‘Milimetric’ markasının yaratıcısı Kağan Gökalp, Türkiye’den Önder Öztarhan, yurtdışından ise Jude Law’ın tarzını beğeniyor. Eğer tarzınız değilse, giydiğiniz üzerinizde eğreti durur diyor. Ona göre modada size yakışanın dengesi önemli
Kağan Gökalp, İstanbul ve İngiltere’de üniversite eğitimini tamamlayıp, Türkiye’ye dönmüş. Daha sonra ağabeyi ile kişiye özel gömlek ve takım elbise alanında şu anda çok ünlü olan ‘Milimetric’i açmış. Bir hayalperest olduğunu ve şiir yazmayı sevdiğini daha doğrusu ‘yaşam arsızı’ olduğunu söylüyor.
Milimetric’den başlayarak konuşalım. Nasıl başladınız?
İşe gömlekle başladık sonra konsepti bozmadan ürünler ekledik. Burayı ‘Gentlemen’s Club’ konseptine uygun dekore ettik. Maksadımız, burada insanların kendilerini evlerinin salonunda hissetmelerini sağlamak. Burada yeri gelir at yarışlarından bahsedilir, yeri gelir şarap, viski konuşulur. Konuşma sırasında, konu mutlaka kıyafete de gelir. O zaman, müşterilerin bir talebi olursa, biz de onu sunuyoruz. Burada, müşteriye bir şey satmaya yönelik satış yapmıyoruz. Bizim işimiz, keyif işi.
Çok formda görünüyorsunuz, şarap ve güzel yemekle ilgilendiğinizi biliyorum bu dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
Doğayı çok seviyorum. Doğayı sevdiğim kadar, suyu seviyorum. Boğa burcuyum. Dolayısıyla, boğazıma da çok düşkünüm. Onun için de, spor yapıyorum. Fiziğim düzgün olsun isterim. Bir de, hastalık hastasıyım. Kolesterolüm, şekerim, tansiyonum çıkmasın diye sağlığıma çok dikkat ediyorum. O gün spora gitmek istemiyorsam, 30-40 dakika tempolu yürürüm.
Ne tür spor yapıyorsunuz?
Kışın haftada üç ya da dört gün spor salonuna gidiyorum. Yazın kapalı yerlerde spor yapmayı sevmiyorum. Suyu da sevdiğim için, mayıs ayından eylül sonuna kadar, haftada dört gün yüzüyorum ama serinlemek için değil.
Su merakınızın Kıbrıslı oluşunuzla ilgisi var mı?
Aslında dört tarafı denizle çevrili olduğu halde, Kıbrıslılar yüzme sporuna önem vermemişler. Milli yüzücümüz Derya Büyükuncu bir röportajında “En büyük yüzücüler, denizi olmayan yerlerden çıkıyor” demişti. Gerçekten öyle.
Spor dışında neler yapıyorsunuz?
Yazmaktan ve okumaktan hoşlanıyorum. Ayrıca seyahat etmeyi seviyorum. Bütün fuarlara gidiyorum. Şansıma da, fuarlar hep güzel yerlerde oluyor. İtalya’da Floransa ve Milano’da. Yazlık ve kışlık olarak, senede ikişer kere. Dünyada en fazla sevdiğim iki şehir; Londra ve Floransa.
Beslenme bilimi ile ne kadar ilgilisiniz?
Beslenme ile ilgili de hep bilgi almaya gayret ederim ve bilimsel önerileri uygularım. Mesela, karbonhidrat içeriği yüksek seçimlerim bir kaç gün üst üste gelirse, daha sonraki bir kaç gün balık yiyorum. Omega-3 için, ceviz ve somon balığı tüketiyorum. Vitamin ve mineral almayı sevmem. O nedenle, bunları her gün almaya çalışıyorum. Makarna ve et seviyorum ama bunları her gün yemiyorum. Bir de şarabı severim. Ama sık sık içmiyorum.
Yemek yapmayı seviyor musunuz?
Hayır, yemeyi seviyorum.
En sevdiğiniz mutfak hangisi?
İtalyan mutfağı ve Türk mutfağından zeytinyağlıları severim. İyi eti her zaman severim ama çok yağlı diye az yiyorum. Parmesan peynirini, beyaz veya kırmızı şarabın yanında ya da domatesli makarna ile çok severim.
Moda kıyafet seçimindeki tek etken midir?
Bunun için hep kullandığım bir söz vardır. ‘Kıyafet sizi taşımazsa, siz kıyafeti taşıyın.’ Eğer tarzınız değilse, giydiğiniz üzerinizde eğreti durur. Modada size yakışanın dengesi önemlidir.
BENiM ONA SORDUĞUM KADAR O DA BANA SORDU!
-‘Ölçü’ ve ‘kişiye özel’ sizin ve benim ortak kullandığımız kavramlar. Benim şirketimin adı Mezura çünkü ölçü çok önemli. Ölçü sporda, streste, sevgide, yemekte, her şeyde önemli ama kolesterolüm çıkacak diye hep brokoli yemek de sağlıksız bir durum. Keyif alınmalı.
Fransızlar yemeğe çok düşkün. Çok da şarap içiyorlar. Nasıl bu kadar zayıf kalıyorlar?
- Fransızlar hem çok yavaş yiyorlar hem de porsiyonları çok küçük. Ayrıca, yemekten önce tereyağı sürerek yedikleri küçük bir dilim ekmek, doygunluk hissi veriyor. Şarap da, onların keyifli yemesinin bir nedeni. Bizim ülkemiz dahil bir çok ülke insanı, mutsuz olduğu için yiyor. Ama Fransızlar keyifle yiyorlar.
Mesela İspanya’da insanlar az çalışıyorlar. Yaşamak için çalışıyorlar. Biz çalışmak için yaşı-yoruz. Onlar bedenlerine iyi bakıyorlar hep mutlular.
KIYAFETLER VE iÇKiLER
Kağan bey kadın modasının Fransız, erkek modasının ise İtalyan temelli olduğunu düşünüyor. Ben de kendisine “Fransız kadınla, İtalyan erkek yemeğe giderlerse ne yerler” diye sordum. Bu sorumu da bir yazısından bahsederek yanıtladı. “Kıyafetler ve içkiler arasında nasıl bir benzerlik olabilir?” diye düşünmüş ve yazmış.
Viski ve konyak; viski bana her zaman paltoyu çağrıştırmıştır ve tabii kalın, yünlü bir kumaş olan, insanın içini ısıtan flanel takım elbiseyi. Kışın iş çıkışı bir bara girer girmez, sırtından paltosu alınıp vestiyere asılan müdavimin eline, viskisi tutuşturulur. Vücudunu artık sırtındaki paltosu değil, elindeki viskisi ısıtacaktır. Damaklarda kaşmirimsi, kadifemsi bir dokusu olan 18 yıllık iyi bir malt viski ise giyildikçe güzelleşen kaşmir bir palto, bir cekettir.
Konyak ve tatlı şarap; viski kat kat giyinmekse, konyak veya tatlı şarap yemek sonrası içilen yarı çıplaklıktır.
Roze; içimiyle içimizi ferahlatan bu şarap keten bir cekettir bana göre.
Mojıto; seksenli yılların Hawaii gömleğidir.
Chardonnay olsun, Sauvignon Blanc olsun, Riesling olsun, ne olursa olsun beyaz şarap benim için her zaman beyaz bir keten gömlektir.
Kırmızı şarap; aşk gibi iki kişiliktir. Romantik gecelerin içkisi, siyah bir gece elbisesi ve siyah bir gömlekten ibarettir.
Bira; tişörttür, tekila ise kolsuz tişört.
Şampanya; bir ödül, bir törendir. Hayatımızın Oscar’ını aldığımızda üzerimizdeki giysi smokin ve fraktır.