Pazar Bilmeceli heykeller yaptı

Bilmeceli heykeller yaptı

24.12.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

22 yıldır heykel yapmayan Mehmet Güleryüz, Contemporary İstanbul için iki eser hazırladı. Üstelik bu sefer sevenlerini de "suça ortak etmek" için harca bir de bilmece yerleştirdi

Bilmeceli heykeller yaptı

axpaz011.jpg M ehmet Güleryüz 22 yıldan sonra ilk kez heykelleriyle yeniden sanatseverlerin karşısında. 1984'te yaptığı "Sirk" heykelinden sonra ilk kez "Hayber" ve "Scratch" adını verdiği iki heykelle yılın son sanat fuarında karşımıza çıkan Güleryüz'le heykele bu ani dönüşünü konuşmak üzere Kadıköy'deki atölyesinde buluştuk. Ama oraya giderken ne onun hiç bilmediğimiz yasını tutan, kıskanan, müzisyen vs. yönlerini keşfetmeyi ne de bu son eserlerinin içinde bizim için bir bilmece sakladığını öğrenmeyi bekliyorduk. Contemporary İstanbul adını verdikleri bu fuar bugüne kadar yapılanlardan daha fazla ön plana çıktı benim için. Çünkü burada sanatçıların ve galerilerin daha önce görülmemiş işleri sergilemesinden bahsediliyordu. Bu da bana 20 yıldır durdurduğum heykel meselemi tekrar ele alma isteği verdi. Bence bu projeye yeni olanla katılmak ancak heykelle anlamlı olurdu. 22 yıldan sonra heykele nasıl döndünüz? En başından beri beni heykel yapmaya iten şey, resimde süren meseleye hacim vererek ilerletmek arzusuydu. Ama bir ara heykelle söyleyeceklerimi yeterince söylediğimi, kalanını resmin içinde anlatmam gerektiğini hissettim. Ama şu anda heykelim, önceki eserlerimle de resmimle de çok doğru bir bağ kuruyor. Neden bırakmıştınız heykel yapmayı? En büyük fark heykeldeki renk meselesi. Şu an kullandığım renkler yapı malzemesinin kendinden geliyor. Yani bu renkler bir boya sonrasında oluşmadı. Burada boyanmış hiçbir şey yok. Ben başka bir amaçla hazırlanmış bir malzemeyi alıp onu heykelimin renk malzemesi yaptım. Fuar için özel hazırladığınız heykellerin önceki eserlerinizden ne farkı var ki? "Yaptıklarımı parasızlıktan koruyamadım" Söylemem! Neydi bu malzeme? Çünkü biraz komik gelen bir şey benim için... Hem dikkatli bakan herkes anlayabilir aslında. Her gün bakkalda, markette karşılaştığımız bir şey bu, bir ambalaj malzemesi. Neden? Benim kağıt hamurunu seçmem ilk heykel yaptığım 1970'lere dayanır. O zamanlar ucuz bir malzemeye ihtiyacım vardı. Kağıdın ucuz, hafif ve boyanabilir olması çok çekici gelmişti. Bir de o malzemenin ortadan kalkabilir olmasını seviyordum. Heykel dediğimiz zaman aklımıza hep bronz, mermer, taş gelir. Ölümsüz olsun, uzun yıllar dayansın istenir çünkü. Resimde yağlıboyanın kullanılmasının nedenlerinden biri de budur. Benim heykellerimdeki ironik nokta da bu zaten. Benimkiler kağıt! Yani ne suya dayanır ne yağmura! Bunlar açık havaya bile konmaz. Abidevi olana karşı ironisi olan ölümlü eserler bunlar. Bilmece gibi yani... Peki bu malzemeyi özellikle aradınız mı, şans eseri mi karşınıza çıktı? "Müzik yapmayı çok istiyordum ama olmadı" Hepsinde mutluyum çünkü hepsinden eşit cevaplar aldım, hepsinde başarılı oldum. Resim, heykel, tiyatro... Hangisinde daha mutlusunuz? En çok merak ettiğim müzikte de aynı cevabı alıp alamayacağımdı. Müzik yapmayı çok istiyordum ama olmadı. Çello çalıyorum ama profesyonel değil. Sınırlarınızı bilir misiniz? Başka alanlarda da başarılı olabilir misiniz? Hayır, folklorik de dinlerim, pop da. Ayrıca çok iyi bir caz dinleyicisiyim. Ama müzik tarzın tam ne derseniz, klasiktirBir de ciddi, Türk sanat müziği severim. Duygusunu anlarım. En az klasik müzik kadar zevk verir bana. Ne tarz müzik dinlersiniz, sadece klasik mi? Evet kıskanırım ama sadece kompozitör virtüözleri kıskanırım. Çünkü ressamın müzikteki tam karşılığı ona denk gelir. Mozart gibi, Vivaldi ve Liszt gibi... Müzisyenleri kıskanıyor gibisiniz... "Her sanatçı ölmeden eserlerini tahrip etmeli" Bugüne kadar yaptığım heykellerden çok azı elimde kaldı. Pek çoğunu kırıp parçalarını sakladım. Kiminin kolunu kestim, kiminin kafasını... Paris'te yaptıklarımı da buraya getiremedim mesela, New York'ta yaptıklarımı da öyle. Brüksel'dekileri bir arkadaşımda bıraktım. Ondan sonra da parasızlıktan alamadım. Yaptıklarımı parasızlıktan koruyamadım. Onları bronzdan yapmış olsaydım da benim için ölümlü olacaklardı anlayacağınız. Resimlerinizi ölümsüz yaparken heykellerinizi neden ölümlü yapmayı seçiyorsunuz? Heykellerinize bir gareziniz mi var? "Kayıp eserlerim canımı acıtıyor" Öyle olması gerekliydi. Mesela birinde Brüksel'deki galeri heykellerimi sergilemek istedi ama eserlerimin çoğu New York'taydı. Sağ olsun Erol Akyavaş ile eski eşim hepsini parçalara ayırdı, küçük kargolarla yolladı ve ben de Brüksel'de onları tekrar birleştirdim. Böylece gümrük masrafından da kurtulduk. Ama orada yaptıklarımın hiçbirini İstanbul'a taşıyamadım. Satamadım da! Ben de oradaki bir arkadaşıma bıraktım çaresiz. Altı yıl sonra gittiğimde o arkadaşımı yerinde bulamadım, taşınmıştı. Şimdi o heykellerin nerede olduğunu bilmiyorum. New York'ta da 15 resim kaybetmiştim zaten. Onları koruyacak, elimde tutacak gücüm yoktu o zamanlar. Canım acıyor onları düşününce. Birinde de, desenlerimin tek nüsha baskılarının, ansiklopedilerin, desen defterlerimin, kitaplarımın olduğu koca bir metal sandık dolusu malzememi bir arkadaşımla gecenin bir vakti New York'ta bir apartman boşluğuna bırakıp kaçmıştım. Onlardan vazgeçmek veya onları parçalamak ne hissettirdi size? "Gençken yaptıklarımı sattıkça öç alıyorum" Öyle bir oyun kurmadım. Bir gün o eserlerle karşılaşacağımı da sanmıyorum... Ama karşılaşsam müthiş bir şey olur! Ben o eserlerden onlara değer vermediğim için vazgeçmedim çünkü. Aksine çok da değer verdim. Ama ciddi ağırlıklar bunlar. Benden sonra da başkası için sıkıntı olacak. Bence insanın böyle bir fırsatı da olmalı. Tam terk etmeden buraları, fikri ve zamanı olmalı ve onları gözden çıkarmalı, yakmalı, yıkmalı, tahrip etmeli. Ama imha etmemiş, terk etmişsiniz. Yoksa kaybettiklerinizle bir gün bir yerde karşılaşmayı mı umuyorsunuz? Ama o zamanlar kimse için değeri yoktu ki onların. Sadece benim için değerliydiler. Elimde olsalardı bugün talipleri olurdu. Resimlerim de öyleydi o zamanlar. Satamazdım, kimse beş kuruş vermezdi. Şimdi daha fazlasını veriyorlar ama! O zaman satamadıklarımı şimdi satıyorum... Kim acımadan tahrip edebilir bir Mehmet Güleryüz eserini? Fena değil! Aslında bu küçük bir öç alış gibi. Bir zamanlar sergiyi açardım, satılmayan eserleri geri toplardım. O zamanlar gençtim daha, bir dergide "Sanatçının kendi koleksiyonundan" yazdı mı anlamazdım. "Ne var bunda, satılmayan her eser sanatçının kendi koleksiyonu oluyor" işte derdim. Öyle olmadığını şimdi anlıyorum. Meğer sanatçı koleksiyonu, sanatçının satmaktan vazgeçtiği, birinci alıcısının kendisi olduğu resimlermiş. Nasıl bir his bu? 21 Aralık'ta İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı'nda başlayan Contemporary İstanbul Art Fair bugün sona eriyor. Önümüzdeki sene 5-9 Eylül 2007 tarihleri arasında İstanbul Bienali'nin açılışı ile ile eşzamanlı olarak gerçekleştirilecek. Contemporary İstanbul 2010 yılına kadar dünyanın en iyi 10 modern sanat fuarı arasına girmeyi hedefliyor. İstanbul'un kültürel yaşamı ve dünya çapında tanıtımı için büyük önem taşıyan fuar, önemli koleksiyoncuların danışmanlığında, tüm dünyadan gelen 49 sanat galerisi, kâr amacı gütmeyen 10 kurum, dokuz ayrı inisiyatif grubu ve 150'yi aşkın ulusal ve uluslararası sanatçının resim, heykel, fotoğraf, video art ve dijital sanat eserlerine ev sahipliği yapacak. Fuarın danışma kurulunda Nevzat Bayhan, Nuri Çolakoğlu, Suzan Sabancı Dinçer, Saruhan Doğan, Can Elgiz, İmregül Gencer, Leyla Alaton Günyeli, Gazanfer Gür, Zeynep Kayhan, Şerif Kaynar, Süha Özkan, Rabia Bakıcı, Ali Güreli ve Orhan Taner bulunuyor. Andy Warhol, George Baselitz, Keith Haring, Robert Rauschenberg, Roy Lichtenstein ve Alex Katz gibi çağdaş ustalarının eserlerinin yanı sıra güncel sanatın yerli ve yabancı yeni dehalarının eserlerine geniş bir şekilde yer verilecek. Contemporary İstanbul Art Fair'de neler oluyor?