SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Sat kendini

Gelecekte, “Keşke, şimdiki aklımla 20 yaşımda olsaydım” diyenlerden olmak istemiyorsanız sizden tecrübeli insanları dinlemeniz, araştırmacı yönünüzü geliştirmeniz, çok okumanız ve çevrenizle ilgili olmanız gerekiyor. Bunların yanı sıra okullarda yapılan seminerleri, konuşmacıları takip etmek ve katılım göstermenin de ne kadar doğru olduğunu geçtiğimiz günlerde bulunduğum bir etkinlikte tekrar hatırladım.

Bir vesileyle marka danışmanı Özel Oytun Türkoğlu’nun konuşmasını dinledim. Gençlerin yoğun ilgisi ve konuşmacı ile etkileşimli diyalogları ilgimi çekti. Dinleyicilerin çoğu, salondan ayrılırken, kafalarından geçen konulara yeni bir yol haritası yapmakla meşguldü. Neyin nasıl yapılması gerektiği, hangi yolların nereye çıkacağı ile ilgili fikirleri değişmişti.

Günlük hayatımızda tecrübelerimizi, bilgilerimizi kısıtlı insan ile paylaşıyoruz ama üniversitelerde yapılan bu tarz söyleşi ve seminerler ile bu bilgiler daha çok kişiye ulaşıyor. Seminerler gençlere her şeyden önce vizyon katıyor, değişik bir bakış açışı sunuyor. Her konuşmacı bilimsel veriler haricinde kendi tecrübelerini de anlatıyor ki en önemli noktalardan biri de bu.

Konuşmasını dinlediğim marka danışmanı Özel Oytun Türkoğlu ile seminerden sonra sohbet ettik. Boğaziçi Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Fizik ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği bölümlerinde eğitim görmüş olan Özel, konuşmalarında gençlere “Sat kendini” diyor… Markalaşma, pazarlama, iş dünyasına dair bilgiler veriyor.

Kendinden ve neler yaptığından bahseder misin?

İki sene önce Antalya’ya yerleşmiş biri olarak, otellerin markalaşması, dijital pazarlama çalışmaları ve bilinirliklerinin artması için yeni modeller sunuyorum. Bu arada 2012’den bu yana 150’den fazla etkinlikte gençlerle ve iş insanları ile buluşup, onlara kendilerini en iyi nasıl satabileceklerini anlatıyorum. Bir yandan da Türkiye’nin dünya çapında markalar çıkarabilmesi için gençlere ve iş insanlarına seminerler veriyorum. Kısaca, “Farklı düşün, fark yarat!” diyorum.

"Sat kendini" nasıl oluştu?

Hayatı boyunca elindeki en önemli yeteneği kendini satmak olan bir kişinin, bunu insanlara nasıl aktarabileceği fikrinden yola çıktım. Macera 2012’de bir etkinlikte markalaşma anlatarak başladı, 5 yılda gelişerek şu anki halini aldı. Sağ olsunlar, beni dinleme nezaketini gösterenler, bana ve “Sat Kendini” konseptine çok şey kattılar.

“Sat kendini” ile gençlere neler anlatıyorsun?

Onlara satın alınanın aslında duygu olduğunu, iş hayatından küçük kesitleri, şu anki hayatlarına iş anlamında katkıda bulunacak ipuçlarını, ilham verdiğini düşündüğüm kendi hayatımdan hikâyeleri ve en önemlisi bunları nasıl yapabileceklerini anlatıyorum. Sadece motive etmiyorum, onlara yolları da göstermeye çalışıyorum. (Bana da 20 yaşımda bunları anlatan biri olsaydı keşke, 35 yaşımda kendim buldum)

Gençler konuşmalarına yoğun ilgi gösteriyor. Sence bu ilginin sebepleri neler?

Bence en önemlisi kendilerini buluyorlar, nasıl olur da dolmuşta para üstü istemekten bile utanan (hatta hayatında dolmuşta hiç para üstü istememiş diyebiliriz) bir insan 1000 kişinin önünde bu kadar rahat olabilir? Bunu nasıl yendiğimi ve nasıl yenebileceklerini anlatıyorum. Sahnedekini izlemeye alışmışlarken, benim seminerlerimde sahnenin bir parçası olma şansını yakalıyorlar. 1-1.5 saat boyunca yanlış bildikleri her şeyi önlerine koyup, doğruya giden yolun ne olduğunu gösteriyorum ve özetle kutunun dışında ve sonuç odaklı düşünmelerini anlatmaya çalışıyorum.

Gözlemlerine göre, girişimlerin, markalaşma sürecinde eksiği ne?

Startup kültüründen gelmiş biri olarak, orada markalaşma ile ilgili sıkıntılar olması çok doğal. İşin kuruluş aşamasında yatırım varsa işler biraz daha kolay ancak kendi yağında kavrulan bir iş ise bu sürece hem bütçe hem zaman ayrılamıyor. En azından başta yapılamıyorsa bile iş planları içerisine markalaşma ile ilgili süreçleri ve bütçeleri dahil ederlerse, ilerleyen süreçlerde başarı sağlayacaklardır.

Bizden daha çok dünya markası çıkması için sence neler yapılmalı?

Önce inanmalı! Geleceğe dönük yaklaşımlara çok önem verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bugünü kurtarmak değil, yarına yatırım yapmak, ulusal bir markalaşma çabasına girmek, bu bilinci küçük yaşlardan itibaren aşılamak ve çok çalışmak gerekiyor.

Önümüzdeki günlerde seni dinleyebileceğimiz bir konuşman var mı?

24 Nisan Fuckup Nights Ankara’da başarısızlıkları, 29 Nisan’da Adana’da ve 14 Mayıs’ta Kayseri’de Üniversiteden İş Hayatına Markalaşmayı konuşacağız.

Serap Torun / Gazeteci

Twitter: https://twitter.com/seraptorun73

Yazının devamı...

Lazer epilasyon yaptırırken sağlığınızı tehlikeye atmayın!

Her fırsatta ve mecrada sağlıkla ilgili konuların gerçek uzmanlara bırakılması yönünde bilgilendirme yapıyorum. Bugün yine konuyla ilgili bir haber ile karşılaştım. Türk Dermatoloji Derneği (TDD) dermatolojik hastalıklar ve kozmetolojik uygulamalar konusunda hastalara doğru ve bilimsel bilgilerin verilmesi gerekliliği yönünde uyarmış.

Güzellik uğruna sağlınızdan olmayın!

Sağlıkla ilgili konuların uzmanına bırakılması gereğini üzerine basa basa tekrar etmek istiyorum. Çünkü bizlere basit gibi görünen ufak bir uygulama dahi uzmanlarca yapılmadığında sağlığınızı tehlikeye atabilir. Bunların örnekleri defalarca yaşanmıştır. Evinizde uygulamaya kalktığınız bir yüz maskesi bile ani bir alerjik reaksiyona sebep olabilir daha kötü kalıcı sorunlara yol açabilir. Bilindik ürünlerle evde yaptığınız bir maske bile bunu yapabiliyorsa, lazer gibi daha komplike bir sistem nelere sebep olabilir?

Peki nedir lazer epilasyon?

Hekimler lazer epilasyon uygulamasını şöyle açıklıyor, “Lazer epilasyon bir ışık sistemi ile istenmeyen tüylerin yok edilmesi işlemidir. Lazer epilasyonda ışığın hedef alınan kıl değil, kılın içindeki melanin pigmentidir. Melanin pigmenti deride de yaygın olarak bulunduğu için bu ışık sistemi doğal olarak deri tarafından da emilmekte ve bu durum istenmeyen yan etkilere neden olabilmektedir. Lazer epilasyonu uygulaması için Alexandrite, Nd YAG ve diod lazerle ayrıca daha geniş dalga spektrumuna sahip IPL denen ışık sistemleri ile yapılmaktadır.”

Ipl masum bir cihaz değildir

IPL tıbbi cihazları, geniş bir spektrum ile lazer cihazlarından farklı olarak sadece melanin pigmentine değil, deriyi, damarı, deri altı dokusunu ve kılları hedefleyen etki alanı çok geniş olan ışık sistemleridir. Dolayısı ile IPL tıbbi cihazı ile hastaya epilasyon yapılırken deride kalıcı hasarlar bırakmak mümkündür.

Neden hekim kontrolünde olmalıdır?

Türk Dermatoloji Derneği açıklamasında, bu uygulamanın, neden hekim kontrolünde ve Sağlık Bakanlığı denetiminde yapılması gerektiğine de değinmiş. Açıklamaya göre, “Dermatoloji ve Plastik cerrahi tıp eğitiminin ardından 4 yıllık bir eğitim sürecinde kozmetik uygulamalar ile ilgili eğitimler almaktadır. Tıbbi uygulamalarda esas olan nokta; hekimin bizzat yaptığı ya da hekim gözetiminde yapılan işlemlerden sonra oluşabilecek yan etkilerin tedavi edilmesinde ehliyetli ve yetkili hekimlerin bulunmasıdır. Uygun olmayan koşullarda yapılan lazer epilasyonlar sonucunda deride renk kaybı veya renk artışı, yanık, nedbe dokusu gibi yan etkiler oluşabilmektedir. Bu tür yan etkiler hemen tıbbi girişimlerde bulunularak hekimlerce uygun biçimde tedavi edilebilirler.

Lazer ve IPL sistemleri özel tedavi cihazlarıdır, tüm dünyada medikal uygulamalar için kullanılmaktadır. Başta epilasyon tedavisi olmak üzere pigmentasyon, akne izi, ben ve çil tedavisinde, cilt gençleştirmede, damar lezyonların tedavisinde de kullanılmaktadır. Lazer epilasyon uygulamaları, dermatolog veya plastik cerrahi uzmanı ya da bu konuda deneyimli hekimlerin bulunduğu merkezlerde mutlaka hekim kontrolünde yapılmalıdır.

Bir tedavi yöntemi olan lazer epilasyonu; hijyenik koşulları uygun, Sağlık Bakanlığı’ndan bu işlemi yapmaya ruhsatlı ve yine bakanlık tarafından denetlenebilen yerlerde yaptırmak hasta sağlığı açısından çok önemlidir. Bu nedenle uygulama bir sağlık merkezinde (hastane, muayenehane, poliklinikler) yapılmalıdır.” denilmiş.

Unutmayalım ki sağlıklı insan güzel insandır. Önce sağlık.

Serp Torun

Twitter: https://twitter.com/seraptorun73

Web: www.kidsgourmet.com.tr

Yazının devamı...

YGS'ye geç kalanlar ne olacak?

Bu yıl YGS'ye girecek bireylerin, sınav saatinden 15 dakika önce okulda olmaları istendi. Geç kalanların içeri alınmayacağı bildirildi.

Sonuç ise ülkemizin dört bir yanından, sınava geç kalanların yürek burkan görüntüleri oldu. Koca bir yılları yandı. Peki şimdi ne olacak? Gelecek yılı mı bekleyecekler?

Günlük hayatımızda bazı kurallarla yaşarız

Çalışıyorsak iş, öğrenciysek okul belirli bir saatte başlar. Özellikle bazı mesleklerde bu kurallar daha da sıkıdır. Meselâ, havacılıkta.

Uçuşa bir dakika geç kalan bir kabin görevlisi, o uçuşa gidemez. Nöbete kalır. Bu sebeple pek çok uçuş görevlisi onlara verilen mesai başlangıç saatinden 1 - 2 saat önce havaalanına gider. Olur ya trafik tıkanır, yol kapanır… Her iş günü bunu yaparlar. Çünkü kurallar böyledir.

Lise yıllarımda, sınıf arkadaşım, İstanbul, Moda semtinde olan okulumuza Gebze'den gelirdi. Hiç geç geldiğini hatırlamam. Mezun olduğumuzda okul birincisi olmasına da açıkçası hiç şaşırmamıştım.

Sınava girişte tolerans gösterilseydi ne olurdu?

Meselâ, 09:45 ile 09:50 arasında sınava gelenler alınsaydı.

Bu sefer de 09:51’de gelen olacaktı. Yine birileri "1 dakika ile kaçırdım" diyecek ve mağdur olacaktı.

Ben şahsen sınavları sevmiyorum. İnsanların geleceğinin bir sınava bağlanmasını da doğru bulmuyorum. Ancak kabul etmeliyiz ki sınav hayatımızın bir parçası.

YGS konusunda haftalardır medyada ondan önce de okullarda bilgilendirme yapıldı. Sınava hazırlık sadece dersleri çalışmak değildir. Disiplinli ve çok yönlü hazırlanmak gerekir. Bu gibi konular son dakikaya bırakılmamalıdır. Üniversite okumak isteyen bir bireyin, bu disiplini kazanmış olması gerekir. Genç, henüz bu disiplinde değilse ailenin onu desteklemesi, yol göstermesi lazımdır..

Çeşitli şansızlıklar yaşayarak geç kalmış kişiler de olabilir. Hayatın, bin bir türlü hâli var ama bu kadar önemli bir sınava son dakika gelmek başlı başına yanlıştır.

Eğer bu gençler için bir çözüm üretilmez ise bu yıl onların sınav sonuçları "Bir müsibet bin nasihatten iyidir." olacaktır.

Serap Torun / Gazeteci

Twitter: https://twitter.com/seraptorun73

Web : www.kidsgourmet.com.tr

Yazının devamı...

Sinan Genim: "Dünyaya yeni tasarımlar yön verecek"

Zekâsına ve hızına yetişmek zor. On kitap yayınladı. Bunlardan 4 cilt hâlinde yayınladığı kapsamlı fotoğraf albümleri “Konstantiniyye’den İstanbul’a” ile muhteşem belgeler sundu. En son “Ayvazovski’nin İstanbul’u” ile ünlü ressamın nadide çalışmalarını bir araya getirdi. Tarihî saraylardan, müzelere pekçok yapının topluma tekrar kazdırılmasını sağlayan mimari projenin altında onun imzası var. Pera Müzesi, TBMM Beylerbeyi Sarayı, TBMM Dolmabahçe Sarayı restorasyonu bunlardan sadece birkaç tanesi.

“Geleceği tasarlamaya bugünden başlamak lazım. Yaşam başlı başına bir tasarımdır.” diyen Mimar Dr. Sinan Genim, tasarıma farklı bir bakış açışı getiriyor. Tarihî yapıların restorasyonundan, modern yapılara kadar engin tecrübe ve bilgi birikime sahip olan Genim ile geleceği tasarlamak konusunda konuştuk.

Sizce tasarım nedir?

Her gün farkında olarak veya olmayarak günlük işlerimizi planlarız, bu planlar birer tasarımdır. Hayatımızın tasarımını bizler yaparız.

İlk çağlardan bu yana insanoğlu bazen hayatı kolaylaştıran aletler, kimi zaman keyif veren objeler, evler ve bazen de hayaller tasarlamıştır.

Konusu ne olursa olsun yeni tasarımlar, insanlığı her zaman bir sonraki döneme taşımıştır. Aslında yaşam başlı başına bir tasarımdır.

Tasarımlar zaman içinde nasıl gelişti ve hayatımızı ne yönde etkiledi?

İlk insanlar avlanırken taş ve kendi güçlerini kullanarak avlanırlardı. Yakın temaslı avlanma sonucu yaralanma ve ölümün fazla oluşu yeni tasarımlar yapma ihtiyacı yaratmıştır. Taşları sivrilterek bunları bir dalın veya sopanın ucuna yerleştirmişlerdir. Mızrak adını verdiğimiz bu aletler sonraları oklara dönüşmüş ve bu şekilde artık daha uzaktan avlanmak mümkün olmuştur. Bu tasarımlar, insanların daha az yara alarak avlanmasını, dolayısıyla daha uzun yaşamasını sağlamıştır.

Tarım ile birlikte yerleşik düzene geçen toplumlar bu süreci daha da hızlandırdı. Ekim, biçim toplanan erzakın depolanması yeni tasarımları doğurmuştur. Bu şekilde ihtiyaçlar üzerine düşünen insan, zaman içinde yaşam şartlarını değiştirmiştir. Yaşam şartlarındaki değişiklik ile evrim geçiren insanın fizyolojisi de yıllar içinde değişmiştir.

Günümüzde hemen her gün farklı tasarımlarla karşılaşıyoruz. Bunlar sadece 3 boyutlu değil. Seyrettiğimiz filmler de bir hayalin tasarımıdır.

Tasarım konusunda biz ne durumdayız?

Bu topraklarda yaşayan insanlar olarak bizlerin tasarımı, yeniliği, çok renkliliği daha iyi anlamamız gerekiyor. Bundan 800 sene evvel Mevlâna,

“Dünle beraber gitti cancağızım.

Ne kadar söz varsa düne ait.

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.” demiş.

Bugün bizim gerçekten yeni tasarımlar ve yeni söylemler ile dünyaya mesajlarımızı duyurmamız lazım.

Benim mesleğim mimarlık. Ben kafamda üç boyutlu mimari projeler yapar ve bunları başkalarına anlatabilmek için çizime, simülasyona dökerim. Günümüzde çeşitli teknolojik gelişmelerden faydalanarak projeleri 3 boyutlu olarak canlandırabiliyoruz. Bu sunum şekli hem projenin daha fazla beğeni almasını sağlıyor hem de yapımdan önce olası aksaklıkları görme imkânı tanıyor. Bu şeklide sunduğunuz bir proje daha güzel görünüyor ve talep yaratıyor. Yenilikleri kullanarak farklı bir tasarım sunumu ortaya koyabiliyoruz.

Bir çocuğa matematik, fizik, coğrafya öğretebilirsiniz ancak mühim olan bu bilgilerden faydalanıp ortaya yeni tasarımlar çıkarmasıdır. Bunun için merak, bilgi birikimi, araştırma ve yeniliklere açık olmak gerekir. Yeteneğin büyük kısmı ise çalışmaktır. Picasso “İlham denen şeyin varlığına inanırım ama önemli olan çalışırken gelmesi.” der. Oturup ilham gelsin diye beklemekle bir yere varılamaz. İlham gelir gider farkına bile varmazsınız. Ancak çalışarak gelişen düşünceler ile ortaya bir şeyler çıkarılabilir. Ortaya çıkardığımız ürün veya düşünce ne kadar iyi tasarlanmış, üzerinde çalışılmış ve kullanılabilir ise o kadar talep yaratacaktır.

Eğer bu değişime ayak uydurabiliyorsanız, yeni şeyler üretebiliyorsanız o zaman fark yaratırsınız. Sürdürülebilirlik bu şekilde olur. Eskiyi tekrar etmek, yapılmışı kopyalamak değil eskiyi yeni ile birleştirmek bir değer yaratır.

Sürdürülebilirlik tasarlamakla başlar. Tasarımlar hem albenili olmalı hem fonksiyonel olmalıdır. Bugün at arabası tasarımı yapsam kim buna talip olur ki? Binlerce yıl önce zaten yapılmış. Artık elektrikli araba üzerinde çalışılıyor.

Çağdaş, hatta çağının ötesinde bir mimari tasarım bizi tüm dünyaya tanıtabilir. Pek çok insan Avusturalya’nın nerede olduğunu bilmese de meşhur opera binasının fotoğrafını gösterdiğinizde, burasının Sidney olduğunu size söyleyebilir. Yahut Eiffel Kulesi’nin Paris’te olduğunu bilir. Çünkü bu yapılar ders kitaplarına, romanlara, çizgi filmlere, sinema filmlerine kadar her yerde kullanılmıştır.

Bizde de turizmciler artık sadece deniz, kum, güneş sunmaktan vazgeçmeli, farklı söylemlerle insanlarda merak uyandırarak turist çekmenin yollarını düşünmelidir. Her şey dijitalleşiyor. Bu yönde yeni tasarımlar, yeni söylemlerle pazarda yer almak gerekiyor. Kültürümüzü, tarihî mekânlarımızı dijital tasarımları kullanarak yeni formlarda sunmak ve merak uyandıran cezbedici fikirler ortaya çıkarmak gerekiyor. Toplumların gelişmişlik seviyesi budur. Herkes aynı yerde duruyor ve yeni tasarımlar yapmıyorsa, bir şey üretmiyor demektir. Toplumlar hareketli ve değişim içinde olmak durumundadır. İlk çağlardan bu yana yeni şeyler ortaya koyamayan toplumlar zaman içinde tasfiye olmuştur.

Sizce ülkemizden de büyük bir pazar yaratacak tasarımlar çıkabilir mi?

Ben bu konuda toplumumuzun yaratıcılığına inanıyorum. Elimizde çok geniş bir tarih, harika bir coğrafya ve genç bir nüfus var. Ancak bugün tekrar bir Topkapı Sarayı inşa etmenin bize bir faydası olmaz. Geçmişteki sloganlar ile bugün kendimizi ifade edemeyiz. Kendimizi yeniden formüle etmemiz lazım. Bunun için düşünüp yeni tasarımlar yapmalıyız.

İnsanlık aklına ilk geldiği anda Ay’a gidemedi. Zaman içinde çalışarak oraya gitmek mümkün oldu. Mucize gibi bir anda olmuyor bunlar. Bir tasarımı hayata geçirmek için malzeme bilgisi, araştırmak, çalışmak, gelişmeleri takip etmek, yeni girdiler oluşturmak lazımdır ki tüm bu bilgiler birleşerek ortaya yeni bir fikir çıkarmamızı sağlasın. Merak duygusu bunun temelidir. Yeni nesillerin “merak” duygusu köreltilmemelidir.

Mesela, günlük bahçelerimizde kullanılan çimden bahsetmek istiyorum. 17. yüzyılda bir adam bahçesine çim ekiyor. Çimi prestij haline getiriyor. Onun öncesinde bahçesinde çim olmayan kişi yaşayamıyor muydu? Tabii ki yaşıyordu ama ürün öyle güzel sunulmuş ki bugün tüm dünyada çim ekiliyor. Çim tohumu, gübresi, bakımı, biçme makinası derken trilyonluk bir pazar karşımıza çıkıyor.

Bunun gibi pazarlar oluşturabilmek için ülkemiz son derece zengin ancak değerlerimizi evrensel boyuta taşımakta sıkıntı yaşıyoruz. Yenilikleri ne kadar kullanırsak o kadar muvaffak oluruz. Başarıyı ve başarıya ulaşmak için çalışanları desteklemeli, yeni mesajlar içeren tasarımlar yapmalıyız.

Serap Torun

https://twitter.com/seraptorun73

https://www.instagram.com/seraptorun

Yazının devamı...

Engelli çocukların eğitime kazandırılması şart!

Spastik çocuklar için erken teşhis ve uzun yıllar süren rehabilitasyon çok önemli. Bununla birlikte ileride bir meslek sahibi olabilmeleri, kendi başlarına yaşama ve akademik becerilerini geliştirebilmeleri için özel eğitim almaları gerekiyor. Ülkemizde engelli çocukların eğitime katılımında gelişme kaydediliyor. Ancak ortaöğretim düzeyinde eğitime katılım oranının düşük olması onların meslek sahibi olmalarının yolunu tıkıyor. Engelli çocukların meslek sahibi olamamaları sadece işsiz kalmaları demek değil ne yazık ki hayatlarını idame ettirebilmeleri için maddi ve manevi başkalarına daha fazla bağımlı olarak yaşamaları demek.

Engelli çocukların annelerinin de en büyük endişesi “Benden sonra çocuğum ne yapacak?” değil midir?

Özel eğitimi konusunda görüştüğüm, Metin Sabancı Özel Eğitim Okulları Müdürü Faik Benli, engelli çocukların özel eğitiminin nasıl olduğu ve çocuklara ne gibi imkânlar sunulduğu ile ilgili bilgiler verdi.

Engelli bireylerin ülkemizde karşılaştıkları zorluklar ve özel eğitimin bu konudaki önemi ile ilgili bize biraz bilgi verebilir misiniz?

Günümüzde, ülkemizde engellilerin toplumla kaynaşmasında pek çok problemle karşılaştıklarını görüyoruz. Engelliler yaşamlarının her alanında karşılaştıkları bu problemler yüzünden topluma kaynaşmakta oldukça zorlanıyorlar. Sürekli problem yaşayan ve o problemlere çözüm üretemeyen bireyler kendilerini mutsuz hissedeceklerdir.

“Bireyin kendisini gerçekleştirme hakkı” temel bir insan hakkıdır ancak karşılaşılan problemler bu hakkı ortadan kaldırarak bireylerin düşük yaşam kalitesine sahip olmasına neden olur. Bu olumsuz durumlar karşısında biz de kendimize engelli bireyin yaşam kalitesini artırmak için ne yapabiliriz?” sorusunu soruyoruz.

Engelli bireyin bağımsız iletişim becerisi geliştirmesi ve hayata kazandırılması mümkündür ancak bunun için erken çocukluk döneminden itibaren sürekli özel eğitim alması gerekmektedir.

Son yıllarda ülkemizde engelli çocukların eğitim ortamına katılımları artmıştır ancak büyük bir kısmı hâlâ eğitim görememektedir. Eğitim gören engelli çocuklara baktığımızda ortaöğretim düzeyinde eğitim alan bireylerin ilkokul ve ortaokul düzeyinde eğitim alan çocuklardan daha az olduğunu görüyoruz. Yani ortaöğretime geçildiğinde engelli çocukların büyük bir kısmı eğitim dışında kalıyor. Eğitimin sürekli olması engelli bireyler için çok önemlidir. İlköğretimden orta öğretime geçişte yaşanılan bu azalma ciddi bir problemdir ve engelli bireylerin meslek sahibi olarak topluma kazandırılmasına engel olmaktadır.

Engelli çocukların eğitime kazandırılmaları için neler yapılması gerekir?

Bu nedenle engelli çocukları eğitim ortamına kazandırmak için çok daha geniş kapsamlı ve etkili çalışmalar yapılması gerekmektedir. Toplum, engelli bireylerin eğitim ortamlarına kazandırılmasının ne kadar gerekli olduğu ile ilgili bilgilendirilmelidir.

Engelli bireylerin örgün eğitime katılabilmeleri için bireyselleştirilmiş eğitim ne kadar önemli olduğu vurgulanmalı, özellikle eğitim kurumları ve personellerin gelişimleri sağlanmalıdır.

Bunun yanı sıra çoğunlukla bireysel eğitimin uygulandığı özel eğitim ve rehabilitasyon hizmetlerine verilen desteğin örgün eğitim ortamlarında da verilmesi, engelli bireylerin örgün eğitim ortamlarını tercih etmeleri sağlanmalıdır.

Türkiye Spastik Çocuklar Vakfı'nın özel eğitim konusunda neler yaptığından bahseder misiniz?

Türkiye Spastik Çocuklar Vakfı, uzun yıllardır bu konuda çalışmalar yapmaktadır. Vakıf, uzun yıllardır özel eğitim alanında deneyim kazandıktan sonra 2011 yılında Ataşehir’de Metin Sabancı Özel Eğitim Okullarını kurdu. Bu okullarda özel eğitime ihtiyacı olan çocukların, kendilerine özel olarak düzenlenen sınıflarda verilen eğitim ile akademik becerilerinin gelişmesi ve sosyal hayata katılmalarının sağlanması hedefleniyor. Metin Sabancı Özel Eğitim Okulları bünyesinde okul öncesi ve ilkokul düzeyinde eğitim sunan Hafif Düzey Zihinsel Engelliler İlkokulu ve Özel Eğitim Uygulama Merkezi I. ve II. Kademe (Okulu) bulunmaktadır.

Eğitimler kaç kişilik sınıflarda yapılıyor?

Sınıflar altı veya sekiz kişiden oluşuyor.

Öğretmen tek başına mı eğitim veriyor?

Hayır, dersler sınıf öğretmeninin yanı sıra yardımcı öğretmen ve bakıcı personelin desteği ile yapılıyor.

Müfredat okul tarafında mı belirleniyor?

Hayır, Metin Sabancı Özel Eğitim Okullarında MEB tarafından hazırlanan müfredat uygulanıyor. Ayrıca Okulumuzun Uzman Kadrosunun birlikte hazırladığı Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı da müfredata ek olarak uygulanıyor.

Eğitimin çocuk için yeterli olup olmadığını nasıl anlayacağım?

Metin Sabancı Özel Eğitim Okullarının önemli bir uygulaması programların ailelerle beraber planlanarak dönem boyunca öğrenci, öğretmen ve aile iş birliğiyle yürütülmesidir. Böylece siz de çocuğunuzun eğitiminin bir parçası olarak onu yakından takip etmiş oluyorsunuz.

Okulun teknolojik imkânları çocuğa nasıl fayda sağlayabilir?

Metin Sabancı Özel Eğitim Okullarında özel eğitim ve fizyoterapi çalışmaları tablet uygulamaları ile yapılıyor. Tablet uygulamaları çocukların dikkat sürelerinin artmasına, öğrenme ve hareketlilik kazanmalarına yardımcı oluyor.

Okula nasıl kayıt yaptırabilirim?

Okulumuzun 2017 – 2018 dönemi için kayıtları başladı. Başvuru için İnternet sitemizi ziyaret ederek kayıt formunu doldurabilirsiniz:

Serap Torun / Gazeteci

www.kidsgourmet.com.tr

https://twitter.com/seraptorun73

Yazının devamı...

Çocuklarla cinselliği nasıl konuşacağınızı biliyor musunuz?

Çocuklarla cinsellik konusunda konuşmakta gerek toplum olarak bilgisiz oluşumuz gerek ise aile yapımız nedeniyle çoğu zaman yetersiz kalıyoruz. Hatta bazı çocuklar bu konuda hiçbir zaman aileden bilgi ve yönlendirme alamıyorlar. Oysa, cinsellik konusunda bilgilenmiş olmak bireylerin tüm hayatını etkilediğinden son derece önemli. Çevremizde yahut medyada gördüğümüz pek çok mutsuzluk, şiddet, cinayet, intihar olayının arkasında çoğu zaman cinsel bilgi yetersizliği olduğunu biliyor musunuz?

Cinsellik konusunda ebeveynlerin bilgi sahibi olması da tek başına yeterli olmuyor. Hangi bilgiyi, kaç yaşında ve ne şekilde çocuklarına aktaracaklarını da bilmeleri gerekiyor. Bireyin tüm hayatını etkileyebilen bu konunun temelleri erken çocukluk döneminde, hatta doğumla birlikte atılıyor.

Bebeğin cinsel kimliğinin oluşumunda ilk adım...

“Çocuklarımızla cinsellik hakkında nasıl konuşalım?” kitabının yazarı, Bengi Semerci Enstitüsü, Çocuk-Genç ve Erişkin Psikiyatristi, Prof. Dr. Bengi Semerci,"Bebek henüz anne karnındayken ailenin beklentisiyle bir anlamda bebeğin cinsiyeti belirlenir. Kız ya da erkek çocuk beklentisine göre hazırlık yapılır ve isim düşünülür. Bebek doğduğunda eğer beklenen cinsiyette değilse ve aile çok istiyorsa fark etmeden bebeği istedikleri cinsiyete uygun yetiştirmeye başlayabilirler. Bebeklikten itibaren kız gibi giydirilen, saçları uzatılan erkek çocuklar ya da erkek gibi giydirilip, oyunları yönlendirilen kız çocuklar vardır. Bu davranışlar doğal olarak bebeği bir kargaşaya götürür. O nedenle bebeğin cinsel kimliğinin oluşumunda ilk adım, doğarken getirdiği cinsel kimlik ve ailenin bunu kabullenmesidir” diyor.

Çocuk, konuşmaları nedeniyle aşırı utandırılırsa...

Çocuklarla konuşmanın, yakın diyalog kurmanın önemini sık sık dile getiriyoruz. Ancak konuşmadan önce çocuğu iyi dinlemek ve anlamak da gerekiyor. Prof. Dr. Bengi Semerci; “Çocuklar kadın ve erkek olmayı, anne ve babalarını veya aileden bir kadın ve erkeği rol model alarak başlarlar. 3 yaş civarında kız çocuklar annelerini, erkekler ise babalarını taklit etme davranışları gösterirler. Çocuklar bir yandan onları taklit ederken, öte yandan da karşı cinsten olan ebeveyne hayranlık duyarlar. Anne-babanın arasına girmeye, dikkatleri kendi üstlerine çekmeye çalışırlar. Bu dönemde sık duyulan konuşmalardan biri kız çocukların babalarına, erkek çocukların da annelerine “Büyüyünce seninle evleneceğim.” demesidir. Eğer bu konuşmalarda çocuk aşırı utandırılırsa cinsel gelişimine ilişkin ciddi sorunlar çıkabilir” açıklamasında bulundu.

Çocuğa, yaşına göre farklı bilgiler verilmesi gerekiyor

Çocukların gelişimi yıllar içerisinde yaşa özgü olarak değişiyor. Bu süreçte çocuğun yaşına ve gelişim dönemine göre konuşmalarımızın zamanlamasını, içeriğini çok iyi ayarlamak durumundayız. Cinsellikle ilgili erken çocukluk döneminde farklı bilgiler verirken, ergenlikte tamamen farklı diyaloglar gelişiyor. Bu sebeple temel kavramları uzmanlarından öğrenerek kendi çocuğunuza uygun şekilde anlatmak, gerektiğinde uzman eğitimlerine katılmak, kitapları takip etmek size fayda sağlayarak, hayatınızı kolaylaştırabilir.

Çok akıcı bir dil ile yazılmış, içinde örneklemelerin de olduğu "Çocuklarımızla cinsellik hakkında nasıl konuşalım?" kitabında pek çok sorunuzun yanıtını bulabilirsiniz. Kitapta ayrıca zihinsel engelli çocuklarlarla bu konuda nasıl konuşulması gerektiği, istismara karşı ne gibi önlemler alınabileceği gibi pek çok bilgi de mevcut. Ayrıca Prof. Dr. Bengi Semerci bu konuda seminerler düzenliyor. Bu eğitimlerden de faydalanmak mümkün.

Serap Torun / Gazeteci

Twitter: seraptorun73

www.kidsgourmet.com.tr

Yazının devamı...

Şimdiki çocuklar: Dünya Barışı ile birinci oldu

Çocukları ilgi alanları ve yetenekleri doğrultusunda desteklendiğinizde, neler olmaz ki!

Ege Kula,10 yaşında, 5. sınıf öğrencisi ve resim yapmayı çamurla (plastik) oynamayı seviyor. Bunun yanı sıra her çocuk gibi teknoloji merakı ve çizgi film düşkünlüğü de var. İki yıldır kendisinden 2 yaş büyük abisi Tolga Kula ile “stop motion” filmler çekiyor ve kendi Youtube kanallarında yayınlıyorlar. Ayrıca arkadaşları ile birlikte bir ana tema etrafında doğaçlama repliklerle kısa filmler de çekip yayınlıyorlar.

Hem Ege hem de abisi Tolga’nın müziğe de ilgileri var. Ege, hobi olarak davul çalıyor. Babaları Prof. Dr. Serdar Kula;” Bence, Ege’nin en büyük şansı hemen hemen tüm aktiviteleri abisiyle yapması. İkisi birlikte çok üretken oluyorlar. Özellikle Tolga’nın yaratıcı düşünce anlamında daha önde olduğunu gözlemliyorum. El becerileri açısından ise Ege daha başarılı” diyor.

Şimdi sizlere müzik veya film alanında bir başarıdan söz edeceğimi düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Aslında konumuz “Karikatür”. Ege Kula, bu yıl 2500 katılımcı ile 3140 eserin yarıştığı “Dünya Barışı” konulu karikatür yarışmasında, 8 - 10 yaş kategorisinde birinci oldu.

Ebeveyn olup da çocuğunun başarısına heyecanlanmamak olmaz

Ege’den daha heyecanlı olduğunu gördüğüm Serdar Kula, Ege’nin karikatür serüveninin başlamasını şöyle anlatıyor; “Karikatür aslında önce Tolga’nın uğraştığı bir hobiydi. Bir iki arkadaşıyla beraber ilkokul 3. sınıftan beri, A4 kâğıdını katlayarak fasikül şeklinde çıkardıkları kendi karikatür dergileri vardı. El becerileri gelişince bu etkinliğe Ege de katılmaya başladı. Yaklaşık bir buçuk sene önce bir karikatür kursuna gitme isteklerini dile getirdiler ve biz de onları evimize yakın bir yerde açılan kursa yazdırdık. Bu kurs onların karikatüre olan meraklarını daha da pekiştirdi”

Ege’nin neler yaşadığını ise kendisinden öğreniyoruz...

Ege, karikatüre ilgin nasıl başladı?

Ben zaten karikatürleri çok seviyordum. Dergilerde ve internette karikatürleri görünce okumak çok hoşuma gidiyordu. Özellikle abim karikatür çizmeyi daha çok seviyordu. O ve arkadaşları birlikte kendi karikatür kitaplarını çizip okulda birbirlerine gösteriyorlardı. Ben de onu görünce kendi karikatürlerimi çizmeye başladım. Bazen abimle beraber biz de kendi karikatürlerimizi yapıyorduk. Evimizin yakınlarına karikatür kursu açılınca hemen kursa başladım.

Karikatür yapmak senin için nasıl bir duygu?

Karikatür yaparken eğleniyorum, rahatlıyorum, sıkıntılarımı atıyorum. Çizdiklerim beni güldürüyor. Başkalarının da gülmesi hoşuma gidiyor. Çizmek, yazmaktan daha kolay geliyor.

Neler seni karikatür yapmaya sevk ediyor?

Diğer karikatüristlerin güzel çizimleri beni karikatür yapmaya sevk ediyor. Sadece çizerek bir sürü şeyi anlatmanın kolay olduğunu görüyorum. Ama genellikle komik şeyler için çiziyorum.

Yarışmadan nasıl haberin oldu?

Bir gün karikatür öğretmenimiz bize video izletirken videonun sonunda yarışmanın tanıtımı vardı. Öğretmenime bunun ne olduğunu sordum, o da anlattı ve ben de hemen katılmak istedim.

Yarışmaya nasıl hazırlandın?

Yarışmaya hazırlanma sürecinde abimle birlikte fikirler düşündük. Kazanmayı çok istiyordum. Bir sürü karikatür çizdim. Sonra abimle iki tanesini seçtik. Bu seçtiğim karikatürleri yarışmaya gönderdim. Yarışmaya online katılmak gerektiği için babamdan da yardım aldım. Karikatürleri babam tarayıcıdan geçirdi ve başvuru formunu beraber doldurduk. Yarışmaya geçen sene katılmıştık. Herhangi bir haber alamayınca kazanamadığımı düşünmüştüm. Sonuçlar bir yıl sonra açıklandı.

Ödül aldığında neler hissettin?

Arkadaşlarımla birlikte karda oynarken telefonum çaldı ve karşımdaki kişi bana “Ege KULA ile mi görüşüyorum” dedi. Ben “evet” dedim. Telefondaki kişi bana, ”Ankara’da mı oturuyorsun?” diye sorunca, telefonu kapatıp, kişiyi engelleyip sonra da numarayı babama gönderdim. Birkaç dakika sonra babamdan telefon geldi ve karikatür yarışmasın da 1. olduğumu söyledi. Meğer beni arayan kişi bunu söylemek için aramış. Sonucu öğrendiğimde çok mutlu oldum. Ödül almak çok güzel bir şey. İnsanın kendisinin çalışarak kazanması harika bir duygu.

Karikatüre ilgisi ve yeteneği olan çocuklara neler önerirsin?

İlk başta sevdikleri karikatüristlerin çizimlerinin üzerinden veya bakarak çizmek kendilerini geliştirmelerine yardımcı olur. Güzel çizemedikleri için üzülmesinler. Çalıştıkça daha iyi çizeceklerdir.

Ege’nin karikatür başarısı beni geçtiğimiz yıl Erdil Yaşaroğulları ve Selçuk Erdem ile yaptığım röportaja götürdü. Karikatür çizmeye 9 -10 yaşlarında başlayan bu iki ünlü karikatürist bir soruma şöyle yanıt vermişlerdi; “Çocukları özgür bırakın, hatta ara sıra saçmalamalarına izin verin, mizah ile iç içe olsunlar, gülmek onların da hakkı”

Serap Torun

Twitter: seraptorun73

www.kidsgourmet.com.tr

Yazının devamı...

Dünya bu testi uyguluyor

Ülkemizde oldukça yaygın görülen şeker hastalığı (diyabet), hamilelik döneminde, önceden şeker hastası olmayan bir kadında da gelişebiliyor. Teşhis edilerek önlem alınmazsa gerek anne gerek bebek sağlığı açısından çok ciddi sonuçlar doğurabiliyor.

Perinatal Tıp Vakfı Kurucusu ve Başkanı, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Perinatoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi, Prof.Dr. Cihat Şen, hastalığın tanımı ve teşhisi ile ilgili olarak; “Gebelik şekeri (gestasyonel diyabet) gebelik öncesinde bilinen bir şeker hastalığı olmayan bireylerde gebelik döneminde ortaya çıkar. Yapılan testler sonucunda özellikle gebeliğin 20. haftasından sonra tanı alır. Gebeliğin bitmesiyle birlikte kaybolan bir şeker metabolizması bozukluğudur. Gebeliğin ikinci döneminde 24 - 28. haftalar arasında uygulanan 75 gramlık şeker yükleme testiyle tanı konulur” dedi.

Gelişmiş ülkelerin çoğunda ve ülkemizde, gebelik şekeri bu test ile tespit ediliyor. Tanı koyulduktan sonra gerekli önlemler alınarak anne ve bebeğin sağlıklı olarak süreci tamamlaması sağlanıyor. Bugüne kadar yapılan bilimsel çalışmalar ve DSÖ (WHO) da bu uygulamayı destekliyor.

Gebelik şekerinin teşhis edilmesi neden önemli?

Gebelik şekeri teşhisinin ve takibinin önemini Prof. Dr. Cihat Şen anlattı; “Gebelik şekeri erken ve uzun dönemde hem anne hem de bebek için ciddi problemler oluşturabilir. Bunlar arasında erken doğum, makrozomi dediğimiz bebeğin, olması gereken büyüklüğün çok daha üstünde olması, sarılık, bebekte şeker ve kalsiyum eksikliği, doğum esnasında zor doğum ve omuz takılması, ileri dönemde hem annede hem de bebekte şeker hastalığı çıkması gibi durumlar sayılabilir.”

Önceden iki aşamada yapılan test günümüzde farklı uygulanıyor

Gebelik şekeri testi uygulamasının nasıl yapıldığını Prof. Dr. Cihat Şen şöyle anlattı; “Önceden 50 gramlık yükleme testi yapılırdı. Bu test sonucu riskli çıkan gebelere, tekrar 100 gram yükleme testi uygulanırdı. Yapılan son çalışmalar neticesinde bu iki aşamalı tanı yöntemi terk edildi. Açık bir şekilde daha kolay uygulanabilen ve daha net sonuçlar veren, sadece bir sefer uygulanan 75 gramlık şeker yükleme testi uygulamasına geçildi. Artık her gebeye, gebeliğin ikinci döneminde 24 - 28. haftalar arasında standart olarak 75 gram şeker yükleme testi uygulanıyor. Bu test ile gebelik şekeri çok daha kolay tespit edilmekte. Böylelikle gebelik şekerinin kısa ve uzun dönem risklerine karşı önlem alınabilmekte.”

Şeker miktarı bebeğe zarar verir mi!

Önceden bu testin bazı gebelerde, şeker içeriğinden dolayı, bulantı ve nadiren de kusma yapabildiğine değinen Prof. Dr. Cihat Şen; ”Ancak günümüzde kullanılan yeni şekerli solüsyonlarda bu etkiler ciddi oranda azalmıştır. Testin, bebeğe hiçbir zararı yoktur. Test sırasında verilen şeker yediğimiz günlük zengin tatlı menüsünden daha fazla şeker içermemektedir” dedi.

Test sırasında verilen şeker miktarı yaklaşık 100 gram çikolataya eşdeğer

Anne adaylarının kafasını karıştıran asıl konu, şeker yüklemesi ile alınan şekerin bebeğe zarar verip vermeyeceği. Bu konuda Dyt. Figen Fişekçi Üvez “Kullanılan 50 - 75 gram şeker ½ - ¾ çay bardağı şekere denk gelir, bu da piyasadaki bir çok tatlı ürünün veya evde yapılan tatlıların içinde mevcuttur. 100 gram çikolatanın içinde 45 - 50 gram arası şeker bulunur. Evde 1.5 - 2 su bardağı şeker ile yapılan tariflerden de bu miktarda şekeri gün içinde rahatça alabilirsiniz. Tariflerde kullanılan unu da sayarsak, bu gıdalardan alınan şeker oranı daha da artar. Bir de şeker testi sonucu tokluk reaksiyonlarına bakıldığı için yükleme sonucu değerlendirmesi çok önemlidir. Çünkü gebelik diyabeti riske atılabilecek bir konu değildir” açıklamasında bulundu.

Serap Torun

Twitter: seraptorun73

www.kidsgourmet.com.tr

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.