Şov dünyasının vamp yıldızlarından Hilal Cebeci tesettüre girerken, Necla Nazır türbanını çıkarabileceğinin sinyalini verdi.
Hilal Cebeci’nin türban takıp, tesettüre benzer kıyafetlerle dolaşmasını ve “Bu benim cami kıyafetim. Mini etekten, dekolteden vazgeçmedim” açıklamasını inandırıcı bulmuyorum.
Necla Nazır’ın söylediklerini de Kanal D’de katıldığı Seda Sayan’ın programında dinledim. “Sabahların Sultanı”nda Nazır, bunca yıldan sonra türbanını çıkarmak istemesinin sebebini şu sözlerle açıkladı:
“Eşimden ayrılmış olmasaydım böyle bir düşüncem olmazdı. Şimdi ayaklarımın üzerinde durabilmek ve çalışmak için başımı açmaya karar verdim. Hayatımı idame etmek için bu kararı almak zorunda kaldım.”
İki yıldızın yaptığı aklıma Cem Yılmaz’ın reklamlarını getirdi.
Cebeci’nin tesettür kıyafeti bana, “Reklam kokan hareketler bunlar”ı, Nazır’ın türbanını çıkarma gerekçesi de “Tamamen duygusal”ı hatırlattı.
Tek suçlu Muzaffer Kuşhan mı?
19 yaşındaki Dila Kurt adlı genç kızın zayıflamak için gittiği Op. Dr. Muzaffer Kuşhan’ın Polonezköy’deki kampında ölmesinden bu yaza medyada çıkan haber ve yorumları ilgiyle takip ediyorum. Konu hakkındaki haber ve yorumları takip etmeye de devam edeceğim.
Çünkü bu haberler sayesinde acayip bilgiler ediniyorum.
Neler mi?
Meğerse Kuşhan’ın o kampı kaçakmış.
Meğerse o kampta doktor ve ambulans olması lazımmış, ama yokmuş.
Meğerse Kuşhan orayı otel ruhsatı alarak açmış, zayıflama merkezi ruhsatı almak için de başvurmuş ama henüz o izni almamış.
Meğerse yıllardır Kuşhan, müşterilerini cezbeden o fit görünümünü kendi diyetlerine değil, yağ aldırmaya borçluymuş...
Meğerse Op. Dr. Muzaffer Kuşhan’ın zayıflama merkezinde diyetisyen yokmuş...
Meğerse Sağlık Bakanlığı, olaya el koymuş ve soruşturma açmış.
Bunlar şimdiye kadar çıkan haberlerden aklımda kalanlar...
Bundan sonra kim bilir neler çıkacak, neler?
Bu haberler aslında şunu gösteriyor.
Bu ülkede ne devlet devletliğini yapıyor, ne de medya kamu adına denetim görevini layıkıyla yerine getiriyor.
Bu bilgilerin ortaya çıkması için 19 yaşındaki genç bir kızın ölmesi mi lazımdı?
Bizim suçumuz yok mu?Açın medyanın arşivine bakın.
Arşivler Op. Dr. Muzaffer Kuşhan’ı ve metodunu öven haberler ve söyleşilerle dolu...
Gerçi yıllar içerisinde, Kuşhan sayesinde verdiği kiloları aynı hızla geri alınca ya da kilo problemi nedeniyle sağlığı bozulunca ünlü diyetisyene veryansın edenler de olmadı değil. Ama onların sesleri de, “En kısa sürede, en hızlı kilo vermenin sihirli formülünü bulan adam; Op. Dr. Muzaffer Kuşhan” diye slogan atan koronun yanında nedense hep cılız kaldı ve kaybolup gitti.
Düne kadar Kuşhan’ı yere göğe koyamayanlar bakıyorum da nasılsa düştü bir tekme de ben atayım kuyruğundalar...
20 yılı aşkın bir süredir yere göğe koyamadıkları bir adamı, şimdi yerden yere vuranlar acaba hiç ellerini vicdanlarına koyup, “Biz bu ruhsatı, doktoru, ambulansı, diyetisyeni yoksa baştan mı sormalıydık?” diye kendilerine soruyorlar mı?
Dila’nın ölüm sebebini ortaya koyacak otopsi raporu açıklanmadan Kuşhan diyetini “katil” ilan etmek yargısız infaz değil mi?
Devlet, devlet gibi olmalıNeymiş efendim, “Sağlık Bakanlığı duruma el koymuş”...
Peki, yıldır çıkan onca habere rağmen oraya bir gün bile gidip, gerekli denetimleri yapmayan Sağlık Bakanlığı’ndan bunun hesabını kim soracak?
Hiç kimse...
Çünkü Tarım Bakanlığı’ndan “Hayvan yemi” ruhsatıyla ithal ettikleri şeyleri üç kuruşa gümrükten çekip, “Dünyanın en meşhur zayıflama ürünleri” diye dünyanın parasına pazarlayanların cenneti bu ülke...
“Magazin”den arındırılmış “Ana Haber Bültenleri”ne bakın... Her Allah’ın günü “Bilmem kaç günde, kaç kilo verdi” diye diyet kobayların ekranlara sürüldüğü bir ülke Türkiye...
Yıllardır gazeteler de öyle...
Diyet güya “kişiye özel” ama herkese verilen aynı reçete:
“Bir dilim kepek ekmeği, bir kibrit kutusu büyüklüğündeki peynir.”
Sadece medya mı?
Yıllarca görmediğimiz biriyle ilk karşılaşmada onu göz terazisinden geçirip, “Sen biraz kilo mu aldın, bana mı öyle geliyor?” deyip, karşı tarafı komplekse sokan kim?
Biz, yani hepimiz...
Demem o ki masum değiliz hiçbirimiz...