Arif Keskiner’le M. Melih Güneş’in hazırladığı ‘Nazım’ın Evinde Vera’nın Sofrasında - Nazım Hikmet’ adlı kitap, ‘vatan haini’ ilan edildiği ülkesini terk etmek zorunda kalan bir insanın vatan hasreti ve sevdasının
belgeseli gibi…
Bakar mısınız Nebil Özgentürk’ün Nazım hakkında yazdığı bölümde şairin eşi Vera’ya bıraktığı vasiyet gibi mektuba?
“Veracığım. Bir kez olsun git Türkiye’ye. Benim için yap bunu, lütfen yap, vallahi beğeneceksin, inan bana,
git benim memleketime, benden bir şeyler hatırlayacaksın, tek istediğim bu, başka bir şey istemem.
O zaman sesim (Veracığım, şekerim, gülüm benim) diyecek sana.
Sonra sesimi Türkiye’ye de ver. Ne yazık ki seni alıp bir tek kerecik götüremem. Oysa İstanbul’umu gösterirdim sana.
İstanbul, dünyanın en güzel şehirlerinden biri. Benim İstanbul’umdan nasıl ikram ederdim sana bir bilsen.
Uçakla gidebilseydik, olabildiğine alçaktan ve yavaş uçmasını isterdim pilottan, şehre yaklaşırken hiçbir şeyi gözden kaçırmayalım diye.
40 yıldır özenle saklıyor
İstanbul’a gemiyle gidebilseydik, kaptana delicesine hızlı sürmesini rica ederdim; memleketime varmadan mutluluktan ölmemek için. Ah Veracığım bir İstanbul’da olsam…”
Kitapta Fatma Girik’in Nazım’ın Türkiye sevdasına ilişkin de bir bölüm var. Nazım’ın Moskova’daki evine giden Girik, orada Vera’nın kızıyla aralarında geçenleri şöyle anlattı:
“Nazım’ın evindeyiz. Vera’nın (Nazım Hikmet’in eşi Vera Hikmet) kızı geldi, beni tanıştırdılar. ‘Memleketim, memleketim diyerek sayıklardı. Annemle birlikte okula ziyaretime geldikleri vakit bana bir bebek getirmişti. O gidemedi. Size bu bebeği hediye etmek istiyorum. Lütfen bunu Türkiye’ye götürün’ dedi.”
Fatma Girik, “Bunun yeri bir başka! Ödüllerimle bu evimin baş köşesinde” diyerek 40 yılı aşkın süredir özenle sakladığı, Nazım’dan aşkı Vera’nın kızına, Anna Stepanova’dan kendisine armağan bebeğin, tozlandıkça kıyafetlerini yıkadığını ve özenle sakladığını söyledi.
200 YIL ÖNCEKi iSTANBUL’DA TUR
İş seyahatim nedeniyle Deniz Müzesi’ndeki ‘Pitoresk İstanbul’un açılışına katılamamıştım. Londra’dan döner dönmez ilk işim, bu sergiyi gezmek oldu. Perşembe akşamı Londra’dan döndüm ve ertesi gün Beşiktaş’taki Deniz Müzesi’ne gittim. Çünkü dünyaca ünlü gezgin ressamlar Melling, Schranz, Allom, Bartlett, Lewis ve Ayvazoski’nin çizdiği İstanbul gravürleri ve resimlerinin, günümüzün animasyon teknolojisiyle nasıl canlandırıldığını merak ediyordum.
‘Pitoresk İstanbul Digital Exhibition’u Yeşim Salkım’la birlikte gezdik. Müzede bize eşlik eden Mısra Erkaya, sergi için şunları söyledi:
6 ressamın İstanbul’u
“Amacımız ziyaretçileri 200 yıl öncesinin İstanbul’uyla buluşturmak. Altı ressamın İstanbul çalışmalarını toplamak kolay olmadı. Bir yılı aşkın sürdü serginin hazırlıkları. Gravür ve resimleri çok özel animasyon teknolojisiyle canlandırdık. Küçük gravür ve resimleri dijital ortamda büyüttükçe, içlerindeki detaylara hayran kaldık.”
“Nerede o eski İstanbul?” diyenlerdenseniz, Anjelika Akbar imzalı müzikleri dinleyerek dolaştığımız sergiyi size de şiddetle tavsiye ederim.
Yemyeşil yedi tepe
Sergide 1760 - 1900 yılları arasında yaşamış altı sanatçının eserleri, her birinde İstanbul’un en bakir halleri var. Günümüzde betona boğulmuş İstanbul’un üzerine kurulduğu yedi tepe yemyeşil… O güzelliğin üzerine altı ressamın bine yakın gravür veya resminden bazılarının animasyonla canlandırılmış olması süper.
Kiminde yağan kar canlandırılmış, kiminde deniz, kiminde uçan kuşlar. Her tarafı yerden tavana tuvalle kaplı büyük salonda 35 dakikalık dijital video gösterisinde 17’nci, 18’inci veya 19’uncu yüzyılda çizilmiş İstanbul’u canlıymış gibi seyretmenin keyfi gerçekten bambaşka.
Öğrenci ve emeklilerin 15, çocukların 8, yetişkinlerin 25 TL ödeyerek girebildikleri sergi 25 Mayıs’ta sona erecek.