Ali Eyüboğlu

Ali Eyüboğlu

aeyuboglu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Avrupa Şampiyonası için geride bıraktığımız hafta iki kez gidip geldiğim İsviçre yolunda iki kitap okudum. Kitaplardan biri Tuğba Özay’ın “Bedel”iydi, diğeri ise Şemsi Sılkım’ın “Şöhret”i...
Doğan Kitap’tan çıkan Tuğba Özay’ın “Bedel”i anı kitabından çok, ünlü mankenin 167 gün geçirdiği cezaevindeyken anne ve babasına yazdığı mektuplardan ibaret.
Özay’ın kitabı, “Ben masumum anne” diye başlıyor, “Babacığım ben suçsuzum. Yok yere cezaevinde yatıyorum” diye bitiyor...
“Kriminal aşkların kadını”, anne ve babasına yazdığı mektuplarda şunun altını ısrarla vurguluyor:
“Tek yanlışım gönlüme söz geçirememek... Tek suçum sevdalanmak...”
Olay yargıda... O nedenle bu konuda yorum yapmak doğru olmaz.
Ama şunu vurgulamakta yarar var.
İnsan kitabı okuyunca bir suçluluk duygusuna kapılıyor.
Çünkü Özay’a göre asıl suçlular dışarıdakiler ve sistem...
Bunlar bir yana Özay’ın yazdıkları arasında birkaç konu gerçekten de can acıtan türden.
Birincisi şu:
Ceza ve tutukevleri ne için var?
Toplumun huzurunu bozanları bir yerde toplayıp ıslah etmek için.
Bir devlet, tutukladığı insanları 24 kişinin kalabileceği bir koğuşa 37 kişi doldurarak ıslah edebilir mi?
Bir devlet, “AB’den denetlemeye geldiler” diye cezaevlerinin koğuşlarındaki mahkûm fazlalığını gizler mi?
Devlet, defosunu birilerine göstermemek adına tutuklusunu gizlerse, onlar dışarı çıktığında bir şeyleri gizlemeyi doğal hak olarak görmez mi?
Önce devlet şeffaf olacak, sonra da vatandaşından aynı şeyi bekleyecek.
Suç işleyerek toplumun huzurunu bozanlar elbette ki, kanunlar karşısında gerekli cezayı çekmeli. Ama devlet bunu yaparken de “devlet baba”lığını göstermeli...
Gelelim diğer konuya...
Benzer bir konu, “Uçurtmayı Vurmasınlar” adıyla sinema filmi olmuştu.
Özay’ın koğuş arkadaşları arasında anneleriyle birlikte cezaevinde yatan çocuklar da vardı. Özay’ın Agustin adlı küçük çocukla ilgili anılarını okurken içim sızladı.
Annesiyle diye cezaevinde büyüyen bir çocuktan nasıl bir gelecek beklenebilir ki?
Devlet, işte böyle durumlarda “devlet baba”lığını göstermeli.
Özay’ın yazdıkları arasında ilginç bir ayrıntı da şu:
O cezaevindeyken, sabah magazin programlarında “Tuğba Özay Günlüğü” yayınlanıyordu.
Özay kitabında, “Her sabah TV programlarında tamamen uydurma bir ‘Tuğba Özay Günlüğü’ yayınlanıyor. Sanki ben her gün yazıp gönderiyormuşum havası verilmeye çalışılıyor. Hâlâ devam ediyor bu yalanlar” diye yazdı.
Şimdi çok merak ediyorum, acaba ne diyecek Özay’ın “Tamamen yalan” dediği o günlüğü her sabah milyonlara “haber” diye sunanlar?

Haberin Devamı

Türkiye’nin magazin tarihine ‘Şöhret’le keyifli bir yolculuk
Türkiye’nin yaşayan en eski magazin gazetecisi Şemsi Sıklım, “Şöhret  Bir Zamanlar Türkiye” adlı bir kitap yazdı. Sılkım’ın Sam Yayınları’ndan çıkan 480 sayfalık kitabında Safiye Ayla’dan Orhan Günşiray’a, Erol Taş’tan Nesrin Topkapı’ya, Sadettin Kaynak’tan Perihan Altındağ Sözeri’ye, Müjde Ar’dan Behiye Aksoy’a, Zeki Müren’den Türkan Şoray’a, Cüneyt Arkın’dan Sibel Can’a, Endonezya Cumhurbaşkanı’ndan Osman Bölükbaşı’na kadar yüzlerce ilginç anı var. Bunlardan birkaçını aktarmak isterim.

Haberin Devamı

Bölükbaşı-Aksoy aşkı
“Osman Bölükbaşı’nın Behiye Aksoy’la aşkını, 14 yaşındaki oğlu Deniz Bölükbaşı’nın Başbakan İsmet İnönü’ye şikâyet ettiğini duyan babası eşine, ‘Bu yaşta bunu becerdiğine göre yarının büyük bir adamı, belki de benim gibi bakan olacak’ demişti. Deniz Bölükbaşı büyüyünce babasının dediği gibi çok iyi bir diplomat ve siyasetçi oldu.”

Haberin Devamı

Çapkın cumhurbaşkanı
“1959 yılında Endonezya Cumhurbaşkanı Sukarno, Ankara seyahatinden sonra İstanbul’a gelişinde, bir gece eğlenmek istedi. Dışişleri Bakanlığı araya girerek, o dönemin en popüler randevuevinin sahibi Lüks Nuriye’den bir kadın istedi. Gönderilen kadın da sinema filmlerinin başrollerinde oynayan ünlü ve güzel bir yıldızdı. Endonezya Cumhurbaşkanı ülkesine gittikten sonra Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a gönderdiği mektupta, ‘Teessüf ederim. Bana ikram ettiğiniz hanımdan bel soğukluğu hastalığı aldım’ diye yazmıştı.”

Zeki Müren’i üzen kimdi?Kitabın, “Cahide Sonku’nun Zeki Müren’e attığı kazık” bölümünde olayı “Sanat Güneşi” anlatıyor:
“Boğaziçi Lisesi’nde öğrenciyken Cahide Sonku beni sahibi olduğu film şirketine davet etti. Onu görünce elim ayağım dolaştı. ‘Beklenen Şarkı’ için bana 200 bin lira verip boş kağıda imza attırdı. Film rekorlar kırdı. Beni iki yeni film için çağırdıklarında ücreti sordum, önüme imzam olan bir kağıt koydular. Bir film için imza attırdıkları o kağıda ‘5 film için’ yazmışlar. Bu bana ders oldu, bir daha hiçbir sözleşmeye imza atmadım, hep sözlü çalıştım.”
Şemsi Sılkım’ın “Şöhret  Bir Zamanlar Türkiye” kitabını bitirince şu kanaate vardım.
60 yıldır şov dünyasında çok şey değişti.
Öykünün senaristleri, yönetmenleri, yapımcıları ve oyuncuları hep değişti ama konusu hep aynı kaldı.