Yaz gelince Bodrum Torba’ya demir atan Savaş Ay’ın İbrahim Tatlıses’le yaptığı söyleşide iki konu dikkatimi çekti.
Bunlardan biri Tatlıses’in ille de milletvekili olmak istediğini söylemesiydi.
Savaş Ay, “Vekil olunca başın göğe mi erecek?” diye sorunca Tatlıses, şu yanıtı verdi:
“Hayır, ama içimdekileri dışarı vereceğim. Ben öyle şeyler biliyorum ki, devlet bile bilmiyor bazılarını... Konuşsam 50 türlü yere çekerler diye korkup söyleyemiyorum. O zaman söylersin, çünkü dokunulmazsın, millet adına konuşuyorsun.”
Savaş Ay da fırsatı kaçırmayıp, “Kürt açılımı konusunda fikrin ne?” diye sıkıştırdı Tatlıses’i...
Ama anlaşılan o ki Tatlıses, “Dokunulmazlık” kazanmadan bu tür hassas konularda gerçek fikrini söylememeye kararlı.
O nedenle de, “Bak işte milletvekili olsam akşama kadar konuşurum bu konuyu. Çok güzel gelişmeler oluyor ama gık edemiyorum ki” diyerek geçiştirdi konuyu.
Bu açıklamalarından sonra Tatlıses’in neler bilip de söylemediğini çok merak ettim doğrusu.
Devletin bilmeyip de Tatlıses’in bildiği neler var?
Konu “Kürt açılımı” olunca Tatlıses’in niye çıkmıyor “gık”ı?
Tatlıses’in iddia ettiği gibi İstanbul 3. Bölge’den bağımsız milletvekili seçilip “dokunulmaz” olması imkânsız.
Tatlıses’e bildiklerini söyletmek için başka bir formül gerek.
“Kafa koparan o solist” kim?
İbrahim Tatlıses’in Savaş Ay’a yaptığı açıklamaların bir başka ilginçi de şuydu:
“Sibel’i (Can) sevmemek mümkün mü? Öyle bir ses, öyle bir yetenek ki, pınar gibi akıyor. Kimseyi incitmez. Aynı gırtlağa sahip biri daha var. İsmini veriyorum, ama yazma lütfen abi. Ama aklı kafa koparmakta. 3 günlük 3 kuruşluk çıkarı için ne tezgâhlar yapıyor, ne dümenden ilişkiler, aşklar yaşıyor.”
Tatlıses, o ismi Savaş Ay’ın kulağına fısıldadı mı bilmiyorum, ama “Kafa koparan solist” derken kimi kastettiğini tahmin ediyorum.
Ancak Tatlıses’in o solist için niye böyle bir açıklama yapma gereği duyduğunu bilmiyorum.
Bunu da, en az o isim kadar merak ediyorum.
Pazar günü Osman Yağmurdereli’nin ölümünün birinci yılı nedeniyle Aşiyan’daki mezarı başında yapılan törende karşılaştık kendisiyle.
Burası yeri değil diye soramadım, hâlâ merak içindeyim.
39. yaşını Kıbrıs’ta kutlayan Sibel Can’ın söylediği şu söze bakar mısınız?
“Boşanma davam 1 Eylül’de... Asıl doğum günüm o gün olacak. Bir ay boyunca kutlama yapacağım. O günü iple çekiyorum.”
Şimdi Sibel Can’a sormak gerekmez mi?
Pardon da seni silah zoruyla mı evlendir-diler Sulhi Aksüt’le? Varsayalım ki silah zoruyla evlendirdiler seni...
O zaman sekiz yıl bu evliliğe niye katlandın? Hakkınızda her “Boşanıyorlar” haberi çıktığında kameraların karşısına geçip ne diye, “Çok mutlu bir evliliğim var. Nereden çıkıyor bu yalanlar” şeklinde açıklamalar yaptın?
Madem ki boşanınca yeniden doğmuş gibi olacaksın, bu işi şimdiye kadar niye yapmadın?
Sen Miami’deyken mücevher kasan boşalmamış olsa, eşin Sulhi Aksüt’ten boşanmayacak mıydın? Sibel Can’ın ya bu konuda bugüne kadar söyledikleri doğru değildi, ya da şimdi söyledikleri.
Sibel Can, ya bu sorulara doğru dürüst ve de tatmin edici yanıtlar vermeli ya da bu konuyu bir daha gündeme getirmemeli.
‘Sigara yasağı’ başladı, böyle oldu
Kapalı mekânlardaki sigara içme yasağıyla birlikte “Yurdum insanı”nın cin fikirliliği de başladı...
Hafta sonu Beyoğlu’nun meyhaneleriyle ünlü sokağı Nevizâde’ydim...
Meyhanelerin içi bomboştu, ama önleri iğne atsanız yere düşmeyecek gibiydi.
Meyhane müşterilerinin hepsi mi tiryaki?
Eskiden Beyoğlu’nda bar ve restoranların önünden geçerken görevliler sizi, “Boş yerimiz var” diye içeri davet ediyordu.
Sigara yasağından sonra onlar da söylemini değiştirdi.
Kimi, “Sigara içilen balkonumuz var”, kimi de, “Sigara içilen terasımız” diyor...
Kendi içeride, sigaralı eli dışarıda olan kahve müşterisi mi ararsın, kaldırımları işgal edip, okey ya da pişpirik oynayanları mı?
Sigara tiryakisi müşterilerine çekirdek ya da sakız dağıtan çaycıları mı ararsın, “Beş dakika sigara molası” deyip, kahvedeki oyunlarına ara verenleri mi?
“Sigara yasağı” bakalım bizi daha nelerle tanıştıracak?