SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Çocukların sağlığını kehribar kolyesi mi koruyor?

Anne adaylarının psikolojisi hamilelik süreci ile değişebiliyor. Çevrenin ve horrmonların etkisi ile aşırı korumacı, hassas, titiz olunabiliyor. Özellikle ilk annelik heyecanı yaşayan kadınlar, her şeyin en iyisini öğrenmeye ve yapmaya çabalıyor. Ancak bunları yaparken bazen kantarın topuzu kaçıveriyor.

Eşek sütü mü? Kehribar kolyesi mi?

Besleyici olduğunu duyup 150 TL'ye, 1 kg. eşek sütü almaya çalışmak sanırım kantarın topuzunun kaçtığı noktalardan biri. Eşek sütü bu derece kıymetli olsaydı, milyarlarca dolar yatırımlarla kurulan süt ve süt ürünleri şirketleri bu değerli besini gözden kaçırır mıydı? Farz edelim ki faydalı.Çocuk eşek sütü içtiğinde değişik mi olacak? Ya da bir anda Einstein mi olacak? Eşek sütünden beklenti nedir?

Bir de alerjiye, diş çıkarma sıkıntılarına iyi geldiği, hastalıkları önlediği düşünülerek bebeklerin boynuna takılan kehribar kolyeleri var. Bu kolyeler işi yarasaydı, şuan yeryüzünde hastalık olmazdı. Milyonlarca yıldır insanlık bu taşlar ile hastalıklardan korunuyor olurdu. Bu kolyelerin hiçbir bilimsel dayanağı olmadığı gibi, ellerine geçeni ağzına götürmeye çalışan bebekler o kolyelerin taşlarını yutarsa asıl problem orada başlar.

Geçenlerde facebook da gördüğüm bir gönderi de şöyleydi; Bir kadın mide ilacını, yemeklik bir çeşit unu, pişik kremini almış karıştırmış, yetmemiş herkese tavsiye etmiş. Bu engin buluşun patentini de almasını tavsiye ediyorum. Çok mantıklı değil mi! Yakında basur ilacını da saça süreriz belki. O mide ilacını üreten onlarca laboratuvarı, kimyageri, doktoru olan şirket, bu karışımı nasıl olmuş ta akıl edememiş?

Bir deli kuyuya taş atıyor, kırk akıllı çıkaramıyor

Sosyal medyada ünlü olmaya çalışan ama alt yapısında söylemleri ile ilgili herhangi bir işi, vasıfı, eğitimi olmayan insanların sırf takipçi kazanmak, ünlü olmak adına yaptığı paylaşımlar var. Bu paylaşımlar her konuda tehdit oluşturduğu gibi çocuklarımızın sağlığını da tehdit ediyor.

İlgi çekmek ve farklı paylaşım yapmak adına ortaya atılan bazı söylemler o kadar hızlı yayılıyor ki o yanlış bilgiyi düzeltmek çoğu zaman mümkün olamıyor.

Bu tip bilimsellikten uzak paylaşımlar, annelerin kafasını karıştırmaktan ve “Ben eksik bir şey mi yapıyorum acaba?” diye yetersizlik hissi yaratmaktan öteye gitmediği gibi bir de çocukların sağlığını tehlikeye atıyor.

Bu şartlar altında, annelerin içgüdülerine ve bilime güvenmeye devam etmesi, okuduklarını mantık süzgecimizden birkaç defa geçirmesi halâ en mantıklı yol.

Twitter: https://twitter.com/seraptorun73

www.kidsgourmet.com.tr

Yazının devamı...

Sosyal olmak uğruna çocuğunuza zarar vermeyin!

Yeni medya dediğimiz oluşum kendi içinde ünlüler yaratmaya devam ediyor. Bir gün bir blogger diğer gün bir vlogger ünleniyor. Sosyal medyada, hiç tanımadığımız birinin çocuğunun anne karnındaki halinden, doğum anına, oradan 5. yaş günü partisine kadar uzanan hayat hikâyesini an ve an izleyebiliyoruz. Hatta bazı çocuklar kendilerine ait Youtube kanallarından görüntülü yayın yapıyorlar.

Ancak yapılan tüm bu yayınların bazı sakıncaları var. Bu sakıncaları bilmek paylaşımları daha kontrollü yapmamızı ve çocuklarımızı da doğru yönlendirmemizi sağlayacaktır. Bu sebeple, uzman görüşüne başvurduğum Bengi Semerci Enstitüsü Çocuk-Genç ve Erişkin Psikiyatristi, Prof. Dr.Bengi Semerci sosyal medya, ünlü olmak ve dijital olgunluk konularında önemli bilgiler verdi.

Çocukların fotoğraflarının sosyal medyada yayınlanıyor olması çocukların psikolojisini nasıl etkiler?

Anneler çocuklarına ilişkin ayrıntıları başkaları ile paylaşmayı her zaman çok severler. Daha önceleri bazı köşe yazma şansı olan anneler çocuklarına ilişkin ayrıntıları anlatarak daha geniş kitlelere ulaşmaya başladı, sonra bloglar çıktı, sosyal medya ile birlikte hem yaygınlık arttı hem de görsellik eklendi.

Daha çok kişiye ulaşma ya da daha az kişiye ulaşma çok fark etmeden kendilerine ilişkin ayrıntıların başkaları ile aşırı paylaşımı büyüdükçe birçok çocuğu rahatsız eder. Özellikle ergenliğe doğru, küçükken komik gelen şeyler, utandırıcı olmaya başlar ve bunları paylaşan ebeveynlerine öfke duyarlar.

Diğer bir grup çocuk içinse bu durum, aynı küçük yaşta oyuncu, şarkıcı vs olan çocuklarda olduğu gibi bütün ilgiyi toplama, sevilme aracının yolu olarak görülüp diğer yönlerinin gelişimini engelleyebilir. Bu ilgi çocuk büyüdükçe aynı şekilde sürmeyecektir. İlgiyi sürdürmek için uğraşların getireceği sorunlar, ilgi kaybının getireceği çökkünlükler ve nice beklenmedik sorun sıralanabilir.

Çocukların yaşlarına uygun olmayan kıyafetlerle, makyajlı ya da sağlıklı olmayan kişilerin kullanımına müsait fotoğraflarının kontrolsüz bir şekilde sosyal medyada yayınlanmasının çocuk istismarcılarına kolaylık sağlayıcı olduğunu söylemek için sanırım uzman olmaya gerek yok.

Bir iki haber okumak, bir iki film seyretmek bile çocuğunuzu korumak için yapmanız gerekenler konusunda bilgi verebiliyor.

Emek harcamadan, hak etmediği üne kavuşan çocuklar ileride ne gibi sorunlar yaşayabilir?

Kendi yaşadığınız çevrede yaptıklarınızla ya da bir meziyetinizle tanınmak önemlidir. "Niçin bu kavramların önemi var? derseniz, bunları bilmemiz gerekiyor ki çocuklarımızı nereye sürüklediğimizi bilebilelim. Daha bebekken çocuklarını gösteri dünyasında yer alması için fotoğraflayan, çekimlerini internete koyan, reklamlarda oynatmaya çalışan aile sayısı gittikçe artıyor. Bu onlara ruhsal ve bedensel birçok sorun olarak dönebilir. Ama en önemlisi tanınmak ve “ünlü” olmak için emek sarf etmek, okumak, çalışmak, yaptıkları ve yarattıkları ile gündemde olmak gerekliliğini öğrenmeden, kolayca sonuca ulaşmayı öğrenebilirler. Donanımsız kazanılan ün çabuk kaybedildiğinde, ellerinde bir şeyleri kalmaz. Aynı zamanda uğrayacakları yıkımı düzeltmek kolay olmayabilir. Onları “ünlü” yapmaya çalışırken, ünün sadece olumlu sonuçlarını değil, olumsuz olanlarını da düşünmek gerekir. Yaptığı işte başarılı ise kendini tanıtacaktır.

Tek bir yönünü değil, çok yönünü beslemek gerekir ki birini kaybederse kendini yok olmuş hissetmesin. Ayrıca küçük yaşta öğrenmeli ki; Önemli olan bir insanı kaç kişinin tanıdığı değil, nasıl ve hangi nedenle tanıdığıdır.Çocuklarımıza kendi sınırlarını ve başkalarının sınırlarını korumayı öğretmemiz gerekiyor. Ve onları “ünlü” yapmaya çalışırken, ünün sadece olumlu sonuçlarını değil, olumsuz olanlarını da düşünelim. Yaptığı işte başarılı ise kendini tanıtacaktır. Kaç kişinin tanıdığı değil, nasıl tanındığı önemli olmalıdır. Onlara bu değerleri aktarmak için, büyüklerin de yeniden hatırlaması ve uygulaması gerektiğini unutmayın.

Çocuk ne zaman dijital iletişim yollarını aktif olarak kullanabilme olgunluğuna ulaşır?

Digital olgunluk, gelişime bağlıdır. Gelişim ve takvim yaşı farklı şeyler ifade eder. Ama özellikle 15 yaş öncesi mutlaka denetim gerekir. Tüm sosyal medya alanlarında 18 yaş sınırı var. Bu sınır belli nedenlerle ama en çok çocukları korumak için konulmuş bir sınır. Neyi paylaşacak, ne kadar paylaşacak, kimlerle paylaşacak? Tüm bunlar 15 yaş öncesi denetim sürecinde ebeveyn tarafından verilecek bir eğitimdir.

Twitter: https://twitter.com/seraptorun73

Yazının devamı...

Her çocuk üstün yetenekli mi?

Gerek yapılan araştırmalar gerekse konunun uzmanları, her çocuğun üstün bir yeteneği olduğu görüşünde birleşiyor. Testlerle ölçülebilen IQ ise aslında insan beyninin özellikleri arasında çok küçük bir yer tutuyor.

Benim kızım erken okumaya başladı, benim oğlum süper bilgisayar kullanıyor acaba üstün yetenekli mi? Çocuğum yerinde duramıyor, düz duvara tırmanıyor acaba IQ’su yüksek mi?

Velev ki IQ’su yüksek. Ne yapmanız gerektiğini biliyor musunuz?

Birçok sorunuza cevap bulabileceğiniz bir kitaptan söz edeceğim bugün. Kitabın adı “Her çocuk üstün yeteneklidir.” Dr. Bahar Eriş bu kitapta pek çok soruya yanıt vermiş. Yetmemiş, onlarca kaynak kitap bilgisi de vermiş.

Kitabından yola çıkarak, Dr. Bahar Eriş ile gerçekleştirdiğimiz sohbetimizin ilk konusu “çocuğumuzun üstün yetenekli olduğunu nasıl anlarız?”oldu.

Serap Torun: Ebeveyn, çocuğunun, üstün yeteneği olup olmadığını nasıl anlayabilir?

Dr.Bahar Eriş: Bu konuda Fazıl Say örneğini vermeyi seviyorum. Fazıl Say nasıl Fazıl Say olmuş? Annesi o daha küçücükken bütün müzik enstrümanlarını önüne dizmiş. O en çok piyanoya ilgi göstermiş. Diğer enstrümanları es geçerken, piyanonun başına oturunca uzun süre kalkmamış. Annesi zeki bir kadın, eğitimli. Bu ipucunu yakalayınca, buradan devam etmiş. Çocuğun tutkusunu desteklemiş, müzik aşkını canlı tutmak için uğraş vermiş. Belli bir yaşa gelince özel hocalar tutmuş, düzenli çalışma disiplinini yerleştirmiş. Çocuk 2-3 yaşlarından itibaren belli alanlara olan ilgisi ve tutkusunu belli etmeye başlar. Yani ailelerin keskin gözlemciler olması çok önemli. Ailenin kaçırdığını bazen keskin gözlemci olan bir öğretmen de yakalayabilir. Burada kilit nokta, dikkatli gözlem.

Aile, çocuğun izinden mi gitmeli yoksa çocuğu mu bir yöne çekmeli?

Ailelerin çocuğun izinden gitmesi çok önemli. Bazen aileler çocuğun tutkuları yerine kendi tutku ve isteklerini çocuğa empoze etmeye çalışabiliyor. Hayatta kendi başaramadığı ya da kendi yapmak isteyip de olanak bulamadığı şeyleri çocuğunun yapmasını isteyebiliyor. Çocuğun hangi alanda gerçekten potansiyeli olduğunu bu şekilde saptayamayabilirsiniz. Çocuk ailenin istediği yolda ilerleyip, asla kendini gerçekleştiremeyebilir.

Örneğin dans alanında yetenek potansiyeli taşıyan bir çocuk ailesi istiyor diye istemediği halde fen alanına itilebilir. Hitler ressam olmak istemiş, babası istememiş. Diğer taraftan Picasso’nun babası ressam olsun istemiş, ama Picasso da istemiş, sonuç ortada.

Bir yeteneğin, “üstün yetenek” durumuna erişmesi için nelerin bir arada olması gerekir?

Yüksek potansiyel her zaman ileride üstün yetenekle sonuçlanır demek değil. Üstün yetenekte asıl önemli olan, genetik avantaj, tutku ve disiplinli bir çabadır. Diğer taraftan çocuk her zaman doğal eğilimi ve yeteneği olan alana ilgi duymayabilir. Dansa çok yeteneği vardır, ama tutkusu ilgisi yoktur, matematiğe aşıktır. Tutkusuz, zoraki bir çalışmadan üstün başarı çıkması çok zor. İlk başta ailenin iteklemesiyle öne geçen çocuk, bu dış motivasyon desteği sürmezse ya da tutku kaybolursa o alanda üstün yetenek düzeyine ulaşmayabilir.

Ya da şöyle diyelim, çok çalışma sonucunda üstün başarı çıkabilir ama bunun mutsuz bir başarı olması çok olası. Başarılı ve mutlu olmak da mümkün; bunun kuralı da bir alanda doğal genetik avantaj, bu alana duyulan tutku, yoğun çaba, sıkı bir eğitim, çevre desteği. Tutku varsa çalışmak çalışmak gibi gelmez zaten. Tutkulu çalışma bir gün üstün yetenekle sonuçlanır; tutku da içten gelen bir şeydir, siz zorla bir çocuğun bir alana tutku duymasını sağlayamazsınız.

Yani çocuktan yola çıkarak, onun liderliğinde ilerleyeceksiniz. Bu birinci kural. Erken dönemde ailenin yapabileceği en iyi şey, çocuğu mümkün olduğunca farklı etkinlik, materyal, deneyimle buluşturmak. Müzeler, sanat, birlikte oynanan oyunlar, spor, müzik, resim, bol sohbet... Ne kadar çok farklı faaliyet yaparsanız o kadar iyi.

Farklı faaliyet demek her saniyeyi faaliyete boğmak demek değil. Çocuğa nefes aldırmalısınız. Yoksa çocuğu boğarsınız, motivasyonu ve yaratıcılığı öldürürsünüz. Yaratıcılığı harekete geçiren sıkıntı ve boş zamandır. Ayrıca çocuğun her anını aktiviteyle doldurursanız çocuk aktivite bağımlısı olur. Aktivite olmayınca sudan çıkmış balığa döner. Sonra okulda da sıkılır.

Öğretmenler de yeteneğin keşfinde çok büyük rol oynuyor. Ailenin çocuğunu tanıyıp öğretmene anlatması çok önemli. Her öğretmen bilinçli değil maalesef. Bazen de tam tersi, ailenin fark etmediği çocuğu öğretmen fark edebilir. Dolayısıyla aile ve öğretmen işbirliği çok faydalı.

Dr. Bahar Eriş kimdir?

Bahar Eriş, 1998’de Fulbright bursuyla ABD’nin New York şehrine giderek, Columbia Üniversitesi’ne bağlı Teachers College’da üstün yetenek alanında master ve doktora yapmıştır. A.B.D’de olduğu 6 yıl boyunca okul öncesi kurumlarda öğretmen olarak çalışmış, 2004’te Türkiye’ye döndükten sonra Boğaziçi Üniversitesi’nde konuyla ilgili dersler vermeye başlamıştır. Şu anda Bahçeşehir Üniversitesi Üstün Yetenek Eğitimi merkezinde Yardımcı Doçent olarak görev yapmaktadır.

Serap Torun

Twitter: https://twitter.com/seraptorun73

Yazının devamı...

Dünyaca ünlü müzisyenler festivalde buluştu

Festivaller, şehirlerin, aydınlık yüzleridir. Her yapılan etkinlikte, şehirler canlanır. Festival denildiğinde akla ilk gelen şehirlerden biri de Antalya’dır. Antalya Büyükşehir Belediyesi tarafından bu yıl 17’ncisi düzenlenen, Antalya Uluslararası Piyano Festivali de 14 Ekim tarihine kadar, sanatseverlerle buluşmaya devam ediyor. Bu yılki festivalin bir diğer özelliği ise konserlerin EXPO 2016 Antalya Kongre Merkezi’nde gerçekleştiriliyor olması.

Açılış gecesinde piyanonun genç dehası piyanist Zhang Zuo, orkestra şefi Gürer Aykal yönetimindeki Akdeniz Filarmoni Orkestrası ile birlikte muhteşem bir konser verdi. Konser öncesi Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı konuşmasında, “Mesaj ortamın kendisidir, dolayısıyla zaten ortam da sözünü veriyor.” diyerek izleyicinin sıcak ilgisine atıfta bulundu.

Yoğunluğu nedeniyle, eşi Ebru Türel ile evlilik yıldönümlerini kutlayamayan Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’in, konseri, eşi nezdinde tüm kadınlara armağan etmesi kadın izleyiciler için de hoş bir sürpriz oldu.

Sohbetimiz sırasında Zhang Zuo, Antalya’da konser vermekten ve seyircinin yakın ilgisinden dolayı mutlu olduğunu belirtti. Sevdiği pek çok besteci olduğuna değinen sanatçı, müzik zevkinde de zamanla değişiklikler olduğunu anlattı. Son zamanlarda Shubert ve Brahms'a ilgi duyduğundan söz eden Zuo, daha çok senfoni ve oda müziği dinlediğini söyledi.

Bir Gürer Aykal klasiği…

Şef Gürer Aykal konserlerde muhakkak bir Türk besteciye yer verir. Bu defa konserin ikinci yarısında Ferit Tüzün'ün Anadolu sesleriyle süslü, Türk Kapriçyosu vardı. Ardından orkestra Rimski Korsakov’un İspanyol Kapriçyosu’nu çaldı.

Hayranlığımı kendisiyle sohbetimiz esnasında da gizleyemediğim değerli orkestra şefi Gürer Aykal aynı zamanda 17. Antalya Piyano Festivali sanat yönetmeni. Aykal, bu yılki festivalin Expo 2016 Antalya’da çok büyük bir salonda gerçekleştiğini ve burayı ziyarete gelen yerli yabancı turistlerin de konserleri izleyeceğini düşünerek programı herkesin sevebileceği eserlerden oluşturduğunu söyledi.

"Dünyanın içinde bulunduğu sorunlar müzik ile çözülebilir"

Gürer Aykal ile sohbet ederken Mozart'a olan sevgisini sorduğumda, "Eğer tüm insanlar Mozart’ı tanır ve bilirse bugün dünyada yaşanan sorunların yarısı yok olur. Bir enstrüman çalmayı biliyorsanız ve o enstrüman ile Mozart çalmayı denerseniz pozitif yönde farklı bir bakış açınız olacağını düşünüyorum. Zamanında Bush ve Saddam, Mozart çalabilselerdi, hatta birlikte çalabilselerdi, bugün dünya daha farklı olurdu. Dünyanın içinde bulunduğu sorunlar aslında müzik ile çözülebilir" dedi.

Programda neler var?

Dünyaca ünlü müzisyenleri ağırlayan festivalde 25 Eylül tarihinde Manolo Carrasco “Flamenko Tutkusu” yer alacak. 1 Ekim’de Julian Rachlin, Antalya Devlet Senfoni Orkestrası ile birlikte sahne alıyor. Son 25 yılın en iyi keman virtüözlerinden olan Julian Rachlin aynı zamanda dünyanın sayılı orkestralarını yönetmeye devam ediyor. 7 Ekim tarihinde ise Darrell Ang – Gökhan Aybulus - Antalya Devlet Senfoni Orkestrası konseri var.

Festival 14 Ekim tarihinde Şef Gürer Aykal yönetiminde, Roberto Cominati ve Antalya Devlet Senfoni Orkestrası konseri ile sona erecek.

Twitter: https://twitter.com/seraptorun73

Instagram:https://www.instagram.com/seraptorun/

Yazının devamı...

Travmatik olaylar çocukları nasıl etkiler?

Hepimiz iyi, mutlu zamanların yanı sıra üzücü, zor günler de yaşarız. Bu olaylar kimi zaman sadece aileyi kapsayan kimi zaman da toplumsal olaylar olabilir. Yaşananlardan biz erişkinler kadar çocuklarımızın da etkilendiğini unutmamamız gerekir. “Travma” olarak adlandırılan bu tür durumlar karşısında çocukların neler yaşayabileceklerini ve travmanın nasıl aşılabileceğini Çocuk ve Genç Psikolojik Danışmanlık ve Psikiyatri Kliniği’nden Uzman Psikolog Mürvet Ülkü ile konuştuk.

Travma nedir?

Travma, bütünün parçalanması, sürekliliğin kesintiye uğramasıdır. Travma, ruhun uyaranlara karşı tamponlarını yıkar ve böylece onun alışık olduğu savunmalarını ve hareket tarzını bozarak karışıklığa ve oryantasyon bozukluğuna iter. Travma ile birlikte geçmiş ve gelecek arasındaki süreklilik kesintiye uğrar.

Travma sebepleri nelerdir?

Travmaya kişisel sebepler (yakınların aniden kaybı, kaza vb.) sebepler yol açabildiği gibi , yangın, deprem, sel baskını gibi doğal afetler, çeşitli toplumsal olaylar sonucu da görülebilir.

Bu tür olaylar sonrasında insanlar duygusal, düşünsel, fiziksel ve davranışsal tepkiler gösterebilirler. Travmatik olaylar sonrası üzüntü, öfke ve korku gibi temel duygular yaşanabilir.

Çocukların karşılanması gereken ihtiyaçları vardır. Anne babalar, bu ihtiyaçları karşılayan kişilerdir. Bu, çocuklar için doğal öğrenmedir. Onlara dayanırlar, onlara güvenirler, onların koruyuculuklarına, sevgi ve desteklerine ihtiyaç duyarlar. Bu ihtiyaçlar birdenbire kesintiye uğrarsa kendilerini güvensiz ve korunmasız hissederler.

Ebeveynlerin travmatik olay karşısında tepkisi nasıl olmalıdır?

Yaşanan travmaya büyüklerin tepkileri çocuklar için önemlidir.Çünkü dünyaya onların gözleri ile bakarlar, tepkilerini kontrol ederler. Çocuklar dünyanın adil olduğuna inanmalıdır. Eğer bu inançları sarsılırsa geleceğe ait güvenleri sarsılır. Ayrıca travma doğası gereği sarsıcı etkiler yaratabilecek durumlar içerir. Yaşanan olayın yoğunluk derecesi önemlidir. Tıpkı büyükler gibi çocuklar da travma sonrası bazı savunma mekanizmaları geliştirirler. Bu kullandıkları yollar, onların yaşadıkları durum karşısında kendi bütünlüklerini koruma, durumu daha anlaşılır kılma, oluşan farklılıklara uyum sağlayabilme sürecinde yardımcı olma yollarıdır.

Travma durumunda çocuklar ne gibi davranış değişiklikleri gösterebilir?

Bu gibi durumlarda çocuklar bebeksi davranabilirler, sinirli olabilirler, yalan söyleyebilirler, hiç bir şey olmamış gibi davranabilirler. Ayrıca yaşadıkları travmadan öncesine oranla daha fazla hareketli olabilirler, sessizleşme, içe kapanma, donuklaşma gibi durum değişiklikleri gösterebilirler. Yine bu dönemde depresyon görülebileceği gibi korkularda da artış olabilir. Bazen de dışa vurdukları hayal ve fantazileri oluşabilir.

Travmanın etkileri nasıl atlatılabilir?

Travmatik olayların çocuklar üzerindeki olumsuz psikolojik etkileri belli bir süre sonra kendiliğinden yok olabildiği gibi bazen de uzun süreli etkiler görülebilir hatta kronik hale gelebilir. Yaşanan travmatik olaydan yıllar sonra bile travmanın etkilerinin devam ettiğine rastlanabilmektedir. Travmatik yaşantıdan sonra olabildiği kadar hızla günlük rutinleri sürdürmeye çalışmak, kesintiye uğrayan sürekliliği devam ettirebilmek açısından önemlidir.

Ne zaman bir uzmana başvurulmalı?

Travmatik olay sonrası görülen belirtilerin uzun sürmesi, zaman geçmesine rağman bu belirtilerin şiddetinde hiç azalma olmaması durumunda mutlaka uzman desteği alınmalıdır.

https://twitter.com/seraptorun73

Yazının devamı...

Kalp hastalığı olan çocuklar nasıl korunmalı?

Kalp hastalığı olan çocuklar, hastalıkları nedeniyle yaz tatilini doyasıya yaşayamazlar. İşin içinde kalp olunca anne ve babaların korkuları da haliyle had safhada oluyor. Bu konuda Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Kardiyoloji Uzmanı, Prof. Dr. Serdar KULA önemli bilgiler verdi.

Kalp hastalığı olan çocukların ebeveyni tarafından fiziksel aktivitesinin tamamen engellenmesi doğru bir yaklaşım mıdır?

Bir çocuğun fiziksel aktivitelerinin sağlık kaygıları nedeniyle tümüyle kısıtlanması doğru değildir. Fiziksel aktivitenin sağlık için kazanımları artık herkes tarafından cok iyi biliniyor. Amerika Birleşik Devletleri Hastalık Kontrol Merkezi (CDC)’nin önerisine göre 6-12 yaş arasındaki her çocuk günde 60 dakika fiziksel aktivite yapmalıdır. Bu sure erişkinler için haftada 150 dakikadır. Ancak, kalp hastalıklı çocuklar için belirlenmiş bir değer yoktur. Bu noktada çocuğunuzun fiziksel aktivitesi için doktorunuzun fikrini almak en doğrusu olacaktır.

Ebevenler kalp hastalığı olan çocuklarını hangi aktivitelerden uzak tutmalı?

Bazı kalp hastalığı olan çocukların, özellikle yarışmalı ve temas gerektiren sporları yapmamasını önermekteyiz. Bu sınırlama kalp hastalığının şiddetine bağlıdır. Çocukların sportif aktviteleri için genel bir tanımlamadan ziyade her çocuk için aktivite tanımı ayrı ayrı yapılmalıdır.

Düzenli fiziksel aktivite ve egzersiz kalp hastalıklı çocuklarda yaşam kalitesinin artmasını sağlar. Ayrıca uzun dönemde obezitenin önlenmesi açısından da önemlidir. Son yıllarda fizik aktivitenin kalp hastalıklı çocukların sağlık durumlarında olumlu değişimler yaptığına dair çok sayıda bilimsel yayın vardır. Bu nedenle çocukların hareketsiz bir yaşam yerine doktor kontrolünde düzenli egzersizler yapması önemlidir.

Bir ebeveyn olarak çocuğunuzun yüzme gibi güvenli sporlara yönelmesini teşvik edebilirsiniz. Çocuğunuz için hangi sporun uygun olacağı konusunda doktorunuz size yardımcı olacaktır. Size düşen, bu konuda çocuğunuzun istekliliğini artırmak için destek olmaktır.

Bir çok çocuk, kalp hastalığı tedavi olduktan sonra bile daha önce yapmaktan kaçındığı aktiviteleri yapmaktan yine uzak durabilir. Bu konuda çocuğunuzu yavaş yavaş bu aktivitelere katılma konusunda teşvik etmelisiniz. Bu noktada da doğru aktivite seçimi için doktorunuz size yardımcı olacaktır.

Sıcak ve güneş kalp hastalığı olan çocukları nasıl etkiliyor? Nelere dikkat etmek gerekir?

Güneş konusunda da dikkatli olmakta fayda var. Güneşin cilt kanseri ve cilt hasarı konusundaki genel bilinenlerin yanı sıra bilmemiz gereken en önemli şey bazı ilaçları kullanan çocukların daha dikkatli olması gerektiğidir. Özellikle “amiodaron” etken maddeli ilaçları kullanan çocuklarda güneş ışınlarına karşı aşırı cilt hassasiyeti ve cilt renginde değişiklikler olabilir.

Ayrıca aşırı sıvı kaybının da çocuklara zararı olduğunu unutmayalım. Özellikle idrar söktürücü ilaçlar kullanan çocukların sıcak yaz günlerinde tehlikeli düzeyde sıvı kaybetmemeleri için daha dikkatli olmaları gerekecektir.

https://twitter.com/seraptorun73

Yazının devamı...

Yatıya misafir kabul edilir iş değil!

Yıllar önce okuduğum röportajlardan hatırlarım, pek çok değerli iş insanı özel hayatlarından söz ederken “eve iş getirmem” derdi. Aile hayatlarının düzenini ve huzurunu korumada bunun ne denli önemli olduğunu vurgularlardı. Hatta daha da eskiden anneler, “aman oğlum evine iş getirme, iş sorunlarını eve yansıtma” diye tembih ederlerdi. Şimdi öyle mi?

Akşam yemek saati, hoooop telefon “mailine bakar mısın?”

Gece saat 22:00 dıt dıt… whats app .

Sabah 05:00 dıt dıt mail, sms…

Yatıya, misafir kabul edilir iş değil!

Olması gereken; 8 saat mesai, istemesek de 2 saat sabah ve 2 saat akşam İstanbul trafiği, aileye ayrılan zaman, vakit kalırsa biraz uyku.

Tabii bunu patronunuza söylerseniz akıbetiniz ne olur bilemem? Gerçi kendi işinizi yapıyorsanız problem daha büyük. Olur olmaz saatte sizi aramayı kendinde hak gören müşteriye cevap vermezseniz, egosu tatmin olmayacağı için büyük ihtimal ile sizinle çalışmaktan vazgeçebilir.

Bu söylediklerim sadece yayıncılık, basın, reklam sektörlerine özel değil pek çok sektörde aynı sorun var.

İşim nedeniyle sık sık bir araya geldiğim hekim arkadaşlarımın telefonları da 112 acil servis gibi çalışıyor. “Ama o sağlık” dediğinizi duyar gibiyim. Sorun da burada zaten gelen telefonların çoğunun aslında acil durum olmayışı. Gece, hekimi cep telefonundan aramak için gerçekten acil bir durum olması gerekir.

Ne oldu da iş hayatı bu hale geldi?

Bence, telefonlar akıllandıkça insanlar yeni duruma ayak uydurmakta sorun yaşıyor. Geçim sıkıntısı, iş bulmaktaki zorluk pek çok kişiyi “ne olsa yaparız, ne zaman olsa yaparız” kıvamına getirdi.

Bu şartlarda yapılan işten ne derece hayır geliyor sizce?

Bence, hayır falan gelmiyor. Sadece sizi evde, havada, karada bulup iş konuşan kişi o an için memnun oluyor.

Git gide kurumsal iş hayatından uzaklaşan şirketler, iş hayatının adabını bilmeyen insanlar ne yazık ki durumu daha da kötüleştiriyor. Gece 22:00 ‘de bir şirketin kampanya stratejisini whats app grubu içinde konuşuyorsanız o şirketin zaten bir stratejisi veya duruşu yok demektir.

Gecenin saat 23:00’ü sosyal medya gönderisindeki logonun bir tık büyütülmesi için uygun bir zaman değildir. Yönetici konumunda biri, acil durumlar haricinde zamanlı zamansız çalışma arkadaşlarını arayarak iş istiyorsa, o kişi için zamanını iyi planlayabilen bir yönetici demek zor.

Sebep ne olursa olsun çalışma hayatının da bir adabı vardır. İletişim yolları doğru kullanılmalıdır. İnsanlara değer vererek, saygı duyarak çalışma hayatını daha hoş ve verimli kılmak varken ortamı germek orta ve uzun vadede kimseye fayda sağlamayacaktır.

https://twitter.com/seraptorun73

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.