Ali Eyüboğlu

Ali Eyüboğlu

aeyuboglu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Çarşamba akşamı 19.50’de Antalya’dan İstanbul’a hareket edecek SunExpress’e ait uçağın kapısından girer girmez ne göreyim?
Siyah uzun lüle lüle saçlı, alnında mavi bir fiyonk, üstünde mavi beyaz karışımı upuzun kıyafet giymiş biri...
Ben diyeyim Mısır kraliçesi “Nefertiti”, siz deyin nilüfer çiçeğinin Mempis Tanrıçası “Nefertem”...
Sanki onlardan biri canlanıp, zamanda yolculuğa çıktı ve “Bir bakayım ne hale getirmişler onu?” diye Olympos’u görmek için Antalya’ya geldi, dönüşte “zaman makinesi” arızalanınca mecburen uçağa bindi...
“Aaa... Sen ne arıyorsun burada?” deyince anladım ki, gördüğüm ne Nefertiti, ne Nefertem; Türk Müziği’nin “Diva”sı Bülent Ersoy bu...
SunExpress’in iç hatlarında ‘First Class’, ‘Business’ ve ‘Ekonomi’ gibi farklı kategorilerde koltuğu yok.
SunExpress’te her yer “Ekonomi”...

Haberin Devamı
‘Diva’ usulü ‘First Class’

Ama baktım “Diva”, “Ekonomi”yi bile “First Class”a çevirdi.
Boing 737 800’lerde koltuk yerleşimi malum; koridorun iki yanında da üçer koltuk var.
Ersoy, yanına kimse oturup onu rahatsız etmesin diye bir değil, üç bilet birden alıp, ilk sırayı kapattı.
Kendi cam kenarındaki 1A’ya oturdu, makyaj çantasını 1B’ye, poşetini ise 1C’ye koydu.
“Diva”ya üç koltuğun kendisine ait olup olmadığını sordum, “Evet” dedi.
Ayaküstü kısa sohbetten sonra birkaç sıra arkadaki yerime geçtim.
Uçak kalktıktan bir süre sonra paralı yiyecek ve içecek servisi başladığında dikkat ettim, “Diva” bir meyve suyu içti, ama hostesle arasında para alışverişi olmadı.
Hostese önce meyve suyunun fiyatını sordum, “5 lira” dedi.
Ardından hostese Bülent Hanım’da bozuk para mı çıkmadı ki, aranızda para alışverişi olmadı diye sorunca şunu söyledi:
“Bülent Hanım para verdi, ama ben almadım. İkramımız olsun dedim.”
Bülent Ersoy, en önde oturdu, ama uçağı en son terk etti.
Her birine bir koltuk tahsis ettiği çantalarını ise görevlilerden biri el arabasında taşıdı.
Önde bir an önce bavulunu alma telaşında hızlı adımlarla “bagaj alıma” giden yolcular, en arkada ise “Diva”... İnsanlar sanki ondan kaçıyor ya da “Diva” onları kovalıyor...
Bülent Ersoy, uçakta ve sonrasında kendine izole bir hayat seçti, ama bagaj alımı sırasında neredeyse uçaktaki kadınların tümüyle hatıra fotoğrafı çektirmekten kurtulamadı.

Golf arabalarından halkı selamlayacaklar
“Antalya Altın Portakal Film Festivali”nin açılış töreninin görüntüsü klasiktir...
Yıllar geçer, ama o fotoğraf değişmez...
Festival için Antalya’ya gelen oyuncular, üstü açık ciplere binerek kortejdeki yerlerini alır. Peş peşe dizili cipler yavaş yavaş ilerler... Oyuncular kortej boyunca yolun her iki yanını dolduran binlerce insana el sallar...
Aynı görüntüler bu yıl da ortaya çıkacak, ancak bazı farklılıklar da söz konusu...
Çünkü Festival Koordinatörü Göksel Kumsal, bu yıl ciplerin yerini golf araçlarının alması için girişimde bulundu. Festivalin Koordinatörü, bu yıl festivale katılacak oyuncuların Antalyalıları golf arabalarının üstünde selamlaması için Yamaha’nın golf arabalarını Türkiye’ye getiren Koç Holding yöneticilerini sponsor yapmanın peşine düştü.

Festival bütçesi neden küçüldü?

‘Diva’ usulü ‘First Class’

AKSAV’ın Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle düzenlediği “47. Antalya Altın Portakal Film Festivali”nin tanıtım kokteyli, şehirde bulunduğum döneme denk geldi ve üstelik de davet kaldığım Ramada Otel’deydi...
Davet; AKSAV ve Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın’ın açılış konuşmasıyla başladı. Akaydın’ın konuşması bitince sıra basın mensuplarının sorularına geldi.
Akaydın’a yöneltilen ilk soru, “Bu yıl festivalin bütçesi ne kadar?” oldu.
Akaydın, “6.5 milyon lira” dedi...
Antalya’nın CHP’li Belediye Başkanı’na yöneltilen ikinci soru şuydu:
“Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan bu yıl ne kadar maddi destek aldınız?”
“Tam gollük pas” derler ya, bu soru da Akaydın için öyleydi...
Akaydın’ın da gelen pasa voleyi çaktı, topu filelere taktı.
“Bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan festivalimize yapılan maddi destek 500 artı 300 yani toplam 800 bin lira... Ancak bu paranın 2008’de Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan gelen paranın dörtte biri olduğunu belirtmek isterim.”
AKSAV Başkan Yardımcısı Hüseyin Şanlı ise Akaydın’ın, sadece Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan gelen parayı hesaba kattığı için eksik rakam verdiğini, aslında bu yıl gelen paranın iki yıl öncesine oranla neredeyse 10’da 1’e indiğini söyledi.
Şanlı, “2008’de devletin ‘Altın Portakal’ için verdiği para 8 milyon lira civarındaydı. Bunun 3 milyon liralık kısmını Kültür ve Turizm Bakanlığı verdi, 5 milyon lira ise Başbakanlık Tanıtma Fonu’ndan geldi” dedi. Yani tablo şu:
Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı CHP’ye geçince Başbakanlık Tanıtma Fonu “Altın Portakal” için vanayı tamamen kapattı, Kültür ve Turizm Bakanlığı da “musluğu” iyice kıstı.
Gördüğünüz gibi işin içine siyaset girince halka hizmetmiş, sinemaymış, festivalmiş hepsi hikâye...

Haberin Devamı

“Lacivert”le TRT Müzik’te

‘Diva’ usulü ‘First Class’

Bir dönem TRT’nin müzik eğlence programlarının aranan ismi olan Dr. Ömer Önder ile TRT İstanbul Radyosu solisti Mehmet Özkaya, radyoda birlikte yaptıkları programı, çok yakında TRT Müzik ekranına taşıyacak.
Radyoda, piyano eşliğinde Türk Müziği icra ettikleri “Ah O Yıllar” adlı başarılı bir program yapan Önder ve Özkan’ın TRT Müzik’te hazırlayıp sunacakları program konuklu ve seyircili olacak.
TRT Müzik’in Koordinatörü Necati Göksel’in radyoda yaptıklarını çok beğendiğini ve ekrana taşımak istediğini belirten Mehmet Özkaya, 8 Ekim’de başlayacak programları için şunları söyledi:
“Radyoda olduğu gibi piyanoyla Türk Müziği icra edeceğiz. Ömer Önder piyano çalacak, konuklarımız, ben ve Ömer hep birlikte Türk Müziği söyleyeceğiz. Programımızın adı ‘Lacivert’ olacak ve her cuma akşamı saat 23.30’da başlayacak canlı yayınımız 1.5 saat sürecek.”

Haberin Devamı

İzleyici artık kül yutmuyor!
Okurlarımızdan Mehmet Türk’ün gönderdiği e - posta, çoğu dizi izleyicisinin dizilerin yapım ekibinden daha dikkatli ve zeki olduğunu gözler önüne seriyor.
İşte okurumuzun, aynı binanın her yanını farklı mekan gibi göstermeye çalışanlara ders olacak türden yakaladığı açıklar:
“Emret Komutanım’da kışla, ‘Yaprak Dökümü’nde cezaevi ve daha birkaç dizide yine askeriye ile huzur evi olarak kullanılan bina ‘Arka Sıradakiler’ dizisinin de mekanlarından... Bu dizide ‘Gamze’ ve ‘Zehra’nın tedavi gördüğü akıl hastanesi olarak kullanılıyor. Asıl komik olan ise aynı dizide aynı binanın farklı amaçlar için kullanılması. ‘Arka Sıradakiler’ tayfasından ‘Rıza’, okul bitince askere gidiyor. Aynı binanın bahçeli ağaçlarla dolu kısmı akıl hastanesi olarak kullanılırken; arka kısmı ise kışla olarak kullanılıyor. Aynı dizide, aynı bölümde, aynı iki mekan. Aynı bina ‘Zehra’ya hastane, ‘Rıza’ya kışla... Dizilerin mekan konusunda sıkıntı çektiğini biliyoruz ama bu kadarına da pes doğrusu. Artık seyirciyi böyle aptal yerine koymasınlar. Bu konuya dizi yapımcılarının bir çare bulması şart.”