Cunda Adası’yla Ayvalık Körfezi’ne tepeden bakan bir butik oteldeyim.
Saat sabahın 7’si.
Erken kalkıp, otelin bahçesinde oturdum ve manzarayı seyre daldım.
Arılar da benim gibi erkenci, doluştular etrafıma.
Her biri, “Hoş geldin yabancı” der gibi.
Biliyorum, bir tanesi bile soksa beni, soluğu hastanede alacağım, alerjik bir bünyem var çünkü.
Nedense masadan kovmak gelmiyor içimden hiçbirini.
Hayatımda ilk kez beni ısırmalarından bu denli korktuğum arılarla birlikte kahvaltı yapmak geldi içimden.
Aslında izin verirlerse kahvaltıdan ben de nasiplenmek istedim demek daha doğru.
Ama izin vermediler buna.
Arılarla kahvaltı vakti!
Kimi peynir tabağına el koydu, kimi zeytinlere.
Suda pişmiş, ama henüz soyulmamış yumurtaya niye konar bir arı.
Otelin sahibi Meliha Erol baktı ki olacak gibi değil, bir tabakta kahve yakıp, getirip koydu masama.
Belli ki arılar buna da ‘şerbetli’.
“Yer miyiz bunu?” dercesine tabaklara pike yapmayı sürdürdüler.
Türk kahvesinin benim için kendini yakması kısmen işe yaradı.
Arılar, üstünde duman tütmeyen masalarda mesai yapmaya başladı.
Arılar gitti, bu kez büyük bir köpek sürüsünün sesi.
Şehrin bir yanında yüzlerce köpek bağırıyor, Ayvalık’ın çeşitli semtlerinden köpekler onlara karşılık veriyor.
Meğerse arkamızda bir köpek çiftliği varmış.
Köpekler öylesine bağırıyor ki, sanırsın çiftliğin sahibi onları yıllardır aç bıraktı.
Allah’tan bu gürültü çok uzun sürmedi.
Herhalde kahvaltıları geldi, çünkü sesleri birden kesildi.
Mutlu Tönbekici sürprizi
Türk Sineması’nın ünlü yönetmenlerinden Şerif Gören’in 18 yıl aradan sonra çektiği sinema filmi ‘Ay Büyürken Uyuyamam’ın setini ziyaret için Ayvalık’tayım.
Şu günlerde Ayvalık, iğne atsanız yere düşmeyecek kadar kalabalık.
O nedenle Şerif Gören ve ekibinin kaldığı otelde yer olmadığı için ekip bize Hotel Günebakan Taliani’de yer buldu.
Otele girer girmez dakika bir, gol bir!
Karşımda Vatan’dan meslektaşım ve ‘Küçük Oteller’ kitabının yazarı Mutlu Tönbekici.
Bu işin kitabını yazan biri burada kaldığına göre anlayın siz buranın güzelliğini.
Bu satırları yazarken baktım yanı başımda boz bir kedi.
“Bana da bir şeyler versene” dercesine ağzını açmış, bekliyor beni.
Al şu peyniri de git hadi dedim, bozuldu.
Peynirin tadına bile bakmadan çekip gitti.
Umurumdaydı sanki.
Nankör kedi!
Yavaş yavaş ölmeyin
Öyle sanıyorum ki bugün birçok okurum, “Ne oldu buna?” diye düşünmüştür, yazdıklarımı okuduktan sonra.
Sebebini açıklayayım.
Konakladığımız butik otelin bahçesindeki masaların her birinde ünlü şairlerin şiirleri var.
Kahvaltı yapmak için oturduğum masada Pablo Neruda’nın müthiş bir şiiri vardı.
Şiir ilk okuyuşta müthiş etkiledi beni.
Ve şiirin ruhuna uygun değişiklikler katmak istedim hayatıma.
Isıracak bir arının beni sokacağı anaflaktik şok riskini göze alarak hayatımda ilk kez onlarla birlikte kahvaltı yaptım bir masada.
Şili’nin Nobelli şairi Pablo Neruda’nın da yazdığı gibi ‘yavaş yavaş’ değil de, madem ki her insan bir kere ölüyor hayatta, o zaman varsın olsun bitsin bir kere de deme cesaretini bulmuşum demek ki kendimde.
Yazıyı tamamlayıp, gönderene kadar henüz bir arı tarafından sokulmamıştım.
Yarına Allah kerim.
İşte sabah sabah beni mest eden o şiir:
YAVAŞ YAVAŞ ÖLÜRLER
Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler,
Yavaş yavaş ölürler okumayanlar,
Müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoşgörmeyi barındırmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
İzzet-i nefislerini yıkanlar
Hiçbir zaman yardım istemeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklara esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyen
Veya bir yabancı ile konuşmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
İhtiraslardan ve verdikleri heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
Görmek istemekten kaçınanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup istikamet değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin
Dışına çıkmamış olanlar.
Yavaş yavaş ölürler.