Yaşar Alptekin’in hac dönüşü havaalanında yaptığı açıklamaları eleştiren bir yazı yazdım, yine e-postam kilitlendi...
Öyle bir mail yağmuruydu ki, ben hepsini teker teker okuyup sildikçe yenileri geldi.
Gelen e-postalar arasında “Hacı Yaşar” için yazdıklarım nedeniyle “elinize sağlık” diye yazanlar da vardı, “Bir insanın dini vecibelerini yerine getirmesi niye rahatsız etti?” diyenler de, yazdıklarının her satırıyla seviyelerini ya da seviyesizliklerini gözler önüne serenler de...
Bana e-posta gönderenlerin hepsine tek tek cevap vermem mümkün değil.
O nedenle bu yazı “Hacı Yaşar” nedeniyle bana e-posta gönderenlerin tümüne toplu yanıt niyetine...
Öncelikle şunun altını çizeyim.
Bir kere ben, Yaşar Alptekin’i hacca gittiği için eleştirmedim.
Dini inançlara olan saygım nedeniyle şimdiye kadar böyle bir şeyi aklımın ucumdan dahi geçirmedim.
Benim eleştirim Yaşar Alptekin’in hac gibi kutsal bir görev dönüşü havaalanında yaptığı şova ve açıklamalara...
Kendisini iyi tanıdığım ve yazdığı kitapta hayatının nasıl zig zaglarla geçtiğini okuduğum için söyledikleri bana hiç inandırıcı ve samimi gelmedi.
“Organize işler” bunlar
Aldığım onca öfke, hakaret ve küfür dolu e-postaya rağmen doğru bildiğim yoldan gitmeye, böyle şeyleri eleştirmeye devam edeceğim.
Söz konusu e-postaları tek tek okuyunca görüyorum ki “organize işler” bunlar...
Amaçları da belli:
Kendileri gibi düşünmeyenleri yıldırıp, susturmak... Ama bizde yok öyle kuru gürültüye pabuç bırakmak...
Gerçekleri yazmaktan vazgeçeceğimi sananlar fena halde yanılacak.
Örneğin Yaşar Alptekin’in, kendisini programına konuk etmek isteyen televizyoncularla arasında “tamamen duygusal” bağ oluşturduğuna dair söylentiler geldi kulağıma...
Bunun belgesini elime geçirdiğim gün yazacağım.
Şimdi bunun belgesi elime geçtiği zaman Yaşar Alptekin’i acayip seven bir cemaat var, kızıyorlar diye yazmayacak mıyım?
Elbette ki yazacağım.
Çünkü benim meselem dini görevlerini yerine getirenlerle değil, dini ticarete dökenlerle...
‘Sıcak’ güzel film, peki ya galası?
Çarşamba akşamı Nişantaşı City’s Alışveriş Merkezi’nin sinemalarında Abdullah Oğuz’un son filmi “Sıcak”ın galası vardı.
O galada izlediğim “Sıcak” filmiyle ilgili iki “iyi” bir de “kötü haber”im var.
Önce “iyi haberler”...
“Sıcak”, İbrahim Altun’un aynı adlı romanından beyazperdeye aktarılan bir yapım... Kitabın kapağında şöyle bir not var:
“Onlar yol arkadaşıydılar...
Sonra suç ortağı oldular...
Sonra düşman...”
Aslında bu üç cümle filmin de en kısa özeti.
“Sıcak”, hikâyesi ve kurgusu güzel bir film.
Filmin başrol oyuncuları Cem Özer ile sinemada yeni olan Ebru Akel’in iyi performans sergilediklerini, Hazım Körmükçü’nün ise oyunculuk dersi verdiğini söyleyebilirim.
Abdullah Oğuz, kısa bir süre önce aslında filminin başrollerinde Okan Bayülgen ile Yavuz Bingöl’ü oynatacağını, ama onların verdikleri sözlerden caydığını açıkladı.
Cem Özer’in rolünü Yavuz Bingöl, Hazım Körmükçü’nün rolünü Okan Bayülgen oynasaydı daha iyi bir film mi ortaya çıkardı?
Sanmıyorum.
Bence oynayanlar rollerinin hakkını verdiler.
Geceyle ilgili diğer güzel haber de şu:
Doğan Kitap’ın Basın Danışmanı Özlem Yaşarlar, matbaadan yeni gelen “Sıcak” romanını getirip verdi. “Sıcak”ın üstünde hâlâ matbaa sıcaklığı vardı.
Şimdi sıra “kötü haber”de.
Bunca yıllık meslek hayatımda, davetlilere bu kadar kötü muamele edilen bir başka organizasyon görmedim.
11 Eylül saldırılarından sonra Amerikalıların, Arap ülkelerinden gelen insanlara reva görmediği muameleyle karşılaştı insanlar o gece...
Görevlilerin basın mensuplarına karşı sergilediği tavır da tek kelimeyle çirkindi.