2010’un son gününde Tanrı’dan dileğim, birbirleri hakkında dava açacaklarını açıklayan Ece Erken, Demet Akalın ve Mehmet Ali Erbil’in, Zülfikar Tekirdağ gibi yargıçlara düşmesi
Türk yargısının en büyük sorunu ne?
İş yükünün ağırlığı.
Dava çok, o davaları değerlendirip, sonuçlandıracak yargı mensubu az.
Bir yanda adaletin bir an önce tecelli etmesini bekleyen yüz binlerce insan.
Öte yanda can sıkıntısından birbirlerine abuk sabuk SMS’ler atan, canlarını acıtan mesajlar ve tweet’lerle karşılaşınca da soluğu mahkemede alanlar.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Seren Serengil’in, ölen bebeğinin bilgisi dışında gömüldüğü ve mezar yerinin kendisinden saklandığı iddiasıyla yaptığı şikayete ilişkin kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi. Olayı soruşturan savcı Zülfikar Tekirdağ’ın bu kararı vermesinin nedenlerinden biri Seren Serengil’in, 8 Kasım 2010 tarihinde avukatı aracılığıyla savcılığa kimseden davacı ve şikayetçi olmadığını beyan etmiş olması.
O yargıçlara Allah sabır versin!
2010’un son gününde Tanrı’dan dileğim, birbirleri hakkında dava açacaklarını açıklayan Ece Erken, Demet Akalın ve Mehmet Ali Erbil’in, Zülfikar Tekirdağ gibi yargıçlara düşmesi.
Ece Erken, Demet Akalın ve Mehmet Ali Erbil, böyle yargıçlara düşsün ki, o da, “Zaten yeterince ağır iş yükümüz var. Bir de sizin abuk sabuk tartışmalarınızla mı uğraşacağız?” diyerek ‘Takipsizlik’ kararı versin ve yargının zaten ağır olan yükünün daha da ağırlaşmasını önlesin.
Aksi takdirde, bu üçlü arasındaki kavgayı masaya yatırıp, kimin haklı, kimin haksız olduğuna karar vermek kolay bir şey değil çünkü.
‘Bermuda Şeytan Üçgeni’nden sağ salim çıkmak mümkündür, ama bu üçlü arasından kafayı sıyırmadan çıkmak olanaksız.
Biri, şeytana pabucunu ters giydirecek kadar hünerli.
Öteki, züccaciyeciye destursuz giren fil gibi.
Diğeri, “Tavşana kaç, tazıya tut” demekten zevk alan biri.
Hünerleri çok farklı, ama ortak özellikleri şu:
Bir dakika önce kavga edip, kanlı bıçaklı olduklarıyla, bir dakika sonra barışıp ‘kanki’ oluyorlar.
Olan, onları barıştırmak için araya girenlere oluyor.
Seren Serengil’in, önce dava açıp, sonra kimseden şikayetçi ve davacı olmadığını beyan ederek yaptığı ‘U dönüşü’nü de zaten bunlar icat etti! Daha ne yazayım ki!
BÜLENT HOCA, NADİDE SULTAN NEYİN SİMGESİ?
Bülent Uygun, Sivasspor’u şampiyon yapamadı, ‘Yiğidolar’ın teknik direktörlüğünü yaptığı dönemde, “İstanbul’da Laila var, Sivas’ta Lailaheillallah” sözünü literatüre kazandırdı.
Şimdilerde Eskişehirspor’un teknik direktörlüğünü yapan Bülent Uygun, yine literatüre girecek bir bomba patlattı.
Uygun, “Oyuncularım, ne zaman Nadide Sultan’a, ne zaman Eyüp Sultan’a gitmek gerektiğini bilecek” dedi.
Eyüp Sultan’ın, İslam dinine inananlar için yeri belli.
İstanbul’da onlarca cami var, ama sadece dini günlerde değil, sıradan günlerde bile binlerce insan oraya akın ediyor.
Çünkü orada insanlar kendilerini Allah’a daha yakın hissediyor ve dualarının kabul olacağını düşünüyor.
Tek ortak yanları ‘Sultan’
O yüzden girdikleri sınavdan başarılı olmak isteyenler, eş, iş, şifa arayanlar Eyüp Sultan’a gidip, dua ediyor.
Eyüp Sultan’ın hayatımızda böyle bir yeri var.
Bülent Uygun’un Eyüp Sultan’ın alternatifi gibi gösterdiği Nadide Sultan’ın neye tekabül ettiğini anlayamadım?
Uygun’a göre Nadide Sultan’ın hayattaki karşılığı nedir?
Müzik mi?
Eğlence mi?
Gece hayatı mı?
Bunlar değilse, ne?
Bülent Uygun, bu konuyu bir an önce açıklığa kavuşturmalı.
Bunca yıldır magazin gazeteciliği yapıyorum.
Nadide Sultan’ın, Bülent Uygun’un kastettiği anlamda bir şeyin simgesi olduğuna dair bilgim yok.
Bülent Uygun, Nadide Sultan’a böyle misyon biçtiğine göre bir bildiği olmalı.
Bülent Hoca, memleketini seviyorsa bunu en kısa sürede kamuoyuna açıklamalı.
Öyle ya; her ‘yurdum insanı’ da, Eskişehirsporlu futbolcular gibi, ne zaman Eyüp Sultan’a, ne zaman Nadide Sultan’a gidileceğinin bilincinde olmalı!
‘YAPRAK DÖKÜMÜ’NÜN FİNALİ
Geçen hafta ‘Yaprak Dökümü’nün finaliyle ilgili aldığım bilgiler ışığında bir senaryo yazmıştım.
Benim senaryoma göre, Ali Rıza’nın rüyası gerçek oluyor, ailesini dizinin simgesi ağacın altında toplayıp, duygusal bir konuşma yapıyor ve ‘Yaprak Dökümü’ sona eriyordu.
Son bölümde bu sahne kare kare ekrana geldi, ama senaristler diziyi orada bitirmedi. O ‘mutlu son’ zavallı ‘Ali Rıza Bey’in, gördüğü son rüya oldu.
Reşat Nuri Güntekin’in romanında öldürmediği ‘Ali Rıza Bey’i senaristlerin öldürebileceğini hesap edememişim demek ki!
MUTLU YILLAR
Yeni yılınızı kutluyor, 2011’in hepimize sağlık ve mutluluk getirmesini diliyorum.