13.09.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:
PELİN ÇİNİ pelin.cini@milliyet.com.tr
Sıra fotoğraf çektirmeye gelince topu kaptı ve yüzünde kocaman bir “muzır çocuk” ifadesiyle sektirmeye başladı. “Hayatınız futbol. Hiç toptan sıkıldığınız olmadı mı?” soruma cevabı “Asla, esas top görmezsem deliririm” oldu. Türkiye futbolunun efsane isimlerinden Rıdvan Dilmen’le İstanbul’da sel felaketinin yaşandığı gün Ulus Parkı’nda buluştuk. Futbol yorumculuğunu, nasıl bu kadar çok sevildiğini ve antrenörlüğe dönüp dönmeyeceğini konuştuk.
TV’nin futbol yıldızı oldunuz. Fenerli olmanıza rağmen yorumlarınız diğer takımların taraftarları tarafından da saygıyla karşılanıyor. Kimse itiraz etmiyor. Bunu nasıl başardınız?
Benim alnımda Fenerli Rıdvan yazıyor. Ben ne yaparsam yapayım bunu silemem. İnsanlar bilerek beni dinliyorlar ben de onlara saygı duyup sahada ne görürsem onu söylüyorum. Türkiye’de yorumcuların ve yazarların objektif olmamakla suçlanmalarının nedeninin de medya olduğu görüşündeyim. İnsanları Beşiktaş, Galatasaray ve Fener yazarı diye sınıflandırıyorlar. Onlara sorsanız tüm takımları yorumlayabilmek isterler. Ben objektifim, Güntekin (Onay) de öyle. O Beşiktaşlıdır ama bunu fark etmezsiniz bile. Mesela ben Fener Galatasaray’a 1-0 yenildiğinde “Fener tarihi bir farktan kurtuldu” dedim. Çok tepki aldım ama doğrusu buydu.
Yorumlarınıza kızanlar da vardır... Nasıl tepkiler alıyorsunuz?
10-80 yaş arasında her eğitim düzeyinden izleyicimiz var. Arada tabii ki kızanlar da oluyor. Demin söylediğim Fenerbahçe ve Galatasaray maçı ile ilgili yorumuma Fenerlilerden tepki geldi. Bence çok saçmaydı çünkü gördüğümü söyledim. Boş yere Fener’i mi övseydim? Gerçek Fenerlilerin de benimle aynı görüşte olduğunu düşünüyorum.
Haftada kaç maç izliyorsunuz? Sizce bir yorumcu olarak statta maç izlemek ile TV’de maç izlemek arasındaki fark nedir?
Haftada en az 10 maç izliyorum. Statta izlemeye gayret gösteriyorum çünkü sahanın her yerine hakim oluyorsunuz. Ama en iyisi hem statta izleyeceksiniz hem de monitörünüz olacak.
TV’de tavırlarınız çok rahat. Kamera sizi korkutmuyor. Çok samimi ve doğalsınız. Bunun için özel bir çalışma yaptınız mı?
Evet, rahat olduğumu söylüyorlar. Hiç çalışmadım. Stüdyoya adımı attığım andan beri aynı davranıyorum. Ancak yazılmış rolleri oynayamıyorum. Birkaç kez dizilere konuk oyuncu olarak çağrıldım. 1,5 dakikalık bir rolü beş saatte ancak çekebildik.
“Van’dan, Hakkari’den gelen çocuklarla maç yorumlayacağız”
A.R.O.G’da da küçük bir rolünüz vardı...
Evet, onda da çok zorlandım. Bir de tabii kostüm mevzusu var. A.R.O.G’da bana oldukça açık bir kostüm dikilmiş, sete gidince gördüm. “Giyemem, bu beni zorlar” dedim. Sağ olsunlar kırmadılar dikiverdiler. Çekimler bir-iki saat aksadı tabii ama sonuçta çok eğlenceliydi.
Yorumculukta çok başarılı bir noktadasınız. Sizce ne yaparsanız kariyeriniz zarar görür?
Bu kolay cevaplanacak bir soru değil. Biliyorsunuz ben bir dönem “Gol olur” dedim ve oldu. Hatta insanlar bunu örnek aldılar ve bir anda herkes kafasına göre maç tahminleri yapmaya başladı. Aslında farkında olmadan Türkiye’ye kötülük ettim. Tamam Allah vergisi hislerim var ama o hislerin üzerinden seyircileri suistimal etmeye kalkmak, çıkıp maç sonucu söylemek bana göre bir şey değil. Bunun kariyerime zarar vereceği görüşündeyim. Beni yolda görünce de “Bu maç ne olur?” diye soruyorlar. Cevap vermek sorumluluk altına girmek olur.
Şu anda “Not Defteri” ve Yüzde Yüz Futbol” isimli iki program yapıyorsunuz. Hangisini tercih edersiniz?
Bu elma ile portakalı kıyaslamaya benziyor. “Yüzde Yüz Futbol” ismi gibi sadece futbolla alakalı bir program. “Not Defteri” ise lifestyle tarzında. Önümüzdeki günlerde Van’dan Hakkari’den çocuklar getireceğiz ve onlarla maç yorumlayacağız. Ayrıca oyuncular ve siyasetçiler de konuğumuz oluyor.
“Yüzde Yüz Futbol”daki partneriniz Güntekin Onay ile yakın arkadaş mısınız?
Güntekin çok başarılı bir çocuk. Onunla çalışmak benim için büyük şans. Birbirimize çok şey öğretiyoruz. Özel hayatımızda da sık sık araşırız ama kahve içmeye ya da sinemaya gitmeyiz. Genellikle futbol üzerine sohbet ediyoruz. Sabah üçte “Abi şu maçı izledin mi?” diye beni arar.
Tayyip Erdoğan’ın “Not Defteri”ne konuk olmasını çok istediğinizi söylediniz. Onu çağırma nedeniniz futbol geçmişi olması mı?
Hem o hem de Tayyip beyi insan olarak çok seviyor olmam. Siyasetle pek ilgilenmiyorum. Tayyip Erdoğan’ı seviyorum derken de onun siyasi görüşünü kastetmiyorum. Benim CHP geçmişi olan bir ailem var. Erdoğan hakim olmadığım alanlarda hata yapıyor olabilir. Bu onu sevmemi engelleyemez. Çünkü ben Tayyip Erdoğan’ın adam gibi adam olduğunu biliyorum. Dürüst, içi dışı bir ve sözünün eri bir adam. Mesela jübilem yapıldığında belediye başkanıydı ve soğuktan üç kere ertelenmesine rağmen üçüne de geldi. Eksi yedi derecede beni izledi, sırf söz verdi diye.
Vanspor’u da çalıştırınız. Sizce Kürt açılımında futbolun misyonu ne olmalı?
Detaylı bir bilgim yok ama Van’da geçirdiğim zamanı düşünerek cevap verebilirim. Ben Van’da kaldığım süre boyunca İstanbul’u hiç özlemedim. Oradaki insanlarla aile gibi olduk. Bu, benim Rıdvan Dilmen olmamdan da kaynaklanmadı. Beni Rıdvan olarak sevdiler. Futbolun tüm spor dallarında olduğu gibi birleştirici bir gücü var. Bu nedenle açılımda önemli bir rol oynayabilir. Doğu’da bulundum, oradaki insanların nelere ihtiyacı olduğunu gördüm. Büyük yatırımcılarımız devletten aldıkları destekleri ceplerine atmak yerine oraya yatırım yapsalardı her şey farklı olabilirdi.
Ergenekon’un futbol camiasına sızdığı söylentileri dolaşıyor. 20 yıldır bu işin içindesiniz. Ne diyorsunuz bu söylentilere?
Ergenekon futbol camiasının içine sızmış olsa çoktan ortaya çıkardı. Futbol camiasındaki insanlar birbirine çok yakın gözükseler de birbirlerinin arkasından kuyu kazmayı severler. En azından bizim kuşaktan sonrası için görünen durum bu. Siz hiç sokakta güzel bir kadın görüp “Allah sahibine bağışlasın” diyen adam gördünüz mü? Aynı şey futbol camiasında da var. Biri güzel bir gol atar, herkes golü atanın başarısı yerine golü yiyenin başarısızlığını konuşur.
“Çocukluğum, Fenerli futbolcuların cikletten çıkan fotoğraflarını toplamakla geçti”
Fenerbahçe ile yollarınız nasıl kesişti?
Muğla’da oynarken Boluspor’dan teklif geldi. Boluspor o zamanlar iyi futbolcuları alıp bir süre oynattıktan sonra satarak geçimini sağlayan bir takımdı. Beni istediklerini öğrendim ama hiç gitmek istemiyorum. O kadar alışmışım ki Muğlaspor’a. Kemal hoca beni “Buraları aştın artık gitmen lazım” diye ikna etti. O zamanlar bonservis diye bir şey yok. Hani günümüzde antrenörler futbolcuyu etinden sütünden yararlanmak için ellerinde tutuyorlar ya Kemal hoca tam tersiydi. Beni resmen zorla yolladı. Boluspor’la oynadığım ilk maç Fener’le, ikincisi de Galatasaray’laydı. İkisinden önce de uyuyamadım. Rüyamda gol atıp durdum. Çocukluğum Fenerli futbolcuların cikletten çıkan fotoğraflarını toplamakla geçti. Bir baktım onlarla top oynuyorum. Zaten sonra Sarıyer’e ardından da Fener’e transfer oldum.
“Son anda anlaşmazlık oldu. Yoksa Fenerli Rıdvan yerine Beşiktaşlı Rıdvan olacaktım”
Önce Galatasaray’la anlaşıp sonra Fenerbahçe’ye geçtiniz. Bu, yakın zamanda Mehmet Topuz’un yaşadığı “kaçırılma” olayına benzer bir şey miydi?
Tam olarak aynısı değil. Şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim ki bir daha dünyaya gelsem yine Fenerbahçeli olurum ve yine Fenerbahçe’de oynamak isterim ama her şey kader meselesi. Sarıyer’de oynarken beni Beşiktaş istedi. Her şey tamamdı ve son anda kulüpler arasındaki bir anlaşmazlık yüzünden olmadı. Olsaydı belki de Fenerli Rıdvan değil Beşiktaşlı Rıdvan olarak çıkacaktım. Galtasaray’a söz verme meselesine gelince... Herkes hata yapar ve bu da benim kişisel olarak Ergun Gürsoy’a yaptığım bir hatadır. Yalnız yanlış anlaşılmasını istemem. Galatasaray’a değil Ergun Gürsoy’a karşı hatalı olduğumu düşünüyorum. Ben ona bir söz vermiştim ve yerine getiremedim. Aradan çok zaman geçtiği için çok ayrıntıya girmek istemiyorum. Son ana kadar sözümü tutmaya gayret ettim, Fener’den Cem Pamiroğlu’na “Ergun abiye sözüm var” diye çok direndim. Galatasaray 51 milyon vermişti. Fener ise bunun iki katı gibi bir para öneriyordu. Ama benim için önemli olan para değildi. Ortada başka mevzular vardı. Mesela Galatasaray Tanju’yu da transfer etmeye çalışıyordu ve ona önerilen miktar benimkinin iki katıydı. Bir şekilde Ergun abiyle bir araya gelemedik ve Fener ile anlaştım. Tekrar söylüyorum hiç pişman değilim. Kendimi bildim bileli Fenerliyim, yani Allah gönlüme göre verdi.
“En az beş ay dinlenmeliydim. Deli cesareti, bir ayda sahalara döndüm. Sakatlanmamda hatam çoktur”
Sekiz yıl Fener’de oynadınız. Kariyerinizin en parlak noktasındayken de Trabzonsporlu Yesiç’in darbesiyle sakatlandınız. Neler hissettiniz? Yesiç ile bir daha görüştünüz mü?
Hastaneye geldi ve özür diledi. Ben de “Canın sağ olsun” dedim. Birçok kişi ona kızgın olup olmadığımı soruyor. Hiç kızmadım çünkü bu futbol. Sahaya çıkıyorsanız sakatlanma riskini de göze alıyorsunuz demektir. O darbeyi yediğim an her şeyin bittiğini anladım. İnsan hissediyor. “Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” dedim kendi kendime. Olmadı da. Toplamda 13 ameliyat geçirdim. Tabii o zamanlar tedavi yöntemleri şimdikine oranla çok ilkel. Ben de çok gencim. Doktorlar “Otur” diyor, ben oynuyorum. Mesela bana “Mutlaka en az beş ay dinlenmelisin” dediler bir aya kalmadı sahalara döndüm. Deli cesareti işte. Sakatlanmamda benim hatam da çoktur.
“13 yaşında mahallede yıldızdım, ilk transfer bedelim 25 futbol topuydu”
Spora önce atletizm ile başlamışsınız. Futbola geçişiniz nasıl oldu?
spora yatkın bir yapım vardı. Okulda atletizm de yaptım basketbol da oynadım. Futbola zaten çocukluktan beri meraklıydım. Atletizmde hem kısa mesafe, hem uzun mesafe koşabilen nadir insanlardan biriydim. İyi ki de bu sporların hepsini yapmışım. Atletizm ile dayanıklılığımı basketbolla da zamanlamamı geliştirdim. Sahada faydasını çok gördüm. 13-14 yaşlarıma geldiğimde mahalle maçlarının yıldızı olmuştum.
“Nazilli’de annesi top oynatan tek çocuktum. Annemle gurur duyuyorum”
Başarılı bir futbolcu olacağınız belliymiş...
Tabii. Zaten annenin karnından nasıl doğarsan öylesindir. Yetenek sonradan çalışarak kazanılmaz ancak geliştirilebilir. Benim diğer bir avantajım da annemin futbola bakış açısıydı.
O zamanlarda futbol deyince avro’lar havada uçuşmuyordu. İnsanlar çocuklarına “Önce okul sonra top” diyorlardı. Şimdiyse çocuklarının gözünün içine bakıyorlar top oynasın diye. Annem bana hiçbir zaman karışmadı. Nazilli’de rahat rahat top oynayabilen tek çocuk bendim. Ama hayatım sadece futboldan ibaret değildi. Okuldan sonra hafta içleri peynircide hafta sonları da öğretmenimin ayakkabı dükkanında çalışıyordum. Babamı erken kaybettiğimiz için çok geçim sıkıntısı çektik. Annem, beni ve kardeşlerimi örgücülükten kazandığı parayla büyüttü. Çocukluğumla ve annemle gurur duyarım.
Profesyonel hayatınız nasıl başladı?
Mahalle maçlarında oynaya oynaya 17-18 yaşına geldim. Artık Nazilli’de tanınıyordum. Nazilli Sümerspor’da oynarken de Muğlaspor’da hâlâ teknik direktörlük yapan Kemal Dirikan tarafından keşfedildim. Kemal hoca beni kulübe “Türkiye’nin en büyük futbolcularından biri olacak” diye tanıtmış. Böylece ilk transferimi gerçekleştirdim. Bedelim 25 futbol topuydu.
Size şeytan lakabını da Kemal Dirikan takmış. Bu lakabı pek sevmediğiniz söyleniyor...
Evet, “Şeytan gibi aklın var. Şeytan gibi oynuyorsun” derdi. Esasında bu bir iltifat ama ben pek sevmiyorum çünkü suistimal edilmeye açık. Statta taraftar “Rıdvan” dediğinde gider selamlardım, “Şeytan” diye çağırdıklarında duymazdan gelirdim. Ama sonuçta Kemal hocanın taktığı lakaba da itiraz edemem çünkü ona çok şey borçluyum. Hiç unutmam, ilk kez maça çıkacağım zaman heyecandan ayakkabılarımı bağlayamadığımı uzaktan fark etmiş ve gelip ayakkabılarımı bağlamıştı. “Aman hocam yapma ben bağlarım” dedim. Dönüp, “Benim için bir onurdur evlat. Türkiye’nin en büyük futbolcusunun ayakkabısını bağlıyorum. Sahaya çık ve elinden geleni yap. Yakında Milli Takım’a çağrılacaksın” dedi. Öyle de oldu. Hem çok iyi oynadım hem de Milli Takım’a çağrıldım.
Futbolculuk günlerinizden en çok neyi özlüyorsunuz?
Her şeyi. Sabahın köründe başlayan ağır antrenmanları bile. Bir de futbolla ilgili bence
en güzel şeylerden biri sevdiğiniz işten para kazanıyor olmanız. Profesyonelken bunu anlamaz insan. Ben de ancak halı sahaya
seve seve gidip bir de üstüne para verince anladım. Çok koydu.
Düzenli olarak halı saha maçları yapıyor musunuz? Takımda tanıdığımız isimler var mı?
Evet, haftada üç gün maç yapıyoruz. Takımda Metin Tekin, Oğuz Çetin, Acun Ilıcalı, NTV spor ekibi ve Gürkan Uygun (Memati) gibi isimler var. Çok yoğun bir çalışma tempom var ama yine de oynuyorum çünkü oynamazsam ölürüm. Hatta Cenab-ı Hak’tan isteğim canımı top oynadıktan sonra alması. Azrail geldiğinde beklesin. Ben biraz top oynayayım.
Bir dönem antrenörlük yaptınız. Şimdi ise yorumcu kimliğinizle ön plandasınız. Sizce hangisinde daha başarılısınız?
Bana sorarsanız başarılı olduğum işleri futbol, antrenörlük ve yorumculuk olarak sıralarım. Çalıştığım hiçbir takım yerinde saymadı, hepsinde büyük ilerlemeler yaşadık. Ancak Türkiye’de başarılı bir antrenör sayılmanız için takımınızın illa şampiyon olması gerektiğine dair saçma bir inanç var. Oysa bence Kasımpaşa’yı ligde tutacak antrenör şampiyon takımınkinden daha başarılıdır.
Antrenörlüğe dönmeyi düşünüyor musunuz?
Devam etmeyi çok istiyorum ama Türkiye’deki kulüplerin iyi yönetilmediklerini ve antrenörlerin de sağlıklı koşullarda çalışmadıklarını düşünüyorum. Bu nedenle dönmek için daha zamanım var. Bir kez daha üzülmek istemem.