Akşam yemeğinden sonra havuzun karşısındaki cafe’de oturduk, Club Flipper’in basın danışmanı Tayfun Omay’la sohbet ediyoruz.
Birazdan yan tarafta şov başlayacak, o yüzden animatörler müthiş bir koşuşturma içinde...
Şov kıyafetlerini giyen animatör kızlar, yandaki kuaföre koşuyor, orada saçını makyajını yaptıran soluğu kuliste alıyor.
Animatörlerin o koşuşturması sırasında Tayfun, “Avrupa Yakası dizisinde ‘Şahika’yı oynayan Binnur Kaya var ya, o da bizde 3 - 4 yıl animatörlük yaptı” dedi.
İnanamadım, şaka yapıyorsun herhalde dedim.
Omay, “Şaka olur mu? Galiba Binnur’un Bilkent Üniversitesi’nde tiyatro okuduğu yıllardı. O dönem animatörlerin şefi de kimdi biliyor musun? ‘Mumya Firarda’ filminin yönetmeni var ya, Murat Aktaş. Şefleri de oydu” diye üsteledi.
Binnur Kaya, gerçekten de rolünün hakkını veren iyi bir oyuncu, ama animatörlük başka bir şey... Sadece gece sahnede şov yapmanın yetmediği, gündüzleri de müşterilerle empati kurmayı gerektiren bir iş çünkü...
“Beyaz Show”da izlediğim o tutuk, o ürkek kızın, animatörlük geçmişinin olması hâlâ bana şaka gibi geliyor deyince Omay bu kez, Club Flipper’ın en eski müdavimi ve 4 numaralı devre mülk ortağı Gazanfer Özcan’ı şahit gösterdi:
“Gazanfer Abi, onların şovlarını izledikten sonra hep Binnur Kaya’yı gösterip, aynı şeyi söylerdi. Gazanfer Abi hep, ‘Bir bu kızda iş var, gerisini boş ver’ derdi. Binnur, o zaman da yine öyle ürkekti. Sahneye çıkınca ‘Avrupa Yakası’ndaki Şahika gibi döktürür, sahneden inince de öyle bir köşede sakin sakin otururdu.”
Bilkent’te okuduğu dönemde yaz azlarında tatil yaparken sergilediği şovla eğlendirip, ta o zamandan beğenisini kazandığı Türk Tiyatrosu’nun büyük ustalarından Gazanfer Özcan’la şimdi aynı dizide oynuyor olmak Binnur Kaya için müthiş bir gurur olsa gerek.
Kararlıyım.
Tatil bitmeden Gazanfer Özcan’a Club Flipper’ın yeni animatörlerini izleteceğim ve içlerinde yeni Binnur Kaya’lar var mı diye soracağım.
Kadın şarkıcılığı bıraktı Dorsay onu yeni keşfettiAtilla Dorsay’ın geçenlerde yazdığı bir konu, başta gazeteciler olmak üzere Türkiye’de bir kısım insanın, ülkesine, yaşadığı topluma nasıl da yabancı olduğunun belgesi gibiydi.
Dorsay’ın yazdıkları özetle şuydu:
Adana’da Onbaşılar Kebap’ta yemek yerken fonda çalan şarkılar dikkatini çekmiş. Dorsay, sormuş soruşturmuş ve o şarkıyı söyleyenin Ayşegül Durukan olduğunu öğrenmiş.
Dorsay, İstanbul’a döndükten sonra da İMÇ’deki plakçısından Ayşegül Durukan’ın albümlerini istemiş. Sonra o albümleri basan Ankara’daki Biraderler’i arayıp, şarkıcı hakkında bilgiler almış ve bu bilgileri de köşesinden okurlarıyla paylaşmış.
Dorsay, yazısını şu cümleyle noktalamış:
“Bu unutulmuş sanatçıyı keşfetmek, Türk müziği sevenler için ilginç olabilir.”
Yazıyı okuyunca meşhur Temel fıkralarından biri geldi aklıma... Dursun bir gün bakmış arkadaşı Temel, sokakta yakaladığı bir turisti evire çevire dövüyor.
Hemen olay mahalline koşan Dursun, “Ne yapıyorsun? Kim bu adam? Onu niye dövüyorsun?” deyince Temel yanıt vermiş:
“İsa’yı bunlar çarmıha germiş.”
Dursun, “Tamam da o binlerce yıl önceydi” deyince Temel kendini savunmuş:
“Olabilur, ama ben yeni duydum.”
Dorsay’ın 2008 yılının yazında Adana’da keşfettiği Ayşegül Durukan, 1980’li yılların sonu 1990’lı yılların başında bayağı bir şöhretti bu ülkede...
Dorsay gibi usta bir gazetecinin, o dönem hakkında yapılan onca habere, TRT’de verdiği onca konsere, albümlerine rağmen adını hiç duymayıp, Ayşegül Durukan’ı şarkıcılığı bile bıraktıktan yıllar sonra keşfetmesi bana garip geldi.
Aslında Dorsay’a da çok haksızlık etmemem lazım.
Hepimizin zaman zaman yakalandığı bir hastalıktır “algıda seçicilik”...
Yaşadığımız ülkede olup bitenlerden sadece ilgi alanımıza girenlere bakarız, gerisini “Canım bana ne?” deyip boşlarız...
Ondan sonra da gençlerin genel kültür sorularında sınıfta kalmalarına kızarız, “Uzaydan mı geldiler? Hangi ülkede yaşıyor bunlar” diye
Hande Paraizi!Hande Ataizi, “Eğer bugüne kadar kazandığım paraları istiflemiş olsaydım şu anda Türkiye’den gidebilirdim” demiş.
Anlaşılan o ki para istifi bozulduğu için Hande Hanım, Türkiye’de kaldı ama aklı hâlâ dışarıda!
Yazık zavallıya...
Bari o “istif”in kaç bin YTL olduğunu söylese...
O zaman belki bir kampanya düzenler, aynı istifi yapardık, onu da bu dertten kurtarırdık. Ataizi’ni parayı bulunca yaşamak istediği ülkeye uğurlardık.
Ataizi gerçekten de ilginç bir yurdum yıldızı...
Bir bakıyorsunuz, “Aylık kazancım 40 milyar” diye açıklama yapıyor, bir bakıyorsunuz, “Kazandıklarımı tutsaydım, şimdi burada yoktum” diyor.
Bir insan bu kadar mı “paragöz” olur?
Bir “sanatçı” dünyaya, bu kadar mı maddiyat penceresinden bakar?
Oldu mu şimdi Hıncal Abi?Hıncal Uluç, Sabah’taki köşesinde dün, 19’uncu Çeşme Festivali ile ilgili bir yazı yazdı.
Hıncal Abi, dalgınlığından olsa gerek Ukraynalı “Yengemiz” Ani Lorak’ı Eurovision 2008’in Yunan temsilcisi yaptı.
Aynı hatayı biz yapsak Hıncal Abi bizi çarmığa asardı.