SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

İç Sesinizi Tanıyın

Üniversitede öğrencilere ders veriyor olmam bir şey değiştirmiyor, evet onlara karşı rahatım ancak özellikle tanımadığım kişilerle iletişimimde ya da kongre gibi konuya aşina insanların olduğu yerlerde kendimi hiç iyi hissetmiyorum, her an bir pot kıracağım, bir yanlış yapacağım korkusu sarıyor beni ve ben resmen tutukluk hissediyorum, konuşamıyorum, söze giremiyorum, konuşmayı sürdüremiyorum bir zaman sonra ne diyeceğimi konuşmaya nasıl devam edeceğimi bilemez hale geliyorum, sanki bütün bildiklerimi unutmuşum gibi hissediyorum…

Hah işte şimdi takılıp kalacaksın, ne konuşman gerektiğini bilemeyeceksin; ya aptalca şeyler söyleyeceksin ya da hiçbir şey… Öylece ortada kalacaksın, bütün gözler üzerinde iken millete rezil olacaksın…

O an sadece düşeceğim aşağılık durum beni korkutuyor, oradan çıkamayacakmışım gibi hissediyorum, kalbim çarpmaya başlıyor, nefesim yetmiyor bu yüzden derin derin nefesler almak ihtiyacı hissediyorum eğer ayaktaysam başım dönüyor gibi oluyor…Ve en sonunda kendime söylenmeye başlıyorum; salak şey Allahın beceriksizi iki kelimeyi bir araya getiremiyorsun bir de hoca olacaksın, hay senin hocalığına… Gibisinden kendime aşağılık laflar etmeye başlıyorum…

***

Ayşe’nin aktardıkları size de tanıdık geliyor mu?

Aslında bu gibi konuşmaları hepimiz yaparız. Ancak Ayşe bunu biraz daha yoğun yaşıyor. İç ses diye tanımladığımız bu durum; kendimiz hakkındaki düşünce inanış ve duygulardan gelen yıkıcı benlik örüntüleridir. Eleştirel ve öfkeli bir bakış açısıyla yaklaşıldığı için kişinin gelişmesine değil, bloke olmasına ve bir çıkış bulamamasına neden olur. Daha çok aile ile başlayan erken dönem etkileşim ve öğrenmelerin bir sonucudur.

Anne babaların kendilerine özel düşünce ve duyguları vardır. Bu düşünce ve duygulardaki olumsuzluklar maalesef çocuklara yansır. Doyurulmamış, aksine aşırı doyurulmuş ya da istikrarsız bir şekilde karşılanmış olan ihtiyaçlar, daha sonraki yaşam dilimlerinde çocukların bir takım savunmalar ya da şemalar geliştirmelerine neden olur. Bu şemalar işte bizim bu günki içseslerimizin kökenini oluştururlar. Başka bazı faktörlerin etkisiyle birleşince bir kimlik olarak ortaya çıkarlar.

Varsayımlar ve temel inançlardan oluşan şemalar çocukluktan gelir. Onlar yaşama uyum süreçlerimizdir aslında ve bu yüzden doğruluk ve yanlışlıkları tartışılmaz. Oldukları gibi kabul edilirler. Üstelik o zamanlarda işimize de yaramışlardır. O zamanlardaki yaşamımızın anlamlandırılmasında ve sorunlara çözüm bulmamızda yardımcı olmuşlardır. Katkıları yadsınamaz.

Ne var ki belli bir dönemden sonra artık yeni bir değerlendirmeye tabi tutulmalıdırlar. Tıpkı eski günlerdeki gibi hiç bir denetime tabi tutmadan kabul edildiklerinde sorun yaratırlar.

Uyumsuz varsayımları (eğer başarısızsan değersizsindir) ve temel inançları (ben değersizim, ben başarısızım) değiştirmeyi öğrenmek, gün içerisinde beliren olumsuz ve çarpık otomatik düşüncelerin sayısını azaltmaya yardımcı olur. Duygusal durumların değişimi için böyle bir farkındalık gereklidir. Böylesi bir yöntemle yeni varsayımlar ve temel inançlar geliştirmek sıkıntınızı azaltabilir ve davranışlarınızı yeni inançlarınızla tutarlı bir şekilde değiştirmenize yardımcı olabilir.

Ebeveynlere bu konuda çok iş düştüğünü söylemeye gerek yok. Lütfen şimdi bir kez daha düşünün; çocuklarınıza davranırken iç seslerinizin ne kadar farkındasınız?

Yazının devamı...

Uçak Fobisinden Hipnotik Yeniden İşleme Tekniğine-2

(Önceki yazıdan devam) Bu esnada beynin bilgi işleme sisteminde o gün ki haliyle öylece donup kalmış olan olay değişime uğramakta, adeta yeniden işlenmektedir. Danışanın yaptığı her tur, bu işlemi daha kolay hale getirmekte, karşısında görselleştirdiği travmatik anısını temsil eden resim değişime uğramaktadır. Bu değişim çoğu zaman resmin görüntüsünün tamamen kaybolmasına kadar gitmektedir.

10 turluk birinci set sonunda heyecanla; “şimdi o resimde neler var ve bu son durum seni ne kadar rahatsız ediyor?” diye sordum. Cevabı karşısında gerçekten çok şaşırdığımı ifade etmeliyim; “6. turdan sonra resim önce flulaştı daha sonra da, son 1-2 turda o resmi karşımda göremedim”. “Peki, bu son haliyle resim seni ne kadar rahatsız ediyor?” dediğimde ise; “resim yok ki, rahatsız etsin!” dedi.

Entelektüel kapasitesi ve samimiyetine her ne kadar güvensem de bir miktar şaşkınlık içinde gerçekten resim yok mu diye sormak ve sıkıntı düzeyini tekrardan almak ihtiyacı hissettim. Ancak cevaplar aynıydı. Bu durumda seansın başında pek de inanmadığı seans sonu hedefine olan inancını tekrar sordum. “Oldu bu iş doktorum…” diyerek karşılık verdi. “Peki, kaç düzeyinde inanıyorsun?” dediğimde, “%80” dedi.

Bu cevaptan sonra uygulama protokolünün geri kalan aşamalarını yapmaya devam ettim. En son otohipnozunu yani; benzer durumlarla karşılaşıp, kaygı ve korku yaşadığında, kendi kendine yapabileceği hipnoz sonrası telkinlerden oluşan bir uygulamayı öğreterek seansı sonlandırdım.

Her seansta olduğu gibi geri bildirim aldım. Oldukça rahatladığını, sanki önündeki bir perdenin kalktığını ve daha önce nasıl bilet alacağını düşünürken şimdi, her an gidebilecek cesarette olduğunu ifade etti. (Bu yazıyı kaleme almadan önceki son aramamda, Güney Afrika’dan henüz döndüğünü söyledi. Uçan adam sorunsuz bir şekilde tekrar uçmaya devam ediyordu.)

İlk uygulamayı takiben danışanımı uğurladıktan sonra, yönteme yönelik notlarımdan oluşan onlarca kağıt parçasını poşetlerinden çıkartarak tekrar bir gözden geçirdim. Evet, uzunca bir süredir kafamı meşgul eden yöntemi ilk kez uygulamıştım. Beklediğimden de hızlı sonuçlanan ve elimizde somut sonuçların olduğu yeni bir uygulama hayata geçiriliyordu. Duygulanmadım dersem yalan olur. Heyecanım bir kat daha artmıştı. Birçok uykusuz geçen gecelerin ve dalgınlığa kadar uzanan günlerin sonrasında böyle bir sonuçla karşılaşmam benim için önemliydi. Her ne kadar iki önemli yöntemin zaten kendi içlerinde bu tarz problemlere yönelik olumlu anlamda etkili sonuçlarının varlığı eskiden beri biliniyorsa da, beraberce kullanımında nasıl bir sonuç alınacağı belli değildi.

Bu ilk vakam daha sonra yeni vakaları beraberinde getirdi. Uygulamanın eğitimlerini vermeye başladım. HYT’yi uygulamaya başlayan kursiyerlerimizden de çok olumlu geri bildirimler almaya devam ediyorum. Hem hızlı sonuç alınması, hem de danışanın bir skala üzerinden somut bir şekilde kendisindeki iyileşmenin düzeyini tayin edebilmesi önemli gibi görünüyor.

Her bir vakamı halen ortalama 2 ayda bir arayarak gelinen son durum hakkında bilgiler alıyorum. Geri bildirimler, seanslarda elde edilen olumlu sonuçların devam ettiği yönündedir.

Halen devam eden kitap çalışmalarım, uygulamalarım ve eğitimlerle geliştirmeye çalıştığım bu yönteme, içinde kullanılan tekniklerden esinlenerek; Hipnotik Yeniden işleme Terapisi (Tekniği), HYT adını verdim. HYT böylece doğmuş oldu, inanıyorum ki, danışanlarımız ve uygulayıcı terapistlerin katkıları ve geri bildirimleriyle gelişmeye devam edecek. ( * HYT. Dr. Haluk ALAN. Baskıda.)

Yazının devamı...

Uçak Fobisinden Hipnotik Yeniden İşleme Tekniğine-1

Yurt içi ve yurt dışı uçuşlarıyla çevresinde “uçan adam” diye tanınan danışanım son yurt dışı seyahati dönüşünde yaşadığı travmadan henüz kurtulabilmiş değildi. İlk seansta mutad olduğu üzere yaşamına ve olaya yönelik hikâyesini dinlemiş ve sonraki seansta yapacaklarımız üzerine bilgiler toplamıştım. Hemen hemen bu tür sıkıntı yaşayan bütün danışanlarımızın bizden beklentileri mucizevî bir sonuçtur. Ama biliriz ki tıpta mucize yoktur. Hastanın beklentisi ve terapi dünyasının gerçekleri çeliştiğinde kısa süreliğine de olsa terapistin eli kolu bağlanır. Ben de tam olarak bunu yaşadım.

Hastam acele ediyordu çünkü, kısa süre sonra bir yurt dışı seyahatine daha çıkacaktı. Ancak, son seyahatinde yaşadığı travma nedeniyle gelişen uçma fobisine henüz bir çare bulamamış ve içindeki korkudan kurtulamamıştı. Onun için gerçekten önemli bir seyahatti ve geriye sadece 5 günlük bir zaman kalmıştı. Bu yüzden bana, “bir seansta ne yapabilirseniz yapın çünkü zamanım yok…” dediğinde onun açısından durumun ne kadar stresli olduğunu anlamıştım.

Bu tür travmatik vakalarda işimiz bazen zor, bazen de kolaydır. Travmadan etkilenen ego yapısını yakaladığınızda üzerinde işlemleme yapılacak bir hedef belirlemişsiniz demektir. Böylesi bir durum işin kolay tarafını gösterir. Bu durum travmaya yönelik olarak kişide beliren bilişler ve duyguların travmanın en kötü anının görselleştirilmesiyle tespitine bağlıdır. Travma anının kişinin kendisine yönelik olumsuz değerlendirmesi ve inancı ve bunun doğurduğu duygu durumu hangi ego yapısının kötü etkilendiğinin tayini bakımından önemlidir.

Sonraki seansa kadar şimdiye dek öğrendiğim terapi tekniklerinden hangisi ile daha hızlı bir sonuç alabileceğimi düşündüm. Neticede hastama yardımcı olmak istiyordum. Başta EMDR olmak üzere bazı teknikler aklıma gelse de, uzunca bir süredir aklımı kurcalayan; EMDR’nin de üzerinde temellendiği, “çift yönlü uyarımları” bazı “hipnotik tekniklerle” entegre etme düşüncemi hayata geçirmeye karar verdim. Kendisiyle konu üzerinde etraflıca konuştum. Onamını aldım. Neler yapacağımızı ve seansın nasıl şekilleneceğini gerekçeleriyle beraber anlattım.

Seansa Almanya dönüşü yaşadığı travmanın en kötü karesini bulmakla başladık. Ardından o durumda kendisini tanımlayan olumsuz inancının yani negatif hipnotik söyleminin (NSH) ne olduğunu tespit ettik. “Kaygılarımı ve korkularımı kontrol edemem” diyerek o anki çaresizliğini açıkça ifade etti. “Peki terapi sonrası ne olsun istersin?” dediğimde; “artık tıpkı eskisi gibi; uçmaktan korkmak istemiyorum, uçma korkumu yenmeliyim…”dedi. O anki yaşadıklarını tekrar hatırladığında korku düzeyi 10 üzerinden kendi deyimiyle yıldızlı 10 idi. “Son derece korktum ve bundan sonra ya uçamazsam diye çok endişelendim…” şeklinde duygularını ifade etti. Bu inanış ve duygusal süreçleri bütün bir bedeninde hissediyordu.

Kafamdaki model doğrultusunda ve belli bir protokol çerçevesinde çalışmaya başladık. İlk önce her ihtimale karşı güvenli bir alan, sığınak çalışması yaptık. Uygulama sonrası kendini çok iyi hissettiğini söylemesi üzerine seansa devam ederek, olayın en kötü anına yönelik “yeniden işlemleme” çalışmalarına başladık. Burada çift yönlü uyarımları, imajinatif hipnotik tekniklerle kombine bir şekilde kullandım. Her iki uygulama tekniğini kendi başlarına farklı terapilerde kullanmış olsam da, bu tarzdaki entegratif uygulama ilk kez yapılıyordu. Hedef çalışması diye tanımladığım bu evrede danışan; olayın en kötü anını temsil eden bir resmi karşısında görselleştirmekte, sağ ve sol iki iyi ve/ veya güzel hissiyat arasında “tost tekniği” uygulaması dediğim bir yöntemle duyarsızlaştırma yapmaktadır.

Yazının devamı...

Hipnotik Yeniden İşleme Terapisi; HYT

Hipnotik Yeniden işleme Terapisi, HYT; bilinç ile bilinçaltını beraberce işe koşan ve çift yönlü uyarımlarla bazı hipnotik tekniklerden oluşan bütüncül bir yaklaşımdır.

Beyinde doğuştan var olan bir bilgi işleme sisteminin varlığı göz önüne alındığında olumsuz yaşam deneyimleri ya da travmaların beynin fiziksel bilgi işleme sisteminin biyokimyasal dengesini bozmuş olabileceğini söylemek mümkündür. Bu dengesizlik bilgi işleme sürecinin bir çözüme ulaşmasını engelleyebilir. Travmatik süreçler; olağan uyum mekanizmalarının bozulmasına yol açar. Otörler; bu sürecin bilgi işlemeyi durduğu, bilgiyi anksiyete oluşturan orijinal haliyle dondurduğunu (DÜĞÜM) öne sürmektedir(Shapiro, 2016).

Travmatik olaylar ya da olumsuz yaşam deneyimleri bilgi işleme sisteminde tıkanmaya yol açtığında artık orada yeni bir işlemlemeye gereksinim doğar. Yeniden işlemleme yapılmadığında süreç, ego-distonik haliyle kalır. Amaç, sürecin egoya uyumlu hale getirilmesidir. Bu konuda Alladin (2013) şöyle der; “…Gevşeme ve rahatlama yetmez, tedavinin önemli olan parçası; travmatik olan olayı (anıyı) yeniden işlemektir. Yeniden işlemleme yaptığınızda kaygı düzeyiniz azalır.”

Adaptif olmayan bilgi ya da bellek ağları bu yöntemle işlemlenerek egoya uyumlu hale getirilebilirler. Uygulamanın bu aşamasında imajinatif hipnotik tekniklerin terapiye yardımcı olarak kullanılmasının olumlu klinik yansımaları çalışma boyunca gözlenmiştir.

Düşük özsaygı ve öz-yeterlilik unsurlarıyla birlikte psikolojik işlev bozukluğu sinir sisteminde depolanmış bilgiden kaynaklanır. ÇYU ile bu bilgiye ulaşılır. Bilgi işlenir ve çözümlenir. Bilgi dönüşüme uğradıkça resim ve görüntü değişir. Canlılığı kaybolur, hatta resim silinir. Süreç, Egoya uyumlu hale gelir. Duyarsızlaşma sağlandığında kendilik inancında (Ank. Boz. “Yaralı Kendilik Modeli”) düzelme başlar. Pozitif inanca olan inanç artar.

Bu terapi tekniğinde hedef sadece duyarsızlaştırmadan ibaret değildir; otohipnozla geleceğe yönelik çalışmalar yapılmakta, “Bilinçli Farkındalık” anlayışından hareketle kişinin şimdiye odaklanması ve yaşama uyumu sağlanmaktadır. İşlemlemeden sonra birey, anısını ya da geleceğe yönelik öngörüsünü olumsuz duygulanımdan arındırarak salt bir anı gibi ya da gelecekte yapacağı bir iş ya da yaşayacağı olağan bir durum gibi algılayabilmektedir.

HYT, beş evrede gerçekleştirilir;

1- Danışan geçmişi, değerlendirme, hazırlık,

2- Hipnoz ve ÇYU ile kendilik değerliliği uygulaması,

3- Çift Yönlü Uyarımlarla ve hipnotik tekniklerle yeniden işlemleme,

4- Kendilik değerliliği ve bedensel uyum alımı,

5- Otohipnoz ve sonlandırma.

Sonuç olarak HYT; geçmişten ders almayı, mevcut uyaranlara karşı duyarsızlaşmayı ve geleceğe güvenle bakabilmeyi sağlar.

Kaynakça

Yazının devamı...

Mükemmelliyetçilik ve Hiçlik

David BURNS’den daha önce burada bahsetmiştim. “İyi Hissetmek” Türkçeye çevrilen kitaplarından biridir. Bilişsel Davranışçı Terapinin önde gelen terapistlerinden biri olmanın yanında bu terapiyi en iyi anlatan kitapların da yazarıdır.

İyi Hissetmek kitabında Burns hoca der ki; Gerçekten de öyledir. Size tüm istediklerinizi vaat etmiş gibi yapar ancak sizi can evinizden vurur. Mutlu ve huzurlu olmanın yolu gibi görünür ama aslında sizi mutsuzluğun ıstırap dolu dehlizlerine iter. Mükemmel oldukça değerli olacağınızı sanırsınız. Bütün bir amansız mücadelenin sonunda geldiğiniz yer değersizlikten başka bir şey değildir. Bu konuda çabaladıkça hayal kırıklıklarınız da aynı oranda artmaya devam eder.

Çünkü, mükemmeliyetçilik ulaşılması zor hedefler koyar. Tabiatı gereği sonu yoktur. Siz birine vardığınızda bir diğeri gözünüzün önünde belirir. Tıpkı bir serap gibi tam yakalayacakken yeni bir hedefle karşılaşır ve onu kaybedersiniz. Ve o hiçbir zaman gerçekleşmez. Yapamadıkça gerilir ve kendinizi başarısız ve değersiz hissedersiniz. Bu zamanla depresif duygu durumun zeminini oluşturur. Yapmak istedikleriniz ya da hedefleriniz yaşam biçiminiz haline geldiğinde artık onun esiri olmuşsunuz demektir.

Başaramamak, (neye ve kime göre?) bunun için nominal değerlerden uzak kişisel yargılara yer vermek, kendi çarkları içinde ezip yutmaya hazır bir canavara teslim olmak anlamına gelir. Önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi değersizlik duygusunu davet eden bu durum mutsuzluğun ve depresyonun zemin hazırlayıcısıdır. Sadece geçmiş başarısızlıklarına odaklanan, yaptığı hiçbir iyi ve güzel şeyi görmeyen ya da onu değersizleştiren bir kişilik yapısı gelişir.

Mükemmelliyetçilik yalnızlığı da beraberinde getirir. İtilir ve dışlanırsınız. Kendi dışındakileri mükemmel gören kıyaslamacı kişilikler hariç diğerleri aynı zamanda eleştireldirler de… Bu yüzden hep bir beğenmemezlik zamanla dışlanmayı getirir ki sonu yalnızlıktan başka bir şey değildir.

Mükemmelliyetçilik, düşünsel dünyanızı en azından bazı konular için köreltir. Kendi iyilik ve güzelliklerinizi görmezden gelmeye başlar, kendinize karşı insafsız bir değerlendirmenin içinde olursunuz. Öylesine yanlı bir yargı içinde olursunuz ki, artık yaptığınız hiç bir şey düzgün, uygun, güzel, olumlu ve değerli değildir. Böylesi bir ruh halinin kişiyi nereye götüreceği açıktır.

Yukarıdan beri aktarmaya çalıştığımız zararlı mükemmeliyetçilik algısının doğuracağı sonuçlar hakkında Kemal SAYAR hocanın bir tespitine burada yer vermek istiyorum; “

David Hoca “İyi Hissetmek” kitabında mükemmeliyetçilikten nasıl kurtulacağınıza ilişkin bazı uygulamalardan sözediyor. Madde madde anlatılanları yerine getirebildiğinizde bir değişim yaşayabilirsiniz. Bu konuda alacak olduğunuz psikolojik destek gelişebilecek bazı sorunları da önleyecektir.

Son söz olarak; mutedil olmayı kutsayan kadim öğretiler içinde en yücesinin çizdiği kutsal söylemlere de yer vermek gerekir diye düşünüyorum. Daima “orta yolu” önceleyen bu anlayışta belki de en önemli vurgu, başlangıç noktasının HİÇLİK makamı olmasıdır. Bunu kabul eden ve farkında olan bir birey için mükemmeliyetçilik anlamsız gelecektir. Zira aşırılıklardan uzak kalıp orta yol üzere olmak, her hususta i‘tidali elden bırakmamak birey ve toplum sağlığının temel şartıdır.

Yazının devamı...

Psikoterapist Kimdir?

Çok genel bağlamda söylemeye çalışırsak, zihinsel ve duygusal iç çatışmaları çözümleyen, bu çatışmalardan doğan gerginlik ve kaygıları, korkuları, huzursuzluk ve çöküntüleri azaltıp gideren, ruhsal uyumu geliştiren, kişinin kendisiyle barışık olmasını sağlayıp diğer kişilerle ilişkilerini olgunlaştıran bütün yol ve yöntemler Psikoterapi adını hak edebilir. (Prof.Dr. Cengiz Güleç. . HYB. Ankara. 2003)

Psikoterapist, psikolojik destek ihtiyacında olan kişilere profesyonel bir çerçeve dahilinde destek veren, aldıkları psikoterapi eğitimleriyle terapi konusunda uzmanlaşmış kişilere denir. Psikoterapistler bireylerle, gruplarla, çiftlerle ya da ailelerle onların ruhsal sıkıntılarına çözüm getirmeleri için işbirliği içinde çalışan, psikoterapiyi yönlendiren, yöneten, rehberlik eden , kısaca uygulayan kişilerdir. Kişi psikolog, psikolojik danışman ve hatta isterse psikiyatr olsun, psikoterapi uygulamak için temel (lisans) eğitimlerine ilaveten psikoterapi eğitimi almak zorundadır. Hiç kimse doğal terapist değildir.

Özellikle son zamanlarda bazı kişilerin çeşitli adlar altında (tabela üzerinden de olsa) halkı yanıltmaya yönelik “Psikoterapist” unvanlarıyla arzı endam ettiklerine tanık oluyoruz. Kuantum, nefes egzersizleri, hipnoz ve kişisel gelişim eğitimleri gibi isimlerin ardına gizlenerek basbayağı psikoterapi yapıldığını biliyoruz. Kendilerini yaşam koçu, N.L.P'ci, kuantum terapisti, biyoenerji uzmanı, hipnozcu v.b. isimler altında tanıtan kişilere karşı dikkatli olmanızda özellikle ruhsal sağlığınız açısından yarar vardır.

Yurt dışında farklı eğitim seçenekleri varsa da psikoterapi eğitimi Türkiye'de sınırlı birkaç alt alan kapsamında verilmektedir. Mesleki standartlara göre, sadece tıp, psikoloji, psikolojik danışmanlık ve rehberlik eğitimi almış fakat bu eğitimi psikoterapist olabilmek için gerekliliği öngörülen eğitimlerle bir üst seviyeye yükseltmemiş, dolayısıyla psikoterapi üzerine uzmanlaşmamış kişiler terapi desteği vermemelidir. Bunları yapanların kendileri de çok iyi biliyorlar ki; ister doktor, ister psikiyatr, ister psikolog, isterseniz psikolojik danışman olun, eğer kendinizi psikoterapiye yönelik ek eğitimlerle zenginleştirmemişseniz nereye ne yazarsanız yazın bu işi başaramazsınız.

Corsini, (2012) bir yazısında terapi yöntemleriyle terapistlerin kişilikleri arasındaki yakın ilişkiden söz eder. (Corsini & Wedding, . Kaknüs Yayınları. 2012). Freud’dan Aaron T. Beck’e kadar gerçekten her bir başarılı terapist kendi kişiliklerine uygun bir kuram ve metadoloji benimsemiş ya da bizzat üretmişlerdir. Psikanalizden, Bilişsel Davranışçı Psikoterapi yöntemlerine kadar çok farklı terapi türleri hep bu temel anlayış üzerine şekillenmişlerdir. Buradan hareketle, aslında alınan eğitimlerin de başarılı bir terapistlik için yeterli gelmeyeceği söylenebilir. Bu yüzden Corsini; “Kişiliğe uygun olmayan kuram ve yöntemler mutluluk ve başarı getirmeyeceklerdir” der…

Psikoterapinin verimli sonuçlanabilmesi için psikoterapist ve danışan arasında, "iyileştirici ittifak" olarak tanımlanan “rapportun” sağlanması gereklidir. Rapportun sağlanabilmesinde birey olarak psikoterapistin kendi kişiliği de önemli rol oynar. Yine bu yüzden denebilir ki, herkes psikoterapist olamaz. Buyurgan iletişim yöntemiyle psikoterapiyi gerçekleştirmeniz çoğu zaman mümkün değildir. Rapport, bir kez sağlandı mı devam eder diye de bir kural yoktur. Kırılgan olan bu temel özelliğin korunması ve sürdürülmesi esastır. Bu sayede terapist ile danışan arasında güvene dayalı, samimiyet ve anlayışın temel alındığı bir ilişki oluşur. Bu ilişki, verimli ve olumlu sonuç almayı hedefleyen bir terapi için gereklidir. Daha henüz terapinin başında danışan ile terapistin birlikte koymuş oldukları hedeflere ancak bu anlayışla ulaşılabilir.

Artık halkımız her geçen gün bilinçlenmektedir. Sadece tabeladaki “psikoterapist” yazısına bakarak terapi olamayacaklarını bilmektedirler. Terapistin aldığı eğitimler ve tecrübe, danışanlar için esaslı bir yol göstericidir.

Nitekim; “Ayinesi iştir kişinin lafa (tabelaya) bakılmaz”!

Yazının devamı...

Hipnoz/ Hipnoterapi

Bu tür isteklerle müracaat eden danışanlar olduğunda hassasiyetim iki kat artar. Vaka uygun olsa bile bir an için tereddüt eder bir kez daha düşünürüm, uygun mu? diye. Sonra bu konuda bilgilerine güvendiğim uzmanlardan konsültasyon isterim.

Danışanlar kimi zaman terapistlerini yönlendirmek isterler. Bir miktar haklı olabilirler… Kolay değildir; bir süredir yaşadıkları onların bir an önce sonuç almaları gerektiğini, yoksa içinden çıkılmayacak sonuçların doğacağını hissettirir onlara. Kaygı dolu ya da sıkıntılı yaşamlarından bir an önce sıyrılıp ferahlamak istemeleri son derece doğal bir durumdur. İşte tam bu noktada yanlış adımlar atılabilmektedir maalesef.

Bazı terapi yöntemleri ve uygulamalara (ve hatta uygulamacılara) bir kurtarıcı edasıyla yaklaşılmaktadır. Hipnoz da onlardan biridir. Hipnoz bir mucize değildir. Üsküdar Üniversitesindeki eğitimlerde kurslara katılan doktor ve psikolog arkadaşlarla, verdiğim derslerin bir bölümünde hipnozun aslında ne olup, ne olmadığını tartışıyoruz.

Hipnozla ilgili en önemli sorunlardan biri üzerinde kara bulutlar gibi dolaşan mitlerdir. Yanlış anlaşılmaların başında; hipnozun her derde deva olduğu yanlışı yatar. Hipnoz her derde deva olmadığı gibi geleneksel tıbbın tahtında gözü de yoktur. Tıp dışı kişilerin kerameti kendilerinden menkul yetenekleri, sanki hipnozu bir mucizeymiş gibi lanse etmelerine gerekçe oluşturmaktadır. İşin aslı ve esasından uzak olmaları onları belki böyle bir sonuca götürebilir ama danışanların her geçen gün artan bilgilenmeleri yanlışın önüne geçilmesini sağlayabilir.

Kimler Hipnoz Yapabilir?

Hipnozu yapan kişinin elinde bir sihirli değnek yoktur. Hipnoterapist kendi yetenekleriyle değil, hipnoza girecek olan kişinin becerileri üzerinden uygulama yapan kişidir. Eğer danışanla terapötik ittifak dediğimiz terapiye yönelik ortak birliktelik sağlanmazsa bu iş olmaz. Bunu da ancak bu konuda esaslı eğitim almış kişiler ve uzmanlar yapabilir. Hipnozu birçok kişi uygulayabilir. Siz öğrenin siz de yaparsınız. Ama amaç hipnoz yoluyla sorun çözmek, terapi ve tedavi yapmak ise o zaman durum değişiyor. Bu konuda yetki yasal olarak sadece hekimlere ve hekim gözetiminde klinik psikologlara tanınmıştır. Hipnoz yapabiliyor olmak bunu kullanma hakkını kişiye vermez. Şurası açık, kesin ve nettir; tıp dışı ve klinik psikologlar haricinde hiç kimse hipnozu yasal olarak uygulama yetkisine sahip değildir.

Yeni çıkan (27 Ekim 2014 / 29158 sayılı Resmi Gazete) “Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Yönetmeliği” hipnozun tanımından uygulama yetkisine ve hangi alanlarda uygulanabileceğine kadar birçok konuda yeni bilgiler getiriyor. (Ayrıntılara oradan bakabilirsiniz) Bu yönetmeliğe göre;

4- Hipnoz. (a- tanım.) “b- Uygulamaya Yetkili Personel: Sertifika sahibi tabip ve diş tabibi ile tabip gözetiminde klinik psikolog ve psikolojinin tıbbi uygulamaları yetki belgesine sahip psikologlar.”

Bu yüzden hipnozla tedavi olmayı ya da terapilerinizde hipnoterapiye yer vermeyi düşündüğünüzde lütfen Sağlık Bakanlığı onaylı bir hekimi tercih ediniz. Şarlatanların cirit attığı bir ortamda sıkıntı yaşamamanız için bunun önemli olduğunu düşünüyorum.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.