Pazar Bir hayat, iki kent: İstanbul ve Bağdat…

Bir hayat, iki kent: İstanbul ve Bağdat…

18.05.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

İÇİMİZDEN BİRİ HÜMEYRA ABDULLAH

Bir hayat, iki kent: İstanbul ve Bağdat…

Sultan IV. Murad, düzenlediği sefer ve ardından İranlılarla yaptığı Kasr-ı Şirin Antlaşması ile zamanın önemli kentlerinden biri olan Bağdatı Osmanlı topraklarına katar. Bu sefer sırasında İstanbul ve Anadoludan giden Türk aileleri Bağdata yerleşirler: "Babamın ailesi Bağdata gelir. Zamanında bazı memuriyetlerde bulunurlar. Bildiğim kadarıyla babamın babası, Ahmet Ragıp (Cebeci) bey Bağdatta bir çiftlik almış. Çok sert bir adammış büyükbabam, hatta öyle ki adamlarından biri öldürmüş onu. Cebeci kendisi. Cebeciler (Osmanlı ordusunda harp aletleri yapan ve sevk edenler), Paçacılar (orduda ok ve yay imal edenler), Çorbacılar (Acemioğlanları ve yeniçeri bölüklerinin komutanlarına verilen san); hep bunlar oraya giden aileler. Hatta son günlerde Bağdatta kurulan yeni yönetimin içinde de bu Paçacıların isimleri geçiyor, duyuyorum… Bunların hepsi Türkçe konuşurlar. Zaten Bağdatın çoğu Arap kökenli değildir, Arap kökenliler Basrada yaşardı daha ziyade. Musul ve Bağdatın çoğu Türk kökenli, bir kısmı da tabii İrandan gelmeler. Nitekim Saddam onların hepsini sürdü. Onun için hiç sevilmedi." Ya memur ya da asker olacaksın! 1914 yılında İstanbula (Meclis-i Mebusana) Divaniyeyi temsilen gelir Mehmet Fuat bey: "Annem yıllarca Takvim-i Vakai gazetesinde çıkan haberleri aradı. Babamın orada mebus olarak verdiği nutuklar varmış. Babam İngilizlere zıtmış. Zira İngilizler 1917de Bağdatı işgal etmişler, onun üzerine babam da Bağdata gidemez olmuş. Ve buradan çok İngilizlere verip veriştirirmiş." 1918 yılında İspanyol nezlesine yakalanır ve birkaç gün içinde vefat eder M. Fuat bey. "Aslan gibi babam 1918de, 33 yaşında vefat etmiş. Birkaç ay sonra 5 Nisan 1919da da ben doğdum." Hümeyra hanım henüz bir yaşındayken İngilizler, itilaf devletleri adına, 16 Mart 1920de İstanbulu işgal ederler: "Karakolu (Şehzadebaşı Karakolu) basmışlar işgal başlar başlamaz. 16 kişi teslim olmamış, hepsi şehit olmuş. Annem hep onların namına dua ederdi, hatırlarım. 16 Mart şehitlerini de koyardı duasına. Her sabah kalkardı, Bir an evvel sulh olsun diye dua ederdi." Ahmet Ragıp beyin oğlu ve Hümeyra hanımın babası Mehmet Fuat bey 1885 yılında Bağdatta doğar. "Efendim, babam Bağdatta doğmuş ve orada hukuku bitirmiş, kendisi ilk Müslüman avukatlardan. Babaannemi teselliye gelmiş akrabalar: Üzülme sen, senin kapı gibi bir de asker oğlun var, bu oğlun avukat oldu, ne yapalım diye. Çünkü avukat olmak aşağılık bir şeymiş o zamanlarda. Ya memur ya asker olacaksınız şerefli olmak için. Mezun oluyor ve bütün şeyhler, Araplar, tek Müslüman avukat diye babama vermişler davalarını. Yani diğer azınlıklara vermemek için. Ve babam çok iyi kazanmış. Bir süre sonra da mebus (Divaniye Mebusu) seçilmiş." Sultan Abdülhamidin doktoru Rumelihisarında doğduğu ve büyüdüğü ev, Sultan Abdülhamid zamanında saray doktoru olan dedesine (annesinin babası Mehmet Mukim Andaya) verilen yalıdır: "Annem (Hayrinüsa hanım) İstanbul doğumlu, annemin babası tıbbiyenin ilk mezunlarından. Doktor-yüzbaşı olarak çıkıyor ve Yemene gidiyor. O zaman askerde kolera çıkıyor. Kolerayı orduda temizlemiş. Kolerayı önleyen doktor diye ünleniyor. Döndüğü zaman tabii ki binbaşı oluyor. O zaman Sultan Hamid büyükbabamın saraya getirilmesini emrediyor. O günden sonra sarayın doktoru oluyor. Ve aldığı bütün rütbeler Hürriyet çıktığı zaman, 1908de geri alınıyor. Galiba Beylerbeyi Köşküne gönderiliyor Sultan Hamid. Büyükbabam da ferik (paşa) rütbesiyle Yemene gidiyor, Yemen dönüşü 31 Mart Vakası oluyor. Sultan Hamid, Salatini Köşküne (Selanikteki) gönderilmiş, sürgün edilmiş. Büyükbabamı da apar topar, daha evine gelmeden Sakıza sürgün ediyorlar." Annesi ve büyükbabası iki yıl sürgün hayatı yaşarlar. Rütbesi indirilen M. Mukim bey de albay olarak emekliye ayrılır. 1936 yılında vefat eden M. Mukim bey torunu Hümeyrayla özel olarak ilgilenir. Saray günlerini anlatır uzun uzun. Osmanlı sarayında rüşvet İstiklal Savaşı kazanılır bu arada, İstanbula gelen işgal güçleri geldikleri gibi giderler: "İstiklal Savaşı bittiği zaman sulh oldu diye çok büyük sevinç olduydu bizim evde. Üç yaşındaydım. Yani bütün ümit Atatürkteydi, büyükbabam bile ondan bahsederdi, O kurtaracak memleketi derdi. Nitekim öyle de oldu." "Beni dizine oturtur önce yıldızlardan, sonra saray günlerinden bahsederdi. Bir gün bir gemi dolusu un çıkacak İstanbula. Un kötüymüş, kurtlu gibi bir şey. Büyükbabam da doktor ya sarayda, demişler ki Unun çıkması için izin ver. Ben bu izni veremem, Hipokrat yemini ettim demiş. Demişler ki, Biz nasıl olsa bu unu çıkaracağız, sana 10 bin altın, o zaman için büyük bir para teklif etmişler. Yok demiş, kusura bakmayın ama ben bunu yapamam. Ama yine de un indirilmiş… Büyükbabam Abdülhamidi çok severdi. Derdi ki: Abdülhamid iyi bir insandı, vatanını severdi, fakat azledilmekten ve öldürülmekten çok korkardı. Bir de etrafı çok kötüydü. İttihatçıları sevmezdi, Bizi onlar savaşa soktular derdi hep. Ama sonradan büyükbabam Atatürkçü oldu. Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankaraya gidemedi. Çalışması gerekiyordu; tekaüt maaşından başka geliri, yalının dışında bir çöpü yoktu. Sarayın en parasız adamlarındandı herhalde." Topatan kavunu Büyükbabasından kalma Rumelihisarındaki yalıda geçer çocukluğu Hümeyranın: "Rumelihisarında, tam kalelerin önündeydi. 12 odası vardı ve en çok sevdiğim yeri kayıkhanesiydi. İçine su giren bir odadır orası. Ufak da bir kayığımız vardı, annemin çocukluğundan kalma. Biz orada korsancılık oynardık gelen misafirlerin çocuklarıyla. Sabahları Boğazın ışıltısı odaların tavana yansırdı, o ışık oyunlarını seyrederdim. Yatak odaları üst kattaydı. Sonra kat kat kiraya verildi yalı, biz en üst katta oturuyorduk en son, ben okula giderken. Orta katta Müfit efendi derdik, bir tekke şeyhi vardı. Atatürk tekkeleri kapattı tabii, hepsi de işe girdiler, çoğu da Tekelde işe girdi nedense. Yazın yalıyı kiraya verirdik. Annem, Kiralar yalının vergisini karşılıyor derdi… Hiç unutmam kavun, karpuz kayıklarla gelirdi yalıya. Annem topatan kavunu severdi, şimdi yok artık değil mi topatan kavunu? Balıkçılar gelirdi sonra, taze balık alırdık." "Annem Bağdata gidiyor" 1926 yılında Saint Josephte ilkokula başlar Hümeyra. Tekrar Rumelihisarındaki yalıya taşınırlar. Bebekteki okula kimi gün vapurla, kimi gün de yürüyerek gider. İlkokulu okur ve ortaokul son sınıfa geldiğinde, 1933te, üvey babası çiftliğini satmak üzere Bağdata gitmeye karar verir. Bir süre sonra annesi ve Hümeyra da Bağdata doğru yola çıkacaktır. Aynı günlerde yeni bir dönem başlamış, Bağdat 1917 yılından beri boyunduruğunda olduğu İngiliz mandasından kurtulmuştur. ***Bin bir gece masallarının şehri Bağdatla başlıyor Hümeyra hanımın yaşam anlatısı. Babasının ailesi IV. Muradın Bağdat seferinden sonra, pek çok Türk gibi Bağdata yerleşir. Bağdatta dedesinin aldığı çiftlikte doğar babası M. Fuat bey. Divaniye (Bağdat vilayetinin güneyindeki bir sancak) mebusu olarak ll. Meşrutiyetten sonra geldiği İstanbulda ölür. Hümeyra Abdullah ise birkaç ay sonra, 1919da Rumelihisarındaki yalıda doğar. Sultan Abdülhamidin doktoru olan büyükbabasının dizinin dibinde geçer çocukluğu. Bir süre, ikinci kez evlenen annesi ve üvey babası ile birlikte Bakırköyde yaşar. Okula başlamasıyla birlikte yeniden Hisardaki yalıya dönerler ailece. Fransız (Saint Joseph) okuluna başlar. 1933te 14 yaşına geldiğinde Bağdata gitmeye karar verirler. Üvey babasına ait, Arap atlarının koşturduğu, hurma ağaçlarının gölgesinde bir çiftlikte geçer genç kızlığı. Liseyi burada, yine bir Fransız okulunda (College de Santre) bitirir. 1938 yılında Musul Posta-Telgraf Müdürü Abdülbaki Abdullah ile evlenir. 1958de Irakta yaşanan darbe ile Kral ll. Faysal devrilirken, eşi ve çocuklarıyla İstanbula döner. İstanbula gelince 15 yıl kadar bir yayınevinde çevirmen olarak çalışır. Eşinin emeklilik işlemleri için birkaç kere daha gittiği Bağdatı bir daha görmek istemez. Bağdatta yaşarken hep İstanbulu özler. Beş çocuğu olur evliliğinden, 1990 yılında eşini kaybeder. Şimdi İstanbul Akatlarda oturuyor. Kendisiyle bu evde görüştük. Tarih kitaplarında okuduklarımızı, yaşananları, günlük hayatın akışı içinde anlattı... "Annemin bütün isteği babamın anlattığı Bağdatı görmek ve oradaki akrabaları tanımaktı. Bu nedenle Bağdatta çiftliği olan, kendisinden yaşça çok büyük bir beyle 1925 yılında evlendi, beş-altı yaşındayım. Onlar evlenince, Aydında belediye doktorluğu yapan büyükbabamın yanına gittim. Annem ve üvey babam da Bağdata gittiler. Kısa bir süre sonra döndüler ve Bakırköye yerleştik. Bakırköyde 10 odalı, bahçe içinde şirin bir evde oturduk. Oradaki kayısı ağacını hiç unutamam, çünkü bütün zamanım o kayısı ağacında geçerdi, o kayısı benim tek gıdamdı." Bakırköyü çok sever Hümeyra: "Çok güzeldi Bakırköy. İskelenin yanında gazino vardı. Büyükbabam beni yazın o gazinoya götürür, orada oturur, bir kadeh rakı ister, mezelerini yerdi. O mezeleri yemeye deli olurdum ama söyleyemezdim. Artık böyle nasıl bakarmışım ki bana da verirdi mezelerden. Bana da lokum getirirlerdi. Pembe, gül sulu büyük bir lokumdur, bir de kürdan bastırırlar. Hiç sevmezdim bu lokumu. Hemen her akşam saat altı gibi üvey babamı istasyonda karşılar, sonra da Miltyadide otururduk. Onlar bira içerlerdi annemle, mezeler gelirdi. Dereotlu çiroz, kaşar peyniri... Bana yine o meşhur lokum gelirdi." "Annem kürek çekerdi" "Sonra benim hatırladığım zamanda Hisarda kayıkçı Hakkı Baba vardı. Kayığını geceleri bizim kayıkhaneye bağlardı. Ve de derdi ki: İstediğiniz zaman alın, çıkın. Annem ve teyzem çok güzel kürek çekerlerdi, bizi Bebeke götürürlerdi. Yaz akşamları Moskovite giderdik. Orada müzik dinler, dans edenleri seyrederdik. Hatta bir keresinde annemle teyzem kayıkla İstiklal Mahkemesi tarafından aranan bir gazeteciyi kaçırdılar. Bu gazetecinin ikinci hanımı bizim evde kiracıydı. Ve çok yalvardı anneme. Teyzemle annem kürek çekerek bizim yalıdan İstinyeye götürdüler. Gazeteciye çarşaf giydirdiler, hanımlar da çarşaf giydi, beni de ortalarına oturttular, ben daha beş yaşındayım. Sonradan yargılanıp suçsuz bulundu o gazeteci." "Musiki evde yapılırdı" ***Danışmanlar: Doç.Dr.Aynur İlyasoğlu/ Doç.Dr. Esra Danacıoğlu Proje koordinatörü: Ceren Lordoğlu Görüşmeyi yapan: Hakan Koçak Deşifre ve redaksiyon: Sevil Üzrek Görüntü kaydı: Tamer Üstel Görüşme süresi: 4 saat n Görüşmeyi yayına hazırlayan: Tuba Çameli "Aynı semtte Mustafa Şamlının kızı vardı mesela, gayet şık bir hanımdı. Alagarson kesilirdi saçlar o zaman. Josephin Becker diye bir meşhur artistin saçları gibi. Ben tutturmuştum alagarson kestireceğim saçımı diye, evdekiler istemediler… Bir de teyzem vardı, annem gibi ikinci kez evlenen. Çok güzel dans ederdi. Teyzem avukat İsmail İsayla evliydi. İsmail bey İstanbul Radyosunu kurdu. Mesut Cemil teyzemin evine gelirdi. Hem spikerdi hem meşhur Tamburi Cemil beyin oğlu, o da tambur çalardı. Ve Berrin hanım onun hanımıydı, sonra Nadir Nadinin hanımı oldu. Ben çocuğum o zamanlar. Berrin hanım gayet güzel yün örerdi. Hemen hemen her cuma akşamı Mesut Cemil gelirdi ve Münir Nurettini filan da toplardı eniştem, kendisi de zaten musikiden anlardı. Her türlü muhabbet edilirdi… Sonra eskiden evde piyano çalınırdı. Musiki evde yapılırdı. Annem daha ziyade alafranga dersi almış, Chopini filan çalardı ama alaturka da bilirdi. İzmir Marşını çalardı, çok severdik bu marşı." Tarih Dostu Olun! İçinizdeki tarihçiyi uyandırmak, binyılların bilincini paylaşmak, barışa ve karşılıklı anlayışa katkıda bulunmak için tarih dostu olun! www.tarihvakfi.org.tr Proje kapsamında, Bu kentlerin belediyeleri, sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri…Projeye katkılarınızı bekliyoruz…Ceren Lordoğlu ( clordoglu@tarihvakfi.org.tr ), Tûbâ Çameli ( tcameli@tarihvakfi.org.tr )Filiz Öğretmen ( fogretmen@tarihvakfi.org.tr ) temasa geçmeniz yeterli.Telefon: (0212) 327 86 58 Faks: (0212) 227 37 32 www.tarihvakfi.org.tr Antakya, Mersin, Çanakkale, Edirneden köylü, çiftçi, ev kadını, girişimci gibi farklı gruplardan 70 yaş üstü kişilerle görüşmek istiyoruz… GELECEK HAFTA: Hümeyra Abdullahın yaşam anlatısı devam ediyor…