Şimdiye kadar Kazakistan hariç yurt dışı seyahatlerimi hep Batı’ya yaptığım için Hindistan’a yolum hiç düşmedi.
Hollywood’a filmleri nasıl çektiklerini görmüşlüğüm var ama Bollywood’un bu işi nasıl yaptığına düne kadar tanıklık etmişliğim yoktu. Bollywood’la Hindistan’a gitmeden tanıştım.
Hem de Salacak’ta, Kız Kulesi’nin önünde.
Harem’den Üsküdar’a doğru giderken baktım deniz tarafından kalabalık bir ekip, çekim yapıyor.
Otomobilimi park edip, çekim alanına gidince anladım ki ekibim tümü Hindistanlı. Betonun üzerinde bir genç, çalan müzik eşliğinde ha bire dans ediyor. Belli ki planları İstanbul’un tarihi yarımadasını fon olarak kullanmak.
Ama denizin üzeri sisle kaplı.
Topkapı Sarayı, Sultanahmet, sislerin arkasında ‘var’la ‘yok’ arası.
Bizim yönetmenler olsa böyle bir ortamda, “Hava gitti” deyip anında tatil eder çekimi.
Anladığım kadarıyla böyle bir kaygısı yok.
Çekimleri biraz izledikten sonra 14 Reels Production’un Türk partneri Ark Prodüksiyon’dan ekibe rehberlik yapan Burhan Arslan’ı bulup, 'Bollywood' ekibinin çalışmasıyla ilgili bilgiler aldım. Arslan, 'Dookudu' adlı filmle ilgili şunları söyledi:
'Dans sahnelerini yönetmen çekmez'
“Tipik bir Hint filmi bu. Bol aksiyonlu, müzik ve dans dolu bir aşk filmi çektikleri. Haydarabad’dan gelen yaklaşık 75 kişilik ekip yapıyor bu çekimleri. 15 gündür İstanbul’dalar. Şimdiye kadar Sultanahmet’te, Eyüp’te, Kız Kulesi’nin önünde, Salacak’ta ve Ortaköy’de çekimler yaptılar.”
Filmin yönetmenini sorduğum Arslan, “Şu anda yönetmen yok. Çünkü Hint filmlerinde dans sahnelerini yönetmen çekmez. Dans ve koreografi hocası çeker bu sahneleri. Şu anda o hoca, hem oyuncuya yapacağı dansları gösteriyor, hem çekim yapıyor” dedi.
Arslan, “Bu film, bizim şirketin Türkiye’de yapılan çekimlerde yardımcı olduğu 29’uncu Hint filmi” deyince, Atilla Koç’un Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ali Güney’in TRT Genel Müdür Vekili olduğu dönemde Türkiye’nin, “Hollywood’la olmuyorsa, Bollywood’la anlaşırız” deyip, Hindistanlılarla yaptıkları protokol geldi aklıma.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Şubat 2010’da yaptığı Hindistan gezisine katılan Türk filmciler, “Devlet desteğini arkamıza aldık, Bollywood’la ortak iş yapacağız” şeklinde açıklamalar yapmıştı.
Yeşilçam’la Bollywood’un ortak yapımı işler hayata geçmeden, yılda ortalama bin film çeken Hindistanlıların İstanbul’a bu denli ilgi göstermesi sevindirici. 'Pek yakında' filmlerde izledikleri İstanbul’a hayran kalan Hindistanlılar, akın akın Türkiye’ye gelmeye başlarsa, kimse şaşırmasın.
SİNEMA YAZARLARI YOKTU, AMA KÖŞE YAZARLARI VARDI
Mahsun Kırmızıgül’ün bugün vizyona giren 'New York’ta Beş Minare' filminin salı akşamı Kanyon’daki özel gösteriminde sinema yazarlarından sadece Atilla Dorsay’la Ömür Gedik vardı.
Çünkü 'basın gösterimi' yapmadığı için Kırmızıgül’le sinema yazarlarının arası 'limoni'.
Bu konuda Kırmızıgül mü, yoksa sinema yazarları mı haklı bilmiyorum, ama şunu biliyorum:
Günümüzde artık bu tür protestoların işe yaramadığına bir yığın örnek verebilirim.
Magazincilerin, “Bize yanlış yaptı” deyip 'kara liste'ye aldığı nice ünlü, dergilerin, gazetelerin hafta sonu eklerinin ya da kültür sanat servislerinin 'gözdesi' olmadı mı?
O ünlüler, sığındıkları yeni limanlarından magazincilere hakaretler yağdırmadı mı?
Yağdırdı.
Demek ki medyadaki bu çeşitlilik ve alternatif yüzünden o protestolar işe yaramadı.
Hatırlarsanız; Levent Kırca’nın, TRT’nin Türkiye’nin tek televizyonu olduğu dönemde 'askeri darbelerin' ne denli kolay, özel televizyonlar devreye girince de ne denli imkansız olduğunu anlatan klasikleşmiş bir parodisi vardı.
O parodideki 'darbecilerin' durumu neyse, bugün bir kişi ya da kurumu protesto etmek isteyenlerin durumu da o.
“New York’ta Beş Minare”nin özel gösterimde Dorsay ve Gedik’ten başka film eleştirmeni yoktu, ama Nazlı Ilıcak’tan Umur Talu’ya, Tufan Türenç’ten Ergun Babahan’a, Güneri Cıvaoğlu’ndan Akif Beki’ye medyanın her kesiminden birçok köşe yazarı vardı.
Düne kadar parola; “Magazinciler yoksa, hafta sonu ekleri, kültür sanat servisleri var”dı, günümüzün parolası ise şu:
“Sinema eleştirmenleri yoksa, köşe yazarları var.”