Fatih Altaylı’nın İstanbul’u...‘Ne istiyorsam onu yaşıyorum’İki yaşından beri İstanbul’da yaşayan Fatih Altaylı, İstanbul’u her türlü yaşama biçimine olanak tanıyan bir şehir olarak tanımlıyor. Onun tercihi ise sukûnetMEHMET KENAN KAYAVan’da doğdunuz, çocukluğunuz da Van-İstanbul arasında geçti. Evet, hem Van’da hem İstanbul’da yaşayan bir aileydi bizimki. O yüzden bazen Van’da olurlardı, bazen İstanbul’da. Annem ve babam artık bütünüyle İstanbul’da yaşıyorlar ama bu durum ailenin bir kısmı için hâlâ geçerli.
nİlk kez ne zaman geldiniz İstanbul’a?
İki yaşındayken...
nİstanbul’da yaşamaktan memnun musunuz şimdi ?
İstanbul benim dünyada en çok sevdiğim ve etkilendiğim şehir. Bu yüzden de burada yaşamaktan memnunum.
nSizi etkileyen yanları neler?
En başta 24 saat yaşayan bir kent. Dünyada böyle şehirler çok az. Paris bile bu kadar canlı değil. Belki biraz New York... İstanbul’da günün her saatinde bir hareket var. Mesela ben gecenin 3’ünde trafiğin tıkandığı başka bir metropol görmedim. Bir de her türden insan var İstanbul’da. O insan dokusu da beni çok etkiliyor. Dünya vatandaşlarının da rahatlıkla yaşayabildiği, nasıl bir yaşam tarzı benimsemek istiyorsanız ona uygun tercihler sunan bir kent burası.
nSize nasıl tercihler sunuyor?
Bana sakin bir yaşam sunuyor. Gerçi oturduğum yer İstanbul’un tam göbeği sayılır (Etiler) ama, yine de pencereden baktığım zaman bir koru görüyorum, kuş sesleri duyuyorum. Dışarı çıktığım zaman da İstanbul’un en renkli caddelerinde, sokaklarında buluyorum kendimi. Çok fazla imkan sunuyor İstanbul. Başka yerlerde bu rahatlığı bulamıyorum. Bir de ben ülkesine düşkün bir adamım. Kimileri vardır ki dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın kendini rahat hisseder. Ben Türkiye dışında kendimi çok rahat hissetmediğim için ayrılınca da çok çabuk özlüyorum.
nSizi yoran yanları var mı peki?
Aslına bakarsan pek yok. Yaşam biçimim nedeniyle İstanbul’un yorucu yanlarıyla fazla karşı karşıya gelmiyorum zaten. İşlerime kent dışı yollardan gidip geliyorum. Trafik sıkışıklığından çok şikayet eden bir adam değilim; bu kadar büyük bir metropolde trafik sorunu hep vardır. İstanbul’un nesi yoruyor dersen, bu çapta ve bu güzellikteki bir kentin sularının kötü akması ya da yollarının çakur çukur olması yoruyor beni. Ama bir yandan da giderek yeşillendiği, eski evleri onarıldığı, sokakları yeniden düzenlendiği için seviniyorum.
n Geleceğinden umutlusunuz yani...
Tabii. Çünkü bu kadar yaşlı, önemli başka bir kent daha yok. Tarihin başladığı dönemden beri çok önemli bir kent İstanbul.
GözdeleriBebek ve Beyoğlu Fatih Altaylı, İstanbul’da en çok Beyoğlu, Bebek, Rumelihisarı, Etiler, Salacak sahili ve Sultanahmet’i seviyor. Kapalıçarşı, Mısır Çarşısı ve
Balık Pazarı ise yıllardır vazgeçemediği mekanlar. En sevdiği otel ise Hyatt Regency. Altaylı, Hyatt Regency’nin odalarını bir ev kadar huzurlu bulduğunu ve özellikle de pembe banyo fayanslarını sevdiğini söylüyor.
"Sultans of the Dance müthişti" En sevdiğim sinema Emek olmasına rağmen, evime yakın olanları tercih ediyorum. Mesela Mayadrom, küçük, sıcak ve rahat bir sinema. Tiyatroyla aram çok iyi ama tiyatro oyunlarını Türkiye’de değil yurtdışında izlemeye çalışıyorum. Türkiye’de iyi tiyatrocular var ancak iyi bir tiyatro yok. Tabii, parasızlık falan gibi birtakım gerekçeler de söz konusu ama iyi bir şey yapıldığı zaman insanlar para veriyor. Mesela "Sultans of the Dance"e gittim en
son ve çok etkilendim doğrusu.
"Bir ara 400 kadar gömleğim vardı" Evin alışverişini bizzat kendim yapıyorum. Bakkal, kasap gibi yerler yanı sıra Şütte, Gima, Macro gibi büyük marketlere de gidiyorum. Pazartesi günleri de evin yakınındaki pazara çıkıyorum. Kıyafet konusunda ise ciddi bir sıkıntım var. Elbise giyip çıkarmaktan nefret ettiğim için yalnızca Ermenegildo Zegna’dan giyiniyorum. Çünkü onlar belimin kalınlığından boyumun ölçüsüne, nasıl paça istediğime kadar her şeyi biliyorlar. Zegna’nın tarzı ne çok spor, ne de çok klasik. Gömleklerime gelince... Bir ara 400 kadar gömleğim vardı. Sonunda karım çıldırdı ve hepsini dağıtmaya başladı. Abbate, Bisse gibi yerli markaları da severim ama benim gömlekteki asıl favorim Stefano Ricci’dir.
"Hünkar’dan patlayacak gibi çıkarım" Lokanta seçiminde değişik tercihlerim var. Kebap yiyeceksem mesela, en gerçek ve baba kebabı yaptığı için Laleli’deki Hacı Bozanoğlu’na, canım köfte isterse Çemberlitaş Köftecisi’ne uğrarım. (Ki o küçücük dükkanda akılalmaz güzellikte köfte, beyin salatası ve pilaki yaparlar.) Le Select, Da Mario ve La Maison; Hilton’un altındaki Dragon yıllardır sevdiğim lokantalardır. Yeniköy’deki İzmirli Balıkçı’nın meze ve ot çeşitleri hem çok zengin hem çok güzeldir. Türk mutfağında ise Hünkar’ı ve Üsküdar’daki Kanaat Lokantası’nı çok beğenirim. Hünkar’da beni tanıdıkları için, aşçı tabağı olarak adlandırılan bir tabağa bütün yemeklerden bir kaşık koyarlar, üstüne bir de irmik helvası yedikten sonra patlayacakmış gibi çıkarım ordan.
"Kızımla Bebek Kahve’ye gidiyoruz" Eskiden Rumelihisarı’nda postanenin yanında bir meydan vardı. Gece yarısı bir şişe şampanya alıp oraya ya da hemen yanındaki genelde zırzopların takıldığı bir gariban kahvesine giderdim. Şimdi kızımı alıp Bebek Parkı’na ve Bebek Kahve’ye gidiyorum. Aslında bunun dışında özellikle gittiğim barlar ya da kafeler yok. En son bir yıl önce Kemal
Koç’la Kenan Doğulu’nun açtığı Ra’ya gitmiştim. Ra ortamı hoş bir yerdi ama ne yazık ki tutunamadı.
PAZAR