18.02.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:
axpaz011.jpg Türkan Kafadar'ın imzasını taşıyan bu Bizans kostümünün içinde gerçek bir imparatoriçe gibi Lale Müldür. 12 gün önce çıkan otobiyografik romanı "Bizansiyya"ya uygun bir hal. Müldür'ün zihninde "çılgın" bir yolculuğa çıktığımız bu "farklı" romanda kek tarifinden İbni Sina'nın ilaç terkiplerine, bir Cumhuriyet pornosundan İngiltere'de öğrencilik yıllarında tuttuğu güncelere ve teolojik anlatılara kadar çok sayıda çarpıcı durak var. Bugünlerde neşesi pek yerinde Lale Müldür'ün. Pelerinini savurarak, başındaki pembe tülü doladığı eliyle poz veriyor foto muhabirimiz Ercan'a. "Zaten" diyor, "Bir vizyon gördüm, artık sadece fotoğrafçılara gülümsemekmiş benim görevim." Dediğini de yapıyor. Kahakahaları çınlatıyor, "Bizansiyya"nın kahramanlarından, eski sevgili Mistik Çar ile vaktiyle sık sık geldikleri Tekfur Sarayı'nı. Çatısız sarayın "limon kokulu yağmurlu kadını" ile yeni kitabını konuştuk. Aynı şiirin son dizesindeki gibi soruyordu imparatoriçenin gözleri, yardımcısı Maria'nın yaptığı gözlemeyi yerken: "Ben iyiyim şimdi. Sen nasılsın?" Bizans'tan bugüne ulaşan son saray kalıntısı olan Tekfur Sarayı'ndayız. Lale Müldür'ün üzerinde mor bir elbise. Geçtiğimiz yıl Afife En İyi Giysi Tasarımı Ödülü'nü alan İlkokuldan başladım zekamı göstermeye. Bütün yabancı kolejleri birincilikle kazandım. Robert Kolej'in en iyi öğrencisiydim. Özellikle matematik ve fen bilimleri notlarım çok yüksekti. Sonra ODTÜ'ye gittim. Yumrukları nasıl havaya kaldıracağız gibi problemlerimiz vardı. Sonra Derya Köroğlu'ndan duydum ki, okulun o sıradaki politik lideri bana aşıkmış. "Bizansiyya"da "Bütün suçum zeki bir kadın olmak" diyorsunuz... Hep de söylenir gerçekten, sizin çok akıllı olduğunuz. Hiçbir şeyin farkında değildim. Protesto sırasında, jandarma etrafımızda toplanır, "Beş dakikaya kadar dağılmazsanız vuracağız" derdi. Ben ise o an "Aaaa papatyalar da ne güzel" diye düşünürdüm. Realiteyle ilgim yoktu. Hiç mi fark etmediniz? İki defa çete kurdum. İkisinin de lideri ve tek çalışanıydım. Herkese notlar yazardım. Mesela Bianca'ya (sınıf arkadaşı)... "Bianca, dolabından şunu al ve git şu ağacın altına bak" gibi... Bianca ağacın altına gittiğinde hediye bulurdu. Kimden geldiğini bilmezdi ama. Kötü bir şey yapmadım hiç. Okulda Plato'ya (kampüsün bir bölümü) giderdik daha çok. Plato'da her gün öğle saatinde beni dinleyen 20 kişilik bir grubum vardı. Her gün başka bir tarzda çıkardım karşılarına: Bir gün egzistansiyalist, bir gün sitüasyonist, bir gün komünist bir gün bilmem ne... Kolej yıllarında çete kurmuşsunuz... ODTÜ Elektronik'i kazandım. Sınav birincileriyle filan birlikteydim. Okul kapanınca İngiltere'ye gittim. Aynı şekilde Manchester'da ekonomi derecesini birincilikle alıyordum az daha; okula geç kalmam yüzünden ikinci oldum. Ondan sonra Essex'te çok zor bir mastır verdim. Sonra üniversite ve yurtdışı serüveniniz başlıyor ki o da başka bir zeka hikayesi... Erkekler kabul etmiyor kendilerinden daha zeki kadınları... Zekanızı niye "suç" gibi görüyorsunuz? "Ben deli değilim aslında!" Evet çıkarmadım; artık yapacak bir şey yoktu. Ama çok fazla yapıştırıldı o yafta. Ben deli olmadığıma da inanıyorum aslında. Zeki olmakla "suçlandığınız" halde, bir de "deli" yaftası yapıştırıldı size... Ama hiç sesinizi çıkarmadınız. Allahtan gelen bir yardım bu herhalde. Neşeliyim hep. Günah kavramım hiç yok gibi. Kimseye kötülük yapmadım. Onun için ölümü iyicil bir şey olarak düşünüyorum. O yüzden de neşeyle sürdürebiliyorum hayatımı. "Ben aslında yaşamaya tahammül edemiyorum" diyorsunuz "Bizansiyya"da. Okurken insan canınızın ne kadar yandığını anlayabiliyor. Ama öte yandan size baktığımızda çok neşeli bir kadın görüyoruz. Bu dengeyi nasıl sağlıyorsunuz? "Ölüm özlediğim bir şey" Ölümden hiç korkmuyorum. Ölmek benim için zor değil. Hatta 2002'de beyin kanaması geçirdiğimde ölseydim de üzülmezdim. Benim canım bu ülkeden gitmek istiyor aslında. Kitapta "ölüm" de yok ölüm korkusu da. Ölmeyi, daha doğrusu kendimi öldürmeyi düşünmedim hiç; yasak çünkü. Ama ölüm daima özlediğim bir şey tabii... Ölseniz de olur, bu ülkeden gitseniz de öyle mi? Benim inancıma göre cennet ve cehennem vardır. Ben en kötüsünden arafa gideceğim. Oranın da çok zevkli bir yer olduğunu düşünüyorum. Hem cehennemdekileri görüyorsun hem cennettekileri... Cehenneme gideceğimi de sanmıyorum doğrusu; ben cehenneme gidersem bütün dünya gider. Ölümü özlemek ne demek? O derece üzdüler beni. Belki de artık yaşlandığım için arkadaşlarımla eskisi kadar yakın bir ilişki sürdüremiyorum. Ama eskiden de çekerdim onlardan. Mutlaka bir laf çarparlardı. Laf çarpılmasına alışık bir insan değilim. Neden bu ülkeden gitmek istiyorsunuz? "Kayıp parça Bizansiyya..." Tabii denebilir. Kitabın içinde çeşitli benlikler var. Bir kere kayıp bir görkemin ardından yas tutan bir alter ego var. Daima kayıp bir şeyi yinelemeye çalışıyoruz. Bir Piyer Loti'ye gittiğimizde sözgelimi, kayıp bir şey var, o nedir diye düşünüyoruz. İşte ben o kayıp şeyin adına Bizansiyya diyorum. Bu kayıp parça duygusu dünyanın başka bir yerinde olmuyor, tamamen İstanbul'a özgü. Yani bu kentin kendisi de bölünmüş bir benliğe sahip. İnsanın bölünmüş benliğinin de kitabı diyebilir miyiz "Bizansiyya"ya? İlki aşırı sevgi, ötekisi aşırı nefretti. Mistik Çar çok İstanbul'a oynayan birisiydi. Kendini bir anlamda Bizans'ta yaşayan biri gibi hissediyordu. Bana Bizans yerlerini gezdirirdi birlikte olduğumuz dönemlerde, Bizans'tan bahsederdi sık sık. Beni "Bizansiyya"ya götüren de Mistik Çar'dır aslında. Kitapta iki erkek karakter baskın. Biri Bartolomeo, eski eşiniz; diğeri de Mistik Çar adını taşıyan eski sevgiliniz. Neden bu ikisi? Şiir kitapları geçti önüne. Başka konularda gezindim. Uzun sürdü çünkü çok güzel bir şey yapmak istiyordum. Neden 15 yıl sürdü bu kitabı yazmak? "Tasavvuf okumaya başlayın" Biraz kendime benzetiyorum Suzanne'i... Herkes kendi Suzanne'ini keşfedecek bu kitabı okuduktan sonra. Çok sevdiğim bir parça bu ve çok üstünde duruyorum, o yüzden kitabın başına ve sonuna koydum. Kitap Leonard Cohen'in "Suzanne"i ile başlıyor ve yine onunla bitiyor. Niye? Yeni bir dil de kullanıyorum ayrıca. Aynı dilde yazamıyorum şu an, oradan biliyorum yeni bir dil kurduğumu. Kitaba aynı şekilde bir cümle daha eklemem zor. Başka bir dilden ekledim eklediklerimi. O dile giremedim. "Bizansiyya"da edebiyatın mektuptan şiire kadar hemen her türü var... Tasavvuf geleneğinden gelen birtakım formüllerin açıklaması. Tasavvufta derinleşmişlerin anlayabileceği bir cümle bu. Sözgelimi "Ghafür=1285=büyükbağışlayıcı=dost=iyileşme/rekehat=toprak=karanfil baharatı=balık=Ay=Nukha'il" şeklinde bir cümle var. Ne demek istiyorsunuz? Tasavvuf okumaya başlamalısınız. Bunun başka cevabı yok. Okur hiç umrunuzda değil mi? Anlayamamak fena bir durum çünkü... Başyapıt demelerini isterim bu kitaba. Bunu yazmasaydım da içimde bir yara hep kalacaktı, iyileşmeyecekti. Bu kitap sizin için ne ifade ediyor? Başyapıtınız olduğu söylenebilir mi? Öyle bir araştırma var, kıyametin yedi tepeli kentte kopacağı konusunda; Roma mı İstanbul mu diye? Ama İstanbul diye kesin bir savım yok. Sadece olabilir diye düşünüyorum. İsa'nın İstanbul'a gelebileceğine de inanıyorum. İsa biliyorsunuz hem Hıristiyan geleneğinde hem de hadislere göre İslam geleneğinde yeniden dirilecek. "Bizansiyya"daki bir bölümde kıyametin İstanbul'da kopacağını söylüyorsunuz sanki... "Özel bir konumum var ama ne olduğunu bilmiyorum" Bir gri V üzerinde uçmaya başlıyorum birden. Ve İsa'yla karşılaşıyorum. Bana çok tuhaf bakıyor. Romanda bir İsa vizyonunuz var... Uykuda değilken görülen bir rüya gibi. Herkes vizyonun ne olduğunu bilmeyebilir... Biraz anlatır mısınız? Benim gördüğüm vizyonların hepsi de dinsel açıdandır. O yüzden gerçektir diye düşünüyorum, hastalıkla ilgisi yok. Nasıl açıklıyorsunuz vizyonlarınızı? Valla peygamberlere ait olaylardan bahsediyorum, başka anlatmak istediğim bir şey yok. Meleklerin de yaptığı bir şey uçmak. Kitabın kapağını da siz çizdiniz ve orada da kanatlı bir figür var; melek sanırım. Bütün bunları birleştirdiğimizde siz bir şey demek istiyorsunuz aslında... Evet biraz özel bir konumum var ama ne olduğunu bilmiyorum. Bilimsel açıdan anlatayım. Amerikalı bir uzaybilimcinin bilgisayara çizdirdiği bir figürde vardı, bir şeyin içinden gri gri eğriler gidiyordu ve dedi ki "Buralardan geçen birisi siyah deliğin içinden de geçebilir, başka bir evrene çıkabilir". Bu benim için çok aydınlatıcı oldu; çünkü ben de gri eğrilerin içinde uçtum ve belki de bir kara delikten geçtim diye düşünüyorum. Ayrıca Stephen Hawking de "Artık dünyadan başka yerler bulmalıyız" dedi ki o da benim için zaferdir. Siz de uçuyorsunuz vizyonlarınızda... "Kaktüs'te uzun süre oturanlar sevgili bekliyor!" Sevgili anlamında bir kurtarıcı bekliyorlar. Uzun süre oturanlardan söz ediyorum. Kaktüs'te tek başına oturanlar var; onlar elbette bir sevgili bekliyor. Kaktüs Kafe'deki Bizansiyyalıların bir kurtarıcı beklediklerini söylüyorsunuz kitapta. Kaktüs'teki entelektüellerin beklediği kurtarıcı kim? Ben de bir kurtarıcı sevgili bekliyorum ama benim sevgilim Kaktüs'tekilerin beklediğinden farklı. Onlar çok olağanüstü tipler arıyor. Ben yaşı yaşıma uygun normal bir insan bekliyorum. Ama karşıma hep gençler çıkıyor. 25'ten başlıyor yaşları. Siz de bir kurtarıcı bekliyor musunuz bu anlamda? Her zaman reddetmiyorum ama istediğim onlar değil. Kabul ediyor musunuz tekliflerini? Edebiyatla ilgisi olmasını istemem. Bir konuda yeterli olması ve kendine güvenmesi lazım. Çok çirkin olmadığı sürece kabulümdür. Gençlerden çok sıkıldım. Kafa olarak yetmiyorlar bana. Nedir istediğiniz? Aşıktım ama bitti sayılır. O da genç bir çocuktu. Arkadaş kalmaya karar verdik. Aşık mısınız birine? Herkesin Bizansiyya'sına günaydın! Söylemek istediğiniz son bir şey? "La Paix hastanesine girdiğimde hiç deli görmedim!" Dışarıdakilerin çoğu çıldırık, bildiğiniz gibi. İçeri girenler masumlar oluyor daha çok. Ben La Paix'ye girdiğim zaman hiçbir deli görmedim etrafımda. Uzun, tatlı konuşmalarımız olurdu. Hepsi birisinin kurbanıydı. O şekilde çıldırmaktan bahsediyorum. Kurbanlar şeklinde çıldırmak oluyor Türk gibi çıldırmak. Yurtdışında ise gerçekten çıldıranlara rastlarsınız hastanelerde. Kitapta "Ben Türktüm Polo, sizin gibi çıldıramazdım" diyorsunuz. Türk gibi çıldırmak nasıl oluyor?