Levent İnanır’ın kulakları çınlasın... Yanılmıyorsam o soktu “Sanatçı duruşu diye de bir şey var”ı hayatımıza... Şimdi tarihe geçmiş iki “sanatçı duruşu”nu anlatacağım.
Birincisi Vefa Zat’ın Suriçi’nden Hilton’a uzanan barmenlik hayatını yazdığı “Barmen” kitabından...
Vefa Zat, Doğan Kitap’tan çıkan kitabında unutamadığı Louis Armstrong’lu anısını anlatırken şunları yazdı:
“1958 yılının sonbahar aylarında bir gün, tüm zamanların en ünlü caz sanatçısı ‘Altın Trompetli’ Louis Armstrong, Hilton’un Balo Salonu’nda bir konser verdi. Sadece bu özel konser için ülkemize gelmiş, bunun için aylarca hazırlık yapılmıştı. Her şey mükemmeldi.
Gecenin bir saatinde Louis Armstrong ve orkestrası sahnedeki yerini aldı. Müzik başladı. Ancak konser başladığı anda hiç beklenmeyen ve istenmeyen bir olay yaşandı. Konserin başlama zamanı ile ana yemeğin servis zamanı çakışmıştı.
Louis Armstrong bir anda orkestraya dönerek müziği kesmelerini işaret etti. Ardından kendisi ve diğer müzisyenler salonu terk ederek odalarına çıktı. Salonda bulunan konuklar donakaldı.
Otelin müdürü ve ilgililer sorunu çözmek için hemen şarkıcının odasına gittiler. Ancak şarkıcıyı ikna edemediler. Sonunda, ‘Konsere çıkmazsanız mukavelede yazılı olan bir milyon doları tazminat olarak sizden talep edebiliriz’ deyip sanatçıyı kibarca tehdit ettiler.
Tehdit fena halde geri tepti. Armstrong, bu sözü duyar duymaz çek defterini çıkarıp 1 milyon dolar yazıp otel müdürüne uzatınca iş tamamen kilitlendi. O gece protokol masasında bulunan ABD’nin Türkiye Büyükelçisi devreye girdi de Louis Armstrong sahneye dönmeyi kabul etti.”
Serdar Ortaç’a kızan bile çıkmadı
Louis Armstrong’un 1958 yılında İstanbul’da yaptığı bu delikanlılığı bugünün Türkiye’sinde yapabilecek sanatçı var mı? Çok sanatçı tanıyorum, ama Armstrong gibi, “Beni parayla mı korkutacağınızı sanıyorsunuz” diyebilecek kimse gelmiyor aklıma... Ama insanlar arasında din, dil ve ırk ayrımı gözeten bir “sanatçı” tanıyorum.
Kim mi?
Serdar Ortaç...
14 Şubat Sevgililer Günü’nde yaptığı şu açıklamaya bakar mısınız?
“Bu yıl da sevgilim yok, geçen yıl sevgilim vardı. Fakat Musevi çıktı ayrıldık.”
Pes artık...
Bu devirde, hele hele de bir “sanatçı”nın insanlar arasında din, dil ve ırk ayrımı yapması artık sözün bittiği yerdir...
Böylesine densiz bir açıklama yaptığı için Ortaç’a kimsenin tepki göstermemesi de Türkiye’nin geldiği yeri göstermektedir.
Bu da “Pes” ötesi bir şeydir...
Gerçek sanatçı Gazanfer Özcan ile Mehmet Eyüboğlu’nun ardından
Merhum Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun oğlu, yazma sanatçısı Mehmet Hamdi Eyüboğlu’nu dün son yolculuğuna uğurladık. Mezarı başında hocanın okuduğu dualar beni yıllar öncesine götürdü.
Bir öğle vaktiydi...
Mehmet Hamdi Eyüboğlu telefon açtı...
“Ekraba Tuğba Özay adında güzel bir kız var, tanıyor musunuz onu?” dedi. “Tanıyorum” deyince de anlatmaya başladı rahmetli:
“Bu kızcağız çıktı bir açıklama yaptı, ‘Bedri Rahmi Eyüboğlu benim dayım olur’ diye... İki halam var, biri evli, biri bekâr, ama ikisinin de çocuğu yok. Bu kız nasıl dünyaya geldi? Gerçi güzel de bir kız. Kim öyle güzel bir akrabası olsun istemez ki? Ama söylediği doğru değil.”
Tuğba Özay’ı arayıp “dayı oğlu”nun sitemini ilettim. Özay, “Bedri Rahmi Eyüboğlu benim dayımdır demedim. Benim babam da ressam, Bedri Rahmi Eyüboğlu da dayımın arkadaşı dedim, ama gazetede öyle çıktı” dedi.
Özay’a arayıp durumu anlatması için Mehmet Eyüboğlu’nun numarasını verdim.
Özay’dan sonra Mehmet Eyüboğlu’nu arayıp, Trabzonlu Temel’in, “Ben deyrim oğa torunum yok, o deyi bağa dayimsun dayum” fıkrasını anlattım.
Çünkü fıkra tam da böyle bir konuyu karikatürize ediyordu. Mehmet Hamdi Eyüboğlu, “Ekraba, nerden geldi bu fıkra aklına? Gülmekten ölüyordum az daha” demişti... Güle güle “ekraba”...
Dün Mehmet Hamdi Eyüboğlu’nu uğurladık son yolculuğuna...
Bugün sıra Gazanfer Özcan’da...
Geride bıraktığımız yaz aynı dönemde tatil yapmıştık Özcan’la “Buranın ilk müşterilerinden biriyim” dediği Club Flipper’da... Keyifli bir “Cafe Sohbeti” de yapmıştık onunla... Güle güle büyük usta...