Pazar Dört tel üzerinde üç cambaz

Dört tel üzerinde üç cambaz

19.10.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:

Bas gitarın üç virtüözünün bir araya geldiği S.M.V.’nin albümü “Thunder”, bu enstrümanın yıllardır orkestralarda arkaya atılmasının intikamını alıyor sanki

Dört tel üzerinde üç cambaz

Müjdeyi temmuz başında sahneden almıştık. İstanbul Caz Festivali’nde sahneye çıkan süper basçı Marcus Miller çılgına çevirdiği izleyicileriyle vedalaşırken, çalgıdaşları Victor Wooten ve Stanley Clarke ile ortak bir albüm kaydını tamamladıklarını, bunun birkaç hafta içinde piyasada olacağını söylemişti.
Bu müziğin tarihine biraz meraklı caz dinleyicilerinin, sonuçlarından hangi birine sevineceklerini şaşıracakları türden bir haberdi bu. Üç virtüözün yan yana gelişine mi, yoksa eşine nadir rastlanır çalışmayla tanışacak olmalarına mı?

Basın 3 Tenor’u
Hani üç gitarcı albümü deseniz, örnekleri çok. Ancak üç basçı dediğinizde orada durmak lazım çünkü bunun örneği bir elin parmaklarından az caz tarihinde.
Aklıma doğru dürüst bir tek Ray Brown, John Clayton, Christian McBride üçlüsünün “SuperBass” çalışması geliyor; ki o da diğerleri gibi ağırlıklı olarak standartlardan oluşan ve müzisyenlerin etle kemik gibi iç içe geçemediği bir konser kaydı.
Demek istediğimiz şu: Ustaların isimlerinin baş harfinden oluşan S.M.V. projesiyle çıkardıkları ve “Thunder” adlı 13 parçalık albüm, geçmişte yan yana gelmiş aynı çalgıyı çalan üç müzisyenin çalışmalarının biraz ötesinde. Gerçi buradaki ses örgüsü ve funk ile sentezlenmiş yoğun basları (özellikle onların solo albümlerinde) daha önce hepimiz duymuştuk. Ne var ki, üçlünün kaynaşma hikmeti hem bu çalgıya hem de aynı çalgıların yan yana geliş kavramına farklı bir boyut katıyor.
S.M.V. basın yıllarca orkestralarda arkaya atılışının intikamını alırcasına çalıyor, ona adeta modern bir özgüven aşılıyor. Baslar ritmi yakalıyor, parçayı sürüklüyor, her zaman ön planda yer alıyor ve ses örgüsünün içinde fark edilir olmakla kalmıyor, hayranlık uyandırıcı bir etki de yaratıyor.

Albümün canlı renkleri
Genel olarak “Thunder” mümkün olan en yüksek bas hassasiyetini yansıtıyor. O yüzden onları bir zamanların moda üçlüsü 3 Tenors’a benzetmek ve basın 3 Tenor’u olarak adlandırmak yanlış olmaz.
Renkleri de gayet canlı “Thunder”ın. Eğer groove duygusunu tatmak istiyorsanız “Mongoose Walk” ve “Lopsy Lu / Silly Putty”yi, üç bası da aynı oranda duymak için de “Lil Victa”yı dinlemelisiniz.
Solo bas gitarın sadece soğuk bir virtüöz enstrümanı olmadığına şahit olmak isterseniz, o zaman da İspanyol ezgileriyle bezenmiş “Milano”ya kulak vereceksiniz. Birkaç parçada Chick Corea, George Duke, trompetçi Michael “Patches” Stewart’ı duymak müzikaliteyi daha da yükseltiyor.
Miller biraz farklı
Miller’ın diğerlerinden biraz farklı bir konumu var. O aynı zamanda yapımcı koltuğunun sahibi. Belki burada az buçuk bir sorun olduğu söylenebilir.
Miller kendisi kadar yetenekli iki arkadaşından, egosu ve baskın kişiliğiyle sıyrılıyor; elektronik davul vuruşları ve abartılı ritim pozisyonları ile, Clarke’ın ünlü pes ton geçişlerini ve Wooten’ın parlak melodilerini dışarı iterek albümü yer yer kendi solo albümüne dönüştürüyor.
Üç yeteneğin potansiyelini katlayarak, aritmetik toplamlarının üzerine çıkma ihtimalini ve üç farklı çalma tekniğini bir arada kullanma şansını kısmen zedeliyor.

Yerel sesler kaşifi
Geçen hafta Akbank Caz’ın açılış konserini veren Stephan Micus’un 18. ECM albümü “Snow”, dükkanların konuğu.
Her albümde yeni keşifler sergileyen multi-çalgıcı, “Snow”u sekiz alışılmadık çalgı ile hayata geçiriyor. Sekiz telli Batı Afrika arpı doussn’ gouni ve beş telli sinding, kanun benzeri çok telli Bavyera zitheri, 62 çelik telli çekiçli dulcimer, Küba kopuzu charango ve Burma zili Maung, albümün metamorfoza uğramış özgün sesli çalgıları. Yanı sıra duduk ve ney var. Micus, çalgılarda virtüözite sergileyemese de, büyüleyici bir atmosfer yaratmayı; onlar aracılığıyla şahsi bir yorum ortaya koymayı iyi biliyor. Her parça solo meditasyon, özellikle egzotik tınılı “For Ceren And Halil”. Çağdaş klasik kulvarın en melankolik ve duygusal isimlerinden Micus.

Renkli uçan balon
Telli sazlar ve vokalde sarışın zamane kızı Katie White, davulda yakışıklı Jules De Martino; İngiliz müziğinin yeni eğlencesi The Ting Tings.
İlk albümleri “We Started Nothing” elektro-pop-punk tarzıyla hızla yükseliyor. Albümdeki kolay dinlenen, kısa ve eğlenceli şarkılardan “Shut Up and Let Me Go”, iPod reklamında kullanılınca “in” oldular. Hedonist hazlar, postmodern saçmalıklar, çocuksu masumiyetler, kadınsı fenalıklar, feminist pozlar, Blondie ve Björk’ten Chicks On Speed’e göndermelerle şişirildikçe havalanan balon The Ting Tings. Ya kısa bir süre baş tacı edilecek; trendsetter pazarlayanlarca elden ele dolaşıp 10 yılda bir hatırlanan anıların tozlu raflarında unutulacak ya da bir-iki yıl sonra “bu dünyanın müziği de kendisi gibi adam olmaz” yazısı yazacağım.


Hüzünden sevince transfer
Takma adı Atom Heart olan Alman yapımcı Uwe Schmidt’in 12 yaşındaki özgün projesi Senor Coconut. Uwe’nin Şili’ye göçtükten sonra oluşturduğu Latin temelli proje, 2000 yılında yaptığı Kraftwerk yorumlarından oluşan “El Baile Aleman” adlı albümle dans camiasında sevilmişti.
Yeni albüm “Around The World”, Senor Coconut’un en iyi zamanlarının uzağında değil. Ele aldığı parçaları havasından uzaklaştırarak, özellikle de karanlık atmosferli parçaları seçerek, eğlenceli hale getiren, adeta onları nüfusuna geçiren müzisyen, “Around The World” albümünde Eurythmics’in “Sweet Dreams”ini, Trio’nun “Da Da Da”sını ve Prince’in “Kiss”ini alaycı, muzip ve parodik olarak yorumluyor; ve tabii ustaca.