15.08.2010 - 01:00 | Son Güncellenme:
MiRAÇ ZEYNEP ÖZKARTAL’LA YAZ SÖYLEŞiLERi
Şirin Devrim’i anlatmaya nereden başlasam bilemiyorum. Sıradışı kişilikleriyle tanınan Şakir Paşa ailesinin bir ferdi, ressam Fahrünnisa Zeid ile yazar İzzet Melih Devrim’in kızları. Bir kardeşi ressam Nejad Devrim, diğeri Ürdün Kraliyet Ailesi’nden Emir Zeid. Dayısı Halikarnas Balıkçısı, teyzesi Aliye Berger... Kendisi ABD’de ve Türkiye’de uzun yıllar oyunculuk, yönetmenlik, eğitmenlik yapmış bir tiyatrocu. Daha fazlasını da saymak gerek, bunun yerine size ‘Şakir Paşa Ailesi’ ve ‘Şirin’ adlı anı kitaplarını önersem daha iyi. New York’ta yaşıyor ama 92 yaşındaki eşi Bob Trainer ile birlikte her yaz birkaç aylığına İstanbul’a geliyor. Şirin Hanım 84 yaşında, dizleri onu yarı yolda bırakmış olmasa mesleğine devam edecek enerjisi yerinde. O da enerjisini yazmaya ve ‘yaşamaya’ ayırıyor. İnişler, çıkışlar, şaşaa, İngiliz Kraliyeti’nden Türk kulislerine uzanan dostlarla tam anlamıyla ‘dolu dolu yaşamak’ onunki.
Hayatınızı okurken gördüm ki her şeyi bırakabilmişsiniz. Memleketinizi, işinizi, kocalarınızı... Hep bırakmak var geçmişinizde. O cesareti nereden buldunuz?
Bilmem nereden buldum... Tesadüfler... Beni kurtaran tesadüfler oldu. Zaten babam derdi ki: “Hayatta yalnız iki şey var: İyi ve kötü tesadüfler.” Bütün mesele şu, korkmadım.
Aileye bakınca yine çok güçlü kadınlar var ama bırakmak konusunda cesur değiller bence. Mesela teyzeniz Aliye Berger hiç değil.
Ama Aliye başka. Aliye Berger dediniz de, dün Yıldız Kenter geldi buraya. Çok genç bir yazarla. O çocuk Aliye hakkında bir piyes yazacak ve Yıldız oynayacak. Tek kişilik bir oyun.
Ailenin kanında var sanat. Bu sizi nasıl şekillendirdi?
Ailem sanatla ilgili bir konu oldu mu hiç itiraz etmezdi. Evliliklerimde bile böyleydi. Mesela zengin, anlamsız bir adamla evlenseydim itiraz olurdu. İlk kocam yazardı ve beş parasızdık, kimse bir şey demedi. Mektepte evlendiğim o çocuğun babası itfaiyeciydi. Gittik itfaiyeye, borudan aşağı indi. Sarıldım, kollarım kapanmadı bile. O kadar koca göbekli.
Ve siz el bebek büyümüşsünüz. Kimse itiraz etmedi mi?
Hiç. Sonra zengin bir adamla evlendim: Şehsuvar Menemencioğlu. Erenköy’de kocaman bir ev yaptırmıştı. Annem geldi, baktı ve şöyle dedi: “Ben seni bunun için mi büyüttüm?” Erenköy’de kalabilirdim Şehsuvar’ın karısı olarak. Ama görümce hikayesi vardı. Şehsuvar 42 yaşına kadar nişanlanmamış bile. Bütün kadınlar da peşinde. Hem zengin hem iyi aileden hem de hoş adam. Ablasına da yanında ev yapmış, ablasının çocukları onun çocukları gibi. Aile tamamdı yani. Evliydik ama ben metres vaziyetindeydim.
Nasıl tanışmıştınız?
İlk kocam Wesley’le evliydim. 4.5 aylık hamileyken düşürdüm bebeği. Çok da parasızdım. Babam bilet yolladı, gemiye binip İstanbul’a yola çıktım. Hatırlıyorum, gemi İstanbul’a girdiği zaman yere çöküp hüngür hüngür ağladım. Sekiz yıl hiç gelmemiştim çünkü. Ondan sonra bütün İstanbul ayaklarımın altındaydı. Üvey annemin evinde oturdum. Harika bir ev, Kızıltoprak’ta. Oraya gelen, giden, misafirler falan derken Şehsuvar’ı da birisi getirdi.
Hayatınız müthiş bir ikilem içinde. ABD’de hiç kimsesiniz, parasız pulsuz bir hayat. Burada ise şaşaa, bambaşka bir yaşam biçimi.
Amerika’daki arkadaşlarımla partiler verirdik, Yale mezunlarıyla. Kapıda bir dolar bırakırlardı. Çünkü hiçbirimizin parası yoktu. Orada mankenlik yaptım, para kazandım. Kirayı ben öderdim o kazandığım parayla.
Ve üçüncü eş tiyatrocu Mücap Ofluoğlu...
Onunla evlenmem de saçma. İki ay sürdü biliyorsunuz. Sonunda pencereden atladım sütçünün üzerine. Kaçmak için. Zaten nikahıma da aileden tek gelen Aliye teyzem oldu. O da nikah dairesinin karşısında oturuyordu. Diğer teyzeler memnun değildi bu evlilikten. Babam da gelmedi.
Şu anki eşinizle ne zaman evlendiniz?
1972’de. Biz tanışmadan önce Vehbi Koç kocama gidiyor, taa Milwaukee’ye. Buraya gelip fabrika açmasını teklif ediyor. Bob geliyor da İstanbul’a. Ama biz burada değil Milwaukee’de, ben orada tiyatroda Medea’yı oynuyorken tanıştık.
En uzun evliliğiniz. Ne yaptı da bu rekoru kırdı Bay Trainer?
Bilmem. Kocama çok iyi bakıyorum. Neler yaşadı benimle. Onu çöllere götürdüm, şeyhlerle yemek yedik elimizle. Kral Hüseyin’le baş başa yemek yedik, bunlar nereden olacaktı kocamın hayatında?
“Türk aktörler abartıdan vazgeçmeli”
Neden artık sahnede değilsiniz?
Tiyatrodan istemeden ayrılmak mecburiyetinde kaldım. Önemli bir oyunda oynayacaktım, düşünün Amerikan prömiyeri olacak ve NY Times geliyor prömiyere. Rol tam bana göre, çılgın bir Rus kadını. Dört ayrı yerden antresi var; buradan giriyorsun koşuyorsun, öbür taraftan çıkıyorsun. Piyes yazarı öyle yazmış ki, bir tek nefes vermiyor başrole. Hazırım, her şey iyi. Derken... Genel provada yürürken tak, dizim kilitlendi. Ertesi günü beni posta ettiler. Düşün biletler satılmış, gala. Nasıl sinir krizi geçirmedim bilmiyorum. Oyunu iki gece kapattılar, New York’tan bir aktris getirdiler, oynattılar. New York Times’ı bir açtım, onun resmini görünce... Ayyy! İşte o, tiyatro sanatımın sonuydu. Oradan kitap yazdım. Kitaptan tek kişilik oyun çıktı. Fevkalade para topladık o oyunla; zelzele için, Bosna için... Tiyatrodan kitap çıktı, kitaptan tek kişilik oyun çıktı. Ama şimdi tek kişilik oyundan bir şey çıkamıyor.
Yıllar önce sizin bir yakınınızdan tiyatrocu olduğunuz için mutsuz olduğunuzu duymuştum. Doğru mu bu?
Vallahi bilmem... Mutsuz olmadım aslında, çok değişen bir hayat yaşadım. İnişler, çıkışlar... Ondan sonra da hep ümit ettim bir şeyler olacak diye. En ümitsiz olduğum zaman hemen bir şeyler oluverdi. Mesela Şehir Tiyatrosu’ndan istifa ettim, evde oturuyordum, ne yapacağım derken Haldun Dormen rejisörlük önerdi.
Nasıl buluyorsunuz bugünkü Türk tiyatrosunu?
1966’dan beri takip etmiyorum. Ancak televizyondan görüyorum oyuncuları ve abartılı buluyorum. Ancak Türk aktörleri abartmaktan vazgeçerlerse Türk tiyatrosu Türk tiyatrosu olur. Tiyatro taklit etmek değil, bir karakteri yaşatmaktır.
Gaz memuru Yaşar Kemal
Biliyorsunuz annem Fahrünissa Zeid ressam. 1944’te İstanbul’da sergi açmak istiyor, ama galeri yok. Oturduğumuz apartmandaki bütün eşyaları depoya yolladı; kocası Emir Zeid’i, kardeşimi, beni de Bağdat’a posta etti. Ve 160 tane resim sergiledi o apartmanda. Önce dedilerki “Kim gelir, burası tramvayın son durağı.” Kim gelir? Bütün İstanbul geldi. Bir gün de bir gaz şirketi memuru geldi. İşini yapmaya gelmiş, bir de bakmış kocaman bir yer, resim dolu. Onun şaşkınlığı anneme dokunmuş, koluna girip gezdirmiş. Kimmiş bu gaz şirketi memuru biliyor musun? Yaşar Kemal.
Boğaz’da Macbeth olarak ölmek istiyor
İstanbul o kadar değişti ki. Benim için değişti. Çünkü ben Şehir Tiyatrosu’nda çalıştığım zaman iki milyon kişi vardı. Şimdi kalabalık, her yer kalabalık! Geçen gün bir zamanlar oynadığım Rumeli Hisarı’na gitmek istedim, ama ne trafik! Bak orada Lady Macbeth oynuyordum. Kaleden iniyorduk. Eniştem babama telefon etmiş, “Ya kızın ayağı takılır da düşerse” demiş. Babam demiş ki “Bırak, onun dünyada en çok istediği şey Boğaz’da Lady Macbeth olarak ölmek.”