Geride bıraktığımız hafta medyaya yansıyan olaylardan seçtiğim bu üç konunun aslında birbirleriyle hiç ama hiçbir bağlantısı yok.
Ancak üç konuyu peş peşe ele alıp, yorumladığınızda şöyle bir fotoğraf çıkıyor karşınıza. Erkekler tarafından mağdur edilen kadınların haklarını yine erkekler savunuyor!
Bunu yapanlardan bazıları inandırıcı olurken, bazıları da zavallı duruma düşüyor.
Nasıl mı? İşte böyle: “Çarkıfelek”in sunucusu Mehmet Ali Erbil, “Asena’nın programınızda çıkması İbrahim Tatlıses’i çok sinirlendirdi, bu konuda ne diyorsunuz?” sorusuna şöyle bir yanıt verdi: “Tatlıses’in ambargo koyduğu Asena’ya biz sahip çıktık. Bu sadece benim kararım değil. Yayıncı kuruluş önerdi, biz de kabul ettik. Ayrıca Asena’yı bıraksaydık da kötü yola mı düşseydi? Asena, İbrahim Bey’in eski sevgilisi, biz eski sevgilisine iş verdik.”
Erbil, böyle düşünüyor olabilir. Ancak ne yayıncı kuruluşun ne de yapımcı Fatih Aksoy’un, “Tatlıses, eski sevgilisi Asena’ya ambargo koydu, bari biz ona sahip çıkalım da kötü yola düşmesin” düşüncesiyle ona iş verdiğini sanmıyorum.
Çünkü şov dünyası böyle bir yer değil.
Show business, “vefa”nın değil, “menfaat”in ön planda olduğu bir dünya.
“Çarkıfelek”in yapımcısı ve yayıncısı, Asena’nın namusuna sahip çıkmak için değil, olsa olsa, o dönem adaylar içinde “en iyi seçenek” o olduğu için o işi ona verdiler.
Aslında Erbil, Asena’nın “Çarkıfelek”in kadrosuna alınışını bu şekilde değerlendirerek ona da haksızlık ediyor. Zira ne Asena, mesleksiz ve de yeteneksiz biri, ne de “Çarkıfelek” onun para kazanabileceği tek yer.
Ayrıca Erbil’in tezi doğru olsaydı polis, “Çarkıfelek”te hosteslik yapamayan her kadın yıldızın boynuna, “Kötü yolun yolcusu” yaftası asardı. Asena, “Çarkıfelek” hostesliği olmasa da geçimini sağlayacak bir mesleğe ve bunu sergileyebileceği mecralara sahip.
Örneğin her gece, yıllardır Harbiye’de turistlere hizmet eden turistik Kervansaray’da sahne alıyor. Üstelik, turistlerin çok yoğun olduğu dönemlerde aynı mekanda 3 - 4 salonda birden program yapıyor.
Yani Asena için, aç ve açıkta kalacağı ya da “kötü yol”a sapacağı bir durum yoktu ortada.
‘Günahkâr’ Üzmez konuştukça batıyor
Küçük yaşta bir kıza cinsel taciz iddiasıyla aylarca cezaevinde yattıktan sonra heyet raporuyla serbest kalan yazar Hüseyin Üzmez, kanal kanal dolaşıyor, kendini temize çıkarma adına yaptığı her açıklamayla da biraz daha batıyor.
Üzmez’in, Fatih Altaylı’nın konuğu olarak katıldığı HABERTÜRK’teki şu açıklamalarına bakar mısınız?
“Sokakta rahat yürüyemem. Lise talebesi geliyor, orta yaşlı kadınlar geliyor, şapur şupur öpüyor. Çıkar cüzdanını 18 yaşında mısın, değil misin diyemem ki? O kızın annesi hâlâ güzel. 20 sene evvel de güzeldi, sekreterliğimi yaptı. Evleneceği zaman ‘Ben kız değilim’ dedi. Bunu doktora gönderdik, zar diktirdik falan. Rezil olmasın diye. ‘İntihar edeceğim’ dedi.”
Üzmez’in genç kızlara yönelik zaafı nedeniyle tedavi görmeyi düşünüp düşünmediği şeklindeki soruya gülerek verdiği şu yanıta ne demeli?
“Hayır. Hastalık derecesinde değil bendeki. Utanıyorum söylemeye. Öyle kadınlar geçmişte, o günahkarlık zamanımda hayatıma girmiştir. Onlar hayatıma girmeseydi fahişe olurlardı. Şimdi çoğu kapandı. Yani benim faydam olmuştur.” Tövbe estağfurullah...
O koltukları onlara, ikram edenler kimler?
Ayşe Arman, Hürriyet Cumartesi’deki “Kadınlar Erkekler” köşesine bu hafta Hürriyet yazarı ve Star Haber’in patronu Uğur Dündar’ın sağ kolu Yılmaz Özdil’i konuk etti.
Arman da Özdil’in, “Oturduğu koltuğu yatağına borçlu çok kadın var” açıklamasını manşete çıkardı. Özdil’in manşete çıkan sözlerinin devamı ise şöyle:
“ *** Özellikle Türkiye’de, kadınlar fazlasıyla problem yaşarken, bazı kadınların, ‘kadınlıklarını kullanarak’ problemlerini aşmaya çalışmaları, sık gördüğüm bir durum. Kadınlar arasındaki haksız rekabeti yaratan, bizzat kadınlar. Namusuyla ayakta durmaya çalışanların en büyük rakibi, şıllıklar. Oturduğu koltuğu yatağına borçlu çok kadın var.”
Dikkatinizi çekerim.
Yılmaz Özdil, bu iddialı açıklamayı, “kulaktan dolma bilgiler”e dayanarak değil, bizzat “tanık olduğu gerçekler”den yola çıkarak yaptı. 70’li 80’li yıllarda, “Yeşilçam’da başrolün yolu, rejisörün yatak odasından geçiyor” derlerdi.
Demek ki aradan geçen yıllar, bazı yatakların kudretini bir hayli güçlendirdi. Eskiden, yoldan çıkmaya çoktan gönüllü müşterilerine sadece başrol ikram edebilen bu maharetli yataklar demek ki makam ve mevki de sunabiliyor.
Peki, o insanlara o koltukları ikram edenlere ne demeli?