Tarih: 6 Ağustos 2008. Yer: Kanaltürk’ün Mecidiyeköy Ortaklar Caddesi’ndeki Stüdyosu...
Programın Adı: Her Şeyi Söylemek Mümkün.
Sunucu: Doğa Rutkay.
Konuklar: Ali Sunal, Hatice Aslan, Fatoş Kabasakal, Ali Eyüboğlu.
Konu: Televizyon dizileri...
Konu “TV dizileri” olmasına rağmen söz yine dönüp dolaştı ve “magazin”e geldi.
Doğa Rutkay bana “Magazin nedir?” dedi. Ben, “Magazin hayatın renkli, eğlenceli yanıdır” der demez Hatice Aslan sözü ağzımdan aldı ve sonrasında aramızda medya sitelerine de yansıyan şu tartışma yaşandı.
Hatice Aslan: Magazini ben çok eğlenceli bulmuyorum. Bir şeyleri haber yaparken birçok şeyi atlıyorlar. Özel hayatı, aileleri, anneyi, babayı, çocuğu, bir sürü şeyi atlıyorlar. Kafadan atma bazen... Demiyorlar ki ‘Bunun babası var, çocuğu var. Belki babası okuyacak bu haberi, belki köşedeki bakkal amca okuyacak. Hiç düşünmüyorlar bunları
Ali Eyüboğlu: Biz başka şey tartışmaya geldik de siz ciddi ölçüde bir önyargılar zincirinde gidiyorsunuz. “Düşünmüyorsunuz, çocuğu var...” Gazeteci haberi okunsun diye yapar. O haberden rahatsız olan kişi kimdir, neden rahatsız oluyor? Yalan diyorsunuz, hangi yalandan bahsediyorsunuz.
H. A.: Her şey yalan. O kadar çok var ki. Hangi birini sayayım ben size şimdi. Kendinizi kandırmayın lütfen. Çok yalan var. Yapmayın, kendinizi kandırıyorsunuz. Yapmayın!
A. E.: 17 yıldır Milliyet’teyim...
H. A.: Olabilir, yalanın yıllarla alakası yoktur.
A. E.: Buyurun, Milliyet gazetesinde bana 2 tane yalan haber ispat edin ben bırakacağım. Ben burada Milliyet Magazin Müdürü olarak varım. Hanımefendi diyor ki ‘Bütün magazin haberleri yalan’ İspatlayacaksınız, böyle ortalama konuşamazsınız, saygısızlık yapıyorsunuz.
H. A.: Siz yapıyorsunuz. Bütün magazin haberleri yalan demedim. Bazı magazin haberleri düşünülmeden yapılıyor dedim.
A. E.: Buyurun örnekleyin, şu haber yalan haber deyin. Fırsat buldukça oradan bir gol atayım da nasıl atayım diye düşünüyor.
H. A.: Hiç tanımadığınız çok belli oluyor beyefendi. Boşuna konuşmayın. Tiyatro seyretmiyorsunuz, sadece magazinden takip etmeye çalışıyorsunuz olmaz! Tanımadan konuşmayın. Lütfen, beni tanımıyorsunuz.
A. E.: Sizin 5 tane röportajınızı kullandım. Röportajlarınızda anlattıklarınız sizi anlatmıyorsa başka bir şey anlatıyorsa..
H. A.: Milliyet gazetesinin bana yazdığı röportajlardan birinde ‘Kocamustafapaşa’ diyorum, ‘Kasımpaşa’ diye başlık atılmıştı.
A. E.: Hangisi, hangi röportaj, ne zaman?
H. A.: Neyse boş verin önemli değil.
Programın sunucusu Doğa Rutkay’ın “Bu magazinden çıkalım” şeklindeki müdahalesiyle konu orada kapandı. Orada kapandı ama ben kapatmadım. Hani “Yemedim, içmedim, peşine düştüm” denir ya, ben de öyle yaptım.
Ertesi gün gazetede ilk işim Hatice Aslan’ın sözünü ettiği söyleşiyi bulmak oldu.
Cafe Milliyet’e dışarıdan söyleşiler yapan Şeniz Erten’in Hatice Aslan’la yaptığı söyleşinin başlığı “Kasımpaşa’da önüme kırmızı halı serdiler”di...
Cafe Milliyet’in Yayın Koordinatörü Harun Simavi’ye olayı anlattım. Erten’le konuşup, o söyleşinin bant kaydını saklıyorsa bulup, kimin “yalancı” olduğunu açıklığa kavuşturmasını istedim. Şeniz Erten, bant kaydını bulup çıkardı.
Hatice Hanım, o söyleşide bir kez yer adı zikrediyor. Ama iddia ettiği gibi “Kocamustafapaşa” değil “Kasımpaşa” diyor. Aslan unutmuş olabilir ama bant kaydı ortada. Belgeler yalan söylemez.
Merak edenler Milliyet’in internet sitesine girip bir tıkla gerçeği öğrenebilir.
Hatice Aslan da bu bant kaydını dinlemeli... Sonra da vicdanının sesisi...
“Yalancı”nın kim olduğunu görmeli ve gereğini yerine getirmeli.
Umarım Hatice Hanım, bundan bir ders alır ve gazetecilikte tecrübenin ne demek olduğunu anlar... Umarım bundan böyle herkese bu denli peşin hükümle saldırmaz ve herkesi aynı kefeye koymaz.
"Hatice Aslan'ın söyleşisini dinlemek için tıklayın" Bu orkestrada en sahici hangisi?Hayli zamandır beni bu denli eğlendiren ve güldüren bir malzeme geçmemişti elime.
Sırf bu nedenle teşekkür borçluyum Kanaltürk’te yeni başlayan Telegol ekibine.
Çünkü son günlerde dibe vurmuş bir şekilde seyreden moralimi “Telegol Orkestrası”yla yeniden eski günlerine döndürdüler.
Şu orkestraya bakar mısınız?
Şef; Serhat Ulueren...
Eski hakem Cem Papila viyolonsel...
Darbukada Ziya Şengül.
Ya Gökmen Özdenak’a ne demeli?
Allah aşkına Hüsnü Şenlendirici’den eksiği var mı?
Bağlamada ise yılların tecrübesi Orhan Ertanhan.
Sizce çalar gibi yaptıkları bu enstrümanlar en çok hangisine yakıştı?
Cem Papila’nın enstrümanı tutuşunda meymenet yok. Papila, “Kim bunu tutuşturdu elime?”, Ziya Şengül ise “Satmışım anasını bu yaştan sonra” der gibi...
Gökmen Özdenak işini çok ciddiye almış belli ki.
Enstrümanına nefes yetiştirmekten nefessiz kalmış ama kendisine bir Deniz Seki bulamamış olmanın moral bozukluğu içinde...
Orhan Ertanhan “Telegol” ekibinin en yenisi ama bağlamayı öyle bir tutuşu var ki, TRT’den sanki spiker ve yönetici olarak değil de bağlama ustası olarak emekli...