20.05.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:
Güliz Arslan/gulizarslan@gmail.com
Geniş ve yumuşak minderler üstünde yuvarlanmayı, onları ayaklarını sürterek okşamayı sever. (...) Sırt minderleri serbest olsun ister. Uyurken o minderlere bacak atmayı sever. (...) Önündeki masalar kalın ve sağlam olmalı. Sinirliyse konuşurken masaya vurmayı, neşeli ise darbuka çalmayı sever.” Emir Kunt “Teknenin Kıçı” başlıklı yazısında böyle sesleniyor, alanı verimli kullanmak adına oturma grubunu mümkün olduğunca dar tasarlayan yabancı tekne üreticilerine. Kunt’un 2002’den beri çeşitli yat dergilerine yazdığı ve Ender Alkoçlar’ın “Teknemin kaptanına ve misafirlerime söyleyemediklerimi anlamaları için okutuyorum” dediği yazıların derlemesinden oluşan “Dalgalı Sohbetler-Beyaz Türk Yatçıları” geçen hafta piyasaya çıktı. Kunt’la tekne hayatının ayrıntılarını samimi bir üslupla anlattığı kitabını konuşmak üzere Anadoluhisarı’nda buluşuyoruz.
* Küçükken de tekne hayatına meraklı mıydınız?
Hem de nasıl... Kalamış’ta doğdum. Yalının önünde hep bir teknemiz dururdu. Hep denizle iç içeydik. Çok muzır bir çocuktum. Birkaç defa babam yokken tekneyi çekip atlamaya çalışırken Bokludere’ye düştüğüm çok olmuştur.
* O dönemki tekne kültürü ile şimdiki arasında ne gibi farklar var?
Benim çocukluğumda koya girdiğinizde aşağı yukarı herkes birbirini tanırdı. Çok fazla tekne yoktu. İstanbul’da dolaşırdı insanlar daha çok. Bilmezlerdi Bodrum’u, Göcek’i falan... Şimdilerde insanlar teknelerine ulaşmak için müthiş bir mücadele vermek zorundalar. Teknenize gitmek için önce çoluk çocuk
uçağa bineceksiniz. Bavullar, rötarlar... Öte yandan tekne sayısı artık çok fazla, marinalar arttı. Çok yabancı tekne var.
Bir de şimdiki tekneler teknolojik aletler. Çocukluğumdakiler uyduruk teknelerdi. Bugünkü gibi chartplotter’lar, radarlar, su yapıcılar yoktu. Suyu temkinli kullanırdık. Şimdi saatte 200 litre su yapan makinem var ama bugün bile tedirgin kullanırım suyu.
“Denizde bir şey başınıza bir kere gelir”
* Kitapta ‘beyaz Türk yatçıları’ anlatıyorsunuz. Nedir ‘beyaz Türk yatçıları’nın en belirgin özelliği?
‘Beyaz Türk yatçıları’ derken ne demek istediğim kitabın sonunda anlaşılıyor. Bir ipucu vermek gerekirse; ‘beyaz Türk’ler yatçılık söz konusu olduğunda da birbirini taklit ediyor, ‘kopyala-yapıştır’ tekneciliği... Gezerken de öyle, tekne alırken de. Bir şeye takılıyoruz, herkes aynı şeyi yapıyor. Belli bir zümre için söylüyorum tabii bunu.
* Bir tekne sahibinin yapabileceği en kötü şey ne?
Koca tekneyi alıyor, okyanus geçecek kadar ekipman var ama bütün yaz aynı yerde duruyor ya da aynı yerlere gidip geliyor. Beni en fazla o rahatsız ediyor. Tabii, yüksek sesle müzik dinlemeler, teknenin üstünde mangal yapmalar da sayılabilir.
* Bir tekneciyi iyi tekneci yapan nedir peki?
Teknene temiz bakmak da iyi teknecilik, tekneyi çok iyi kullanmak da, çok uzun yol yapıp zor denizlerden başarıyla çıkmak da... Ama bana göre titizlik önemli. Bir de akılcı olmak lazım. Giderken rotayı iyi çizmek, teknolojinin nimetlerini kullanıp hava durumunu kollamak lazım. “Dalgalarla boğuşa boğuşa falanca yere gittik” demek benim için başarı değil, ahmaklık.
* Askerlik ya da av maceraları gibi tekne maceraları da çok anlatılıyor değil mi?
Çok. Ama denizin şakası olmaz. Şöyle bir kural vardır; denizde başınıza bir şey bir kere gelir. İkinci defa şansınız olmayabilir. Denizci cesur olsun falan tamam ama teknesi olan biraz da korkak, temkinli olsun.
“Teknecilik bir kadını delice sevmek gibidir”
* Tekne tutkusunun aşk gibi büyük bir çekim gücü vardır. Yoksa hiçbir aklı başında insanın mantıklı bir kararla girişeceği bir iş değildir. Ne kadar zengin olursanız olun senede otuz ila altmış gün arası gezmek için bu kadar para dökmek gerçekten düşündükçe insanı çileden çıkaran bir girdaptır. Ama tekne tutkusu içine ve ocağına düşmüş adamı tekne kiralamak veya arkadaşının teknesinde misafir olmak tatmin etmez. Nasıl bir kadını delice sevdiğinizde çektiğiniz acılar, yaptığınız kavgalar, döktüğünüz diller, harcadığınız paralar sizi o kadından koparmaya yetmiyorsa olay teknecilikte de aynıdır.
* Teknedeki beylik tabancasıyla kıçtan kara yaptığı koydaki yaban domuzlarını vurmaya çalışan avcılarımız, DVD seyrederken güvertedeki hoparlörleri açık unutarak sessiz koylarımızı sinema salonuna çeviren megayatlarımız bu alemin en renkli sahneleridir. Sapsarı bananayı teknelere teğet geçiren su sporu işletmeleri, sivrisinek gibi vızıldayan jetskiler, yapışık ve yılışık dondurma satıcıları ve transatlantik gibi teknelerden bebeleri iki tane ispari tutsun diye hatır hatır denize ekmek doğrayanlar da bu sahnelerin dekorlarıdır.
* Teknenin hız hesaplarındaki en önemli unsur ağırlığıdır. Bu bilinçle hazırlanan yabancı teknelerin genelinde iç bölmeler zar kıvamından hallicedir. Başını patronun odasına yaslamış mürettebat, aklını, ufkunu zorlayan dedikoduları dinlemek zorunda kalır. O gözünde büyüttüğü patronunun karısıyla olan diyaloglarını dinledikçe haline şükredip bir nebze olsun ferahlar. (Kitaptan...)
“Türkbükü’nü pirana gibi yediler, sıra Alaçatı’da”
* Türkiye’de denizlerin kıymeti pek bilinmiyor galiba...
Belediyeler çok duyarsız. Yetki genelde deniz kıyısı kültürü olmayanlarda. İstanbullular da sağ olsunlar nereye giderlerse orayı da yedi sene içinde mahvediyorlar. Önce Türkbükü’ne dadanmışlardı, pirana gibi yediler. Şimdi Alaçatı’ya dadandılar. Artık oranın da günleri sayılı gibi görünüyor. Adam Boğaz’da fütursuzca gazino gibi geziyor. Kimse dur diyemiyor. “Motorunun egzosunun bakımını yaptır ki ses çıkarmasın” diyemiyor kimse. Kıyılarımızın dörtte üçü deniz ama insanımızın dörtte üçü de denizi çöp atmak ve balık tutmak için kullanıyor. Eskiden deniz kıyılarındaki araziler ekilip biçilemedikleri için değersiz görülürmüş ve kadınlara verilmiştir. Bu vahametin en güzel örneğidir.
“Ipad teknede çocukların hayatını kurtarıyor”
* En uzun ne kadar kaldınız teknede?
10-15 günü geçmez. O da temmuzdadır. Kitapta diyoruz ki; en fazla ‘beyaz Türk’ kadınların manikürleri, pedikürleri gelene kadar teknede kalabilirsiniz. O andan sonra hemen dönüş biletleri ayarlanır.
n Tekneyle gittiğiniz gizli duraklarınız var mı?
Bir yeri methetmeye korkuyorum artık. Eskiden bir Hisarönü vardı. Şimdi orası da çok ortaya çıktı. Şimdi bütün gizemli yerlerimiz Yunanistan’da.
* Tekne pahalı bir uğraştır da tam olarak ne kadar pahalıdır?
Bu ne büyüklükte bir tekne olduğuna ve o tekneyle ne yaptığınıza bağlı ama küçük bir teknenin bile masrafı çok. Benzini, bağlaması, temizliği, bakımı... 20 metre bir teknenin ortalama 100-150 bin masrafı vardır.
* Kitabı ithaf ettiklerinizden biri de oğlunuz. Ama tekne hayatını çok sevme şartıyla ithaf ediyorsunuz. Seviyor mu?
Şu anda çok seviyor ama 12 yaşın vermiş olduğu heyecanla çabuk sıkılıyor. Karaya çıkıp arkadaşlarıyla koşmak, bisiklete binmek istiyor. Issız bir koy ona pek cazip gelmiyor. Kayak da yapıyor, wakeboard da yapıyor. Sürat teknesini de, botu da çok güzel kullanıyor. Ama iki gün sonra karaya yakın bir yere gidelim istiyor. Normalde zararlı diye PSP’leri, Ipad’leri çok fazla kullanmamasını tembih ediyoruz ama teknede hayat kurtarıcı olabiliyorlar.