Pazar “Japon teyzeler kaşık oynadılar”

“Japon teyzeler kaşık oynadılar”

03.01.2016 - 02:30 | Son Güncellenme:

Türk-Japon dostluğunu anlatan “Ertuğrul 1890”da oynayan Kenan Ece: “Japon teyzeler bizim için yemek hazırlamışlardı. Sonra birden içeriye yöresel kıyafetlerimizi giymiş Japon kadınlar girdi ve kaşık oynamaya başladılar”

“Japon teyzeler kaşık oynadılar”

Kenan Ece’yi beyazperdede ilk izleyenlerden biri olduğumu düşünüyorum. Çünkü ilk projesi “Yüreğine Sor”un vizyona girdiği ilk gün sinemadaydım. Zamanla birçok başka filmde ve dizide oynadı, “meşhur” oldu ama benim için ilk önce hep o filmdeki Mustafa olarak kaldı. Şimdi Türk-Japon dostluğunu anlatan “Ertuğrul 1890”da da karakterlerinden birinin adı Mustafa olan Ece’yle Beylerbeyi’nde buluştuk.

Haberin Devamı

-Film için teklif nasıl geldi?

Geçen sene aralık başlarıydı. “Yurt dışında eğitim gördüm, dizilere başlayacağız, bitecek! Hayat böyle mi geçecek, nedir benim yolum?” gibi düşünceler içindeyken bir e-posta aldım;
15 milyon dolar bütçeli,
Türk-Japon ortak yapımı bir film. Görüşmeye gittim. İki hafta sonra haber geldi, kadroya dahil oldum.

-Dahil olduktan sonra konuya dair araştırma yaptınız mı?

O dönemle ilgili kitapları okudum. “Ertuğrul Faciası” diye Behçet Necatigil’in çok güzel bir radyo oyunu var, o beni çok etkiledi. Deniz Müzesi’ne gittim. Hepsini tamamlayan ise Kushimoto’daki Ertuğrul Şehitleri Anıtı oldu. Ertuğrul’un battığı kayalıkları görmek başka bir düzeye getirdi benim için hikayeyi. Mustafa karakterinin de derinliklerine inmemi sağladı.

Haberin Devamı

-Nasıl biri Mustafa?

Makine dairesinden sorumlu yüzbaşı. Çok disiplinli, işini en iyi şekilde yapmaya gayret gösteren, önüne koyduğu hedeften asla şaşmayan, yeri geldiğinde sert olabilen biri.

“Bence bu dostluk hâlâ sürüyor”

-Filmde iki farklı karakteri canlandırıyorsunuz...

Evet, Tahran sahnesinde de Murat olarak görüyorsunuz. Bu hoşuma giden bir tarafı filmin. Birtakım ruhların tekrar tezahür ettikleri, şiirsel bir anlatım.

-Bu durum olumsuz bir etki yaratır mı sizce?

Yönetmen filmde bu dostluğu bir döngüye kavuşturmak için Ertuğrul hikayesini Tahran hikayesinde bir sonsuzluğa ulaştırıyor. Filmi “Mustafa’ya bak, hayata tekrar Murat diye gelmiş” diye seyrederseniz saçma bir şey olur. Herkes kendi bakış açısıyla seyretmekte serbest tabii ama amacımız Türk-Japon dostluğunun nesiller boyu tezahür ettiğini ve sonsuzluğa kavuştuğunu anlatmak.

-Bu dostluğun varlığından hâlâ söz edebilir miyiz?

Evet. Farklı kafa işleyişimiz olmasına rağmen vefa, fedakarlık, gibi ortak değerler üzerinden anlaşabilen iki milletin insanlarıyız.

“20 kişilik bir ekiptik”

-Nasıl geçti çekimler?

Ocak ayında Kyoto’da Toei Stüdyoları’nda çekmeye başladık. 1.5 ay sürdü, 20 kişilik bir ekiple gittik. Oradan Kushimoto’ya, gerçek mekanlara geçtik. Döndükten sonra kılıç ve güreş derslerine başladım. Aya İrini’de çektik, Sirkeci sokakları Tahran sokaklarına dönüştürüldü. Veliefendi Hipodromu Tahran Havaalanı’na çevrildi. Geminin batma sahnesi için Antalya film stüdyolarında Ertuğrul’un iki ayrı dev maketi, yemekhane, yatakhane ve makine dairesi kuruldu.

Haberin Devamı

-Bayağı sıkı çalışılmış belli...

Tayfundaki sular, esen rüzgarlar için üç tane her biri 2 tonluk su tankı hazırlandı. Hepimizin kafasına 6 ton su fışkırtıldı ama gerçekçi oldu, memnunuz. Bunların hepsi Türk ekiple çekildi. Film mana olarak çok önemli tamam ama aynı zamanda endüstri olarak da çok önemli Türk sineması için. Türkiye’deki prodüksiyon imkanlarının ne kadar ileri gidebileceğini gösteriyor. Aslında Antalya film çekmeye çok uygun, dört-beş stüdyo daha kurulsa Antalya, Hollywood olabilir.

-Unutamadığınız bir an var mı oradayken yaşadığınız?

Kushimoto belediye başkanı bir yemek verdi. Japon teyzeler bizim için yemek hazırlamışlar. Piyaz falan yedik, sohbet ederken, birden içeriye yöresel kıyafetlerimizle Japon kadınlar girdi. Giymişler kıyafetlerini kaşık oynuyorlar. Unutulmayacak bir andı.

Haberin Devamı

“Aşksız hayat bayat”

-Bu sezon “Güllerin Savaşı”na katıldınız ve iddialı da bir giriş yaptınız.

Karakteri çok başarılı dahil ettiklerine inanıyorum. Güzel bir yerden yakaladılar, Gülfem bir şekilde ruh eşiyle karşılaştı. İkisi de içlerinde yalnız ve onu egoyla kapatmaya çalışan, yaralı karakterler. O yaralı kısımlarını birleştirdiler ve güzel bir bağ kuruldu.

-Gülfem zor biri. Gerçek hayatta öyle biriyle birlikte olabilir misiniz?

Ben Gülfem kadar güçlü ama egosunu da o güçle beraber yoğurabilmiş birini tercih ederdim.

-Siz aşkı nasıl tanımlarsınız?

Aşk tüketici olabilir ama geliştirir de insanı. Yanarsın kor haline gelirsin. Aşksız hayat da bayat yani. Aşk olmayınca insan kendisi için bir mana bulmada zorlanıyor. Hepimiz birine bağlanmak istiyoruz. Yalnız olmadığımızı hatırlatacak birinin arayışındayız.

-35 yaşındasınız Cahit Sıtkı’ya göre yolun yarısı. Nasıl hissediyorsunuz?

Sağlıklıyım, ailem hayatta, kariyer olarak diğer nesillere aktarılacak filmler yaptım. Aşkı yaşadım, çok yer gezdim, farklı kütlülerle tanıştım, Japonya’da film çektim, daha ne olsun. Daha yapacağım çok şey var tabii ama mutluyum.