SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Mavi Balina Tehlikesi

Geçtiğimiz günlerde Bursa’da bir gencin intiharıyla ilgili aldığımız haber, bizi bilgisayar oyunlarının tehlikelerine dair bir kez düşünmeye sevketti. 16 yaşındaki Ahmet P., oynadığı Mavi Balina oyununun verdiği son görevi yerine getirerek kendini astı, bu durumdan ağır şekilde etkilenen arkadaşı Batuhan’ın ise kendini bir tırın önüne attığı söyleniyor. Üstelik bu vaka ilk değil ve ne yazık ki son olmama ihtimali var. Dolayısıyla, anneler babalar bu konuya karşı daha duyarlı olmalı ve hepimiz elimizden geleni yaparak bu tür tehditlerden korunacak tedbirleri almalıyız.

Tehlike Sinyalleri

Bu belirtilerden bazıları farklı durumlara da işaret edebilecek olsa bile, tedbiri elden bırakmamak adına iyice gözlem yapmak ve benzer bulduğunuz belirtilerin üstüne gitmek gerekir.

*Ani davranış değişikleri, içe kapanık, mutsuz, depresif bir hal

*Kendine zarar verici davranışlar (kesmek, jiletlemek gibi), özellikle

*Normal uyku döngüsünden farklı olarak sabaha karşı saat 04.00 civarlarında ayakta olması

*Aşırı şiddet ve korku öğeleri içeren filmler izlemesi

*İntihardan bahseden veya çağrıştıran konuşmalar

Peki tehlikeli olduğu bu kadar belirgin olan bir oyun nasıl oluyor da girdap gibi içine çekebiliyor?

Mavi Balina oyunu gençlerin kendileri internette aratarak kolaylıkla ulaşıp indirebilecekleri bir oyun değil. Aksine, oyunun kendisi sahibini buluyor ve davet ediyor. Oyunu yönetenler, kişileri neye göre seçiyor dersiniz? Daha zayıf gördükleri, manipüle edilmeye uygun, özgüven sorunları olan, aileden ve çevreden izole hisseden, hali hazırda intihar eğilimi olan çocuklar daha çok hedefte. Bir sosyal gruba ait olmanın, kabul görmenin verdiği ihtiyaçla çocuk baştan tav oluyor ve nisbeten daha yapılabilir olan ilk görevleri yerine getirmekte zorlanmıyor.

Görevler ilerledikçe risklerin daha da artmasına rağmen çocuk, artık oyundan çıkamayacak ve pes edemeyecek konuma geliyor. İşte tehdit ve şantajın devreye girdiği aşama da tam olarak bu! Sevdiklerinin zarar görmesiyle veya sırlarının ifşa edilmesiyle tehdit edilen çocuk, artık istemese de görevlere devam etmek zorunda hissediyor. Ne yazık ki, 50. ve son görev olan intihara kadar gelip canına kıyabiliyor.

Sır Perdesini Kaldırın

Çocuklara gizemli görünen her şey daha cazip gelir ve onları içine çeker. Bu sözde ‘oyunun’ üzerindeki esrarengizliği ortadan kaldırarak başlayabilirsiniz. Dünyanın farklı yerlerinde gençlerin yaşadıklarıyla ilgili bilgilendirerek, tehlikeleri ve oyunun hangi adımlardan geçerek ilerlediğiyle ilgili açık ve net şekilde yüz yüzde konuşun.

Mavi Balina, çocuğunuz için bir sır perdesinin arkasındaki, heyecanlı, maceralı ve efsanevi bir oyun olmaktan çıkarsa, durumu daha ayakları yere basar şekilde değerlendirmesi mümkün olabilir. Arkadaşları arasında konuşup merak edeceğine ve kendi internet ortamında bir araştırma yapacağına, sizden duysun ve hatta birlikte açıp okuyun.

Güvene Dayalı Açık Bir İlişki Hayat Kurtarır

İlişkinizin genel yapısında baskı, korku, aşırı otorite veya aşırı bir serbestlik yoksa bu tür tehlikelerden korunmak adına bir sıfır öndesiniz demektir. Çocuğunuzun hata işlemiş dahi olsa bunu size söylemekten çekinmez ve anlayışla karşılayacağınızı bilerek size anlatabilir. Aynı şekilde, tehdit veya şantaj aldığı durumda ve oyundan artık çıkmak istediğinde, sizin onu koruyarak, yardımcı olabilecek güçte olduğunuza inanmalı.

Elbette çocuğunuza güvenmek demek tamamen başı boş bırakmak demek değil. Unutmayın, dengeyi yakalamak önemli. Bilgisayarı, interneti yasaklamak değil ama onun hangi sitelerde neler yaptığını, kimlerle konuştuğunu da bir adım geriden takip etmek gerekir. Hatta bunu ona açık bir şekilde ifade ederseniz arkasından iş çevirmiş durumunda da kalmazsınız. gibi bir cümle işinizi görecektir.

Sadece Bir Oyun mu?

Zaman zaman çeşitli oyunlarla ilgili haberler gündeme geliyor ve çocukları şiddete, zarar verici davranışlara yönelttikleriyle ilgili tartışmalar yaşanıyor. Burada unutmamak gerekir ki, oyunlar bazı şeylerin tetikleyicisi konumunda olsalar da, aslolan şey çocuğun sahip olduğu alt yapıdır. Eğer psikolojik bir rahatsızlığa eğilimi varsa, zaten zor bir dönemden geçiyorsa, rol model ve koruyucu ebeveyn yokluğu çekiyorsa, bu çocuk zaten her türlü tehlikenin potansiyel hedefi olacaktır. Yani, ‘Oyun yüzünden böyle oldu, hepsinden bu bilgisayar sorumlu’ gibi tepkilerle bütün suçu oyunlara atmak yerine gözümüzü kulağımızı çocuğumuzun kendisine vermeliyiz.

Uzm. Psk. Duygu Karaer

Instagram: uzm.psk.duygukaraer

Facebook: Uzman Psikolog Duygu Karaer

Yazının devamı...

Kendi Ayakları Üzerinde Duran Çocuk

Birçok anne-baba, çocuğunda zaman zaman şikayetçi olduğu ve elinde olsa değiştirmek istediği şeyler olarak; işlerini kendi kendine yapabilmesini, sorumluluk sahibi olmasını, problemlerini kendi çözebilmesini, karar verebilmesini, herşeyde onlara bağımlı olmamasını söylüyor ve ileride kendi ayakları üzerinde durabilen, hayatı için doğru kararlar veren ve hayatından memnuniyet duyan bir yetişkin olmasını arzu ediyor.

Onların iyi bir yaşamı olması için elimizden gelen herşeyi yapmaya çalışıyoruz; birçok şey alıyoruz, yapıyoruz, onları birşeylerden koruyoruz. Fakat onları mutlu etmeye çabalarken, ebeveynliğin asıl amacını unutabiliyoruz: onları hayata hazırlamak. Aslında amacımız, biz olmadığımızda da kendi başının çaresine bakabilecek, bağımsız bireyler yetiştirmek.

Bunu gerçekleştirebilmek için onları tüm hayal kırıklıklarından korumak ya da herşeyi onlar için yapmak yerine, onların kendileri için bir şeyler yapmalarına, kendi sorunlarını çözmek için uğraşmalarına ve hatalarından ders çıkarmalarına izin vermemiz gerekiyor. Aksi takdirde, çocukların kendi problem çözme, karar verme gibi becerileri gelişemiyor ve büyüdüğünde de bize olan bağımlılığı sürüyor. Bir bebek annesine oldukça muhtaçtır fakat yaş büyüdükçe bu durum devam ederse, duyulan bağımlılık hissi insanda bir çok olumsuz duyguya yol açıyor; yetersizlik, değersizlik, hayal kırıklığı ve bağımlı olduğu insana minnet duygusunun yanında öfke ve hatta bazen düşmanlık. Bu yüzden yaşları büyüdükçe hem de aramızdaki ilişkinin sağlıklı olabilmesi için hem de onları hayata hazırlayabilmek için, çocukların bağımsızlıklarını desteklemek oldukça önemli. Peki çocukların bağımsızlığını, kendi ayakları üzerinde durmasını nasıl destekleyebiliriz?

Seçim yapmalarına izin verin

“Mavi pantolonunu mu giymek istiyorsun kırmızıyı mı?” ya da “sütün yarım bardak mı tam bardak mı olsun?” diye sormak çok önemli gözükmese de, bu tarz küçük seçimler sunmak, çocuğa hayatının kontrolünün kendinde olduğunu daha fazla hissettirir. Küçükken ufak kararlar vermeye başlaması, gelecekte de kendi seçim ve hareketlerinden sorumlu olmasının temellerini atar.

Sorularını cevaplamak için acele etmeyin

Çocuklar büyürken çokça soru sorarlar; “Yağmur suyu nereden geliyor?”, “Köpekler ölünce cennete mi giderler?”, “Matematik öğrenmek ne işime yarayacak?”… Genellikle bu sorular karşısında bir baskı hissederiz ve hemen bir cevap vermek isteriz. Aslında çocuğun burada bizim doğru bir cevap vermemizden daha çok, bu konu hakkında düşüncelerini derinleştirmek için bizimle birlikte sesli düşünmeye ihtiyacı vardır. Soruları hemen yanıtladığımızda, düşünme işini onların yerine biz yapmış oluyoruz. Bu tarz sorularla karşılaştığımızda ilk etapta “sen ne düşünüyorsun?” ya da “sence neden olabilir?” gibi sorular sorarak, onları düşünmeye teşvik etmek faydalı olacaktır. Birlikte düşünürken bazı sorularına net bir yanıt bulabiliriz, bazılarını ise bizim de tam olarak yanıtlamamız mümkün olmayabilir, fakat bu çok da önemli değil çünkü cevabı arama sürecinde kazandığı beceriler en az cevap bulmak kadar önemli.

Yapabileceği şeyleri onun yerine yapmayın

Sizin için basit olan bir şeyi kendisi yapmaya çalışan çocuğun mücadelesini izlemek bazen dayanılmaz gelir. Dakikalarca ayakkabısını giymeye çalışan, yerlere düşen bir çocuğa müdahele etmek için içimizden bir şey bizi adeta dürter. Fakat bunun onun gelişimi için önemli bir an olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız, çünkü çocuklar aslında yaşam içindeki böyle anlarda yapacağınız küçük müdahelelerle şekilleniyor. Bu yüzden sabırlı olup kendi ayakkabısını kendi giymesine izin vermek daha kazançlı olacaktır. Kendisinin yapması gerekmesi bizim ona hiç karışmayacağımız anlamına gelmiyor. İşlerini onun yerine yapmamalıyız fakat bunları nasıl yapacağını öğretmek de bizim görevimiz. Bu yüzden onun bu işte başarılı olmasına yardımcı olacak bilgileri, deneyimleri onunla paylaşmamız yararlı olacaktır. Örneğin; “ayakkabının cırt cırtlarını tamamen açarsan daha kolay giyebilirsin” ya da “şuraya oturman işini kolaylaştırabilir” gibi cümlelerle.

Kendi yapabileceği şeyleri bizim hiçbir koşulda, asla yapmamız gerekiyor diye düşünülmesin. Zaman zaman herkesin daha yorgun olduğu ya da daha fazla ilgiye ihtiyaç duyduğu zamanlar vardır. Kendinizi düşünün, normalde ayakkabınızı çıkarmayı kendi başınıza yapabiliyorsunuz fakat yorgun bir şekilde eve geldiğinizde birisi “yorulmuşsun, dur yardım edeyim” diyerek sizinle ilgilenmesi ve yardımcı olması çoğu insanın hoşuna gidecektir. Bu yüzden bu kuralı uygulamaya çalışırken empati yapmayı da unutmamalıyız. Çocuklara kendi sorumluluklarını almaları için fırsatlar tanıyorsak, arada sırada onlar için bir şeyler yapmak zararlı değil aksine ilişkinizi güçlendiren, besleyici bir deneyim olur.

Çocukların başarısını, mutluluğunu aşırı kontrolcü olmadan, onun için her zaman ulaşılabilir olarak ve gerektiğinde küçük yönlendirmeler yaparak destekleyebiliriz.

Uzm. Psik. İrem Akın

Facebook: Sosyal Çocuk Atölyesi

Instagram: sosyalcocukatolyesi

Yazının devamı...

"Çocuğum Kavga Ediyor, Ne Yapacağım?"

Çocuklar yaşıtlarıyla sosyalleşmeye başladıklarından itibaren arkadaşlıklar onların gelişiminin önemli bir parçasını oluşturur. Aile dışından bir yaşıtıyla gülmek, oyun oynamak, sır paylaşmak, birlikte bir zorlukla baş etmek, bunların hepsi çok olgunlaştırıcı deneyimler. Peki ya kavgalar?

Çocuğunuz arkadaşlarıyla kavga ediyorsa bu ne demektir? Ne yapmak gerekir? Onu korumak mı, yoksa ona kızmak mı? Bu noktada sizin atacağınız bir adımın onun kişilik gelişimine çok ciddi bir etkisi olabileceğini unutmayın.

Gelin birkaç farklı senaryoya bakalım. Çocuğunuzun okulda arkadaşıyla kavga ettiği haberini aldınız, okul sonrası onunla yüzleştiniz ve baktınız ki o hırpalanmış, üzgün bir halde. Eğer olayın iç yüzünü hiç konuşmadan bilmeden, ona üzülen, acıyan, korumak isteyen bir kurtarıcı gibi yaklaşırsanız çocuk orada kendini mağdur ve annesinin-babasının kanatları altına sığınan bir yavru gibi hissedebilir. Bu noktada pek çok seçenek var. Kendini yetersiz, zayıf hissedebilir, annesinin sanki onun kavga ederek kendini savunmasını beklediğini düşünebilir. Tahmin edersiniz ki bu tehlikeli bir durum, bir sonraki sefer arkadaşıyla sürtüşme yaşadığında, bu sefer sizin göğsünüzü kabartmak ve kahramanınız olmak için kıyasıya kavga etmesi hiç de uzak bir ihtimal değil!

Bir diğer senaryo, kavgayı öğrendiniz ve o çocuğun (ya da velisinin) hakkından gelmek için kolları sıvadınız. Burada da birden fazla risk var. Çocuğunuz adına savunmaya geçtiğinizde, aslında çok büyük bir gelişim fırsatını elinden almış oluyorsunuz. Öfkeyi tecrübe etmek, arkadaşıyla anlaşmazlık yaşamak ve sonra bu sorunu onunla çözmeye çalışarak baş etmek gibi hayatın doğal akışında olan durumları yaşayamamış ve sorunların üstesinden gelmeyi öğrenememiş olacak. Çünkü bunu onun adına yapan, arkadaşıyla ve velisiyle onun yerine konuşan, tartışan (!) biri zaten var. Ama yarın bir gün büyüdüğünde, yanında siz olmadığınızda, ondan kendi sorunlarıyla baş etmesini isterseniz, bilin ki bunu yapmakta zorlanacaktır.

Yine aynı durumun en önemli risklerinden biri, kavgayı, şiddeti çocuğun gözünde meşrulaştırmaktır. Öfke duygusunu yaşamak çok doğal, bunu çocuğun yaşamasına izin verin, destekleyin. Fakat bunun, bir başkasına zarar vererek, haklarını ihlal ederek olmaması gerektiği aşılanmalıdır. Her zamanki gibi, onun gözünde bir rol model olduğunuzu unutmayın. Trafikte, sokakta, evde, arkadaş ilişkilerinizde, sorunlarınızı nasıl çözdüğünüz onun da çözüm yolu haline gelecektir.

Son olarak, aynı senaryoda, çocuğun anne-baba tarafından suçlandığını düşünelim. Olay konuşulmadan, çocuğunuzun gözünden ne yaşandığını henüz tam bilmezken ona kızmak, kavga ettiği için cezalandırmak, onu anlaşılmamış hissettirir. Ailesinin onu onaylamadığını, hak vermediğini hisseder ve sanki sizin ayrı cephelerde düşmanlar gibi kutuplaşmanıza sebep olabilir.

Peki onu yapma, bunu yapma, biz ne yapalım, kavga etti diye madalya mı takalım dediğinizi duyar gibiyim. İşte bazı püf noktaları:

Zorbalık, cinsel taciz, aşırı şiddet içeren saldırılar dışında, arkadaşlar arası yaşanan atışmalar, fiziksel kavgalar veya küfürleşmeler doğaldır. Özellikle erkekler arasında, ergenlik çağına doğru artış gösterebilir. Bunun gelişimin bir parçası olduğunu unutmayın.

Uzm. Psk. Duygu Karaer

Facebook: Sosyal Çocuk Atölyesi

Instagram: sosyalcocukatolyesi

www.sosyalcocukatolyesi.com

Yazının devamı...

Bağımsızlaşma Sürecinde 5 Adım

Bebeklik; beslenme, korunma ve sıcaklık gibi temel ihtiyaçların anne ve baba tarafından karşılandığı bir dönemdir. Zaman içerisinde çocukluk dönemine giden bu süreçte ise; çocuk, anne babasından hissettiği güven duygusu ile yapabileceklerini denemeye başlar. En temel olarak emeklemeye, ayakta dengede durmaya ve yürümeye çalışır; sesler çıkarır, harfleri birleştirir konuşmaya çalışır; yeni duyduğu sesleri taklit eder; yeni girdiği bir ortamda çevresindeki yenilikleri keşfeder. Bu keşif döneminin anne baba tarafından desteklenmesi çocuğu cesaretlendirir. Çocuk çevresinden aldığı onay ve destek ile başarabilme duygusunu tatmaya başlar. Başarmanın hazzını yaşayan çocuk kendinden tatmin olur, olumlu bir benlik algısı oluşmaya başlar. Böylece, çocuk kendi yaş özellikleri çerçevesinde anne ve babasının yardımı ile kendi günlük ihtiyaçlarını karşılamaya başlar. Örneğin, bebeklik çağında kendi kendine çatal-kaşık kullanarak yemek yer, bardağını tutarak su içer; çocukluk çağında ayakkabılarını bağlar, tek başına yakın bir marketten süt alabilir.


Bağımsızlığı kazanmaya doğru giden bu süreç anne babanın veya çocuğun yaşadığı deneyimlerle de şekillenir. İşte çocuğunuza bu süreci olumlu olarak deneyimlemesini sağlayabileceğiniz adımlar:




Çocuklar küçük yaşlarından itibaren karar alabilirler. Bu karar 2 seçenek arasından seçilecek kadar basit olmalı ama çocuk kendini yetkin hissetmelidir. Örneğin, 2 kıyafet seçeneği arasından o gün giyinmek isteyeceği kıyafeti kendisi seçebilir. İlerleyen yaşlarında ise karar alırken seçeneklerini çok yönlü düşünmesine, farklı alternatifleri göz önünde bulundurmasına, aldığı kararların sonuçlarının nasıl olacağını tartmasına yardımcı olun.




Çocukların ilgi alanlarını keşfetmelerine yardımcı olun. Bilim, sanat, müzik, dans veya spor gibi alanlarla tanıştırın. Çocukların yaptıkları ürünleri eleştirmeden çabalarını övün, destekleyin, cesaretlendirin. Bu şekilde çocuklar da hayatları boyunca kendilerini geliştirici ve tatmin edici bir alana sahip olmuş olacaklardır.




Çocukların süreç içerisinde ailesi, arkadaşları veya bulunduğu çevredeki kişiler ile problem yaşamaları çok doğaldır. Problemlerin çözümü üzerine düşünmek, neden sonuç ilişkilerini kurmak, kendisinin ve karşısındaki kişinin duygusunu düşüncelerini analiz etmek, seçtiği çözümü uygulamak ve sonucunu yaşamak ise çocukları geliştirir. Çocuğunuzun kendi yaşadığı problemlerde, problemi analiz ederek çözüm yolları bulabilir, kendi yaşadığınız problemler için kullandığınız çözüm yollarınızı açıklayarak çocuğunuza örnek olabilirsiniz.




Çocuklar zihinlerinde zorlanacaklarını, en iyisini yapamayacaklarını düşündükleri, kendilerini yetersiz hissettikleri işleri yapmakta çekingen olabilirler. Bu nedenle o işleri ertelemeye veya hiç yapmamaya çalışabilirler. Buna örnek olan durumlarda çocuklarınıza kendi zorlandığınız, gelişmeye çalıştırdığınız alanları paylaşmak zorlanmanın ne kadar doğal olduğunu fark etmelerini sağlayacaktır. Hatta zorlandığınız işlerinizi basamaklara ayırırken, uygularken çocuğunuzdan yardım isteyebilirsiniz.




Zaman zaman her çocuk bu süreçte ailesinin desteğine ihtiyaç duyar. Aileler her zaman çocuklarının yanında olmaya hazır bulunduklarını, ihtiyaçlarını karşılayacaklarını, destek vereceklerini hissettirmelidirler. Çocuğunuzun içinden çıkamadığı bir durumda olduğunu fark ederseniz bu durumla onun için baş etmek yerine ona yol gösterin. Ortak olarak bulacağınız çözümlerle çocuğunuzun kendi başına sorunlarını çözmesini sağlayın.



Uzm. Psk. Rakel Duenyas Grayif

Instagram: sosyalcocukatolyesi
Facebook: Sosyal Çocuk Atölyesi
www.sosyalcocukatolyesi.com

Yazının devamı...

“21’inci Yüzyıl Becerileri” Ne Demek?

Son zamanlarda yaşanan teknolojik ve bilimsel gelişmeler, nasıl iletişim kurduğumuzu, nasıl öğrendiğimizi, çalışma şeklimizi farkında olmadan değiştiriyor. Son günlerde uzmanlar bu değişikliklerin ne gibi sonuçları olacağıyla, gelecekte bizi nasıl bir dünya beklediğiyle ilgili oldukça kafa yoruyor. Teknolojinin hayatımızda yarattığı değişikliklere adapte olabilmek için ne yapmamız gerektiği, çocuklarımızın bu yeni dünyada başarılı, mutlu, üretken bir şekilde var olabilmesi için şimdiden onlara hangi becerileri kazandırmamız gerektiği ile ilgili de bir sürü teori üretiliyor. Bazı becerilere sahip olmayan kişilerin gelecek dünyada yer edinemeyeceği, eğitim hayatında ve iş dünyasındaki rekabette geride kalacağı düşünülüyor. Bu çağın düzeninde geride kalmamak ve başarılı olabilmek için gerekli olan beceriler “21. Yüzyıl Becerileri” olarak adlandırıyor.

21’inci yüzyıl becerileri nelerdir?

21.yy becerileri denilince aklımıza yalnızca bilgi teknolojileriyle ilgili beceriler gelmesin, bu yalnızca bir kısmını oluşturuyor, onun yanındaki diğer iki temel alan ise "öğrenme ve yenilenme becerileri” ile “yaşam ve meslek becerileri”. Eğitimle ve iş yaşamıyla ilgili araştırma yapan uzmanlar bu konuyla ilgili bir sürü liste yayınlıyor ve hepsi önemli bazı becerilerden bahsediyor. Fakat hepsinin ortak olarak önemli gördüğü 3 temel alandan bahsedebiliriz.

İşbirliğinin gelecekte önemli bir yeri olacağı öngörülüyor. Bazen fiziksel olarak aynı ortamda bazen de sanal ortamlarda başka insanlarla bir arada, aynı amaç için ve uyum içince çalışabilmek aslıda birçok alt beceri gerektiriyor. Grup içindeki her bireyin insanlarla iletişim becerilerinin iyi olması, yazılı ve sözlü olarak -ve hatta artık farklı medya teknolojileri aracılığıyla da- kendilerini ifade etmeleri oldukça önemli.

Toplum geliştikçe onunla ilgili çatışmaların da daha karmaşık hale geldiği, bu yüzden gelecekte daha karmaşık problemlerle baş etmemiz gerekeceği düşünülüyor. Şu anki çocuklardan gelecekte kompleks problemlere zamanında, dikkatlice ve kendilerine özgü bir biçimde yararlı çözmeler üretmeleri beklenecek. Bunun yanında problem çözerken durumu çok boyutlu olarak ve farklı açılardan görebilmek, gelen bilgiyi incelemek, karşılaştırmak, değerlendirmek, analiz ve sentez yapmak gerekiyor.

Bilgi ve iletişim çağında ortada çok fazla kaynak ve bilgi var, bu yüzden var olabilmek için yaptığı işe herkesin kendi yorumunu eklemesi gerekeceği söyleniyor. Yani hem dijital hem dijital olmayan ortamlarda verimli çalışabilmek, yaratıcı düşünebilmek, kendine has şeyler üretmek neredeyse bir zorunluluk olacak. Yeni şeyler yaratmanın yanında, sürekli değişen ve gelecekte daha da hızlı değişecek olan dünyada bu değişime ayak uydurmak için, esnek olabilmek, yaratıcı düşünerek stratejilerini ve kendini yenileyebilmek oldukça önemli.

Gelecekte bilgiyi ezberleyerek bir okula girmek ya da kendini yenilemeden aynı işte çalışmaya devam etmek mümkün olmayacak gibi görünüyor. Şu anki çocuklar üniversite ve iş yaşamına geçtiklerinde onlardan; sorunlara yaratıcı çözümler bulmaları, takımla uyum halinde çalışmaları, düzgün iletişim kurmaları, sürekli değişen teknolojiye uyum sağlamaları, yaratıcı ve üretken olmaları beklenecek. Bu yüzden çocuklarımızı geleceğe hazırlamak, gelecekte başarılı ve mutlu olmalarını sağlamak için eğitim anlamında neler yapabiliriz diye düşündüğümüzde, 21.yy becerilerini geliştirmek önceliklerimizden birisi haline gelmeli.

Uzm. Psk. İrem Akın

Instagram: sosyalcocukatolyesi

Facebook: Sosyal Çocuk Atölyesi

www.sosyalcocukatolyesi.com

Yazının devamı...

Rehber Sizsiniz: Çocuk ve Ebeveyn

"Evlenmeden önce, çocuk yetiştirmekle ilgili 6 teorim vardı. Şimdi 6 çocuğum var ve hiçbir teorim yok!" Bu sözlerin sahibi 1600’lü yıllarda yaşamış bir İngiliz kontu, John Willmot. Aslında, çağlar, statüler, şartlar değişse bile ebeveyn olmanın yarattığı nasıl da ortak bir çatı var. Yüzyıllardır değişen akımlar, “O yanlıştı, doğrusu bu" denilen yöntemler, çocuk yetiştirmeye dair tüm fikirler, teoriler bir yana, hepsi siz ebeveynler için destekleyici olsa da, onların ötesinde bir şeyi gözden kaçırmamak gerek, içgüdüleriniz! Her kilidin ortak anahtarı, neyle karşılaşmış olursanız olun, durun, dinleyin. Önce çocuğunuzu, sonra kendi iç sesinizi. Bu yaşanan durum bana ne mesaj veriyor, ne anlatmak istiyor diye sorun. Elinizde daimi rehberiniz olabilecek iki aracınız var: kendiniz ve çocuğunuz.

Bir Rehber Olarak Çocuk

Çocuğunuz, davranışlarıyla, sözleriyle, hoşunuza giden ve gitmeyen yönleriyle, yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla, size neye ihtiyacı olduğunu, neyin ona iyi gelip gelmediğini aktarabilir, gerekli durumlarda alarm verebilir ve bunu da çok doğal bir akış içinde kendiliğinden yapar. Örneğin, "Son zamanlarda bir takıntısı meydana çıktı…" dediğiniz, dikkatinizi çeken her türlü davranışı, çocuğunuzdan size iletilen bir posta olarak düşünebilirsiniz. Altında neyin yattığını anlamak için, fikir yürütmekten önce ona kulak verin, bolca dinleyin, tamamen onun gözünden ne olup bittiğini anlamaya çalışmak en temel adım olacaktır. Görünene değil de altında yatana odaklandığımızda ve orada bir çözülme olduğunda, zaten yüzeydeki davranış kendiliğinden ortadan kalacaktır, çünkü artık iletmesi gereken mesaja dair sorun hallolmuştur ve ona ihtiyaç yoktur. Görünüşte manasız gelen takıntı dediğiniz davranışlar, kapıları açık bırakma/kapatma ihtiyacı, yalnız uyuma korkusu, karanlık türü fobiler, tik gibi kendini yapmaktan alıkoyamadığı davranışlar, öfke patlamaları, yoğun kaygı hali gibi onlarca örneği olabilecek her türlü durumu bu bakış açısıyla değerlendirebiliriz. Baş edemediğinizi hissettiğiniz noktada profesyonel yardım almak elbette çok yerinde bir karar. Ama belki de biraz üzerine eğilerek hallolabilecek bir durumla karşı karşıyasınız, bunu da gözardı etmemek gerek. Çocuğunuz neden bu veya benzeri davranışlar sergiliyor olabilir? Bu, cevabını çocuğunuzla birlikte arayacağınız bir soru.

Açık Uçlu Sorular

Onu belli düşüncelere ve olasılıklara kanalize etmektense açık uçlu sorular kullanmaya ve duygularına ayna tutmaya özen gösterin. "Yatma vakti gelince odanda yalnız kaldığında neler hissediyorsun?”, “Işıklar kapanıp karanlıkta kaldığında aklından neler geçiyor?”, “Bu durumu düşünüyorum da, zorlamıyor olmalısı.”,

Bir Rehber Olarak Ebeveyn

Ve gelelim size, yani ebeveynlere. Başta da dediğimiz gibi, sizler de sorunları çözümlemedeki daimi araçlardan birisiniz. Peki ama nasıl? Bunu en basit haliyle şöyle düşünebiliriz. Siz bir modelsiniz, ve bu modelin yaptıkları, söyledikleri, ortaya koyduğu herşey ‘sünger gibi’ dediğimiz bir şekilde çocuk tarafından emiliyor. Kısacası, sizin nasıl öfkelendiğiniz, öfkelenince nasıl sakinleştiğiniz, üzüntünüzü nasıl yaşadığınız, insanlarda ne çeşit ilişkiler kurduğunuz, ne içtiğiniz, ne yediğiniz, kitap okuyup okumadığınız, ve bu listede uzayıp gidebilecek onlarda faktör, hepsi evinizdeki adeta küçük insanı olan çocuğunuz tarafından gözlemleniyor, işleniyor ve içselleştiriliyor.

Gelin örneklendirelim: çocuğunuzun kitap okuma alışkanlığı olsun istiyorsunuz ama o bunun yerine tabletle, televizyonla daha çok vakit geçirmeyi tercih ediyor ve aranızda devamlı bir çatışma hali yaratıyor. Bu noktada, kendinizi kullanın. Anne, baba ve çocuk ortak olarak anlaşılan bir okuma saati iyi bir fikir olacaktır. Çocuğunuzun kitabını alıp yan yana ona okumaktan bahsetmiyoruz, herkesin kendine ait kitabı eline alarak okumaya koyulduğu bir okuma saati olmalı. Bu ortak saatte çocuk sizin nasıl dış dünyanıza sınır koyarak, ilginizi çeken, sizi besleyen bir aktiviteyi yapabildiğinizi ve kitap okumaktan nasıl keyif alabildiğinizi özümsemiş olacak. Siz telefonunuzdan, sosyal medyadan veya gündelik işlerinizden bir saat dahi kendinizi alamazken, bunu yapmasını çocuğunuzdan beklemek haksızlık olur.

Aynı örnek duyguları ifade etmek ve eyleme koyabilmekle ilgili de geçerli. Siz öfkenizle ne yapıyorsunuz? Siz nelere kaygılanıyorsunuz? Kaygılanınca ne tür davranışlar sergiliyorsunuz? Bu, çocuğunuz öfkelendiğinizi, bağırdığınızı görmemeli anlamına gelmez. Aksine, öfkenizi nasıl ifade ettiğinizi, bir başkasına ya da kendinize zarar vermeden bu duyguyu nasıl yaşadığınızı görmeli. Ve daha önemlisi, öfkenizi regüle edip yavaş yavaş tekrar sakinleşebildiğinizi görmeli.

Çocuk şunu görür, demek ki insanlar öfkelebilir, hatta en sevdiklerine bile, bağırabilir, bazen kırıcı olabilir, ama daha sonra hem kendini yatıştırabilir, hem de kırdıklarını tamir edebilir. Bu ona vereceğiniz bütün öğütlerden daha kıymetli.

Buna benzer şekilde, aksadığını hissettiğiniz taraflarınızla ilgili kendi üzerinizde çalışarak üstesinden gelebildiğinizde çocuğunuzun sizinle aynı yolu izlemesi kolaylaşacaktır. Duygularını düzenleyebilen, sorumluluklarına, hedeflerine değer veren ve onları yerine getirme konusunda gayretli olan bir ebeveyn, çocuğu için oldukça iyi bir model.

Unutmayalım ki, Ondan bir şey beklerken bunu ona daha önce sunup sunmadığınızı, o beklediğiniz davranış her ne ise onu verip vermediğinizi iki kere düşünün…

Uzm. Psk. Duygu Karaer

Facebook: Sosyal Çocuk Atölyesi

Instagram: sosyalcocukatolyesi

www.sosyalcocukatolyesi.com

Yazının devamı...

Sayıdan Daha Fazlası

Her çocuk için Eylül ayında okulun temposuna yeniden ayak uydurmak ilk başlarda zor olsa da, zaman içinde sabahları erken kalkmaya, derslerin sorumluluklarını yerine getirmeye, günlük olarak çantalarını hazırlamaya alışırlar. Ama bir de şu sınavlar olmasa... Tam da bu aylarda sınavlar başlar ve hele de ilk kez sınav olacak çocuklar için bir endişe unsuru hayatlarına girmiş olur. Bu zamanlarda çocukların aklından bir çok soru ve olumlu-olumsuz düşünceler geçer.

Her ne kadar sınavların amacı öğrenmenin gerçekleşme düzeyini ölçmek olsa da, sürecin sonunda çocukların odaklandıkları nokta bir konuyu ne derece öğrendiği değil, aldığı nottur. Bu nedenle çocuklar kendilerini aldıkları sayı ile özdeşleştirerek kendileri hakkında yorumlarda bulunabilirler, bu yorumu hayatlarının diğer alanlarına genelleyebilirler, yargılayabilirler, hatta kendi kendilerini olumlu veya olumsuz etiketleyebilirler. “veya ” gibi düşünceler çocukların aklından geçebilir. Böylelikle aslında sadece bir sayıya çok fazla anlam yüklenmiş olur.

Zaman zaman bu düşünce hatalarına yetişkinler de düşer. Yüksek not aldığı için çocuğunu fazladan ödüllendirme, düşük not aldığı için sevdiği bir hobisinden uzaklaştırma, arkadaşlarının notları ile karşılaştırma gibi davranışlar çocukların düşüncelerinin aile tarafından da onaylandığını hissettirebilir. Bunun sonucunda da yüksek not alan çocuk “hep iyi ve mükemmel olmalıyım” düşüncesi ile, düşük not alan çocuk ise “hiçbir zaman iyi olamayacağım” düşüncesi ile endişe yaşayabilir. Daha sık yaşanan durumlarda çocuk özgüvenini dışardan aldığı geri bildirimlere göre belirleyebilir.

Halbuki unutulmamalıdır ki, hayatın hiç bir alanı tek düze değildir. 42’lik çocuğun kim bilir nasıl farklı özellikleri vardır. Acaba müziğe çok yeteneklidir ve iyi bir piyanist midir? Peki 97’lik kız oyun kurabiliyor mudur? Saklambaç oynarken hızlı koşabiliyor mudur?

İşte tam da bu noktada çocuklara öğrenmenin eğitim öğretimin ve deneyimin sonucunda oluşan kalıcı davranış değişikliklerinin; sınavın ise bunu sadece ölçen bir araç olduğu anlatılmalı ve karakterimiz, özelliklerimiz hakkında bir bilgi vermediği hatırlatılmalıdır. Kendilerini sayılarla değil özellikleri ile tanımlamalarına yardımcı olunmalıdır. Çocukların farklı özelliklerini ön plana çıkaracak, özel yeteneklerini fark edecekleri aktivitelere katılmaları sağlanmalıdır. Kendilerini iyi hissettikleri alanlarda okul ortamında da yeteneklerini göstermelerine fırsat tanınmalıdır.

En önemlisi de çocuklara sınavdaki notundan bağımsız olarak sevildiği hissettirilmelidir. Böylece çocuk da özgüvenini değerlendirildiği araçların sonucuna göre belirlemez, karakterine dair bir endişe yaşamaz. Sonuca değil, sürece ve kendi gelişimine odaklanan bireyler yetiştirilmiş olur.

Uzm. Psk. Rakel Duenyas Grayif

Instagram: sosyalcocukatolyesi

Facebook: Sosyal Çocuk Atölyesi

www.sosyalcocukatolyesi.com

Yazının devamı...

Çocuklar Sevgiyi Nasıl Hisseder?

Çocuklarımızı koşulsuz seviyoruz, ihtiyaçlarını karşılıyoruz, zaman zaman da sevgimizi dile getiriyoruz, fakat çocuğumuz gerçekten sevildiğini hissediyor mu? “” Bu tarz sorular her zaman dile getirmeseler de bir çok çocuğun aklından geçiyor.

Ebeveynlerine sorarsanız, büyük ihtimale onları her şeyden çok sevdiklerini söyleyeceklerdir. Demek ki bir şekilde, bu sevgiyi onlara hissettiremiyoruz. Çünkü sevgimizi hissettirebilmek için onların dilinden konuşmamız, onların anlayacağı şekilde yaklaşmamız lazım. İşte çocuklara sevginizi gösterebilmeniz ve onların bunu hissedebilmesi için en temel 3 yol:

1- Fiziksel Temas

Bir çocuğa sevgimizi hissettirmenin en iyi yolu ona fiziksel şefkat göstermektir. Kafasını okşamak, sarılmak, öpmek çocuklara sevgiyi ifade etmenin en direk yoludur. Kendi çocukluğunda fiziksel şefkat görerek büyüyenler zaten doğal olarak sevgisini rahat ifade eden yetişkinler oluyorlar, fakat geçmişte bunu yeterince göremediysek, sevgimizi şefkatimizi göstermek için bilinçli bir çaba harcamamız gerekebilir. Unutmamak gerekir ki, her çocuk her gün çeşitli şekillerde fiziksel şefkat görmeye ihtiyaç duyar. Bu ihtiyacı karşılamak için günlük rutinler oluşturabilirsiniz; okula giderken ona sarılmak, eve geldiğinde kucaklayıp öpmek ya da akşamları yan yana kitap okumak gibi. Bu hem aranızdaki bağı güçlendirir hem de onun duygusal gelişimine katkı sağlar.

2- Sözcükler

Sevildiğini duymak kimin hoşuna gitmez ki? Fakat çocuklarla günlük koşuşturmanın içinde, sürekli yapılması gereken şeyleri hatırlatan ve yapmadığı şeyler için ona kızan bir role bürünüyoruz. Çocuklar da bu esnada, onları sevdiğimizi unutabilirler. Bu yüzden çocuğunuza onu her zaman sevdiğinizi ve sevmeye devam edeceğinizi hatırlatmakta fayda var. Onları ne kadar çok sevdiğinizi sözlü olarak söyleyebilir ya da bir not yazarak verebilirsiniz. Sevdiğinizi sözlü olarak söylemenin dışında, onları takdir eden olumlu yorumlar yapmak da bu konuda yararlıdır. Ufak başarıları fark edip bunları takdir etmek, onları motive etmek de onları sevdiğinizi söylemenin bir diğer yolu.

3- Kaliteli Zaman

Bir çocuğa değer verdiğimizi göstermenin en içten yolu ise, onunla istekli bir şekilde vakit geçirmektir. Günlük işler dışında baş başa zaman geçirmek, her ilişki için gereklidir. Bunu yapmayı es geçmemek için, her gün en az 5-10 dakika veya her hafta birkaç saati onunla geçirmek için ayırabilirsiniz. Bu ayırdığınız zamanda onun istediği bir şeyi yapabilir, oyun oynayabilir, birlikte film izleyebilir, ona hikaye okuyabilir ya da anılarınızı anlatarak sohbet edebilirsiniz. Önemli olan bu süre boyunca dikkatinizin çocuğunuzda ve yaptığınız aktivitede olmaya devam etmesi. Bunun için bu aktiviteye özel olarak zaman ayırıp telefonları bir kenara koymak iyi bir fikir olabilir.

Böyle sevgi dolu ve özenli davranılmak, sanırım büyük küçük her insana iyi hissettirir. Çocuklarımıza da bu hissi geçirebilmemiz dileğiyle, sevgiyle kalın :)

Uzm. Psk. İrem Akın

Instagram: sosyalcocukatolyesi

Facebook: Sosyal Çocuk Atölyesi

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.