Pazar “Erkeklerin labirentlerinde dolaşmayı seviyorum”

“Erkeklerin labirentlerinde dolaşmayı seviyorum”

08.03.2015 - 02:30 | Son Güncellenme:

Taner Birsel cuma vizyona giren “Çekmeceler”de mastürbasyon yapan kızına sürekli şiddet uygulayan babayı oynuyor. Birsel: “Hastalıklı karakterleri oynama deneyimim var. Erkeklerin karanlık labirentlerinde dolaşmayı seviyorum. Erkek şiddeti pis kokulu, çirkin suratlı, alt kültüre ait bir şey gibi yansıtılır hep. Biz böyle olmayabileceğini göstermek istedik”

“Erkeklerin labirentlerinde dolaşmayı seviyorum”

Mehmet Binay ve M. Caner Alper “Zenne”den sonra yine çok konuşulacak bir filme imza attılar. “Çekmeceler” genç
bir kadının cinselliğini çocukluğundan başlayarak konu alıyor. İkili bu hafta vizyona giren filmde yine çok sert bir hikayeyi göz alıcı bir renk cümbüşü içinde anlatıyor.

Haberin Devamı

Gerçek bir hayat hikayesinden uyarlanan “Çekmeceler” bir kadın
filmi. Buna karşın filmde etkisi neredeyse her karede hissedilen bir erkek karakter var: Deniz’in babası Ayhan. Mastürbasyon yaptığı için küçük kızına sürekli şiddet uygulayan bir baba olan Ayhan’ı usta oyuncu Taner Birsel canlandırıyor. Birsel’le “Dokunduğunda insanın elini yakan”
bir karakter olarak tanımladığı Ayhan’ı konuşmak üzere galadan hemen önce bir araya geldik. Birsel bugüne kadar Nuri Bilge Ceylan, Reha Erdem, Derviş Zaim, Zeki Demirkubuz, Tayfun Pirselimoğlu, Seyfi Teoman başta olmak üzere pek çok önemli yönetmenle çalıştı. Bugünlerde yine çok başarılı bir yönetmenle (kim olduğunu yazmamaya söz verdim) bir film çekiyor. Galaya çekimden geldiği için biraz yorgundu. Bodrum’u, evini çok özlemiş. “Çekimlerimin bitmesine dokuz gün var. 10’uncu gün köyümdeyim” dedi, onu köyüne gitmeden yakaladığım için şanslıydım.

Haberin Devamı

Bu rolle nasıl kesişti yolunuz? Yönetmenlerle tanışıyor muydunuz?

Tanışmıyorduk. “Zenne”yi izlemiş, çok beğenmiştim. Böyle bir teklifle geldiklerinde çok heyecanlandım doğrusu. Onların da Bodrum’da yaşadığını öğrenince heyecanım ikiye katlandı. Ilık bir Bodrum sabahında bir kahvede buluştuk. “Senaryo bu. Kimi oynayacağını söylemeyeceğiz. Kendine hangi rolü yakıştırdığına bir bak” dediler.

Senaryoyu okuduktan sonra ne düşündünüz?

Ayhan karakterine vuruldum. Hemen kendi bencil pencerenizden hangi rol benim için bir kariyer olur diye bakıyorsunuz ister istemez.
Bu bir oyuncu refleksi.

“Deniz’i oynamak isterdim ama Ayhan’ada fitim dedim”

Ne cevap verdiniz?

“Deniz’i oynamak isterdim ama Ayhan’ada fitim” diye şakasını yaptım. Ayhan az görünen ama çok oyuncaklı bir karakter. Senaryoyu okur okumaz bunun bir kadın filmi olmasına karşın bütün filmi Ayhan’ın domine ettiğini anladım. Hastalıklı karakterleri oynama konusunda küçükde olsa deneyimim var. Erkeklerin karanlık labirentlerinde dolaşmayı seviyorum. Erkek şiddeti pis kokulu, çirkin suratlı, alt kültüre ait bir şey gibi yansıtılır hep. Biz bunun böyle olmayabileceğini göstermeyi arzu ettik. Brahms dinleyen, Çehov okuyan, Shakespeare oynayan bir entelektüelin yarattığı şiddet var filmde. Bir sosyopat, psikopat değil, aramızda dolaşan biri Ayhan.

Haberin Devamı

Yönetmenlerle kısa bir sohbet etme şansı buldum. Rolü, sizden önce teklif ettikleri bazı “büyük” aktörlerin çok sert bulduğunu, kimilerinin teklife geri dönüş bile yapmadıklarını söylediler. Sizin çekinceleriniz var mıydı rolü kabul ederken?

Açık söyleyeyim; bir oyuncu için en önemli kriter yönetmene duyduğu güvendir, ben bu iki yönetmene de çok güvendim. O yüzden endişe duymadım, “Bu rol üzerinden suistimale uğrar mıyım?” duygusu oluşmadı bende.

“Şiddet sahnelerinde çocuk oyuncuyla karşılıklı oynamadım”

Çocuk oyuncular konusunda çok hassasmışsınız ama değil mi?

Evet, haklısınız, onu söylemeyi atladım. Tokat, makas ve çamaşırla ilgili sahnelerde çocuk oyuncuyla yüz yüze gelmeyeceğime, o sahnelerin onun ebeveyni ya da oyuncu koçuyla, yani tanıdığı, güvendiği biriyle çekileceğine dair güvence verdiler bana. O sahnelerde çocuk oyuncuyla karşılıklı oynamadım. Sinemanın optik yanılsamaları sayesinde küçük Deniz’i oynayan oyuncuda hasar oluşturmadık.

Haberin Devamı

Nasıl hazırlandınız role?

Bir role hazırlanırken genellikle kendi iç dünyanızdaki referensları bulmaya çalışıyorsunuz. Kendi çekmecelerinizi açıyorsunuz. Belki çocukluğunuzda uğradığınız yada şahit olduğunuz şiddetten, bir gazete haberinden, izlediğiniz bir filmdeki ya da okuduğunuz bir romandaki karakterden yola çıkıyorsunuz...

“O rol giysisini gardıroba asar, evime tertemiz giderim”

Şaşırtıcı bir şey çıktı mı sizin çekmecelerinizden?

Bunu söylemek zor. Filmimizde gerçek bir hayat hikayesinden yola çıkıldığı için çok fazla ipucu vardı. Ama ben bunlardan mümkün olduğu kadar uzak durdum çünkü rolü kaba gerçekliğin içine sıkıştırmak istemedim.

Çocuğunuz var mı?

Hayır.

Bunun role hazırlanırken nasıl bir etkisi olmuştur?

Bilmiyorum. Çünkü çocuklu olma halini bilmiyorum. Sadece varsayımlarım olabilir. Oyuncuda bu varsayımlarla devam eder yoluna.

Haberin Devamı

Biliyorum, siz profesyonel bir oyuncusunuz, çok da tecrübelisiniz... Yine de mastürbasyon yapıyor mu diye küçük kızının iç çamaşırını sürekli kontrol eden, ona şiddet uygulayan bir adamı canlandırmak nasıl bir ruh hali yaratıyordu sizde?

Set anında tabii karanlık bir duygu yaratıyor. Ama yıllar içinde en mide bulandırıcı sahneleri bile tekrar tekrar oynamanın tekniğini öğreniyorsunuz. Böylece en az hasarla sıyrılıyorsunuz o karanlık duygulardan. Yoksa işinizi yapamazsınız.
O sahneler tabii ki etkileyiciydi. Ama hepimiz o sahnenin gerçek olmadığının hep farkında olduğumuz için set, o sahne bittiğinde şarkı-türkü söylenen, fıkralar anlatılan bir yere dönüşebiliyor.

Peki çekimler bittiğinde oynadığınız rollerden bir şeyler kalır mı size?

Hayır. O rol giysisini gardıroba asarım, evime tertemiz giderim.

“12 yıldır Bodrum’da yaşıyorum, köyümü çok seviyorum”

Hep çok önemli yönetmenlerle çalıştınız. Bunun için nelerden fedakarlık etmeniz gerekti?

Mümkün olduğu kadar dönüp baktığımda utanç duymayacağım işlerin içinde olmaya çalışıyorum. Türkiye gibi bir yerde bu hiç kolay bir şey değil, inanın bana. Hem kuyruğunuzu dik tutabilmek hem de insanca yaşamaya çalışmak hem de böyle anlamlı projelerin içinde olmak kolay değil bir sanatçı için. Benim küçük servetim de bu işte. Türk sinemasında kendine has bir dil oluşturmuş yönetmenlerle çalışmışım hep. Bir sanatçı başka ne ister? Proje sırasında sıkıntılar yaşıyorsunuz, “Lanet olsun, bu işi niye yapıyorum?” dediğiniz anlar bile oluyor. Sinema hakikaten çok meşakkatli bir iş. Delilerin yapacağı bir iş! Ama ürün ortaya çıktığında o memnuniyet duygusu, izleyicinin alkışı, belki bir iç çekişi ödülünüz oluyor. Sizde yarattığı iyi duygu ömre yayılıyor.

Bodrum’da yaşıyorsunuz değil mi? Nasıl geçiyor orada zamanınız?

Evet, 12 yıldır Bodrum’da yaşıyorum. Orada çok alçakgönüllü bir hayatım var. Köyümü çok seviyorum. Zeytin ağaçlarımız, meyve ağaçlarımız var. Yazın Bodrum da çok karışık oluyor tatilciler yüzünden ama o vakitlerde de kaçmanın bir yolunu buluyoruz. Arada para kazanmak için İstanbul’a geliyorum sonra hemen köye, evime dönüyorum.

“Bir erkek olarak suçluluk duyuyorum”

Cinselliğin tabu olduğu bir ülkede böyle bir filmin parçası olmak ne hissettiriyor?

Bir erkek olarak “Bu filmi yaptık, ben de günahlarımdan arındım. Ödevlerimi yerine getirdim” gibi bir rahatlık hissetmiyorum. Bugünlerde pek moda; herhangi bir sosyal facia yaşandığında, kadına yönelik bir şiddet olayı yaşandığında örneğin, üç tweet atıp birden arınma hali yaşıyor insanlar.

“Neyse ki ben Ayhan gibi biri değilim” gibi çok insanca bir rahatlama da mı duymadınız?

Doğrusunu isterseniz; erkek egemen bir toplumda yaşayan bir sanatçı olarak, doğuşumla başlayan yoğun bir suçluluk duygusu hissettiğimi söylemeliyim. Belki de anneme karşı, ona verdiğim acıdan dolayı bile...
Bu suçluluk duygusu bizimki gibi erkek kodlarıyla döşenmiş bir toplumda, hayatın her alanında insanın canını yakıyor. Bir erkek olarak; bu toplumun bu cinsiyete sahip ortağı olarak suçluluk ve utanç duyuyorsunuz.

“Empati gücü beni kadın olmaya yaklaştırıyor”

Ne oldu da siz böyle şeylerden canı yanan, suçluluk ve utanç duyan biri oldunuz? Ayhan’dan farklı olmanızı sağlayan ne?

Bilmiyorum ama şöyle bir tahminim var; oyunculuğun temel dinamiklerinden biri empatidir. Doğa, tarih, sosyal hayat neredeyse size vize, icazet veriyor, erkek şiddetini, daha doğrusu erkeği kutsuyor. Ama o empati gücü beni biraz insan olmaya yaklaştırıyor belkide. Kadın olmaya yaklaştırıyor, içimdeki kromozomlardan birinin kadın kromozomu olduğunu hatırlatıyor... Belki de böylelikle şiddeti kafamın içinde bertaraf ediyorum.

“Beni canavara dönüştürecek travmalar yaşamadım”

Oyunculuk öncesinde, yani empati hayatınızın bu kadar önemli bir parçası değilken bu konularda hassas değil miydiniz?

O kadar hakim değilim kendi ruh dünyama, bilmiyorum. Çok mutlu bir ailede büyüdüm. Beni ileride canavara dönüştürebilecek travmalar yaşamadım. Kimileri travmalarını yönetemedikleri için ya da bunları bilinç düzeyinde halledemedikleri için birer erkek-canavara dönüşebiliyorlar.

Nasıl tepkiler bekliyorsunuz filme?

Umarım izleyen erkekler birazcık utanç, suçluluk duyabilir, belki bir parça kadınlarla empati kurabilirler...

Filmin sonunda “çekmece”den Ayhan’la ilgili bir gerçek çıkıyor. Ayhan’ın davranışlarını o gerçeğe bağlamak ne kadar doğru? O tıbbi durumdan muzdarip olmadığı halde onun gibi davranan milyonlarcası var...

Bizim karakterimizin böyle davranmasına neden olabilecek, nesnel dayanak olarak o sözünü ettiğiniz sahne yazılmış. Belki çocukluğunda yaşadığı başka travmalar da var. O sahne çıkartılsa Ayhan karakteri inandırıcılığını yitirir mi? Bence hiç yitirmez. Gerçek hikayede böyle bir vaka olduğu için ve filmin sonunda minik bir sürpriz hazırladığı için bence kullanışlı bir gerçeklik olarak yer alıyor
o sahne filmde.