma stilleri, anne-baba ya da o dönemde bebeğin bakımını üstlenen kişiyle arasında olan ilişkiye dayanır ve ileriki dönemlere aktarılır. Bu aktarım kişinin hayatını etkileyecek düzeyde önemlidir. Ancak kişinin ileride ebeveyninden ayrı, bir başka ''öteki'' ile kuracağı romantik ilişki, sağlıksız bağlanma stilini ve duygularını yeniden düzenlemesine olanak sağlar.

Bu açıdan bakıldığında evlilik, kişiye kendisini keşfetmesi için verilen ikinci bir şans gibidir. İnsanın gelişim evreleri olduğu gibi, bir ilişkinin de gelişim ve değişim evreleri olacaktır. Aslına bakıldığında her evrenin değişimi sancılı bir süreçtir.

Kişi ancak düzenli ve sağlıklı bir duygu sistemine sahipse ötekinin varlığını sağlıklı şekilde konumlandırabilecektir. Duygu odaklı terapiye göre; kişinin duygularını yeniden düzenlemek kaydıyla ilişkiyi de yeniden yapılandırabiliriz. Burada yoğunlaşılması gereken, kişiler arasında ki duygusal bağda meydana gelen problemlerdir.

Duygu, çok katmanlı ve çok boyutlu bir yapıdır; insanlar arasında birleştirici bir göreve sahiptir. Duygular, ilişkileri yönetmede çok önemli bir rol oynamaktadır. Bu anlamda duygu odaklı terapi intrapsişik ve etkileşimsel olanı bir araya getirir. İntrapsişik yapı; kişinin, bebeklik döneminde kendisine bakım verenlerle yaşadığı deneyimin, beyninde kodlanması sonucu oluşan duygulanımları içerir. Oluştuğunda, intrapsişik yapı bireylerin başkalarıyla olan ilişkilerinde kendilerini algılama biçimlerini düzenler.

Duygu odaklı terapide amaç; çiftler arası duygusal bağın yeniden yapılanması ile bireylerin konumlarını tekrardan düzenlemektir. Duygu odaklı terapiye göre; etkileşim sürecinde kişinin davranışlarına karşın partnerinin hangi konumda durduğu, kişinin sağlıklı duygusal bağ kurmasında çok önemli yere sahiptir.Duygusal bağın iki temel yönü vardır: Yetişkinlerin bağlanma özlemleri ve ihtiyaçları.. Aslında bu özlem temelde bir başkasının varlığında var olma ihtiyacına dayanır.

Kişi varlığının başkası tarafından onaylanmasını ister. Bu da bir ilişki halinde meydana gelecektir. Evlilikte çiftler, oluşan ilişki ağında bağlanmak ve onaylanmak isterler. Pozitif etkileşim kurulduğunda bu istekler kolayca karşılanabilir. İlişki içerisinde kendisinin ve karşısındakinin konumunun farkında olan birey, hem kendisinin hem de karşısındaki partnerinin beklentilerini anlayabilir. Ama söz konusu negatif bir etkileşimse iki tarafın da duygusal olarak yıpranması söz konusudur.

Evlilikte sorunların düğüm haline gelmesinin en büyük sebebi negatif etkileşimdir. Kırılgan olan birincil duyguları saklamak, savunma mekanizmasını devreye sokar. Bunun yerine birey asıl hissettiklerini ve istediklerini değil, ikincil duygularını ortaya koyar. Burada gerçek ve samimi bir ilişkiden bahsedemeyiz. Negatif etkileşimde söz konusu olan, kişinin duygularını partnerine karşı savunmaya geçirmesidir.

İyileşmenin söz konusu olabilmesi için ilişkide ki duygu akımının, negatif yönden pozitif yöne doğru akmasıyla; yani bağlanma ve kimlikle ilişkili birincil duyguların ifadesiyle gerçekleşebilir. Duyguların savunulması ve saklanması yerine olduğu gibi ifade edilmesi, ilişkide yeni bir süreci başlatacaktır. Bu yeni süreç iki tarafın da duygulanım düzenlemesini yeniden yapılandırmasına yardımcı olacaktır. Duygu odaklı terapide kişi hem kendi sürecinin hem de ilişki içerisinde ki konumunun farkına varacak ve bu süreci düzeltme imkanı yakalayacaktır.

R. Betül SEYİTHANOĞLU

KAYNAKÇA

Leslie S. Greenberg (2012) Duygu Odaklı Çift Terapisi

Yazının devamı...

Mutlu Ebeveyn, Başarılı Çocuk

Her anne-baba çocuğunun başarılı ve mutlu bir hayat sürmesini ister. Anne-babalar bu haklı isteklerinde kendi paylarını çoğu zaman göz ardı edebiliyor maalesef ki. Yapılan araştırmalar bize gösteriyor ki mutlu bir ailede yetişen çocuk, mutlu ve başarılı olabiliyor. Huzurun eksik olduğu, kavga ve gürültünün sık yaşandığı bir evde çocuk hayata daha negatif ve depresif yaklaşma eğiliminde olabiliyor. Böylesine huzursuz bir ortamda büyüyen bir çocuğun yaşamda başarılı olması beklenmemeli. Anne-babanın bu noktada dönüp kendilerini sorgulamaları gerekmektedir. Öncelikli hedef; kendisiyle mutlu, öz-saygısı, öz-sevgisi yüksek, mutlu bir çocuk yetiştirmek olmalıdır. Böyle bir çocuk zaten yaşamda başarılı olmanın yollarını mutlaka bulacaktır. Çocuk bütün bu değerleri ailede öğrenir. Kendini sevmeyi, saygı duymayı, mutlu olmayı anne ve babasından görerek öğrenir. Kendisi ile barışık ve mutlu bireyler ancak mutlu bir çocuk yetiştirebilir. Bu noktada Anne-babanın önce kendilerini ve ilişkilerini sorgulamaları şarttır.


Yapılan en sık hatalardan birisi; çocuk aileye dahil olduktan sonra eşlerin ‘eşlik’ rollerini bir kenara bırakıp, tamamen ‘anne-baba’ rolüne bürünmesidir. Hatta burada yapılan daha kötü bir hata da, eşlerin birbirine de anne-babalık yapmasıdır. Aileye yeni katılan küçük bireyin şunu bilmeye ihtiyacı vardır; Annem ve babam birbirlerine ‘güvenle’ bağlanmışlar ve birbirlerini seviyorlar. Çocuk ileriki yaşamında kurduğu her ilişkide anne ve babasının arasında ki ilişkiyi modelleyerek, yani ne gördüyse aynısını uygulayarak ilişki kurar ve devam ettirir.

Bu anlamda anne-baba olmadan önce eşlerin kendi aralarında ki ilişkiyi sorgulaması gerekmektedir. Bu ilişkide çatlaklar ve sıkıntılar var ise düzeltilmeli hatta profesyonel yardım alınmalıdır. Eşler birbirlerine güvenli bağlanabilmişlerse, ki bu sağlıklı ilişki demektir, o zaman bu aileye doğacak çocuk kendini seven, mutlu bir birey olma adayıdır. Eğer anne-baba arasında ki ilişkide güvensiz bağlanma söz konusu ise bu aileye doğacak olan çocuk yaşama ve insanlara daha güvensiz ve tedirgin yaklaşmayı öğrenir. Anne-babasının arasındaki güvensiz ilişkiden güvensizliği ve tedirginliği öğrenir. Bu anlamda çocuğun üç ebeveyni vardır diyebiliriz; Anne, baba ve anne-baba arasında ki ilişki…


Çocuklarını seven ve onları düşünen anne-babaların önce kendi ruhsal durumlarını kontrol etmeleri gerekmektedir. Yaşamdan zevk almayan, mutlu olmayan insanlar, mutlu çocuklar yetiştiremezler. Mutlu etmek, mutlu olmayı öğretmek, mutlu olmaktan geçer. Kendini tanımayan, ruhsal sıkıntılar yaşayan bireyler ise mutlu olmayı, kendini sevmeyi beceremezler. Ruhsal kapasitesi kısıtlı insanlar depresif ruh hallerini daha sık yaşayabilirler. Bu anlamda kişilerin kendilerini daha derinden tanımaları ve anlamaları, ruhsal kapasitelerini genişletmeleri gerekmektedir. Ancak bu şekilde mutlu ve huzurlu bir yuvada mutlu ve huzurlu bir çocuk yetiştirilebilir. Aksi takdirde aileden aileye aktarılan psikogenetik travmaların döngüsünde huzursuz aileler oluşmaya devam eder.

Yazının devamı...

Başarılı Evliliğin ‘5’ Özelliği

Elbette ki her evlilik kendine has koşullarda, kendine has özellikler barındırır. Bu tıpkı parmak izinin biricikliği gibi tek ve özeldir. Bunun yanında başarılı ve mutlu evliliklere baktığımızda, hemen hemen hepsinin ortak paydada buluştuğu bir takım özellikler de çıkıyor karşımıza.

Evlilikte, her iki tarafın da ilişki bağlarını güçlü tutmak adına üzerlerine düşen görevleri yapmaları gerekmektedir. Mutsuzluğun hakim olduğu evliliklere bakıldığında, çiftlerin kendi davranışlarının sorumluluklarını almaktansa, sürekli olarak karşı tarafı suçlama ve eleştiri yoluna gittikleri gözlemlenmektedir. Suçlama ve eleştiri, yetişkin egosuna ait bir davranış değildir. Çocuk egosunda olan bir birey davranışlarının sorumluluğunu üstüne almaktan kaçınır ve suçu hep karşı tarafa atar. Yetişkin ego ise ilişki bazında kendi katkılarını sorgular ve sorumluluk alır. Ortada bir problem varsa suçlamaz ve kaçınmaz, bunun yerine çözüm üretme yoluna gider.

Mutlu bir evlilik için ilk şart; her iki tarafında yetişkin ego düzeyinde olması gerekmektedir. Çocuk ego düzeyinde takılı kalmış, ilkel savunma düzeneklerini kullanan bireyler, evliliklerini kaosa çevirmek için adeta ellerinden geleni yapar. Her iki tarafında, oluşturdukları kaosta kendi katkılarının fark edebilecek düzeyde olması gerekmektedir. Çünkü, ilişkide etki-tepki yasası işler ve çiftler davranışları ile bir döngü oluşturur. Bu döngü, olumsuz bir davranışla başlamışsa olumsuz olan bütün davranışları içine alarak büyür ve devam eder. Tam tersi olarak, olumlu bir davranışla da olumlu bir döngü yakalamak mümkündür.

Eşinize İzin Verin!
Evlendikten sonra yapılan hatalardan birisi de, her iki tarafında bireyselliğini kaybetmesidir. Evlilikte ‘Biz’ olmak çok önemlidir. Öte yandan ilişkinin tutku ve heyecanını kaybetmemesi için her iki tarafında bireyselliğini kaybetmemesi gerekmektedir. Bir ilişkinin sağlıklı ilerlemesi için sağlıklı bireylere ihtiyaç vardır. Eğer eşler kendi kimliklerini ilişki içerisinde eritip yok ediyorsa bu ilişki sağlıklı bir ilişki olmaktan çıkar. Kendiniz gibi var olabildiğiniz, aynı zamanda eşinizin de kendi gibi var olmasına izin verdiğiniz ilişkiler kurmalısınız.

Eşinize Zaman Verin!
Eşlerin birlikte eğlenceli vakit geçirmesi ilişkinin olmazsa olmazlarındandır. Fakat zaman zaman, belli aralıklarla her iki tarafında eşinden ayrı sosyalleşmesi ilişki için çok önemlidir. Bu, ilişkiyi canlı ve sağlıklı tutar. Eşlerin, sınırlarını ve zamanını birlikte belirledikleri, her iki taraf içinde geçerli olan kendilerine ait özel zaman geçirmeleri, eşlerin deşarj olmasını sağlar.

Eşinize Özen Gösterin!
Çiftlerin birlikte kaliteli zaman geçirmesi ilişki açısından belki de en önemli unsurdur. Eşler birlikte zaman geçirebilirler fakat geçirdikleri her zaman dilimi kaliteli olmayabilir. Kaliteli zamanlar; eşlerden her ikisinin de sevdiğini, sevildiğini ve değerli olduğunu hissettiği zaman dilimleridir. El ele, göz göze, gönül gönüle vererek eşlerin birbirini aktif dinlediği zamanlar kaliteli zaman dilimleridir. Bütün dış etkenlerden uzakta baş başa çıkılan bir tatil, bir şehri keşif, bir filmi birlikte izlemek gibi birlikte paylaşımın olduğu her şey kaliteli zaman dilimleri demektir. Bütün bu örnekler kişilerin hayal gücüne bağlı olarak değişebilir ve artabilir.

Eşinizin Dilini Öğrenin!
Kadınlar ve erkekler farklı dilleri konuşurlar. Kadınlar daha dolaylı yoldan bir anlatım tarzını kullanırken, erkekler ise doğrudan bir anlatım tarzı kullanır. Kadınların kullandığı dil daha ağdalı ve dolaylıdır. İmgeler, çağrışımlar, tasvirler bolca kullanılır. Erkeklerin kullandığı dil ise bütün bunlardan arınmış, sade bir dildir. Tam da bu noktada kadın ve erkek bir ilişkideyken kullandıkları farklı diller iletişim kazalarına yol açabilmektedir. Kadın eşinin de kendisi gibi imalı bir dil kullandığını zannederek söylemlerin altında sürekli farklı niyetler arama yoluna gidebilir. Öte yandan erkek, kadının imalı ve dolaylı bir dil kullandığının, kastederek ve asıl söylemek istediği şeyleri hedef şaşırtarak anlattığının farkında olmayabilir. Bütün bunlar ilişkide ‘dil kazalarına’ yol açar. Kadın ve erkeğin sağlıklı iletişim kurabilmesi için kadınca ve erkekçe dillerini öğrenmesi gerekmektedir.

Sağlıklı ve Mutlu Bir Cinsel Yaşam İçin Kapıları Aralayın!
Cinsel yaşam evliliğin olmazsa olmazıdır. Eşleri birbirine bağlayan bir güce sahiptir. Sağlıklı ve mutlu bir cinsel yaşam için tabuları yıkmak gerekir. Hem kendinizi, hem de eşinizi iyi tanımanız, isteklerinizi iyi bilmeniz, cinsel yaşamın kapılarını size daha kolay açacaktır. Cinselliğin göz ardı edildiği bir ilişki, sağlıklı bir ilişki değildir. Sağlıklı bir ilişkide masanın dört ayağından biri de cinselliktir. O ayak kırık veya yoksa masa devrilmeye mahkumdur. Cinsel yaşama dair tabuları yıkmak, tekdüzelikten çıkmak için donanımlı bir bilgiye sahip olmak gerekir. Eşler her konuda olduğu gibi cinsellik konusunda da bilgi paylaşımı yaparak, araştırarak ve okuyarak sağlıklı bilgiye ulaşabilirler. Sağlıklı cinsel yaşam, sağlıklı bir ilişkinin olmazsa olmazıdır.

Yazının devamı...

Evliliğin İlk Zamanları: Kritik Zamanlar

İçinde yaşadığımız kültürde, çiftler evliliğe karar verdikten sonra bir sürü formalite aşamadan geçerler. Kız isteme, söz, nişan ve nihayet düğün… Bu aşamalar iki tarafı da adım adım evliliğe doğru götürür. Zaman zaman kaoslar meydana gelse de hepsi güzel birer anı olarak kalır hafızalarda. Bu aşamaların bir diğer işlevi de, çiftlerin evlilik yolunda birbirlerini daha iyi tanımalarını sağlamasıdır. Fakat yanıltıcı bir tarafı da vardır. Evlilik ne söz, ne nişan, ne de düğün süreci gibi bir süreç değildir. Bütün bu aşamalar geçtikten sonra mutlu sona, yani düğün gününe erişen çift, mutluluklarının nirvanasında dolaşırken nihayet bütün bir kalabalıktan ayrılarak, kapılarını dış dünyaya kapatırlar. Artık baş başa yeni bir dünyaya merhaba demek zorundadırlar. Bu dünya da bu iki kişiden başkasına yer yoktur. Sorumluluklar vardır, çaba vardır, emek vardır. Yapılan onlarca araştırma da evliliğin ilk yılları ‘kritik yıllar’ olarak geçmektedir. Bunun başlıca sebepleri vardır;

İlki, evlilikle gelen sorumluluklardır. Kişi evlenmeden önce başka bir ailenin parçasıdır. Ve o ailede bir anne ve baba vardır, yani sorumluluğu üstlenen kişiler vardır. Kişi evlenene kadar nasıl bir sorumluluğu üstlendiğinin pek farkına varamayabilir. Fakat o büyülü kapının ardında kendisini bir hayli sorumluluk beklemektedir.

İkincisi, her şeyin yeni olması insanda tedirgin duygular oluşturabilir. İnsan yapısı gereği alışkanlıklarını sürdürmeyi her zaman daha güvenli görür. Evliliğin ilk zamanlarında ise her şey yenidir; bulunduğunuz yerden tutunda eşyalara, ıvır zıvıra kadar her şey.. Bu kadar yeniliğin arasında her iki tarafta kendini güvende hissetmek için eskiden ait oldukları aile düzenine daha çok sarılabilirler. Bundandır ki bazı bireyler evlenince anne ve babalarına daha duyarlı hale gelebilirler. Bu durum, kişinin eski düzenini ve alışkanlıklarını bırakmak istemeyişi ile yakından alakalıdır.

Üçüncüsü; Evliliğin ilk zamanlarında eşler birbirlerini daha yakından tanıma imkanı bulurlar. Birbirlerinin huylarını, alışkanlıklarını, karakter ve kişiliklerini çözümleme sürecinden geçerler. Aynı zamanda da aynı evin içerisinde birbirlerine uyum sağlamak durumundadırlar. Bu süreçte kişi, kendi alışkanlıklarını eşinin alışkanlıkları ile uyumlu hale getirme çabası içerisinde zorlanabilir. Kişinin hem kendini hemde eşini yeniden tanımladığı, sorguladığı, anlamaya çalıştığı bir geçiş dönemidir.

Peki Bu süreci Kolay Atlatmak İçin Neler Yapılabilir ?

1) Her iki tarafında öncelikle unutmaması gereken mesele, bu sürecin geçici olduğudur. Yeni bir düzenin kurulması elbette ki bir takım zorluklar getirecektir fakat bu zorluklar kalıcı değil, geçicidir.

2) Diğer yandan bu süreçte eşinizle sık sık durum değerlendirme konuşmaları yapabilirsiniz. Böylece eşinizin hangi süreçlerde ne gibi kaygılar yaşadığını öğrenebilirsiniz.

3) Son olarak, bu süreçte hem kendinize hem de eşinize karşı daha esnek, hoşgörülü ve anlayışlı yaklaşırsanız süreci daha kolay atlatabilirsiniz.

Yazının devamı...

Öfke Yönetimi; Çatışmada Duygusal İstikrar

En bilge kişi, duygularını aklın emrine nasıl tabi tutacağını bilen kişidir. Her insan öfkelenebilir ama öfke ile kör olan bir aptal onun kölesi olur. Öfke sıcakken ne yaptığını bilmeyen kişinin o andaki tüm davranışları kişinin kendi aleyhinde olur. Öfke ve öfke ile bağlantılı tüm duyguları atalarımızdan mirastır. Başka bir formda saldırganlık, tüm hayvanlarda hatta iyi tür bir hamster da bile doğaldır. Bu, türlerin hayatta kalmasına yardımcı olan, kendilerini ve yavrularını koruyan temel içgüdü düzeyidir.

Ünlü Filozof Gnev Livost’a göre kişi sürekli bir öfke halinde ise altında yatan başlıca sebep; önemli bazı ihtiyaçlarının tatmin edilmemesi ve karşılanmamasıdır. Dal’ın sözlüğünde öfke, kişiye çok miktarda enerji veren yıkıcı bir duygu olarak yorumlanır. Negatif enerji, kelimenin tam anlamıyla uç noktaya saplanmaya başlar. Bilincin daralması, gerçekliğin çarpıtılması, gerçekliğin yeteri kadar algılanamaması söz konusu olur. Modern toplumda gitgide artan ‘öfkeli insan’ modeli, ihtiyaçların hızla arttığı, var olan kayağın yetersiz kaldığı, insanın giderek daha da yalnızlaştığı yenidünyanın ürünüdür. İnsan, bu güvensiz dünyada öfke kalkanını geçirerek kendini güvene alma çabasındadır. Belki başka hiçbir durumda, öfkeli olduğu anda ki kadar cesur olamamıştır insan. Öfke içindeki kişi, yüzünün yanmakta olduğunu, kanının kaynadığını, kaslarının gerginliğini hisseder. Kişinin bütün bunları hissetmesi onu eyleme iter.

Öfke İçin Üç Sebep

Öfke karşılanmamış ihtiyaçları bir sonucudur. Öfkeyi ifade etmek için içsel ‘izin’, bu duygunun dışarı çıkması için yeşil ışık verir. Bu nedenle öfke üzerinde ki kontrol, ilk oluşum anından itibaren gereklidir.

Sebep 1: Öfke, oluşan acıya bir tepkidir. Bu, evrimin otomasyona getirdiği bir tepki programıdır.

Sebep 2: Öfke birincil duyguların devamıdır. Korku, hüzün, suçluluk gibi duyguların üstünü örten ikincil bir duygudur. Öfke için ‘dağınık bir yatağın üstünü örten battaniye’ benzetmesini yapabiliriz. Altında çok farklı, türlü türlü saklanması gereken, o an görmek istenmeyen bir sürü eşya olabilir. Fakat bir battaniye bütün bunların üstünü örter. Unutulmaması gereken şey ise, varlıklarını yok etmediği, sadece örttüğüdür…

Sebep 3: Öfke, durum değerlendirmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Eğer ortada bir haksızlık veya değerlere aykırı bir durum varsa, öfke ortaya çıkar.

Öfkenin olumlu işlevi: Öfke karşılanmamış ihtiyaçlar sonucu ortaya çıktığı için bu ihtiyaçların karşılanmasını sağlar. Yani öfke, bir sonuç elde etmek için insanı harekete geçirir. Bu ihtiyacın karşılanması için harekete geçiren ‘yoğun duygusal enerji’ nin serbest kalmasının bir diğer adı öfkedir diyebiliriz.

Öfkeyi Yönetme Meselesi

Öfkeyi yönetme meselesi, bu duyguyu düzenlemeye yardımcı olan doğru inançlar ve araçlar ile yakından ilgilidir. Çok farklı bir konu olsa da burada değinmekte fayda var; öfkeyi yutmak, öfkenin bastırılması insanda çeşitli ruhsal rahatsızlıklara yol açar. Bunlardan en yaygın olan iki hastalık: psikosomatik hastalık ve hipertansiyondur.

Öfke Yönetiminin Beş Yolu

Yol 1: Öfkenizi kontrol altına almak için karar verin. Öfkenizle baş etmek için yardıma ihtiyaç duyduğunuzu kabul ettiğinizde bilinçdışınıza bir işaret verirsiniz. Bu duygu ile bilinç seviyesinde başa çıkma yolunda ilk adımı atmış olursunuz.

Yol 2: Benlik saygınızı güçlendirin. Günlük hayatta es geçtiğiniz birçok şeyi yeniden gözden geçirin. Sabah kalktığınız andan itibaren yataktan kalkışınız, yüzünüzü yıkayışınız, dişlerinizi fırçalamanız vs… İşe giderken geçtiğiniz yol… Farkına vararak, zaman zaman farklı yollar deneyerek değiştirebilirsiniz. Yatarken giydiğiniz özensiz pijamalar yerine kendiniz için yeni, güzel bir pijama takımı alabilirsiniz. Evet, sevdiğiniz insanlar sizin ihtiyaçlarınızı es geçiyor olabilir zaman zaman. Fakat siz hep sizinle birliktesiniz. İhtiyaçlarınızı, doyurulmamış duygularınızın bir kısmını kendiniz doyurabilirsiniz.

Yol 3: Başınıza gelen olayları yeniden yorumlamayı öğrenin. Durumu bir tehdit, saygısızlık veya haksızlık olarak değerlendirirseniz, öfke otomatik olarak ortaya çıkar. Önemli olan yaşanan değil, onun biz tarafından nasıl yorumlandığıdır. Unutmamak gerekir ki her şey insan içindir. Olumlu yeniden çerçeveleme yöntemi ile olaylara yeniden bakabilmek öfke kontrolünü sağlamak için güzel bir yoldur.

Yol 4: Öfkenin sinyallerini tanımayı öğrenin. Bunlar, sizin için tehlikeli bölgeye girdiğinizi gösteren işaretlerdir. Karında gerginlik, kalp atışında ani artış, çene kemiğinin kenetlenmesi, öfkenin vücutta ki en net belirtileridir. Bu belirtilerin farkına vardığınızda derin nefesler alarak yavaş yavaş vücudunuzu yumuşatabilirsiniz.

Yol 5: Çevrenizde ki insanlardan beklentilerinizi azaltın. Kendinize, diğer insanların sizin beklentilerinizi karşılamak için var olmadıklarını daha sık söyleyin. Birçok sorun, her şeyin istediğimiz gibi olması gerektiğine olan inancımızdan doğar.

Bu gezegende sizinle birlikte hala yedi milyar insan var.

Yazının devamı...

Aile Olmak Zor Zanaat...

Nedir, nasıl birşeydir aile? İki insanın hayatını birleştirdikten sonra çocuk sahibi olup, onları rastgele büyüttükleri bir ev mi? Kadının temizlikle, yemekle, çamaşırla uğraştığı, adamın ise akşama kadar çalışıp para getirmesi gerektiği bir sınırlar çerçevesi mi? Hayır kesinlikle değil.

Aile, içinde bulunduğu toplumun en güzel özetidir. Bir toplumu ayakta tutabilmek için ne gerekiyorsa bir aileyi ayakta tutabilmek içinde aynı şeyler gereklidir. Çok yönlü ve yaşayan bir kültürün yapı taşı olmakla birlikte aynı zamanda kendi içerisinde de aynı kültürü yaşatan koruyucu bir unsurdur. Aile yapısı ne kadar çok korunuyorsa toplumda o kadar korunuyor demektir. Çünkü toplumda ki bozulmalar ilk olarak ailede başlar.

Aile olma yolunda..
Aile olma yolunda adım atan iki insan, kendilerine has kişilik ve karakter özellikleri ile bu yola başlayacaklardır. Aslında iki farklı dünyanın birleşip, entegre olup, yeniden bir dünya inşa etmesi gibidir bu süreç. Zor ve bir o kadar sancılıdır. Yapılan araştırmalara göre ise evlilikte ilk beş yıl en kritik yıllardır. Çünkü iki insanın birbirini olduğu gibi kabullenmesi kolay olmayacaktır. Her iki tarafta kendi aileleri içerisinde nasıl bir düzende büyüdüler ise o düzeni arayacaklardır. Toplumumuzda klişeleşmiş ''annemin yemeği gibi'' kavramı aslında varolan herşey için geçerlidir. Taraflardan biri diğerini kendi kalıbına uydurmaya çalışırsa tabiri caizse savaş çıkar. Oturmuş olan kişilik yapısı değişime direnç gösteren köklü bir yapıdır. Her ne kadar aile olmak için hayatlar birleşmiş olsada karşıda ki insanın hala kendi başına diğerinden ayrı bir birey olduğu unutulmamalıdır.

Beklentiler
Evlilik öncesinde ve evliliğin ilk zamanlarında iki tarafında ''çok'' mutlu olma beklentileri ne kadar yüksekse hayal kırıklıkları o denli büyük yaşanır. Zaten hayat mutluluğun, acının, sevincin ve hüznün iç içe geçmiş halidir. Evlilik hayattan kopuk, toz pembe bir dünyanın kapılarını aralamaz hiç bir zaman. Zorlukların, mutsuzlukların, hayal kırıklıklarının zaman zaman yaşanabileceğini ama birliktede aşılabileceğini iki tarafında kabullenmesi gerektir. Bu kabulleniş kurulan bağı sağlamlaştırmakla kalmaz iki tarafa da güven aşılar.

Sen, ben ve biz..
''Biz'' olma kavramı, aile olmanın olmazsa olmazıdır. ''Sen''in ve ''Ben''in birleşip ''Biz''i oluşturmadığı müddettçe aile olabilmekten bahsedemeyiz. Aynı zamanda ''Biz'' kavramı içerisinde ki ''Sen'' ve ''Ben''in aileyi oluşturuken sahip oldukları kendilerine has özellikleri süreç içerisinde kaybetmemesi çok önemlidir. Çiftler genelde karşı taraftan değişmesini bekler, ama bu değişim gerçekleştiğinde memnuniyet oluşmayacaktır. Bu yüzden çiftler birbirini değiştirmek için uğraşmamalıdır. İki tarafında birbirini olduğu gibi kabullenmesi ilişki açısından da en sağlıklı olanıdır.

Sağlam ve köklü bir ailenin oluşması
Eşlerin birbirine güvenli bağlanması sağlam bir ailenin kurulmasında çok önemlidir. Güven öylesine kuşatıcı bir duygudur ki aileyi sardığında bireyler huzurun tadını çıkartacaklardır. Eşlerin, en başında birbirlerine güvenip öyle yola çıkması şarttır. Güven duygusu genel anlaşılan manada kolay kazanılan ve kaybedilen basit bir duygu değildir. Bir ömür her koşulda yanında olabileceğini bilmek ve hissettirmek güven duygusunun temelini oluşturur.

Bir sonraki unsur '' Affetmek'' ve ''Bağışlamak''tır. Hatalar her zaman yapılır ve yapılmaya devam edilir. Görmezden gelmek demek değildir ''affetmek''. Aksine sorunlardan kaçmak ve görmezden gelmek ilişkiyi yiyip bitiren bir parazit gibidir. Hata yapan tarafın hata yaptığını kabullenmesi, karşı tarafında bu kabulleniş karşısında insiyatif kullanarak affetmesi, eşleri birbirine yakınlaştıracaktır. İlişkilerde bu tip durumlar kriz olarak adlandırılır. Eğer krizi iyi yönetirse aile, bağlar güçlenir ve bireyler birbirine daha çok yaklaşır.

Bu koşullarda yola çıkan çift, ilerde çocuklarında katıldığı geniş bir aile olduğunda, iki kişi arasında ki bu bağın enerjisi çocuklarada aktarılacaktır. En başında halledilmeyen problemler, çocuklar olduğunda eşlerin birbirlerini daha çok ihmal etmesiyle birlikte artacaktır. O yüzden aile hanüz iki kişiden ibaret iken her iki tarafında birbirinin farkına varması ve bu yönde adımlar atması sağlam bir aile kurulmasında çok büyük rol oynayacaktır.


KAYNAKÇA
1) William M. PINSOF,Jay L. LEBOW,



Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.