Ali Eyüboğlu

Ali Eyüboğlu

aeyuboglu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Eve dönerken trafiğe yakalanmamak için kendime bir güzergah belirledim. Kuzguncuk’ta ‘Hayat Bilgisi’ dizisinin çekildiği okulun yanından geçerken kendimi bir dizi setinde buldum

Yapımcısından yönetmenine, set ekibinden oyuncusuna çoğu tanıdık. Otomobilimi park edip, yanlarına gittim. O da ne? NTC Medya’nın TRT için çektiği ‘Yerden Yüksek’ dizisinin setinde futbolcu ve teknik direktörlük, hatta yorumculuk yanını çok iyi bildiğim, ama oyunculuk yaparken hiç

GÜVENÇ HOCA OYUNCU OLDU
görmediğim Güvenç Kurtar, kameralar karşısında rol kesiyor. ‘Yerden Yüksek’ dizisinin başrol oyuncusu Altan Erkekli, senaryo gereği sporla adam etmek istediği mahalle gençlerinden kurulu bir takımın hocası. Senaryoya göre ünlü teknik direktör Güvenç Kurtar da, Erkekli’nin çok samimi arkadaşı. Erkekli, takımını motive etmek için Kurtar’dan destek istiyor. Kurtar da, çalıştırdığı takımı alıp Erkekli’nin mahallesine geliyor. Kurtar’ın profesyonelleriyle Erkekli’nin amatörleri toprak sahada ‘gazozuna’ bir maç yapıyor.
Güvenç Kurtar, kameralara yabancı değil, ama oyunculukta acemi. Senaryoyu bir gece önceden alıp, kamera karşısında söyleyeceklerini ezberlemesine karşın, yönetmen “Motor” deyince heyecandan hepsini unuttuğunu vurgulayan Kurtar, “Bambaşka bir işmiş bu” dedi. Buna rağmen Kurtar’a hem yönetmen Taner Akvardar, hem birlikte kamera karşısına geçtikleri Altan Erkekli, ‘geçer not’ verdi.

Anneyle baba arasındaki fark
Ünlü teknik direktör Güvenç Kurtar, ilk kez oyunculuk sınavından ‘geçer not’ aldı, ama ‘velilik’ konusunda sınıfta kaldı. Kurtar, çekimlere 12 yaşındaki ‘tekne kazıntısı’ dediği oğlu Efe’yle geldi.
Dizide oynayacağını öğrenince oğlunun, “Sete beni de götür” diye tutturduğunu anlatan Kurtar, ‘velilik’ konusunda kötü bir sınav verdi. Saat 14.00 sularında oğluyla birlikte sete giden Kurtar, aradan geçen 3-4 saatlik sürede 12 yaşındaki Efe’nin acıkmış olabileceğini düşünemedi. Efe’nin aradan geçen sürede bir şeyler atıştırıp atıştırmadığını merak eden yine annesi oldu. Oğlunu telefonla arayan anne, o saate kadar bir şey yiyip yemediğini sorunca, Efe de settekilerden yiyecek istemek zorunda kaldı. Oğlu set ekibinin temin ettiği sandviçi yerken, çekim arasından yararlanıp Efe’nin yanına gelen Kurtar’a, “Annesi güvenip, çocuğu teslim etmiş, ama sen onu aç bırakmışsın” diye takıldım.
Kurtar, “Bir dakika yerinde durmadı ki, dursa acıktın mı diye soracaktım. Bu kadar hiperaktif bir çocuk olmaz!” diyerek kendini savundu.


BU ACILARDAN NEDEN DERS ALMIYORUZ?

Öncelikle Rize’de yaşanan son sel felaketinde ölenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı diliyorum. Ardından da bu vesileyle hep göz ardı edilen bir konuya dikkat çekmek istiyorum


Mevsim normallerinin üstündeki her yağıştan sonra Rize ve Trabzon’da bu tür sel felaketleri yaşanmasının asıl sebebi, dere yataklarına ev yapılması ve suyun önünde set oluşturan sahil yolu mu? Sahil yolu daha yeni, ama sel ve heyelan yüzünden ölümler yeni değil. 1929’dan bu yana meydana gelen 33 sel, taşkın ve heyelanda tam 585 kişi hayatını kaybetti. Sahil yolunun iddia edildiği gibi suyun önünde set oluşturduğu yerler yok mu? Var! Peki Karadeniz’de sıkça sel ve heyelan olmasında, eğimli arazide toprağı tutan ağaçların kesilerek ormanların çay bahçesine dönüştürülmesinin hiç mi payı yok?
“Magazincisin, bu işleri nereden bilirsin?” diyenler olabilir. Hemen söyleyeyim, o topraklarda doğup, büyümüş biri olarak, ağaçlar kesilerek yapılan çay bahçelerini, ilk büyük yağmurun nasıl götürdüğüne birçok kez tanık olmuşluğum var da oradan biliyorum. Gündoğdu’daki heyelan fotoğraflarına bir bakın, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Bu acıları sıkça yaşıyoruz ama nedense hiçbirinden ders almıyoruz. Doğaya kafa tutmayı sürdürüyoruz. Türkiye’nin en güzel doğası Doğu Karadeniz’de ama kıymeti bilinmiyor nedense... O güzelim doğa harikası köylerde o beton yığını yamuk yumuk evlerin, o güzelim yaylalarda o gecekonduların işi ne? ‘Doğu Karadeniz’de Kırsal Mimari’ adlı bir katalog-kitap var. O kitaptaki her biri tablo gibi eski köy evlerine baktıkça içiniz açılıyor ama Karadeniz köyleri ve yaylalarındaki yeni yapılara baktığınızdaysa içiniz yanıyor. Karadeniz’e gerçekten de yazık oluyor.