Çağdaş Ertuna

Çağdaş Ertuna

cagdas.ertuna@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Twitter’a baktığınızda Türkiye’de ‘trending topic’, yani en çok konuşulan Erol Büyükburç.
Evet, çok acı bir kayıp ama gerçekten de hayatımızın en büyük kaybı olabilir mi?
Yerli yabancı, tanıdık tanımadık her ünlü ismin ölüm haberi aynı acıyı verebilir mi?
Bu kadar derin üzüntü bir tek bana mı gerçek gelmiyor?
“Evinde ölü bulundu” haberine “düşündürücü” açıklaması yapılana kadar sosyal medya ‘timeline’larımız fotoğraflarıyla doluyor.
Bırakın sadece fotoğrafları, bir ürün satmak isteyenler bile aramalarda daha üste çıkmak için vefat eden kişinin adını yazıyor ürünün altına.
Herkes bir yakınına veda eder gibi yorumlar ekliyor.
Tabii en çok da ‘RIP!’ yazılıyor.
(‘Rest in peace’in kısaltması. Türkçesi: Huzur içinde yat.)
Ne zaman bu kadar yabancılaştık, yoksa çok yerel kalan ben miyim?
Gerçekten kaçımızın hayatında bu kadar büyük etkisi var bu kayıpların?
Kaçımız sürü psikolojisine kapılıp böyle acı bir haber alınca “Biz de bunu paylaşmalıyız” hissiyatına kapılıyoruz?
Sanki iyi günleri değil; kötü günleri paylaşmak, daha iyi geliyor ruhumuza. Başkalarının acılarıyla kendimizi daha iyi, daha güçlü hissediyoruz. Kendi başımıza gelmediği için daha çok şükrediyoruz.
Bunu yaparken de sürüden ayrılmamayı tercih ediyoruz.
Üstelik öyle bir hale geldik ki, ‘timeline’ı bozmamak için, konuyu değiştirmekten bile çekiniyoruz.
Hasbelkader iyi bir şey yazacak olursak sosyal medyada linç edileceğimizin farkındayız.
Bu yüzden de sadece 1-2 şarkısını bilenler bile ünlü bir ismin kaybını sosyal medyada büyüttükçe büyütüyor. Oysa kaçımızın hayatını gerçekten bu kadar derinden etkiliyor? Kaçımız yarın başka bir ‘trending topic’le devam edeceğiz hayata?
Bir gün öncesini bile hatırlamadan...

Haberin Devamı

‘Trending topic’ olarak ölüm

Meğer Lanvin Çinliymiş!

“Bir erkek arkadaşım 30 yıldır bu modaevinden giyiniyordu. Bu marka benim olursa onun benimle ne kadar gurur duyacağını düşündüm ve markayı satın almaya karar verdim.”
Bahsettiğimiz marka 123 yıllık Fransız modaevi Lanvin, sahibiyse 73 yaşında Çinli bir iş kadını Shaw-Lan Wang. ‘Made in China’ yazısını hep kalitesizlikle eş gördük. Fransız, İtalyan markaların nedense hep daha kaliteli olduğuna dair inancımız tamdı. İşte bu yüzden Fransız modaevi Lanvin’in sahibinin Çinli bir iş kadını olduğunu öğrenmek şaşırtıcıydı.
Lanvin denince aklımıza modaevinin 13 yıldır kreatif direktörlüğünü yapan Fas doğumlu, İsrail asıllı Alber Elbaz geliyor. Elbaz, 9 Nisan’da Demet Sabancı Çetindoğan’ın davetiyle İstanbul’da. Maçka’daki Lanvin butiğindeki davete katılacak.
Öncesinde Lanvin’in asıl hikâyesine bir bakalım. Markayı tekrar yükselişe geçiren Shaw-Lan Wang. Çünkü 2001’de Lanvin’i L’Oreal’den satın aldıktan sonra Alber Elbaz’ı bizzat kendisi işe alıyor.
Elbaz, Gucci grubunun Yves Saint Laurent’i satın almasıyla işini Tom Ford’a kaptırınca bir süre dünyayı geziyor. Lanvin’in satışını duyunca yeni sahibini arayıp, kendisiyle görüşmek istediğini söylüyor. Ardından da ekliyor, “Uyuyan güzeli uyandıralım!”
Wang, hiç tanımadığı Elbaz’ın telefonla kendisine ulaşabilmesinden etkilenip hemen ertesi gün görüşmeyi kabul ediyor. Çizimlerini beğeniyor. Elbaz’ı kreatif direktör olarak seçme nedeniniyse şöyle açıklıyor, “Üstlerine çok saygılı olduğu belli oluyordu”. Uzakdoğulularda saygı her şeyden önemli, yetenek, vizyon ikinci planda geliyor.
Alber Elbaz Lanvin’i alıp götürüyor, 5 yılda kara geçiriyor, 203 milyon euro ciro yapıyor. LVMH Grubu Elbaz’ı Givenchy’ye transfer etmek istediğinde Elbaz hemen reddediyor, “Madame Wang kimsenin beni istemediği dönemde bana müthiş bir fırsat verdi, onu bırakmam” diyor.
Wang, kendisine iş kadını denilmesinden hoşlanmıyor. Ona göre sadece “Çinli bir kadın”. Aynı zamanda bir gazete patroniçesi, United Daily News gazetesi Wang’e babasından kalıyor. Tayvanlı olmasına rağmen “Tayvanlı değil, Çinli” olarak tanınmak istiyor. Savaş zamanı büyüdüğü için ve babası orduda görev yaptığı için Japonları affedemiyor ve Japonlarla tanışmayı, konuşmayı asla kabul etmiyor. İngilizcesi çok kötü, röportaj yapan gazeteciye ne yemek istediğini sorarken “Kitchen or beef?” diyor, “Chicken or beef?” diyeceğine. Ama Fransızcası çok daha iyi. Lan-vin’in alımında Fransızcasının faydasını gördüğünü de söylüyor. Kendisi Lanvin gibi bir Fransız modaevinin sahibi olmasına rağmen inatla geleneksel Çinli kıyafetleri giyiyor. “Çinliyim, neden Avrupalı gibi giyineyim?” diyor.
Biz hâlâ Çin malını küçümserken, Avrupa markalarını önemsemeye devam ederken uzaklarda çok başka şeyler oluyor.