SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Hayatın sırları

43. yaş günümde bugüne kadar yaşamdan öğrendiğim bazı şeyleri sizlerle de paylaşmak istedim.

Sevmek...

Sevginin ve sevmenin sihirli ve iyileştirici gücü olduğunu ta derinlerde hissettim. Sevmeye önce kendimden başlamam gerektiğini tecrübe ile öğrendim. Sevginin ve sevmenin o muhteşem gücünün neler yaptığını gördüğümde artık daha çok “sevildiğimi” hissettim.

Hareket etmek...

Hareket efsunluymuş. İnsana yeni bir bakış açısı kazandırıyor ve başka bir dünyaya kapı açılıyor. Hayatıma koşu – koşmak girdikten sonra kazandığım güzellikler hareketin efsunu ile oldu.

Bizi dönüştüren kişilerle birlikte olmak...

Yenilenmeme, tazelenmeme ve en önemlisi iç huzurumu bulmama sebep olan insanlar iyi ki varlar. Hepsine teşekkür borçluyum.

Niyetimizi temiz tutmak...

Evren herkesin yararına olan şeyleri seviyor. Herkesin iyiliğini istemenin iç dünyamı değiştirdiğini söylememin doğru olduğunu düşünüyorum.

Açık olmak...

Tüm ilişkilerimi şeffaflık üzerine kurmak kazamaya çalıştığım bir beceri diyebilirim sanırım. Bunun için duygularımı açıklıkla paylaşmaya çalışıyorum. Açık olduğumda daha net anlaşıldığımı hissetmek bana iyi geliyor.

Son olarak ise,

Meditasyon yapmak...

Meditasyon yapmaya başladığımdan bu yana kendimi keşfetmeye başladım. Kendi içime dönmek, iç sesimi duymak ve sezgilerimi takip etmek inanılmaz. Kendimi iyi anlama ve kendime şefkatli olma içsel yolculuğum çok hafifletici.

Önce kendinizi sonra da hayatlarına dokunduğunuz herkesi her şeyi daha çok sevmeniz dileklerimle…

Hoşça kalın.

Yazının devamı...

Daha iyi bir dünya mümkün mü?

Bir süredir “İyiliği Aşkla Tasarlar” sloganı ile hareket eden Türk (yerli) beyaz eşya firması şimdilerde buna bir yenisini ekleyerek İYİ-GE Platformu kurmuş.

İYİ-GE için “İyilik geliştirme” daha iyi bir dünya yaratmayı amaçlayarak; bu amaca hizmet edecek fikirler, projeler için bir kurulmuş. Kurulda bilim insanları, STK’ lar, sanatçılar, gençler yer alarak kararlara dahil olacaklarmış. Açıkçası bu haberi okuyunca çok mutlu oldum.

Neden mi?

Çünkü benim gibi uslanmaz iyimserler için biçilmiş kaftan bir proje.

Ben çocukluğumda da hep ama hep kötü diye bir şey olmadığına inanırdım.

 Kötü gibi görünenlerin kötü olmadığına inanırdım.

Nasıl mı?

Yani kötü olan onlar değildi ki…

Onlar; üzgünlerdi, kırgınlardı belki kızgınlardı… Birilerinin onları anladığını hissettiklerinde geçecekti.

Diyelim ki gerçekten kötüydüler ama öyle bile olsalar, azdılar ve kazanamazdılar… İyilik ve iyiler kazanırdı… 

Velhasıl benim gibiler her gün, her şeyin çok iyi olacağına inanarak uyanır.

Bugün, bu yaşımda ve buradan baktığımda pek de farklı düşünmüyorum.

Kötü-(lük) dediğimiz şey bir yanılsama değil mi? Bence öyle!

Yani anlaşılmadığımızı hissettiğimde kendimizde oluşan duygunları doğru değerlendirememe hali belki…

Dünya’ da kötünün, kötülüklerin çoğaldığını konuşup duruyoruz.

Neden peki?

Yeryüzünde her şeyin bir karşılığı(cezası) var.  İyinin karşılığı iyilik, kötünün de karşılığı yine kötülük olarak gelir.

Ceza yaptıklarımızın evrensel mekanizmanın otomatik işleyişindeki karşılığı anlamındadır.

Yani, zaten “dönme” üzerine kurulu bu evren otomatik olarak fiilinle aktive olur.

**

Her gün, güne iyi haberlerle başlamıyoruz.
Dünyada çok acı var.

Hele bizimki gibi ülkelerde.
Ama acıya teslim olmak, sessiz kalmak “dönme” üzerine kurulu bu evrende kötüyü çoğaltmak demek değil mi?

Evet! Her şey iyi olacak! Ve elbette iyi şeyler de, güzel şeyler de oluyor.
İşte o şeyler, bize hayata devam etme gücü veriyor.

“İYİ-GE” gibi.

Tekrar söylemek istiyorum, İYİ-GE habere çok sevdim.
Son derece sıcak, son derece samimi.


İYİ-GE projesi, firmanın bayileri, çalışanları ve müşterileriyle birlikte tüm paydaşlarını ve toplumu dahil edeceği, doğanın ve gezegenin korunmasına, sürdürülebilir tüketime yönelik bir proje geliştirmek ve “Ne yapılabilir?” sorusuna yanıt ararken sorumlu üretim ayağında İYİ-GE’nin katkısını ortaya koymak fikri ile doğmuş.

Bu güzel projeye imza atan Beyaz Eşya Firması’ na buradan naçizane bir önerim –çağrım olacak.

Madem İYİ-GE’ de toplumun her kesiminin temsil edileceği bir komisyon olacak, komisyon çalışmalarını yaparken adaletli bir dünyayı da gözetsin. Mesela, özel gereksinimli (farklı gelişim gösteren )bireyleri de çalışmalarına dahil etsin.

Nasıl mı?

Üretim sürecinde özel gereksinimli bireylerin çalışmalarına fırsat verilsin. Doğanın ve gezegenin korunmasıyla ilgili çalışmaların bir kısmında özel gereksinimli bireyler de yer alsın.

Umarım firma yetkilileri bu konuya da duyarlı olurlar ve ilgilenirler. Bu sayede başlatmış oldukları bu iyi niyetli proje, yeni İYİ-GE’ ler doğurarak, çoğalarak büyür.

Sağlıcakla kalın.

Yazının devamı...

Cso Ada Ankara Karsu konseri

Pandemi nedeniyle iptal olan sosyal etkinliklerin –konserlerin- tekrar başlaması ile ben de konser bileti bakıyordum. Bu arada Türk asıllı Hollandalı şarkıcı-şarkı yazarı ve piyanist olan Karsu Dönmez’ in Ankara’da konser vereceğini gördüm. Tatlı Yarım Türkçesi ve şarkıları ile ülkemizde de sempati kazanan şarkıcının konserine piyano dinleyicisi ve caz sever olarak ben de gitmek istedim.

Heyecanlandım, güzel bir sosyal aktivite olacağını ve konserlere verdiğimiz aradan bir süre sonra müzik ziyafeti yaşayacağımı düşündüm. Çok uzatmayayım Karsu konserine biletimi alarak konser gününü heyecanla bekleyeme başladım. Konser CSO (Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası) ADA‘da olacaktı. 22.09.2021 tarihinde konser salonuna tatlı duygularla, keyifle hazırlanarak gittim. Ankara, Sıhhiye’ de bulunan konser binasına geldiğimde binanın mimarisi, şıklığı, temizliği, büyüklüğü beni büyüledi. Binayı oldukça beğenmiştim ve sanatın önemsendiğini, böyle bir binanın tasarlanmasının ne harika olduğunu düşündüm. Keyfim yerine geldi. O akşam ki fiziksel ortamın ambiyansı uzunca bir süreden sonra kaliteli olacağını düşündüğüm bir konsere geldiğim fikrini güçlendirdi.

Artık konser başlamak üzereydi, hemen salona gidip Karsu’yu görmek; caz dinlemek, o harika piyano sesini duymak ve yetenekli ekip arkadaşlarının enstrümanlarını çalışını dinlemek için sabırsızlanıyordum. Benim biletim sahnenin ön tarafında ve ön sıralardaydı. Hızlıca yerimi buldum ve Karsu ve ekibinin gelişini beklemeye başladım. Muhtemelen o da Ankara’da uzun süredir sahne almıyordu. Hatta belki de pandemiden sonra ilk konserlerinden biriydi. O da çok heyecanlı olmalıydı, kim bilir hangi sürprizlerle sahneye çıkacaktı. Aklımdan bu düşünceler geçerken daha çok heyecanlandığımı fark ettim. Tam da o sırada Karsu sahneye çıktı. Fakat Karsu’da bir enerjisizlik, mutsuzluk ve negatif bir şey vardı ama aklımdan bunları kovmaya çalıştım. Çok heyecanlı olmalı diye düşündüm, ne de olsa uzun süre sonra o da seyircisi ile birlikteydi. Kendi kendime az sonra açılır, heyecanını bastırır dedim. İlerleyen dakikalarda bir sorun daha dikkatimi çekmeye başladı. Sesler birbirinin içine giriyor, enstrümanların sesleri karışıyor gibiydi. Ne yalan söyleyeyim bir süre sonra Karsu’nun sesinin canlı performansta güçlü olmadığını düşünmeye başladım. Hatta keşke piyano çalsa dedim. Dakikalar ilerledikçe bir sorun olduğu daha çok belirginleşiyordu. Yanlış hatırlamıyorsam üçüncü şarkıya geçerken salonun bir bölümünden tepkiler gelmeye başladı. Ses çok kötü, ses gelmiyor, sesler karışıyor diye konseri bölen insanlar… Karsu panikledi ama durumu kotarmaya çalıştı.

-Bana iki dakika müsaade eder misiniz? dedi.

Arkadaşları ile konuştu. Bir yerlere işaret gönderdiler. Bir iki ses denemesi yaptılar.

-Tamam, tekrar başlayabiliriz, dedi ve konser kaldığı yerden başladı.

Fakat benim içimde Karsu’nun sahneye çıktığında da hissettiğim o olumsuz duygu büyümüştü. Konser bölünmüştü bir kere. Hem de büyük tepkilerle, çirkin seslerle…

İnsanları izlemeye başladım, en çok da yan alanlarda ve arka sıralarda oturan yani tepki gösteren insanları. Salon doluydu, Karsu sevenler yerlerindeydi. Kendi kendime salondaki herkesin aynı duruma maruz kaldığını ve her şeyin normale dönerek konsantremi tekrar konsere odaklamam gerektiğini düşünerek; hala keyifli, harika bir konsere dönüşebileceğini kendimi yatıştırdım ve yerime iyice yerleştim. Konser tekrar başladı. Karsu yeni bir şarkı söyledi, bu şarkıda ekibini tanıtıyor, enstrümanlar tek tek müthiş konuşuyorlardı. Evet, dedim. İşte şimdi oldu, her şey düzeliyor. Ama Karsu ikinci şarkıya geçip yine hem kendi sesi hem enstrümanların olduğu şarkı başlayınca yine sesler karışmaya başladı. Zevksiz, kulağı tırmalayan bir şey çıkıyordu ortaya. Ve yine tepkiler, bağırmalar başladı. “Duyamıyoruz, ses kötü, buraya ses farklı geliyor” gibi serzenişler çoğalmaya başladı ve maalesef tekrar konsere ara verildi ve bu sefer on dakika kadar uzun bir süre.

Canım oldukça sıkılmıştı, sanırım konser iptal edilecekti. Anlaşılan salonun ses sisteminde bir sorun vardı ve gerçek olan bu şuan için çözülebilir bir durum değildi. Ayrıca, insanlar mağdur olmuştu ve konser salonunun belirli bölümlerine ses ya çok kötü dağılıyordu, ya da hiç ses gitmiyordu. Ben bunları düşünürken Karsu bir kere daha sahneye çıktı ve konuşmaya başladı.

-Ben hayatımda ilk kez böyle bir durumda kalıyorum, diye söze girdi. Konser salonunda provalarını yaparken bu ses sorununu fark ettiklerini, fakat çözüm bulamadıklarını, söyledi.

Arkasından benim çok şaşırdığım ve hala etkisinde olduğum o sözleri “ağlayarak” öylece ağzından çıkarıverdi.

-Bu gece size de başka bir tecrübe olsun, macera gibi düşünün ve siz de benimle birlikte şarkıları söyleyin ki eko sorununu unutalım, duymayalım. İçeride konuştuk, tüm konser repertuarını değiştirdik. Size farklı şarkılar söylemeye karar verdik. Siz en iyi seyircisiniz, siz en iyi dinleyicisiniz, hadi bu geceyi bu şekilde anlayışınızla bitirelim. Bu salonda ses sorunu varmış, daha önce burada on beş konser verilmiş ve her konserde bu ses sorunu yaşanmış, dedi.

Ben kulaklarıma inanamıyordum, duyduklarım inanılır gibi değildi. Konsere ara verildikten sonra yaptığım gibi tekrar insanları gözlemeye başladım. Ne tepki vereceklerini merak ediyordum. Büyük olasılıkla insanlar bunu kabul etmeyecek ve gece erken bitecekti. Ama öyle olmadı. Karsu ağlayınca ve siz en iyi dinleyicisiniz, siz harikasınız dedikçe dinleyici galeyana geldi ve ıslıklar, alkışlar eşliğinde Sezen Aksu, Bir kedim bile yok şarkısı ile konser başlandı. Sanırım kuliste Türkiye’de herkesin ezbere bildiği net anlaşılacak, hafif ve tek enstrüman ile söylenebilecek şarkılar söylemeyi planlamışlardı. Böylelikle ses az geliyor sorununu azaltacaklardı. Ben artık konserden kopmuştum, insanları gözlemliyordum. Az önce şikayet eden, sesleri kaliteli duyamayan ve onun için gerçekten de mağdur olan insanlar nasıl olduysa oldukça eğleniyor görünüyorlardı. Ben ise hayretler içinde artık konserde kalmak için kendimi zorluyordum. Şimdi Karsu yeni repertuarın ikinci şarkısına geçmişti, "Burası Muş'tur" türküsünü söylüyordu, tabii ki sadece çok hafif tek enstrümanla söylüyordu. İnsanlar da onunla birlikte söylemeye devam ediyorlardı. Üzülmüştüm ve hayal kırıklığı yaşıyordum. Ben türkü değil, Sezen Aksu şarkısı değil böyle bir enstrüman kullanımı değil caz şarkıları dinlemeye, Karsu ve ekibinin müzik enstrümanlarını çılgınca çalışlarını dinlemeye gelmiştim. Acaba diğer insanların amacı neydi? Neden şu an böyle eğleniyor görünüyorlardı? Gerçekten az önce olanları unutmuşlar mıydı? Ve gerçekten şuan bu şarkıları keyifle mi dinliyorlardı? Bir yandan da Karsu’ ya ve ekibini gözlemliyordum. Bu şarkılara hazırlıklı olmadıkları çok belliydi. Sahnede gergin ve telaşlı görünüyorlardı. Karsu elindeki alelade provada kullanılan nota kağıtlarını hızlı hızlı karıştırıp şarkıları buluyor, söylüyor, ekibi de ona eşlik etmeye çalışıyordu. Ben artık kararımı vermiştim. Son bir şarkı daha duyacak, eğer bu şekilde devam edecekse konseri terk edecektim. Üçüncü şarkı başladığında "Gesi Bağları" olduğunu duyunca artık dayanamadım ve konser alanını terk ettim.

Çıktığımda kendimi hayal kırıklığına uğramış, CSO tarafından kandırılmış, Karsu ve ekibi tarafından psikolojik baskıya uğramış ve hatta orada kalmaya zorlanmış hissediyordum. Bir yandan konseri yarıda bıraktığım için kendimi Karsu ve ekibine ayıp etmiş hissediyor, bir yandan nasıl olabilirde Türkiye’nin başkenti Ankara’da CSO gibi bir kurumun fiziksel şartları üst düzey olan yeni konser salonunda böyle bir rezalet yaşanabilir diye düşünüyordum. Sonra kendimi hiç düşünmediğimi fark ettim. Ben de hayal kırıklığına uğramıştım, zamanım boşu boşuna gitmişti, diğer planlarımı bu konser için iptal etmiştim. Tüm dinleyicilerin paraları boşuna gitmişti, elbette benim de öyle… Sonra düşündüm konsere gelen dinleyici kitlesi muhtemelen üst sosyo-ekonomik düzeye sahipti. Nasıl oluyordu da ben dışarıdaydım, onlar hala içerideydiler. CSO’ya neden gereken tepkiyi vermemişlerdi. Herkes birden konseri terk etmemişti? Neden konser iptal olmamış? Paralarını iade istememişlerdi. Şimdi oradaki bir akşam sonra olacak olan konser de iptal olmayacaktı? Ve yine aynı sorun yaşanacaktı. Ayrıca, daha önceki on beş konserde de yaşanan bu durum neden şimdiye kadar düzeltilmemişti? Hala neden burada, bu şekilde konserler devam ediyordu? Neden benim gibi beş-on kişi dışında kimse konseri terk etmemişti?

Tüm gece bu sorularla uyuyamadım. Türkiye’nin son yıllarının özeti miydi bu yaşanan sahne? Hızlı galeyana gelme? Duygulara yapılan göndermeler? İyi olmayan –aksayan- hak etmediğimiz muamelelere karşı duyarsızlaşma mıydı bu? Kalitesizliğe alışma mı? Düzene ayak uydurma mı? Yoksa hepsi benim abartmam mıydı?

Bilemedim ve birlikte düşünelim istedim.

Sevgiler…

Yazının devamı...

Atam Ben Bir Hayal Kurdum

Bu sabah uyanıp, yüreğimi yokluyorum. Yine oracıkta olan yüreğimin acısının 10 Kasım sabahı adı değişmiş.

Ve bu sabah Ata’ma sesleniyorum:

Ben bir hayal kuruyorum.

Hayal bu ya, Ülkemde Eğitim iyileşmiş, öğretmenler hak ettikleri değeri görmüşler. Öğretmenler yeni nesli nitelikli ve kabiliyetli; Cumhuriyetin istediği gibi fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar olarak yetiştiriyorlarmış. Eğitim öğretmenler için kutsal, her çocuk için adilmiş. Senin dediğin gibi, öğretmenler Ülkemde insan topluluğunun en özverili ve saygıdeğer unsurlarıymış Ata’m.

Öğretmenler yalnız değilmiş Ata’m.

Hayal bu ya, Ülkemde kadınlara karşı yürütülen, aşılamamış olumsuz duygular, düşünceler ve davranışlar bitmiş. Kadınlar, fiziksel olarak ve zihinsel olarak özgürlermiş. Senin dediğin gibi, Kadınlar yerlerde değil, omuzlar üzerinde göklere yükseltilmeye layık görülüyormuş.

Kadınlar artık yalnız değilmiş Ata’m.

Hayal bu ya, Ülkemde çocuklar senin kurduğun Cumhuriyet ile ve cumhuriyetin yetiştirdiği öğretmenler ile fikri hür, vicdanı hür nesiller oluyorlarmış.

Çocuklar artık yalnız değilmiş Ata’m.

Hayal bu ya, Özel Gereksinimli Çocuklar ve aileleri artık kendilerini güvende hissediyorlarmış. Senin dediğin gibi herkes, her insanın engelli adayı olduğunu ve asıl engelin zihinlerde olduğunu anlamış, ayrımcılık ve dışlanma bitmiş.

Farklılıklarımızla birlikte özgürce ve güven içinde birlikte yaşıyormuşuz. Ülkemde Tersine kaynaştırma, bütünleştirici yaşam ile sorunlar çözüme kavuşmuş.

Özel Gereksinimli Çocuklar ve Aileleri artık yalnız değilmiş Ata’m.

Hayal bu ya Ata’m, yine bir sabah uyanıyorum

Ata’ mızı ve bize bıraktığı yüce mirası sevgiyle anarak, üzerimize düşen görevleri yerine getirmek dileğiyle.

Huzurla uyu Ata’m.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.